Evliya deneme



Yüklə 4,3 Mb.
səhifə42/57
tarix17.01.2019
ölçüsü4,3 Mb.
#99316
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   57

{Ziyâretgâh ı Çorum: Şehir kurbunda Şeyh Ulvân Çelebi ibn Âşık Paşa: Orhân Gâzî meşâyih­lerindendir. Bî-hisâb te’lîfâtları vardır}.

Çorum'dan Tokat câniblerine gitdiğimiz menâzilleri beyân eder



[351a] Hulâsa i kelâm bu fezâda on gün lok­macılık edüp Varvar Paşa'dan tatar gelüp "Benim oğlum! Gâfil olma sakın dahi asker cem‘ eyle. He­mân nevrûz ı sultânî olup hevâ küşâde olunca Âsi­tâ­ne'ye azîmet edüp cenâb ı şerîfiniz ile yine haberle­şüp müşerref oluruz" demiş. Paşa dahi Engürü câ­niblerine revâne olmağa atf ı inâne bezl i ihtimâm ı tâm edüp on birinci günde yine Çorum sahrâsında,

Menzil i tekye i Seydim Sultân: Bir âsitâne i azîmdir. Cümle pâ-bürehne ve ser-bürehne âşıkân ı sâdıkânları tarîk ı Bektâşiyândır. Paşa cümle iç ağa­ları ve karakullukçularıyla bu tekyegâha konup ziyâ­fet i azîmler etdiler kim ta‘bîr olunmaz. Andan,

Menzil i karye i Karakeçili: Bu dahi Çorum san­cağı hâkinde iki yüz hâneli Etrâk köyüdür. Kızılır­mağ'a bir sâ‘at karîbdir. Bu köyde ol gice yine azîm karlar ve dipi ve boranlar olup sekbân ve sarıca ha­şerâtları cümle ehl [ü] ıyâlleri hânelerinden çıkarup beşikleri ma‘sûmlarıyla kar üzre bırağup kuyuların kazup ve kapu eşiklerin kırup atları seyishânelerin re‘âyâ tennûrlarının başına çeküp Merzifon'dan berü Gümüş'de ve Dankazâ'da olan fezâhat [u] zu­lümleri Yûsuf ı Haccâc etmemişdir. Her ne hâl ise ale's-sabâh bu Karakeçili köyünden kalkup Kızılır­mağ'ın Çâşnigîr köprüsüne gitmeyüp Karakeçili geçidine gelüp sû’ i tedbîr edüp karşu tarafa geç­mek murâd edinüp bir kaç menzil Çâşnigîr cisrine gitmediler. Meğer bî-emân geçid imiş. Gerçi kar teskîn oldu ammâ şiddet i şitâ ol mertebede kim âdem at üzre, atlar zemîn üzre durmada berk i ha­zân gibi dir dir ditrer. Ne hâl ise cümle askere alay çavuşları tenbîh edüp ibtida paşa­nın otak develeri ve matbah ve dış kilâr ve ahûr oca­ğı ağırlığı yigirmi aded yarar ehl i beled kulağuzlar ile vakt i seherde ba‘zı atlılar dahi ubûr etdiler.

Der-beyân ı musîbet i nehr i Kızılırmak;: Pa­şanın cümle iki yüz katar devesi ve yüz katar katırları ubûr edüp hakîr dahi katarımla ve kethü­dâ­nın kata­rıyla Allah Allah diyerek güzer edüp cümle ağırlık­lar kasaba i Kurdsarâyı'na gidüp hakîr ve paşa kethüdâsı Kızılırmak kenarında sâ’ir ağavâtların ağırlık­ları ubûr etme(ğe)lerine muntazır olup vakt i Şâfi‘î'de tahmîl olunan Paşa hazînesi katarı ve sâ’ir ağavâtla­rın bâr [u] bengâhları ve katar mehârları sâhil i nehr i Ahmer'e gelüp kulağuzlarıyla nehre girince bî-emr-i Hudâ bir dipi ve boran ve zulumât ve ra‘d ve berk u sâika ve talattum-ı ırmak cûş [u] hurûşa gelüp paşa katarı ve bu kadar eşter ü üstür ve seyishâneler rûy ı nehre yayılup Allah! Allah! diye yüz bin renc [u] anâ ile ubûr ederken kemer-i katarı nehr toparlayup kimi bâlâ, kimi zîr ve kimi gark ı âb olup güzer ederken hikmet i Hudâ Kızılırmak Kızılderyâ-misâl temev­vüc edüp cûş u hurûş ederek harman cirmi buz pâreleri cereyân etmeğe başladı. Meğer Çâşnigîr Köprüsü kurbunda bir kaç gün imiş, ırmak donup sedd olmuş. Bi-emri Hudâ bu mahalde boşanup bu kadar hayvânât ve bu kadar benî Âdemi birbirine mahlut edüp hâr ı hâşâk-vâr bu kadar nüfûsu torlayup ve toplayup götür­mede. Böyle iken yine karşu tarafda ağırlıklar nehre girmede. Beri tarafda olan mâl sâhibleri cân ve baş oynadan şehbâzlara "Amân ey ümmet i Muham­med, amân" deyü feryâd ederler. Paşa bu mahalde karşu tarafdan mehterhânesin döğerek gelüp bu hâli gördükde Kurdsarâyı kasabası re‘âyâlarına ve askerin eli ayağı dutanlarına ihsân [u] in‘âmı bezl edüp "Bre Gâzîler! Katar ve deve ve seyishâne kur­tarana! Ve mâl u menâl halâs edene!" va‘de i kerî­me­ler edüp askerin kimi beri tarafdan, kimi karşu ta­rafda nehr kenarınca piyâde ve atlı feryâd ederek seğirdirler. Niçe cür’et sâhibi yiğitler gavvâs-vâr ol şiddet i şitâda yah-pâreler içre şinâverlik ve erlik ve server-i hünerverlik eder, kimi gark olup gider, de­ve, katar ve benî Âdem birbir­le­rine mülemma‘ olup kimi gark olup kimi bârından halâs olup bir kenara çıkar. Ol mahalde bir yiğit gördüm. Vekîlharc Ağa "Baban rûhîçün olsun bana bir kupa rakı ver. Soyu­nup suya gireyim" der. Ammâ ba‘zı Kürd ve Türk­mânın server yiğitleri ol şiddet i şitâda soyunup şinâ­verlik ederek niçe deve katar ve seyishâneler halâs {idüp} tarafeyne geçirdi. Ammâ karşu tarafa geçire­nin esbabı beri tarafda kalup yanında esbâbın verir âdem bulunmayup çok âdemler buyup dondu. Ve niçe şehbâzlar atından ayrılup gark ı âb oldu. Ancak buz pâreleri gelmeden ve Kızılırmak ummân olma­dan mukad­dem ubûr eden ağırlıklar halâs olup ba‘dehû güzer edenlerden çok cân ve çok hussân ve bî-hisâb katır yüküyle ga’ib olup develer çok halâs olup azı gark oldu. Yüz altmış âdem ga’ib olup gayrı devâbât makûlesi binden mütecâviz idi. [351b] Hulâsa i kelâm vakt i seherden tâ vakt i asra varınca bu kadar mâl ı firâvân gark olup bu kadar benî adem nâ-bûd [u] nâ-peydâ olup bu ka­dar mâl [u] menâlden ve kul ve karavaşdan ayrılup fülûs i ahmere muhtâc olup piyâde kalmış ağanın hadd [u] pâ­yânı yok idi. Ve ekseriyyâ gark olanlar karakul­luk­çu ve harbende ve sekbân ve sarıca idi. Âb ı re­vân ile rûh ı revânları kimi firdevse, kimi hannâse re­vâne olup rûy ı dünyâda cehennem şitâ­sından ha­lâs oldular. Ammâ hikmet i Hudâ bu ka­dar mâl u hay­vânât ve benî Âdemler gark olup vakt i asr ki ol­du, şiddet i şitâ ve temevvüc i nehr ve buz pâreleri kalmayup ba‘de'l-asr ubûr eden tatar ve deli ve gönüllü ve vâcibü'r-ri‘âye ağalar bî-bâk u bî-pervâ selâmetle ubûr etdiler.

Netice i mâ-vaka‘a âlâm-ı şedâ’idi beyân eder: Evvelâ der i devlet-masîrde ser i kârda olan vü[ze]râ ve vükelâ bî-garaz kimse gerekdir kim hazz ı nefsîçün bir vezîri ve sâ’ir mîr i livâyı ve sâ’ir mîr i mîrânları şiddet i şitâda bî-mûcib senesi te­mâm olmadan ol şiddet i şitâda azl edüp bu kadar askeriyle ol vezîr der i devlete gelem derken, gelme dinilüp ve bir mansıb ihsân olunmayup başına kasd ideler. Ol dahi cânı havfine düşüp bu kadar bin ha­şerâtı başına cem‘ edüp beş on ay re‘âyâ vü berâyâ üzre konup göçerek, yiyüp içerek cây ı menâs arar. Bir vezîr dahi anın mansıbına ol şitâda gidüp ol râh üzre pâymâl olan re‘âyânın ve gark ı âb olan devâ­bât [u] benî Âdemin günâhları ulü'l-emr üzredir.

Hattâ alimallah ve şehidallah ve kefâ billah, Mu­ham­meden Resûlullah1 manzûrumuz olan niçe bin mevâdâtlar vardır. Ammâ cümleden biri bu sene i nâ-mübârek zemistânda Erzurûm'dan çıkdığı­mız mahallerde Çardaklıbeli nâm mahalli bu kadar ha­şerât ı avân yüz bin âlâm-ı şedâ’id çekerek aşup Kurdderesi köyüne dâhil olup ibâdullahın ehl [u] iyâllerini kapudan taşra ihrâc edüp ma‘sûmuyla be­şikleri kar üzre fırladup üç ma‘sûm ı pâk merhûm olup niçe hâneleri münhedim edüp âteş yakdılar. Hattâ gark ı b[a] sebeb ibâdullah bu Kızılırmak'da gark olan mahlûk ı Hudâ'nın aslı, Allahu a‘lem bed­du‘âya uğramışlardır. Zîrâ bir gün kal‘a i Gü­müş'den kalkup Dankazâ nâm mahalde Köse Şa‘bân Paşa Çiftliği nâm karyede meks olunduğu gün Direklibel'de eli ayağı donup destereyle kesilen âdemleri ısıcak odalara komak içün kırk elli hânenin nis­vânlarını evlâd [u] ıyâlleri ve kundakdaki ma‘­sûm­larıyla kar üzre bırakdılar ve niçe hâne sâ­hibleri rı­zâ vermedikleriyçün sekbân ve sarıca ve ka­rakul­luk­çu haşerâtları re‘âyâ vü berâyâ ve hâne sâ­hib­le­rine eyle balta urdular kim niçesi mecrûh oldu ve yetmiş seksen aded re‘âyâ fukarâların şartlayup nâ-şer‘î hâm teklîfler edüp bir kaç mü‘eddebe ha­vâtînleri müte’ezzî edüp ma‘sûmların kundaklarıyla kar üzre bırakdılar. Bu hâl i pür-melâli ahâlî i beled görüp hûn ı sirişkle ciğer dağladılar. Derhâl paşaya gelüp tazallüm edüp ağladılar. Ne çâre paşa dahi anlara muhtâc bir alay eli ayağı donmuş sekbân ve sarıca mel‘ûnlarıdır. Âhir ığmâz ı ayn etdi. Hakîr i pür-taksîr bu hâli görüp "Âyâ! Ol 1 Allah bir gün bu askere ne gûne belâ nâzil eder" deyü havf [ü] haşyetimden,



{Tetimme i menâkıb ı eş-Şeyh Hazret i Bar­daklı Baba;}: Mezkûr beldenin kurbunda Bardaklı Baba nâm bir azîz i hümâm ziyâreti var. Hacı Bay­râm Velî Kuddise sırruhu hulefâlarından imiş. Niçe keşf [u] kerâmetleri zâhir olmuşdur. Cümleden biri, kendiler kifâf ı nefsleriyçün bardak yaparlarmış ve dâ’imâ tecdîd i vudû’ içün bir bardak taşırlarmış. Cemî‘î fukarâları ol bardakdan âbdest alup yine bardak mâ’ i zülâl ile leb-ber-leb dururmuş. Hâlâ ol bardak kabr i şerîfi âsitânesinde maslûb durur. Anınçün Bardaklı Baba derler. Hakîr türbedârın iz­niyle bardağı indirüp su ile pür eyleyüp teberrüken tecdîd i vudû’ edem derken, anı gördüm ibrîk mâ’ i zülâl ile memlû. Ammâ üzerinde kırk yıllık gubâr var. Tekye-nişîn ve paşa imâmı ve niçe paşalı bu ibrîğin bu kadar seneden berü mâl-â-mâl durdu­ğuna hayrân kalup türbedâra ve sâ’ir fukarâlara yemîn verdiler kim "Siz bu ibriğe su komadınız mı?" deyü yemîn etdirdiler. Anlar "Hâşâ ve kellâ, kırk elli sene­den berü bu kubbede maslûb durur. İşte bu Evliyâ Ağa indirüp teberrüken âbdest alam derken hik­met i Hudâ ve sırr ı pîr ibriği dolu buldu". İmâm İb­râhîm Efendi ve gayrı ehibbâ "Evliyâ Çelebi, gel imdi, bu ibriği suyile yine yerine salb idelim" dedi­ler. Taraf taraf ma‘kûldür, dediler. Hakîr tâzelik ha­sebiyle ta‘assub edüp "Elbette bu azîzin ibriğinden tecdîd i vudû’ ederim" deyü Bismillah ile şurût [u] kuyûdıyla âdâb ı vudû’ üzre sünnet i Resûlullah ve alâ mâ ferazallah'ı icrâ edüp ibrîkden âbdest alup mâ’ i müsta‘meli leğen içinde burca burca âb ı zemzem gibi kokardı. Ammâ ibrîk ke'l-evvel mâlâ­mâl durup hayretde kaldım. Paşa imâmı dahi cür’et edüp "Evliyâ Çelebi! Ben de teberrüken âbdest ala­yım" deyüp ol dahi tecdîd i vudû’ etdi. El-hâsıl dörd kişi ol bardakdan âbdest alup yine ibrîk âb ı tâhirle mâlâmâl durup cümlemiz mebhût [u] hayretde ka­lup yine du‘â ve senâ ile mezkûr ibrîği kubbede yerine salb eyleyüp leğen içre mâ’ i müsta‘meli Şeyh Bekir Dede alup hıfz eyledi. {Am­mâ mezkûr ibrîk bir ahmerü'l-levn hâk i pâkden inşâ olunup ibrîğin karnında âyet, sûre i (   ) 2 âyeti tahrîr olunup dahi altında hurûf ı erkâm ile 66622 ve dahi üç kâf ve iki cîm ve bir mîm ve bir kadeh tasvîri ve bir bardak tasvîri var idi}. [352a] Hemân hakîr hasbeten lillah pîr i azîzin rûh ı şerî­fiyçün bir hatm i şerîfe şürû‘ edüp rûhâniyyetinden istimdâd taleb edüp âşinâlık kesb etdik. Zîrâ merâ­kıd ı kibâr ı kümmelîn ziyâreti hakkında Hazret i mefhâr i mevcûdât buyururlar kim hadîs 3 bu­yur­muşlar. Hakkâ ki bu hadîs i şerîf maz­mû­nun­ca azîzi ziyâret edüp rûh ı şerîfin­den isti‘ânet taleb edüp kalbim âyînesi jeng i gam­dan mücellâ oldu. Ânî gördüm, âsitâne i sa‘âdetden taşra kapudan bir hâtûn zâhir olup bir ma‘sûm ı pâki derâğûş eyle­yüp kabr i azîzin önüne koyup başın açup giy­sû­ların târ­mâr edüp gözün ve yü­zün pâre pâre edüp "Oğul!" deyü feryâd etdi. Meğer harbendeler hâtû­nun hânesine konup ma‘sûmunu kar üzre atup ol gice merhûm olur. Hâtûnun ardı sıra yine bu ziyâ­rete niçe fukarâ ve zu‘afâlar, balta darbıyle zahmdâr ve ihtiyâr ve sâhib i vakâr kimes­neler hakîr ve hâr olup tekyeye gelüp kabr i şerîfe girüp eyitdiler "Bak a Bardaklı Baba Sultân'ın Tanrısı! Eğer bunda yatan azîz pîr senin gerçek erin ise bunun yüzü suyuna olsun hey Çalap Allah ve âhir zamân Yala­va­cı Mu­ha­mmedü'l-Mustafâ'nın aşkına olsun bize zulm eden bu paşalı celâlîlerini bu günde ve bu sâ‘atde bir belâya uğradup âvânlık­la­rın­dan kur­tu­lak" deyü ol kadar sağu sağılup Bardaklı Baba'nın kabr i şerîfi üzre ağlayup tazarru‘ [u] nâlişler ile feryâd u figân eyleyüp bed-du‘âlar etdi kim hakîre bir dehşet ge­lüp bir bîm [ü] haşyet ârız olup vücûdum berk i ha­zân gibi dir dir ditredim. Bildiği bed-du‘âları he­def i icâbetde vâkı‘ olup bir kerre âh ı serd çeküp hemân hakîr cümle fukarâ re‘âyâ­ların yanına varup niçesinin destlerini bûs ederek, yüzlerine gülerek yanakların öperek eyitdim "Ey Ümmet-i Muham­med! Ben dahi ol askerdenim. Val­lahi paşanın zul­me rızâsı yokdur. Ammâ nâçâr baş kurtarmak içün başına bu kadar âdem cem‘ edüp kışda kıyâ­metde ne konacak ve ne duracak ve ne yatacak yer vardır. Beddu‘â ana gerekdir kim bu kış ve kıyâ­metde bu kadar askeri sizin üstünüze kon­durmağa sebeb olan İslâmbol vezîri Ahmed Paşa'dır" deyince cümlesi "Bre gerçek eyitdi" deyü fer­yâdlar edüp hemân aralarından yüz yaşında bir pîr i nâtüvân, tâbı ve tüvânı kalmamış ol pîr i fânî baş açup "İslâm­bol vezîri, Çalap Allah kılıcına dûş gele, râhatlığının ve kızanlarının ve kendinin devri döne. Bu yatan ger­çek er demine hû diyelim hû" deyü kabir kurbunda sâkin oldular. Ol ihtiyârın hakîr, hakîrânice dest i şerîfin bûs edüp eyitdim "Sultânım! Ben imâm efen­di­nizin evine kondum. Âdemlerim ve atlarım kar üzre yatup ben bir hayat altında yatarım. Lütf eylen bana ve paşaya bed-du‘â etmen" deyü ricâ eyledim. "Seni biliriz. İmâm sana bulamaç ve yala­maç ve kölemeç aşı getirmiş, kabul edüp aşamışsın. Paşanı da seni de Allah kurudan kadadan ve yavunculu düşden ve aşup yord­du­ğun yirde yaramaz işden sizi Allah saklasın. Ammâ ağa­ları ve sarıcaları ve sekbânları ve karakullukçula­ra hemân Çalap Al­lah belâların vire. Ne deyelim, kor giresi boğazları doy­duk­dan sonra ıssı dama girüp şarâb hörpüldederler ve o kızıl kekremsi baş­la­rına birer çanak çeküp ‘bre ev ıssı, bize kasık mancası getir’ deyü baltalar ile urup avret ve oğlan isterler. Cüm­le ehl [ü] evlâd­larımızı bir dama dıkdık. Giceyle da­mım kurdalayup bir yanından delüp avret ve oğ­lan çıkarmışlar. He­mân anları Allah'a saldık" deyü beddu‘â edüp gitdi­ler. Hakîr bu hâl i diger-gûnu görüp "Yâ Rabbî! Sana sığınırım. Benim bu işlerden haber [u] âgâhım yokdur" deyü kabr i şerîf üzre yine gelüp bir Fâ­tiha i seb‘u'l-mesânî kırâ‘at edüp ziyâret i vedâ‘ edüp doğru Mehemmed Paşa efen­di­mize gelüp bu vâkı‘ât ı pür-melâli bir bir tak­rîr et­dükde kethüdâsı Alî Ağa'yı çağırup eyitdi "Ne kadar bâr ı bî-ma‘nî var ise onları bu kurâ hal­kına yediğimiz zehâ’ir mukâbelesine verüp tesellî i hâtır eylen" deyü tenbîh ve te’kîd eyledi. Hakî­ka­tü'l-hâl pa­şanın akra­bâ­la­rından Hazînedâr Alî Ağa, re‘â­yâ­la­rın maslahat-güzâr âdemlerin çağırup otak sokak­la­rı ve ba‘zı yağ deyyeleri ve niçe eme seme yara­maz taşra kilâr san­dukları şekilli şeyler verüp tesel­lî i hâtır olur şekilli oldular, ammâ mukaddemâ bed-du‘âları he­def i icâ­bete te’sîr eyleyüp netîce i ke­lâm Kızılır­mak'da bu kadar mâl [u] menâl ve bu kadar hal­kul­lah [u] ibâdul­lah gark olmasının aslı Al­la­hu a‘lem ol fukarâların Bardaklı Baba Sultân'da et­dik­leri bed-du‘ânın te’sî­ridir kim Kızılırmak ge­çi­din­de ol kadar hasâre ve ol kadar cân ı azîz i bî-çâ­re gark olma­mış­dır. Kulûb ı ibâdullaha dokunup bed-du‘â almanın âkıbeti eyle olur, ne‘ûzü billah. Beyt:

Sakın mazlûmun âhından sehergâh

Ki ana perde koymamışdır Allah

Ne‘ûzü billah ol geçidde çekilen âlâm-ı şedâ’idi birer birer mufassalan tahrîr etsem tasdî‘ i re­’se bâ‘is olur. Hâsıl ı merâm gark ı âbdan halâs olan ağalar Kızılırmağ'ın karşu tarafında bây ı muh­teşem ve kerr u ferr ü dârât [u] azamet ve katar [u] mehâr sâhibi anka yı zî-kudret âdemler iken suyun beri ta­rafına gelince bir habbe ve bir cübbeye muhtâc ve aç ve ihtiyâc olup sebük-bâr olup [352b] cânların ha­lâs etdiklerine bî-hadd u bî-pâ­yân şükr i Yezdân ey­le­diler. Hamd i Hudâ bu hakîr ol Kızılırmak geçi­din­de bir rahne görmeyüp selâ­metle ubûr etdim. Bu nehir kenarında perîşân-hâl olup yine nehr ke­na­rında,

Menzil i kasaba i ma‘mûr Kurdlar sarâyı: Kankırı sancâğı hâkinde Kal‘acık kazâsında Kankırı subaşılığıdır ve niyâ­betdir. Kızılırmak kenarında dörd yüz toprak örtülü Etrâk hâneli ve câmi‘li ve hânlı ve hammâmlı ve es­vâk ı muhtasarlı kasabacıkdır. Bu kar­yede Paşa, Alî Ağa ve Hüseyin Ağa nâmân ağa­ları, Kızılırmak'da gark olan esbâb [u] eskâllerin ıtlâkı­na ta‘yîn eyleyüp bir kîse harclık ihsân edüp niçe mâl sâhibleri dahi kalup su kenarında hay­me­le­riyle meks edüp mu‘tedil hevada mâlların ihrâc et­me­ğe kaldılar. An­dan kalkup cânib i şimâle (   ) sâ‘atde,

Menzil i karye i Boyalı: Kankırı hâkinde Kal‘acik kazâsıdır. Bu mahallerde kâh şarka ve kâh garba serserî gezüp lokmacılık ederdik. Andan yine şimâle (   ) sâ‘atde; ,

Karye-i Akçakoyunlu: Yüz hâneli Türkmân hâneleridir. Andan 4 sâ‘atde,

Menzîl i karye-i Koçu Baba: Bu dahi Kal‘acık kazâ­sında iki yüz hâneli Etrâk evleridir. Ammâ âşkâ­rede aslâ evleri yokdur. Cümle yer altında hücre hücre ahûrlı ve matbahlı ve kâ‘alı ve müsâfirhâneli tırkaz evlerdir. Bu mahalle Keskiniçi derler, gâyet âbâdân yerdir. Ammâ cümle evleri zîr i zemîndedir. Ancak birer dûd keş bacaları vardır. Damlarının üstleri çayır, çemenzâr, lâlezâr yerlerdir. Şiddet i şitâsı vefret üzre olmak ile hâne i zîbâları kemîn i zemîndedir. Ammâ bi-emr i Hudâ bir gûne yumu­şak beyâz kesme taşdan hücreleri var kim gûya ki­reç ile sıvanmış hânelerdir. Gûnâ-gûn dollâblar ve sergen ve raflar ve medineleri peynir oyar gibi taşı murâd [u] merâmları üzre oyup münakkaş büyûtler etmişdir. Her hâneye bin âdem girse gâ’ib olur. Ammâ zahirde âsâr ı binâdan bir şey yokdur. Bu karyede,

Ziyâret i Sultân Koçu Baba: Hazret i Hacı Bektâş ı Velî'nin halîfelerindendir. Bir zemîn i âşikâ­re bunun âsitânesinden gayrı âsâr ı binâ ve tekye i ra‘nâ yokdur. Cümle fukarâları fakr ı fâka erenle­rinden tarîk ı Bektâşiyân'dır. Kabr i şerîfinin cânib i erba‘asında çerâğdân ve şem‘dânlar ile müzeyyen­dir. Ve nefîr ve tabl [u] alemi ve zilleri ve hırka ve seccâdeleri hâlâ kendiler gibi hâzırdır. Türkmân tâ’ifesi bu sultâna gâyet mu‘tekidlerdir. Bu kurâ­larda hayli şiddet i şitâ ve âlâm-ı şedâ’id bu sultâ­nı ziyâret etdiğimiz mahalde hâtıra bu ebyât hutûr edüp tahrîr olundu. Beyt:

Bu tarîk üzre cemî‘-î ömrümüz oldu hebâ

Himmetinle şehr i Rûm'a gidelim Koçu Baba!

Kuddise sırruhu'l-aziz.

{Bu mahallerde Keskiniçi'nde eş-Şeyh İbrâhîm Tennûrî ibn Sarrâf Hüseyin, Akşemseddîn hazret­lerinin halifelerindendir. Şehr i Sivas'da vücûda gelüp mürşid i kâmil idi. Hâlâ Keskin'de ziyâret­gâh ı ünâsdır}.



Andan yine (   ) sâ‘atde,

Menzil i karye i Şeyh Şâmî Sultân: Bu dahi Kankırı hâkiyle Sivas eyâleti mâbeyninde vâkı‘ olmış Keskiniçi'nde Kal‘acık ka­zâsı nâhiyesinde iki yüz hâneli ma‘mûr ve müzey­yen karye i zîbâdır. Ammâ yine niçe evleri ka‘r ı zemîn içredir. Niçe hâne i râ‘nâları rûy ı arzdadır. Bu karye içre,

Ziyâret i Hazret i Şeyh Şâmî: Tarîk i Bayrâ­miy­ye'dendir. İsm i şerîfleri Hamza'dır. Tarîk ı Hamzavî bunlardan kaldı, derler. Niçe bin keşf [u] kerâmâtları zâhir ü bâhir olmuşdur. Hattâ bir cum‘a günü cemî‘î âşıkânı salât ı cum‘aya hâzır olup tecdîd i vudû’ etmeğe bir katre su olmamağıla "Âh Sultânım! Şu câmi‘iniz kurbunda bir kuyu kazdırsanız. Cümle âyende vü revende cemâ‘at i kesîreler tecdîd i vudû’ etseler ecr i cezîle nâ’il olurdunuz" derler. Hemân Şeyh Şâmî Sultân elin­deki asâsıyla "Bu yerden mi su çıksa" deyü asâ ucuyla zemîne işâret etdikde bi-emrillah bir ayn ı zülâl ka‘r ı zemînden pertâb edüp çıkar. İle'l-ân "ayn ı asâ" derler bir aynu'l-hayât ı cân-perverdir. Aziz hazretleri bizzât câmi‘leri cenbinde bir kubbe i âlîde medfûndur. Câmi‘i kendü binâlarıdır. Minâreli ve kurşum örtülü değildir. Ammâ bu câmi‘in mihrâb dîvârı ne kadar vâsi‘ ise tâ sakfa çıkınca câmi‘ mihrâbıdır. Bir câmi‘de eyle enli ve âlî mihrâb yokdur. Bu mihrâbın içinde olan taşlar üzre hurde münakkaş hatt ı kûfî ve hatt ı celî ve hatt ı Musta‘sımî ve hatt ı reyhânî ve hatt ı sülüs bir diyâr mihrâbında yokdur. Ve niçe âyet i şerîfler mihrâba müte‘allık 1 ve 2 âyeti gibi ve âyetü'l-kürsî ve âmene'r-resûlü gibi âyetler tahrîr olunmuş­dur. Ve bu mihrâb ı nûrun iki cânibindeki dîvâra üstâd ı mermer-bür endîşe i hâmıyla hâm taşa eyle tîşe i gül-fâm urmuş, taşları eyle hûrde kazmış ve eyle nakş ı bukalemûn yazmış hakkâ ki sikkeyi mer­merde kazmış. Mihrâbın cânib i yemîni on tarhdır ve cânib i yesârı dahi on tarz üzre tarh olunmuşdur. Her tarhında olan nakş ı bukalemûn zîhler ve islimîler ve zülfeler ve girişmeler ve bağ­lamalar ve Rûmîler ve şeş-gül ve sad-berg ve şakâ­yık ve zülf i nigâr ve sünbül ve reyhân ve karanfil ve sünbül ve erguvân nakışları var kim gûyâ beyâz mermeri üstâd ı mermer-bür peynir gibi direfş-i tîşe kalemler ile kalemkârlık edüp sihr i i‘câz mertebesi sihr i mübîn tasarruflar etmişdir. Ammâ niçe kimes­neler bu [353a] mihrâb hakkında bizzât aziz Şeyh Şâmî'nin kendi dest-kârlarıdır, derler. Hakkâ ki eyle ihtimâli olmak var. Zîrâ kerâmet mertebesi bir âsâr ı nakş ı erjenkmânî ve Behzâd Ağa Rızâ yı Vanî kârı-misâl bir sun‘ ı acîb ve garîbdir. Ve kabr i şerîfinde bir mehâbet vardır. Hakîr ziyâret etdikde bu ebyât bi'l-bedâhe hâtıra hutûr etdi. Beyt:

Hazret i Şeyh Şâmî'yi geldik, ziyâret eyledik

Çok şükür yine gelüp Hakk'a ibâdet eyledik

Hâlâ kabr i şerîfi ve câmi‘i önünde,



Asâ suyu: Ziyâretgâh ı hâs u âmdır. Bu tekye i Şeyh Şâmî'den kalkup yine cânib i şimâle 5 sâ‘atde,

Menzil i karye i Hüseyin Ağa: Kal‘a­cık nâhiyesidir. Hüse­yin Ağa ziyâfet i azîm edüp paşaya bir at çekdi. Andan (   ) sâ‘atde,

Evsâf ı kal‘a i âlî Kal‘acık

Bursa tekuru Sirona kral, kıziyçün binâ etmiş­dir. Ba‘dehû Kastamonu hâkimi Topal (   ) feth edüp Âl i Osmân'a ser-fürû etmeyüp niçe kurâ ve büldânlara dest-derâzlık etmeğe başladı. Âhir sene (   ) târîhinde Yıldırım Bâyezîd Hân bir gün ale'l-gafle bu kal‘ayı basup vakt i Şâfi‘î'de er döküp feth etdi. Zîrâ ceng [u] cidâl ve harb [u] kıtâl ile feth olur kal‘a değildir. Hâlâ Kankırı sancâğı hük­münde pa­şanın hâssı subaşılığıdır ve yüz elli akçe şerîf kazâdır. Ve cümle (   ) nâhiyedir. Kadıya senevî dörd kîse hâsıl olur. Kethüdâyeri ve yeniçeri serdârı ve müftîsi ve nakîbü'l-eşrâfı ve a‘yân [u] eşrâfından Şehsüvâr Paşa ve Serdâr Alî Ağa ve Kethüdâyeri Kurd Mehemmed Paşa ve niçe nâm u kâm sâhibi a‘yân-ı kibâr vardır. Kal‘a dizdârı ve yigirmi aded kal‘a nefe­râtları vardır.

Eşkâl i Kal‘acık: "-cık" lafzı kelâm ı tasğîrdir. Ya‘nî küçük demekdir. Ammâ bu kal‘a evc i âsu­mâna kad çekmiş, zirve i a‘lâya kemend salmış bir ahmer-gûn yalçın kaya üzre ebr i kebûtlara berâber bir kal‘a i seng-âbâd kal‘a i bî-dâd [u] binâ yı Ferhâd'dır. Der-i dîvârları altmışar zirâ‘ ı melikîdir. Cânib i erba‘ası yalçın kaya olmağıla bir tarafında aslâ handakı yokdur. Kıble cânibine nâzır bir demir kapusu vardır. Lâkin kal‘a içinde yigirmi kadar dâr­dır. Bir câmi‘i ve buğday anbârı ve su sarnıcı ve ce­behâne ve altı aded şâhî topcağızları vardır. Ammâ iç il içinde olmağıla kal‘ası garîb kalmışdır. Cemî‘î şehir a‘yânı celâlî ve cemâlî havfinden zî-kıymet metâ‘ların bu kal‘ada der-mahzen edüp pinhân etmişlerdir. Kal‘a dizdârı bu harâbenin nigehbânlı­ğına me’murdur. Aslâ havâlesi yok bir kal‘a i bâlâ­dır kim cemî‘î sahrâlar bâğı ve bâğçeleri ve mezâ­ri‘atları ve büleydeleri enhâr ı uyûnlarıyla sahîfe i zemîn nakş ı bukalemûn-nümâyândır. Ammâ aşağı varoş bu kal‘anın kıblesi tarafında bâğ u bâğçeli vâsi‘ yerde ma‘mûr ve âbâdân şehirdir. Lâkin etrâ­fında sûr ı ribâtı yokdur. Ammâ her atfe başında bi­rer tederrübe bâblarıyla ârâste olmuş şehr i mazbut­dur. Cümle bin iki yüz kiremitli ve türâb örtülü ma‘mûr hânelerdir. Cümleden mükellef Gâzî Şeh­süvâr Paşa sarâyı, hânedân ı azîmdir. Ekseriyyâ ev­leri kıbleye nâzırdır. Yolları pâkdir ve rimâl i hâkdir, aslâ kaldırım yokdur.

Cümle on yedi mihrâbdır. Çârsû içinde (   ) câmi‘i bir minâreli müfîd ü muhtasar câmi‘dir (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) (   ) mâ‘adâ me­sâcidlerdir. Medrese ve dârü'l-hadîsi yokdur. Amma on üç mekteb i sıbyânı vardır. Çârsû-yı bâzârı ol kadar yokdur. Ve bir müfîd ve muhtasar hammâmı vardır. Ve üç hânı ve altı kahve dükkânı vardır. Ammâ hevâsı gâyet latîfdir. Lâkin suyu memdûh değildir.

Bu şehirde üç gün meks edüp Şehsüvâr Paşa sa­râyında Defterdârzâde efendimiz mihmân olup Gâzî Beğ ibn Şehsüvâr'ı üç gün okuyup harîmden vâlidesi bir boğça don ve gömlek ihsân eyledi. Ve hamd i Hudâ böyle şiddet i şitâda üç gice eynimizden es­bâb [u] zırhlarımız çıkarup râhat ile yatmak müyes­ser olup pâk esbâblar giydik. Ammâ şehrin cânib i erba‘asında sekbân ve sarıca bayrakları nefîr i âm havfinden nevbet beklerlerdi.


Yüklə 4,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   57




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin