Hz. Peygamber’in Vasıfları.
Hz. Muhammed sallelahu aleyhi vesellem Allah'ın elçisidir. Nebisidir. Kuludur. Seçtiğidir. Mustafa’sıdır.
Hz Peygamberin künyesi şöyledir. Muhammed b. Abdillâh b. Abdil Muttalib b. Hâşim b. Abd-i Menâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Kâ'b b. Lûey b. Gâlib b. Fehr b. Mâlik b. Nadr b. Kinane b. Hazîme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nezzar b. Ma'd b. Adnan. Hz. Peygamber'in buraya kadarki nesebinde hiçbir âlimin ihtilâfı vuku'bulmamıştır.
Hz. Peygamber, Alah Teâlâ'nın elçisi, yani Resulü olup getirdiği şeriat, kendinden önceki dinleri neshetmiştir. Hz. Peygamber sallelIahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde:
“Hristiyanlar İsa aleyhisselâm'ı medhettiği gibi beni medhetmeyin. Allah'ın kulu ve elçisi, deyin.”223 buyuruyor.
Hz. Peygamber bu hadislerinde varlık bakımından önce olduğu için kulluğu elçilik üzerine takdim etmiştir. Ve kulluk makamından istinkâf etmedeğine delâlet etmesi için böyle söylemiştir. Belki kendisinin bununla iftihar ettiğine işaret olsun diye böyle söylemiştir.
Sonra metinde peygamberliği elçilik üzerine takdim etmekte, görülen âlemdeki varlıklara uygun olduğunu bildirmek ve iki mefhum arasındaki meşhur farka işaret etmek içindir. Nakledildiğine göre Nebi resûl'den daha umumidir. Zira resul, tebliğ ile emredilen kişidir. Nebi ise kendisine vahiy gelen kişidir. Nebî tebliğ ile emredme yahut emredilmeme yönünden daha umumidir. Kadı Iyaz demiştir ki Cumhur'un sahip olduğu sağlam görüş şudur: Her Resul Nebî'dir. fakat her Nebî Resul değildir. Bir görüşe göre de Nebi emredilmeyen peygambere tahsis edilmiştir. Her ikisinin de eş manalı kelimeler olduğu
“Biz senden evvel hiçbir resul ve hiçbir nebi göndermedik ki, o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmış olmasın.” 224
Peygamberlerden resul ve nebi olanlar hakkında gelen bazı hadisler de bize bu iki mefhumun birbirinden ayrı manalar taşıdığını ifade etmektedir. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem ise:
“Ey Nebi, ey Resul!” ifadeleri ile muhatap olmuştur. Çünkü Hz. Peygamber peygamberlerin bütün sıfatlar ile vasıflanmıştı. Allah Teâlâ'nın:
“Muhammed, sizden hiçbir erkeğin babası olmamıştır, lâkin Allah'ın resulü ve peygamberlerin sonuncusu olmuştur.” 225
Âyetinde İsra hadislerinden birinde rivayet edilen şu manaya işaret vardır: İsrâ gecesinde Allah Teâlâ ona şöyle buyurdu:
“Ben seni yaratılış bakımından nebilerin ilki, gönderiliş bakımından ise sonuncusu kıldım,” Bu manadaki hadisi Bezzar da Ebû Hüreyre'den rivayet etmiştir.
İmam Fahreddin er-Râzi bu konuda şöyle diyor:
“Gerçek şu ki Hz. Muhammed sallellahu aleyhi vesellem peygamberliğinden önce hiçbir peygamberin şeriatı üzerinde değildi. Hanefî âlimlerinden araştırıcı olanlar yanında tercih edilen görüş de budur. Çünkü Hz. Peygamber hiç bir Nebî'nin asla ümmeti değildi. Ancak o, risaletinden önce de Nebîlik makamında idi. İbrahim aleyhisselâm ve diğer peygamberlerin şeriatından doğru keşifler ve gizli vahiy ile bu nübüvvet makamında kendisine görünen en doğru bir yolda amel ederdi.
Konevî de bu görüşü “Umdetünnesefî” adlı kitapta nakletmiştir. Bu görüş bir topluluğun dediği gibi Hz. Peygamberin peygamberliğinin kırk yaşından sonrasına hasredilmiş olmadığına delâlet eder. Belki Hz. Peygamber'in doğduğu günden itibaren peygamberlik vasfı ile vasıflanmış bulunduğuna işaret eder. Hatta,
“Âdem su ile çamur arasında iken ben peygamber idim” hadisi, Hz. Peygamber'in, bu gölge âlemi yaratılmadan evvel ruhlar âleminde nebîlik vasfı ile vasıflanmış bulunduğuna delâlet eder. Bu, Hz. Peygamber'e mahsus bir vasıftır. Peygamberlik için yaratıldığı ve risalet için hazırlandığı mânasına hamledilmiş değildir. Huccetül-İslam İmam Gazalî'nin sözlerinden de bu anlaşılmaktadır. Zira bu takdirde Hz. Peygamber'in başkalarından ayrılmaz, hattâ halk arasında bu sıfat ile methedilmesi caiz olurdu. Sonra Hz. Peygamber'in nebilik ve resüllüğü mucizelerle sabittir. Belki Hz. Peygamber'in kendisi zat ve sıfat bakımından başlı başına bir mucizedir. Nitekim Kaside-i Bürde sahibi bu konuda şöyle diyor:
“Cahiliyette ilim, yetimlik durumunda mükemmel terbiye edilme, ümmî olan peygamberde, sana mucize olarak yeter.” Şâir Hassan b. Sabit de şöyle diyor:
“Hz. Peygamber'de açık mucizeler bulunmasa da, sana apaçık hayırla gelirdi.”
Bunun açıklaması şöyledir: Yalancılardan kim peygamberlik iddiasında bulunmuşsa, azıcık aklı olanlar yanında cehaleti ve yalanı ortaya çıkmıştır. Belki şöyle denilmiştir: içinde bir sır gizlenenin sırrını Allah Teâlâ, mutlaka yüzünde meydana çıkarır öyleki lisanında sürçmelerle yalanı meydana çıkar. Şu âyet-i kerime bu hususu takviye etmektedir:
“Allah, gizlediklerinizi açığa çıkarır.” 226
Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem dünya ve âhirete ait makamlardaki gerçek kerametleri ile Allah tarafından seçilmiştir.
Nitekim O'nu medih sadedinde imam Busîrî şöyle diyor:
“Eğer Hz.peygamber olmasaydı,dünya yokluktan varlık sahasına çıkmazdı.” Hz. Peygamber Büyük-Küçük Hiç Bir Günah İşlememiştir.
“Allah seni affetti, onlara niçin izin verdin?” 227
“Hiçbir peygamber için yeryüzünde ağır basmadıkça (düşmana üstün gelmedikçe) esirleri bulunmak (bunlardan fidye almak) vuku bulmamıştır.” 228
Âyetleri nail bulundukları en yüksek makama nisbetle evlâyı terk etmek mânasına hamledilmiştir.
Hz. Peygamber'den Sonra İnsanların En Faziletlisi:
Hz. Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi Ebû Bekr es Siddîk radıyellahu anh, sonra Ömer b, Hattab, sonra Osman b. Affan, sonra Ali b. Ebû Tâlib radıyalîahu anhum'dur.
Burada Hz. Peygamber'den sonra demek, Hz. Peygamber'in varlığından sonra dünyada bulunduğu halde demektir. İsa aleyhisselâm'ın yeryüzüne inmesi her ne kadar Hz. Peygamberden sonra olacaksa da esas peygamberliği ondan evvel olmuştur, dünyadaki varlığı da öncedir. İmam Âzam'in yukarıdaki söz ile zaman bakımından uzaklığı kasdetmiş olması uzak bir ihtimal değildir.
“Şerh'ul-Makâsid”da büyük âlimlerin şu görüşe sahip bulundukları zikredilmektedir: Peygamberlerden dördü yaşayanlar zümresindendir. Bunlar da Hızır, İlyas, yeryüzünde; İsa ile İdrîs aleyhimesseIâm ise gökyüzünde yaşamaktadırlar. Hasılı peygamberlerden sonra insanların en üstünü Hz. Ebû Bekir'dir.
Hz. Ebû Bekr'in cahiliyet devrindeki ismi Abd'ül-Kâbe idi. Resülullah sallellahu aleyhi vesellem kendisine “Abdullah” adını vermiştir. Hz. Ebû Bekr'in babasının ismi “Ebû Kuhâfe Osman b. Âmir b. Kâ'b b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Kâ'b b. Lüey b. Gâlib b. Fehr el-Kureşi es-Sıddîk et-Teymi’dir. Sıddık adını çok doğru olması, hakkı kuvvetle kabul etmesi, inancının ve tasdikinin kuvvetli olması dolayısıyla almıştır. Gelmiş ve gelecek velilerin en üstünüdür. Hz. Ebû Bekr'in velilerin en üstünü olduğu hususunda icma vaki olmuştur. Rafizilerin buna muhalefetlerine itibar yoktur. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem onu, kendi yerine namazı kıldırmak için öne geçirmiştir ve o, gerçek bir halifedir.
Dostları ilə paylaş: |