Allah'a Hakkıyla Kulluk Etmek.
“Hiçbir kimse, Allah Teâlâ'ya lâyık olduğu şekilde ibadet etmeğe güc yetiremez. Ancak emrettiği şekilde O'na ibadet eder.
Çünkü kul, Allah'ı zikretmek ve şükretmeye devam etmekten âcizdir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
“Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, miktarını bilemezsiniz.” 311Yani saymaya gücünüz yetmez, nerede kaldı ki şükrünü eda edesiniz. Bu sebeple:
“Ey iman edenler, Allah'tan hakkıyla korkun,” 312 ayetinin,
“Gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun.” 313 âyeti ile nesh edil diği söyleniyor. Çünkü hakkıyla Allah'tan korkmaktan Allah'ın saf kulları bile âcizdir. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem bu âyeti şöyle tefsir etmiştir:
“İtaat edilmek, hiç isyan edilmemek; şükredilmek nankörlük edilmemek, zikredilmek, unutulmamak.”
Meselenin hakikati şudur: Allah'ı bilmek gerçekleşince, kulun bütün hallerinde hükmü devam eder. İbadet böyle değildir. Zira Allah'tan hakkıyla korkmak için her an kul üzerine ibadet vacib olur. Kul ise beşeriyetin zaafı icabı, kulluk görevini ifa etmede bu halin devamından acizdir. Çok az bir zaman da olsa, kuldan Allah'ın huzurundan kayb olma ve gaflet etme hali zuhur eder. Bu hal ise hakikat ve tarikat erbabına göre küfürdür. Şeriat sahibinin diline göre bu vücup halktan rahmet olarak kaldırılmışsa, Allah'ın mağfiret edici olması cihetiyledir. Bu noktaya işaret eden Allah Teâlâ şöyle buyürüyor:
“Koruyacak da odur, bağışlayacak da.” 314
Bu sebeple hiç kimse, ben hakkıyle Allah'a kulluk yaptım, diyemez. Ve yine bu sebepten bazı arifler demişlerdir ki:
“Eğer Allah'ın emri olmasa, “Yalnız sana ibadet ederiz, yalnız senden yardım dileriz.” âyetini okumazdım. Çünkü kullukta ihlas, ibadette ve diğer işlerde yardım dilemeyi yalnız Allah'a tahsis etme makamında değilim.” Bu konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Sen kendini medh ettiğin gibi ben sana medih yapamam.”
Yine Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem, ibadeti bitirdikten sonra taatın hakkını yerine getirmekte kusurlu olduğuna işaret olmak üzere Allah'tan mağfiret dilerdi. Nitekim Allah Teâlâ'nın şu kavli buna işaret etmektedir:
“Doğrusu insan, Allah'ın kendisine emr ettiğini tam olarak hiç yerine getirmemiştir.” 315
Müminlerin Eşitliği.
Allah'ı tanımada, din işleri ile ilgili kesin bilgide, Allah'a tevekkülde, Allah ve Rasûlünü sevmede, kaza ve kaderine rıza göstermede, Allah'ın azabından korkmada, rahmetini ummada ve iman hususunda bütün müminler eşittirler. Ancak tasdik ve ikrarın dışında amel, derece ve makam yönünden farklılık gösterirler.
Bil ki, kulun daima Allah'ın azabında korku içinde bulunması ve rahmetini umucu olması gerekir. Çünkü Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor;
“Yoksa âhiretin azabından korkarak ve rabbinin rahmetini umarak, o gece saatlerinde kalkıp secde ve kıyam halinde ibadet eden mi?.”316
“Yataklarından kalkarlar, rablerine azabından korkarak ve rahmetinden ümidvar olarak ibadet ederler.”317
Doğrusu, ummak, korkmayı gerektirir. Eğer böyle olmasaydı Allah'tan ümid kesmek olurdu. Öğülen korku, sahibi ile Allah'ın yasak kıldığı şeyler arasına giren korkudur. Bu sınırı geçerse, kulun ümidsizliğinden korkulur. Öğülen ümid, Allah'ın nuru ile ona itaat işini yapan ve sevabını Allah'tan isteyen; yahut bir günah işleyip sonra günahından tevbe edince Allah'tan günahının örtülmesini isteyen kimsenin ümididir. Fakat bir kimse tefrit derecesinde hata ve isyan içinde bulunur da amelsiz olarak Allah'ın rahmetini isterse bu bir gururdur, yalancı bir temennidir, yalancı bir ümiddir.
Ebû Ali er-Rûdbarî rahimetullah buyurdu ki;
“Korku ile ümid bir kuşun iki kanadı gibidirler. İkisi de dengeli olurlarsa kuş da dengede olur ve uçar. Kanadlardan biri noksan olursa, uçmada da noksanlık olur. İki kanat da olmazsa, kuş ölüm haddine gider.” Ebû Ali'nin zikrettiği bu görüş, Hz. Ömer'den nakledilen şu rivayete uygundur. Hz. Ömer şöyle demiştir:
“Mahşerde, bir kişi Cennet'e girecek, diye nida edilse, o kişinin kendim olmasını ümid ederim. Yine Mahşer'de, bir kişi cehenneme girecektir, denilse yine o kişinin kendim olmasından korkarım.”
Bazı âlimler de şöyle diyor: Ümidin korkudan daha çok olması gerekir. Çünkü hadîs-i kudside Hz. Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Ben kulumun beni zannettiği gibiyim. Dilediği gibi beni zannetsin.” 318
Bazıları da şöyle demişlerdir: En iyisi, gençlik ve sıhhat zamanında korkunun, yaşlılık ve hastalık durumunda da ümidin galib olması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Sizden hiçbiri, ölümünden evvel Allah'a kendisi hakkında hüsn-i zanda bulunmadan ölmesin.” 319
Bunun sebebi ise, herkes Allah'tan korkarsa, Allah'tan başka her şey ondan kaçar. Sen Allah'tan korkarsan, Allah'a doğru kaçarsın. Rabbinden korkan, rabbine sığınır. Nitekim Allah Teâlâ buna işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
“Allah'a koşun.” 320
Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem de şöyle buyuruyor:
“Senden, ancak sana sığınma vardır.” 321
Bazıları şöyle demişlerdir: Kim yalnız sevgi ile Allah'a ibadet ederse zındıktır. Kim yalnız korku ile Allah'a ibadet ederse Harûrîdir. (Haricîdir). Kim yalnız ümid ile O'na ibadet ederse Mürciedir. Kim sevgi, korku ve ümit ile Allah'a ibadet ederse, o da mümin ve muvahhiddir.
“Menâzil” adlı kitabın sahibinin: “Ümid, müridin en düşük meretebesidir, sözü müridin hali olan sevgi makamına nisbetledir.
Muhakkik âlim Râzi bu konuda şöyle der:
“Bir kimse eğer yalnız Cehenneminden korktuğu, Cennetine teme’ ettiği için ibadet ederse mümin değildir. Zira Allah Teâlâ'nın zatınaa ibadet edilmesi gerekir.” Bu düşünce, Hz. Peygamber’in şu hadisinin manasıdır?
“Suheyb ne güzel bir kuldur. Allah'tan korkmasa da O na isyan etmezdi.” 322
Bu sebepten Hz. Peygamber'e, gece ibadet etmekten ayaklar; şiştiği zaman: “Niçin bu kadar kendini yoruyorsun. Halbuki Allah Teâlâ, senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir?” denilince: “Şükreden kul olmayayım mı?” cevabını verdi.
Hz. Ali de bir sözünde şöyle buyuruyor:
“Bir kavim, bir şey istemek için ibadet ederse bu ticarî ibadettir. Eğer bir kavim korku için ibadet ederse, bu kölelerin ibadetidir. Bir kavim eğer şükretmek için ibadet ederse, bu da hür kimselerin ibadetidir.” “Rebîul-Ebrar” adlı kitabın sahibi de bu sözü böylece nakletmiştir.
İmam Tahavî şöyle diyor: “İman birdir, imanın esasında iman ehli birdir. Birinin diğerine üstünlüğü, korku, sakınma, nefsani arzularına muhalefet ve en iyiye mülazemetledir.”
Dostları ilə paylaş: |