Cennet Ve Cehennem Hayatının Ebediliği:
Cennet ve Cehennem ehlinin hayatları sona ermeyecek, ebediyen kalacaklardır.
Başka bir nüshada: “Huriler ebediyen ölmezler. Allah'ın azab ve sevabı da asla sona ermez.” denilmektedir. Başka bir nüshada ise: “Allah'ın sevabı da azabı da ebediyyen fani olmaz.” denilmektedir.
İmam Âzam “El-Vasıyye” adlı kitabında şöyle diyor:
“Cennet ile Cehennem haktır, yaratılmışlardır. Fakat ne kendileri ne de oraya girecekler fani değildir. Çünkü Allah Teâlâ Cennet hakkında: “Allah'tan korkanlar için hazırlamıştır.”; Cehennem hakkında da “Kâfirler için hazırlandı.” buyurmuştur. Allah Teâlâ, Cennet ile Cehennemi sevap ve azab için yaratmıştır. Cennetlik kullar Cennette devamlı olarak kalacaklardır. Cehennemlikler de Cehennemde devamlı kalacaklardır. Çünkü Allah Teâlâ müminler hakkında:
“Onlar cennetliktir, Cennette devamlı kalacaklardır. ” ve kafirler hakkında da:
«Onlar Cehennemliktir, orada devamlı olarak kalacaklardır.»367 İmam Âzam'ın sözü burada sona ermiştir.”
Cebriye taifesi ki bunlar halis Cebriyedir Cennet ile Cehennem'in de, Cennet ve Cehennemliklerin de fani oldukları görüşünü savunmuşlardır. Bu görüş ise şüphesiz batıldır. Çünkü Kitap Sünnet ve İcma-î Ümmete muhaliftir.
Allah Teâlâ fazlı icâbı dileyeni doğru yola iletir, adaleti icabı dileyeni saptırır.
Yâni Allah Teâlâ, dileyen kullarını Cemal sıfatına mazhar kılarak iman ve taat yoluna sevk eder. Bu, Allah'ın bir lütfudur. Dileyen kimseleri de küfür ve isyan yolunda bırakır. Yâni onları Celâl sıfatına mazhar kılarak isteklerinde muvaffak kılar, böylece âsi olurlar. Sonra Allah'ın hidayet etmesi, iyilikte ve imanda muvaffak kılması, ihsan etmesidir.
Allah'ın Hidayet Vermesi Ve Saptırması :
Allah'ın saptırması, kuluna yardım etmemesidir. Bunun izahı şöyledir: Allah Teâlâ, kendi yolunu istemeyen, küfür ve isyan da bulunmak isteyen kullarını razı olduğu amellere muvaffak kılmaz. Bu da Allah'ın adaleti icabıdır.
Zira başkası için gerekli olan hiçbir şeyi yapmak Allah Teâlâ üzerine vacip değildir. Allah Teâlâ, hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir O, her şeyi yerli yerine koymuştur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ kime hidayet vermek dilerse, Onun göğsüne genişlik verir ve göğsünü İslâm'a açar. Her kimi de sapıklıkta bırakmak isterse, onun göğsünü öyle sıkar ve daraltır ki, iman teklifi karşısında göğe çıkacakmış gibi (zorlukta) olur.” 368
Yâni Allah Teâlâ kimi hidayet yolunda bırakmak isterse, kalbini Tevhid inancı için genişletir ve nurlandırır. Bunun alâmeti ölmeden evvel âhiret için hazırlanmak, gurur evi olan dünya hayatından uzaklaşmak ve ebedî kalış yurduna intisab etmektir.
Sapıklığı isteyen kişiye yardım etmemesi adaleti icabı olduğu gibi böyle kimselere yaptıkları kötülükten dolayı azab etmesi de adaleti icabıdır. Biz demiyoruz ki, şeytan mümin kulun kalbinden imanı zorla yok eder. Ancak biz diyoruz ki: Kul kendi arzusu ile imanı terk eder. Terk edince şeytan onu bu kuldan yok eder. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Doğrusu benim o gerçek kullarım var ya. Senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur. Rabbin ise vekil olarak yeter.” 369
Yâni Şeytan böylelerini Allah'ın yardımından uzak olmakta kendine tâbi kılar, dolayısıyla bundan sonra o kimse üzerinde hakimiyet kurar. Bu noktaya işareten Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Azgın olanlardan sana uyanlar müstesna, kullarım üzerinde asla senin bir hakimiyetin yoktur.” 370
“And olsun ki onlardan her kim sana uyarsa, Cehennemi hep sizden dolduracağım.” 371
Kabirdi Soru Sorulması:
“Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru sorması haktır. Kabire konulan ölüye münker ve nekir melekleri şöyle soru soracaklar: “Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir? Buhari ve Müslim'de rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem kabrin yanından geçerken şöyle buyurdu:
“Bunların ikisi de azab içindedir.” 372
Bu konuda Allah Teâlâ da şöyle buyuruyor:
“Allah Teâlâ, iman edenleri hem dünya hayatında, hem de âhiret hayatında değişmez söz olan şehadet kelimesi üzerine sabit kılar, tevhid inancına bağlı yapar.” 373
Buharî, Müslim ve diğer Sünenlerde olduğu gibi, bu âyetteki âhiret kelimesinden kasdedilen mâna, kabir hayatı demektir, İmam Âzam, yukarıdaki metinde peygamberlerle, çocukları ve şehidleri kabir sorusundan istisna etmiştir. Çünkü Sahih-i Müslim'de nakledildiğine göre, Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'e bu husustan sorulunca şöyle buyurdu:
“Kılınçlarının parıltısı onlar için şahid olarak yeter.” 374 “Kifâye” adlı kitapta nakledildiğine göre ise Peygamberler için kabir sorusu yoktur. Hanefi âlimlerinden Seyyid Ebû Suca' şöyle diyor:
“Çocuklar ve peygamberler için de bazı âlimlere göre kabirde soru vardır. Bazıları da demiştir ki, müslümanlarm çocukları kesinlikle affedilmiştir. Kabirde sual sorulması ise, bilmediğimiz bir hikmet içindir. İmam Âzam kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, Cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri konularda tevekkuf etmiş, bir görüş belirtmemiştir. Bu sebeple kâfirlerin çocuklarının Cennet ehline hizmetçi olacaklarına hükmedilmiştir.
Kabir Azabı Ve Ruhların İadesi.
Kabirde ruhların kullara iadesi de haktır. Kabrin kafirler için daralması ve gerek kâfirlere gerekse müslimlerin bir kısmına kabirde azab edilmesi haktır.
Kabirde ruhlar cesedin tümüne, yahut bir kısmına topluca yahut ayrı ayrı olarak iade edilecektir. Kabirdeki soru sorulma işi, ruhların iadesinden sonra olacaktır. Kabirdeki sorulara karşılık mümin: Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim Hz. Muhammed sallellahu aleyhi vesellem'dir, cevabını verecektir. Kâfir ise: Hah hah! Anlamadım, diyecektir. Bu cevabın aslı Buharı ve Müslim'de vardır. Ve bu hadis Ebû Dâvud tarafından rivayet edilmiştir. Bu konuda Mutezile ve Rafizîlerin bir kısmının muhalefeti vardır. Kabir hayatı ve öldükten sonraki hayatın halleri ile ilgili mâna bakımından tevatür derecesine ulaşmış hadisler rivayet edilmiştir. Bu hadisleri Hocalar hocası Celâleddin es-Suyutî “Şerh'us-Sudûr Fi Âhvâl-i Ehl'il-Kubür” adlı kitabı ile “El-Budûr'us-Sâfire Fi Ahvalil-Âhire” adlı kitabına almıştır. Öğrenmek ve ihtilâftan kurtulmak istersen bu kitapları okumalısın. Kabir hayatının varlığına delil olarak zikredebileceğimiz âyetler şunlardır:
“Sabah akşam ateşe arz edileceklerdir.” 375 Bu arz ediliş Kıyametten önce kabir hayatında olacaktır. Bunun delili de şu âyet-i kerîmedir:
“Kıyamet koptuğu gün, Fîr'av'ın kavmini azabın en şiddetlisine atın.” 376 denilecek. Burada daha önce azabın şiddetli olmayanının tatbik edildiği ve bunun da kabir hayatında cereyan ettiği anlaşılmaktadır. Fir'av'ın kavminin ateşe arz edilmesinin mânası, Kıyamete kadar ateşle yakılması demektir. Bu azab da ruhlarına yapılacaktır. Kabir azabına delâlet eden ayetlerden biri de şudur:
“Biz onlara büyük azabdan başka daha hafif bir azabı tattıracağız.” 377
Bu âyette büyük azabtan maksat, âhiret azabıdır. Yine Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Her kim benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır ve onu Kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz.” 378
Bu âyetler İmam Âzam'ın sözlerinin kaynağı olsa gerek.
Kabrin sıkıştırması haktır. Hatta kamil müminleri dahi sıkıştıracaktır. Çünkü bu konuda Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz kabrin sıkıştırması vardır. Kabrin sıkıştırmasından bir kimse kurtulacak olsa, ölümünden dolayı Arş'ın titrediği Sa'd b. Muaz kurtulurdu.” 379
Kabrin sıkıştırması, önce kabir toprağının ölü üzerine dar gelmesidir. Sonra Allah Teâlâ mümine gözünün görebildiği kadar, kabri genişletir. Bir söze göre mümine nisbetle kabrin sıkıştırması şefkatli ananın seferden dönen evlâdını kucaklaması gibidir.
Kâfirler ve müminlerden bazıları için kabir azabı gerçektir. Müminlerden âsi olanlar azab edilecek, itaat yolunda bulunanlara nimet verilecektir. Nitekim Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'den şöyle rivayet edilmiştir:
“Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” 380 (Bu hadisi Tirmizi ve Taberanî rivayet etmişlerdir.) Yine bir Hadîs-i Şerifte Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü, bu konaktan kurtulursa, ondan sonrası daha kolaydır, Kabirden kurtulamazsa, ondan sonrası daha zordur.” 381 (Bu hadis Tirmizi ve Nesai sağlam bir senedle Osman b. Affan'dan rivayet etmişlerdir.) Bil ki, Hak ehli, kabirde iken Allah Teâlâ'nın taat ve azabı duyacak, kadar ölüde bir nevi hayat yaratacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Ruhun ölüye iade edilip edilmediği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanife'den rivayet edilen tevekkuf ettiği, yâni bir görüş belirtilmediğidir. Ancak onun buradaki sözü ruhun ölüye kabirde iade edileceğine delâlet etmektedir. Zira meleklere cevap vermek ihtiyar ve iradeye dayanan bir iştir. Bu iş, ruh iade edilmeden yapılamaz. Bu konuda şöyle bir görüş de ileri sürülmüştür: Görmüyor musun? Uykuda insanın ruhu bedeninden çıkar, fakat buna rağmen cesedi ile ilgisi bulunur. Kötü rüya görünce acı iyi rüya görünce zevk duyar. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'den, ruh olmadan kabirde ölünün etinin nasıl acı duyduğu sorulunca şöyle cevap verdi:
“Dişinde can olmadığı halde, nasıl ağrıyorsa.” buyurdu.
Konevî'nin naklettiğine göre, Şeyh Ebûl-Maîn “Usûl” adlı kitabında şöyle diyor:
“İster mümin olsun, ister kâfir olsun; ister itaatli olsun, ister fasık olsun, kabir azabı haktır. Fakat ölen kişi kâfir olursa onun azabı Kıyamete kadar devam eder ve Cuma günlerinde Ramazan aylarında Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem hürmetine ondan azab kaldırılır. Çünkü kâfir hayatta olsa yine Allan Teâlâ, Peygamber sallellahu aleyhi vesellem hürmetine ona azab etmiyecektir. İşte kabirde de durum böyledir. Her Cuma günü ile Ramazan aylarında O'nun yüzü suyu hürmetine Allah Teâlâ onlardan azabı kaldırır.”
Bu konu üzerinde biraz durmak gerekir. Çünkü yukarıda bahsedilenler, sağlam bir rivayete yahut açık bir delile muhtaçtır. Doğrusu, Konevî'nın söylediğidir. O da şudur: Mümin itaatli olursa onun için kabir azabı yoktur. Ancak, Allah'ın nimetlerinden bolca istifade ettiği ve hakkıyle şükretmediği için, kabir onu sıkıştırır, dolayısıyla kabrin korkusunu ve şiddetini duyar. Buna şu Hadis-i Şerif de delâlet etmektedir:
Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem Hz. Âişe'ye:
“Kabir sıkıştırdığı ve Müker Nekîr melekleri soru sordukları zaman halin nicedir?”diye sordu. Sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“Yâ Humeyrâ! Şüphesiz kabrin mümini sıkıştırması, ananın, çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker Nekir meleklerinin soru sorması da göz kamaştığı zaman ona sürme çekmek gibidir.” 382
Yine Hz. Peygamberin Hz. Ömer'e şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Yâ Ömer! Kabrin iki imtihan meleği sana geldikleri zaman halin nicedir?” Hz. Ömer de buna karşılık şöyle cevap verdi
“Yâ Resülullah, o zaman bu halde aklım başımda mı olacak?” Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem de;
“Evet.” buyurdu, Bunun üzerine Hz. Ömer:
“O takdirde hiç aldırmam, cevabını verdi.” 383
Konevî konuya devam ederek şöyle demiştir; “Eğer ölü âsi ise, ona da kabir azabı ve kabir sıkıştırması vardır. Ancak Cuma günü ve Cuma gecesi azab ondan kaldırılır ve bir daha Kıyamete kadar azab iade edilmez. Bir mümin Cuma gecesi öldüğü takdirde eğer âsi ise, bir an kabir azabı ve kabir sıkıştırması olur, sonra Kıyamete kadar bir daha azab gelmez.”
Açıktır ki, itikadı konularda muteber olan kesin delillerdir, Âhad yolu ile rivayet edilen hadisler ise zan ifade eder. Ancak Âhad yolu ile gelen hadisin rivayet yolları birkaç tane olur da mana bakımından mutevater derecesine ulaşırsa o takdirde kesin bir hüküm ifade edebilir. Evet, Cuma günü ve Cuma gecesi ölen kişilerin üzerinden azabın kaldırılacağı ve Kıyamete kadar da bir daha bu azabın iade edilmeyeceği konusunda bazı hadisler vardır. Fakat, ben bunların bir aslı olduğunu bilmiyorum. Yine Allah'a isyan eden kimseden Cuma günü gelince azabın kaldırılması ve Kıyamete kadar bir daha iade edilmemesi kesinlikle batıldır.
Sonra taat ehline kabir hayatında nimet verileceği ve isyan edenlere acı çektirileceğine şu âyetler de delil teşkil ediyor:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Belki onlar diridirler. Rableri tarafından rızıklandırılırlar. Onlar, Allah'ın fazlından kendilerine verdiğinden ötürü neşeli haldedirler.” 384
Nuh Aleyhisselâm'm kavmi hakkında da:
“Onlar hatalarından ötürü boğuldular da ateşe atıldılar.” 385
Çünkü âyette “Udhılû” kelimesindeki fâ tâkibiyedir. Yani boğulur, boğulmaz Nuh kavmi ateşe sokulmuştur. Dolayısıyla Kıyametten evvel kabir azabının var olduğuna delalet etmektedir.
Kabir azabının yalnız ruha mı, yalnız bedene mi, yoksa her ikisine mi yapılacağı hususunda da ihtilâfa düşülmüştür. Bize göre kabir azabının hem ruh hem de cesede beraber yapılacağı görüşü en doğrusudur. Ancak biz bu görüşün doğruluğuna inanırız, fakat azabın keyfiyeti ile uğraşmayız.
Ruhun hakikatinin ne olduğu hususunda da ihtilâf bulunmaktadır. Bir görüşe göre, ruh latif bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfuzu gibi cesede nüfuz etmiştir. Allah Teâlâ, ruh cesedde kaldığı müddet hayatı devam ettirme âdetini geçerli kılmıştır. Ruh cesedden ayrılınca, ölüm, hayatı yok eder.
Başka bir görüşe göre de ruh, cesed için güneşin ışıkları gibidir Nasıl ki Allah Teâlâ bu âlemde güneş doğduğu müddet ışık yaratmayı adet etmişse, ruh cesedde kaldığı müddet onda hayat yaratmayı da âdet etmiştir. Sofiye mesleğine mensub ilim adamları bu görüşü kabul etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat mezhebine mensup bir topluluk da şöyle demiştir:
“Gülsuyu güle sirayet ettiği gibi, ruh da bedene sirayet eden bir cevherdir.”
Bu son görüş, daha önceki görüşe aykırı değildir. Ancak ihtilâfa düştükleri nokta ruhun cevher mi yoksa lâtif cisim mi olduğu hususudur. Doğrusu latif cisim olduğudur. Buna delil “Ruh cesedden çıktığı zaman”, yahut “Ruh cesede girdiği zaman” ve benzeri hadislerde geçen ifadelerdir. Maksadı araştırmada bu söz, Allah Teâlâ’nın şu kavline muhalif değildir.
“De kî; ruh, Rabbi’min bildiği bir iştir. Size bu konuda az bilgi verilmiştir.”386
Zira bütün işlerin gerçeğini Allah bilir. Yahut ruh bazı yaratıklarda olduğu gibi, âcil bir emirle yaratılmıştır. Kâinatın ekserisi ise tedricî bir şekilde yaratılmıştır. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'de:
“Dikkat! Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin rabbi olan Allah ne kadar yücedir.” 387 Buyurulmuştur.
Bununla beraber bu konudaki söz kısa bir yoldadır. Bu, Allah'ın verdiği az bilgidendir. Çünkü Allah Teâlâ; “Size az bilgi verilmiştir” buyuruyor. Sözlerin en iyisi bu konudaki bilgiyi Allah'a bırakmaktır. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat âlimlerinin çoğunluğunun görüşü de budur.
İmam Âzam “EI-Vasıyye” adlı kitabında şöyle diyor:
“İkrar ederiz ki, Allah Teâlâ bu nefisleri öldükten sonra, sevap vermek, ceza vermek ve insanların birbirindeki haklarını ödemek için, uzunluğu ellibin sene kadar olan bir günde yeniden diriltecektir. Çünkü Allah Teâlâ:
“Muhakkak Allah, kabirlerde bulunan ölüleri diriltecektir.” 388 buyuruyor.
Aşağıdaki âyetler, cesetlerin tekrar dirilmesini inkâr eden filozofları reddetmektedir: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“İnsanları, hesap yerine toplayacağız ve onlardan hiç kimseyi bırakmayacağız.” 389
“Bütün hayvanlar toplandığı zaman.” 390
“Halkı ilk yaratan Allah, sonradan iade edecektir.” 391
“Başlangıçta yarattığımız gibi, yaratıkları sonradan iade edeceğiz.” 392Yâni âhirette ilk yarattığımız yaratıkları dünyada olduğu gibi iade edeceğiz.
“Sonra siz, muhakkak Kıyamet gününde diriltileceksiniz.” 393
İmam Fahreddin er-Râzi bir açıklama babında hasma karşı yular gevşetme mahiyetinde şöyle diyor: Öldükten sonra dirilmeğe inanıp onun için hazırlandığımız zaman bir kayıbımız yoktur. Eğer doğru ise kurtuluruz. İnkâr edenler helak olur. Eğer doğru değilse bu inancın bize hiçbir zararı olmaz. Nihayet bu cisimle ilgili lezzetler bir gün sona erecektir. Akıllı kişiye lâzım olan, bu dünyadaki lezzetlerin son bulmasına aldırmamaktır. Çünkü bu lezzetler çok hasistir, değersizdir. Zira bu dünya lezzetleri köpekler, böcekler ve haşereler arasında müşterektir. Hem sonra bu lezzetler çabuk yok olur ve kolay kesilir. Öyle ise imanda ihtiyat, öldükten sonraki hayata inanmaktır. Bu sebeple bir şair şöyle demiştir;
“Müneccim ile tabib her ikisi,
Ölüler toplanmayacak, dediler, derim size,
Sözünüz doğru ise eğer,
Zararım yoktur, meğer
Sözüm doğru ise eğer, zararı size değer.”
Râzî'nin sözü burada sona ermiştir. Bu iki beyit Hz. Ali'den nakledilmiştir. Bu beyitler, Allah Teâlâ'nın şu âyetine uygun düşüyor:
“(Ey resulüm! O kâfirlere) de ki: göklerden ve yerden size rızık veren kim? De ki: rızkı Allah veriyor. Her halde siz (ey Mekke halkıi) veya biz mutlaka doğru yoldayız, yahut açık bir sapıklık içindeyiz.” 394
Zira öldükten sonraki hayata ihtiyat yolu ile inanmak, itimat makamında sahihtir. Çünkü müctehid için mutlaka kesin bilgi lâzımdır. Aklî ve nakli delillerden hasıl olan kesin delilerden elde edilen kesin hükümler de mukallid içindir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini, iman edip iyi amel işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir mi yapacağız? sandılar?” 395
Sonra bu meselede mâkul olan husus şudur: Hikmet, hak yolda olanla batıl yolda olanın bir birinden ayrılmasını gerektirir ki batıl yolda olan bu durumda şüphesi kalmamak için kendi durumunu bilmeye mecbur olsun. Dünya hayatı ise bu mecbur oluşun yeri değildir. Çünkü dünya imtihan için yaratılmıştır. Mutlaka bu seçimin yapılacağı başka bir dünyaya ihtiyaç vardır. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz o, (haklı ile haksızın) ayrılma günü belli bir vakit olmuştur.” 396
Yine hikmet, her çalışan kişinin çalıştığı karşılığında mükâfatlandırılmasını gerektirir. Dünya evinde âsilere nimet verilir, itaat edenler de imtihan edilir. Bu sebeple mutlaka bir ceza günü lâzımdır. Sonra iyi amelin karşılığı nimet olup ona azap karışmamalıdır. Kötü işin karşılığı da azaptır, ona nimet karışmamalıdır. Evet, dünya hayatında nimetler külfetlerle ve azapla karışıktır. Mutlaka bütün amellerin tam karşılığını bulacağı bir dünyaya ihtiyaç ve lüzum vardır.
Yine iyilik yapan da kötülük yapan da yaptıklarının karşılığını görmeden ölüyor. Öldükten sonra dirilmek ve iyilerin iyilik karşılığında sevabını, kötülerin de yaptıkları kötülük karşılığında cezasını göreceği bir toplanma yeri, bir hesap günü olmazsa bu dünya hayatı boşuna yaşanmış olur. Halbuki Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
“Biz gökleri ve yeri ve bunlar arasındaki varlıkları boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsak öyle yapardık.” 397
“Biz gökleri ve yeri ve bunlar arasındakileri, boşuna bir eğlence için yaratmadık. Ancak bunları hak için yarattık; fakat onların çoğu bunu bilmezler. Kıyamette haklı ile haksızın ayırd edileceği o gün; bütün insanların azab vaktidir.” 398
Dostları ilə paylaş: |