İman Artmaz - Eksilmez:
Gök ve yer ehlinin imanı ne artar, ne eksilir.
Gök ehlinden kasıt, meleklerle cinlerdir. Yer ehlinden maksat, peygamberle, veliler, iyi ve kötü müminlerdir.
İman, iman edilen şeyler açısından artmaz ve eksilmez. Zira tasdik, gerçekleşmiş şekilde olmazsa zan ve tereddüt mertebesinde olur. Zan ise inanç makamında bir şey ifade etmez. Bu konuda Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
“Zira zan, gerçeği ifade etmez.” 289
İşin doğrusu imam Razî'nin de dediği gibi, iman yönünden değil tasdikin aslı yönünden artma ve eksilme kabul etmez. Zira dinin olgunluğunda olduğu gibi yakin ehlinin mertebeleri muhteliftir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuya şöyle işaret buyuruyor:
“İbrahim: Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster, demişti. Allah da: İnanmadın mı? buyurdu. İbrahim: Evet, lâkin kalbimin tatmin olması için, dedi.” 290
“Hz. Ebû Bekr'in imanı, bir kefeye konsa, diğer müminlerin imanı da öbür kefeye konarak tartılsa, Ebû Bekr'in imanı bütün müminlerin imanından ağır gelir.” 291
Buradaki imanın ağır gelmesi, imanın semereleri bakımından değil, Allah'ı gerçekten tanıması, yakininin üstünlüğü, kalbinin vakarı ve imanının sebatı bakımındandır; İman semereleri ve ihsan bakımından değildir. Çünkü iman ehli insanların fertleri; taatlann çokluğu ve isyanın azlığı bakımından muhteliftir. İkan sıfatında ve iman vasfında imanın aslı baki olmakla beraber noksanlık mertebesinde de durum aksinedir. Bilenler arasında ihtilâf görünüştedir esasta değildir.
Bu sebepten “EI-Hulâsa” adlı kitapta belirtildiğine göre, İmam Muhammad rahimetullah şöyle demiştir: “Bir kimsenin, benim imanım Cebrail aleyhisselâm'm imanı gibidir, demesini çirkin görürüm. Lâkin, Cebrail aleyhisselâm'ın iman ettiklerine ben de iman ettim diyebilir.” Bunun sebebi de, birinci söz, her yönden onun imanının Cebrail aleyhisselâm gibi olduğunu hatıra getirir. Halbuki durum böyle değildir. İki iman arasında fark vardır.
İmam Âzam, “El-Vasıyye” adlı kitabında şöyle diyor:
“Sonra iman, artmaz ve eksilmez. Çünkü imanın artması, ancak küfrün noksanlaşması ile, imanın noksanlaşması da küfrün çoğalması ile tasavvur edilebilir. Bir şahsın bir durumda hem mümin hem de kâfir olması nasıl düşünülebilir? Mümin, gerçek mümindir. Onun imanında şüphe düşünülemez.
“İman edip hicret edenler Allah yolunda cihad yapanlarla, onları barındırıp kendilerine yardımda bulunanlar var ya, işte onlar gerçek müminlerdir.” 292
“O Kimseler ki Allah'ı ve peygamberini inkâr ederek kâfir oldular, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve peygamberlerin bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz, derler. Ve böylece imanla küfür arasında orta bir yol tutmak isterler. İşte bunlar gerçekten kâfirdirler. “ 293
“Ümmet-i Muhammed içinde Allah'a karşı isyanda bulunanların hepsi gerçekten mümindirler, kâfir değillerdir.”
İmam Âzam bu sözü ile Allah'a karşı isyanın imana zıd olmadığına işaret etmiştir. Nitekim Ehl-i Sünnet vel-Cemaat mezhebinin görüşü de böyledir. Haricîlerle Mutezile ise bu görüşe muhaliftirler. Onlara göre, Allah'a isyan ile iman bir arada bulunamazlar. Biz ise bu durumu imanın kemaline hamlederek, isyan ile kâmil iman bir arada bulunmaz diyoruz. Zira müminlerden tamamiyle kötülüğü ve Allah'a isyanı söküp atmak mümkün değildir, muhal gibidir. Allah Teâlâ'nın:
“Onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman, îmanlarını artırır.” 294
âyetinin mânası bize göre, imanları yakîn derecesi bakımından artar, demektir. Yahut, bu âyetten maksat, inanılacak Kur'an âyetleri indikçe imanın arttığı şeklinde tevil edilmiştir. Hz. Peygamber
sallallehü aleyhi vesellem'e imanın artıp eksilmesinden sorulunca;
“Evet, iman artar, öyle ki sahihini Cennet'e sokar. Eksilir, öyle ki sahibini Cehennem'e sokar.” 295
şeklinde beyan buyurdukları hadisin mânası, iman müminin güzel amelleri sebebiyle artar, tâ ki onu Cennet'e önce götürür. Kötü amelleri irtikâb etmesi sebebiyle noksanlaşır, tâ ki sahibini önce Cehennem'e, sonra da imanı sebebiyle yine Cennet'e götürür, demektir. Nitekim Ehl-i Sünnet vel Cemaat Mezhebinin düşüncesinin gereği budur.Tasdik, insan için kalb işidir. Yakın derecesinde kuvvet ve zaaf itibarıyla artma ve eksilmeyi kabul eder; Sonra taat ve ibadet imanın meyvesi, yakînîn neticesi ve kalbin irfan nuru ile nurlanmasıdır. Allah'a isyan böyle değildir. Zira Allah'a isyan kalbi karartır, Allah'a karşı olan sevgiyi zayıflatır, Allah Teâlâ'dan afiyet ve güzel bir âkibet isteriz.
Müminlerin İmanda Eşitliği :
Bütün müminler iman ve tevhid noktasında eşittirler. Ancak amel bakımından farklıdırlar.
Yani müminler esas bakımından aynı şeylere inanmaktadırlar. Aynı şekilde Allah Teâlâ'yı birlemektedirler. Bu iki kaydın konmasının sebebi, küfür ile iman, kör ile gören gibi birbirine zıd ve birbirinden ayrı oldukları gibi, iman edenlerin kâfirlerden o şekilde farklı olmalarına binaendir. Şüphe yok ki görenler, görme kuvvetinin zaaf ve kuvveti bakımından farklıdırlar. Bir kısmı gece zayıf görür, bir kısmı da gündüz zayıf görür. Bir kısmı kaim yazıları ancak okuyabilir, ince yazıları okuyamaz; diğer bir kısmı uzağı göremez, bir kısmı da yakını göremez. Bir kısmı ancak gözlükle yazı okuyabilir vs. Bu sebepten İmam Muhammed, daha önce de geçtiği gibi, bir müminin benim imanım Cebrail aleyhisselâm'ın imanı gibidir, demesini doğru bulmuyorum, belki: “Cebrail aleyhisselâm'ın iman ettiklerine ben de iman ettim.” demelidir, diyor.
Yine hiçbir müminin, benim imanım, peygamberlerin imanı gibidir, demesi caiz değildir. Hatta, benim imanım Hz. Ebû Bekr'in, Hz. Ömer ve benzeri büyük sahabilerin imanı gibidir, demesi de caiz değildir. Zira Kelime-i Tevhid'in nurunun, Tevhid ehlinin kalbindeki farklılığını Allah'tan başkası bilemez. İnsanlardan bir kısmının kalbinde bu nur güneş gibidir; bir kısmında ay gibidir, bir kısmında büyük bir meşale gibidir; diğer bir kısmında da zayıf bir kandil gibidir. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak hususunda mümine metod ve prensip verirken buyurdukları hadisin sonunda kalbi ile buğz edenler için:
“Bu imanın en zayıfıdır.” buyuruyor. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in:
“Kuvvetli mümin, Allah katında, zayıf müminden daha sevimlidir.” 296 hadisi zahirî amellerdeki kuvvete de, batini amellerdeki kuvvete de şamildir. Mümin dünyada bu bahsedilen nurların minvali üzerindedir. Müminlerin ilim ve amellerinin nurları bu şekilde âhirette de meydana çıkacaktır. Kelime-i Tevhid'in bu nuru ne zaman kuvvetli olur ve mertebesi büyük olursa, kuvveti nisbetinde sahibinden, şüpheleri ve şehvetleri yok eder. Çoğu zaman o hale getirir ki mümin bu imanı sayesinde kendinde bir şüphe, şehvet, günah ve kötülükle karşılaşırsa bunları yakar. Belki Cehennem ona şöyle der: Geç, ey mümin! Senin nurun benim alevimi söndürmüştür. Bu noktayı bilen kimse Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in ;
“Allah nzasını isteyerek “Lâ ilahe illellah” diyene Allah Teâlâ Cehennemi yasaklamıştır.” 297
“Lâ îlâhe illallah diyen Cehenneme girmez.” 298hadisinin ve benzerî hadislerin mânasını anlar. Bu hadislerin mânasını anlamak müşkül olmuştur. Bir kısım insanlar bunların nesh edilmiş olduğunu zannetmişlerdir. Bir kısmı emir ve yasaklar gelmeden evvel bunların bu vurulduğunu zannetmişlerdir. Bir kısmı da bunlarda geçen ateşi Müşriklere mahsus Cehennem ateşi manasına çekmişlerdir. Bazıları da Cehennem'e girmek sözünü ebediyyen orada kalmak mânasına almıştır,
İmam Âzam Ebû Hanîfe “el-Vasıyye” adlı kitabında şöyle diyor:
“Sonra amel imandan, iman da amelden başkadır. Çünkü çoğu zaman müminden amel yapma mükellefiyeti kalkar. Amel kalktığı zaman iman da kalkar denilmesi caiz değildir. Zira hayız kadın, bu halde iken namazın hükmü kendisinden kalkar. Böyle bir kadın için, iman da kendisinden kalkar diyemeyiz. Yahut, kendisine imanı da terk etmesi emredilir, denilmez. Çünkü Allah Teâlâ, kendisine: Orucunu terk et, sonra onu kaza et, buyurmuştur. Kendisine imanı da terk et sonra onu kaza et, denilemez. Yine, fakire zekât borcu yoktur, denilir; fakat, fakire iman gerekli değildir, denilemez, Eğer amel imandan bir parça olsaydı, amelin düştüğü hallerde imanın da düşmesi gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir.”
Hülâsa, Ehl-i Sünnet'e göre, amel imandan başkadır. Ondan bir parça değildir, imanın rükünlerinden bir rükün de değildir. Mutezile ise amelin imandan bir parça olduğunu ve rükün olduğunu söylüyor: Kur'an-ı Kerîm'de Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“İman edip iyi amel işleyenleri ağaçlarının altından nehirler akan Cennetle müjdele.” 299
Ehl-i Sünnet bu âyette, “amelû” kelimesinin “âmenû” kelimesine vav ile atfedilmesinin imanın amelden başka olduğuna delil getiriyorlar. Çünkü atfedilenle kendine atfedilen arasında bir başkalık bulunması gerekir. Böyle olmazsa atıf yapmak sahih olmaz.
Dostları ilə paylaş: |