Mestler Üzerine Mesh Etmek :
Mestler üzetine mesh etmek sünnettir. Ramazan ayında Teravih namazı kılmak sünnettir.
Mestler üzerine mesh etmenin müddeti misafir için bir gün gece, seferde bulunan kimse için ise üç gün üç gece olup Tevatür derecesine yakın bir Sünnetle sabittir. Mestler üzerine meshin delilini Kitap'tan almak da uzak değildir. Zira Cenabı Hak:
“Ayaklarınızı Ka'b kemiklerinize kadar yıkayın.” 239 buyuruyor. Bu âyet-i kerîmede “Ercül” kelimesi yedi İmama göre de nasb ile okunmuştur. Mest giyerken mesh edilir, mestsiz olunca ayakların yıkanması gerekir.
Ramazan-i Şerif gecelerinde Teravih namazı kılmak aslı itibariyle Sünnettir. Cemaatla kılınması ve Ramazan gecelerinin Teravih ile ihya edilmesinin ne güzel bir iş olduğu manasındadır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyuruyor:
“Benim sünnetime ve raşid halifelerin sünnetine uyun, ayrılmayın.” buyuruyor. Sonra Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in şu sözleri meşhurdur. Benden sonrakilere uyun. Bu söz, Râfızileri reddediyor.
Fasıkın Arkasında Namaz Kılmak.
Müminlerden Allah'a itaat eden ve etmeyen herkesin arkasında namaz kılmak caizdir. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor.
“Allah'a itaat eden ve itaat etmeyen her müminin arkasında namaz kılın.” 240 Bu hadîs'i Dârekutnî, Ebû Hureyre'den, yine Beyhakî de Ebû Hureyre'den rivayet etmişlerdir. Beyhakî bu hadis'e: “İtaatkâr olan ve olmayan herkes ile beraber cihad edin.” ibaresini de ilâve etmektedir.
Fasık ve facir de olsa imamın arkasında cemaatla ve Cuma namazı kılmayı terk eden kişi ilim adamlarının çoğunluğuna göre, bidat ehlidir. Doğrusu böyle bir kimsenin arkasında namaz kılınır ve iade edilmez İbn-i Mes'ûd ve diğer sahabiler, içki içmesine rağmen Velld b. Ukbe b. Ebî Muît'in arkasında namaz kılmışlardır. Hatta bir kerre onlara sabah namazını dört rekât olarak kıldırmıştı. “Münteka” adlı kitapta zikredildiğine göre, Ebû Hanîfe'ye ehl-i sünnetin bu konudaki görüşü sorulunca şöyle cevap verdi:
“Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i üstün tutman, Hz. Osman ile Hz. Ali'yi sevmen, mestler üzerine mesh etmeyi caiz görmen ve itaatli itaatsiz her müminin arkasında namaz kılınandır” cevabını verdi.
İmam Âzam yine “El-Vasıyye” adlı kitabında şeyle diyor.
“Sonra ikrar ederiz ki Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'den sonra ümmetin en faziletlisi ve en hayırlısı Hz. Ebû Bekir, sonra Hz.Ömer, sonra Hz. Osman, sonra Hz. Ali'dir. Çünkü Allah Teâlâ bunun hakkında şöyle buyuruyor:
“Önce geçen ilk müslümanlar bunlar dereceleri en yüksek olanlardır... Naîm Cennetindedirler.” 241
Bu sahabîlerden ilk olarak halifeliğe geçenler daha faziletlidir. Onları Allah'tan korkan her mümin sever, münafıklar ve kötüler ise sevmez.
İmam Âzam bu hususta yine aynı kitapta şöyle diyor: İkrar ederiz ki, seferde bulunmayan kimse için mestler üzerine mesh etmek bir gün bir gece, misafir için üç gün üç gecedir. Zira Hadis öyle gelmiştir.
Yine söylediğimiz gibi, kim mest üzerine mesh etmeyi inkâr ederse küfründen korkulur. Çünkü Mest üzerine mesh etmeyi sünnet kılan hadis, lafzı yönden Tevatür etmiş hadislere yakındır. Bu hadis her ne kadar lafzı bakımından tevatür etmiş değilse de mâna yönünden mütevatirdir.
İmam Âzam, daha sonra o kitapta şöyle diyor:
“Seferde namazları kısaltarak farzlarını iki rekât kılmak ve Ramazan ayında yine sefer halinde iken iftar etmek, Kitabın nassı ile sabit olan bir ruhsattır.Seferde namazların iki rekât kılınması hususunda Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sefere çıktığınız zaman, namazı kısaltmanızda bir sakınca yoktur.” 242
Seferde iftar konusunda da şöyle buyuruyor:
“Kim hasta olursa, yahut seferde bulunursa, diğer günlerden sayılı günlerle orucunu kaza etsin.” 243
Birinci âyette “Namazları kısaltmakta bir sakınca yoktur.” ruhsatı amel bakımından vaciptir. Çünkü Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem bu hususta şöyle buyuruyor:
“Seferde namazı kasr etmek, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Allah'ın sadakasını kabul edin.” 244
İşte bu sebepten misafir seferde dört rekât kılarsa günahkâr olur. İkinci âyetteki oruç tutmamakta serbest oluş hakkındaki ruhsat ise delalet bakımından açık değildir. Belki Zahirîler, seferde orucu terk etmenin vacib olduğunu ve seferden sonra da kaza edilmesinin gerekli olduğu görüşünü kabul etmişlerdir.
Ruhsat şu âyetten istifade edilmiştir.
“Oruç tutmanız, sizin için ziyade hayırlıdır.” 245
Îmanla Ölen Cehennemde Ebedî Kalmayacaktir :
Biz, Mümine işlediği günahlar zarar vermez demiyoruz; işlediği günah sebebiyle Cehennem ateşine girmez, demiyoruz; fâsık da olsa dünyadan mümin olarak çıktıktan sonra Cehennemde ebediyyen kalacak, demiyoruz.
Murcie, Melâhide ve İbahiye taifesi ise, müminin işlediği günah sebebiyle Cehennem'e gitmeyeceğini söylüyorlar.
Ehî-i Sünnet vel-Cemaat inancına göre,
“Şüphesiz Allah Teâlâ, kendine eş koşulmasını mağfiret etmez. Şirkten başka günahlar için dilediğini mağfiret eder.” 246 âyetine dayanarak günah işleyen kimsenin Allah'ın meşîeti altında olduğu için tevbesiz olarak da günahları affedilir. Yoksa Allah Teâlâ, zaten vaadi icabı tevbe edildikten sonra şirki de, diğer günahları da mağfiret eder. Mutezile ise Ehl-i Sünnet'in bu görüşüne karşı çıkarak, kötüye azab etmek, itaat edene sevap vermek ve tevbeleri kabul etmek Allah Teâlâ üzerine vaciptir, diyorlar.
İmam Sadüddin et-Taftazaninin “Şerh'uî-Akâid”de “Allah, şirkten başka diğer günahları dilediği için mağfiret eder.” âyetinde şöyle diyor: Yani Allah Teâlâ küçük ve büyük günahları tevbeli tevbesiz affeder. Ancak Mutezile buna muhalefet etmektedir. Burada “Tevbeli” sözü kalem hatasıdır. İki noktadan yerinde bir söz değildir. Çünkü iki taifenin de görüşüne aykırıdır. Zira bu bahis tevbenin mağfiretin ihtilâf konusu olduğu bir yerdir. Tevbeli olarak mağfiret edilmesi hususunda bir ihtilâf bahis konusu değildir. “Şerh'ul-Mekâsıt”da da açıklandığı üzre bütün âlimler, tevbe eden kimsenin affedileceği hususunda ittifak halindedirler. Nitekim:
“Günahından tevbe eden, günahsız gibidir.” 247 hadisinde bu husus doğrulanmaktadır. Yine Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
“Allah Teâlâ, kulundan tevbesini kabul eden ve kötülüklerini affedendir.” 248
Sonra bazı kötülükleri Allah Teâlâ'nın yalanlama ve inkâr emaresi yaptığı hususunda bir ihtilâf yoktur. Bazı günahların inkâr emaresi olduğu şer'î delillerle de bilinmektedir. Meselâ; putlara secde etmek, mushafı pisliklerin içine atmak, küfür kelimesini telâffuz etmek gibi. Şer'î delillerle küfür olduğu sabit olan sözlerde olduğu gibi. Şüphe ve inkâr tahakkuk etmedikçe, imanın yalnız dil ile ikrar ve kalb ile tasdikten ibaret olduğu gerekçesiyle, dili ile ikrar edip kalbi ile tasdik edenin küfür işleri ve küfür sözlerinden bazıları ile kâfir sayılmayacağı yolundaki inanç reddedilmiştir.
Mûtezile'nin “Ümmet-i Muhammed büyük günah işleyenin fasık olduğunda ihtilâf ettikten sonra; mümin, kâfir, yahut münafık olduğu hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Ehl-i Sünnet'e göre mümindir, Hâricilere göre ise fasıktır. Hasan-i Basrî'ye göre de münafıktır. İşte biz, “ihtilâfı terk ederek ittifak edilen hususu aldık ve büyük günah işleyen ne mümindir, ne de kâfirdir.” dedik sözleri reddedilmiştir. Zira bu düşünce, Selef âlimlerinin iki mertebe arasında bir mertebe bulunmayacağı hususunda ittifak ettikleri düşünceye muhalif olup iki menzile arasında bir menzile ortaya çıkarmaktır. Ki bu düşünce bâtıl olur. “El-Bidâye” adlı kitapta belirtildiğine göre, İmam Hasan-i Basrî'nin bu düşüncesinden döndüğü rivayet edilmektedir. Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Mutezile ile Haricîler, İcmaın bağlandığı daireden dışarıya çıkmışlardır. Onların sözlerine itibar edilmez.
Dostları ilə paylaş: |