Allah Teâlâ Zulme Gücü Yetmekle Vasıflanmaz.
İnanç esaslarına ilâve edilen hususlardan biri de şudur: Allah Teâlâ zulme gücü yetme sıfatı ile vasıflanmaz. Zira muhal olan işler Allah'ın kudret mefhumu altına girmezler. Mûtezile'ye göre Allah Teâlâ zulmetmeğe gücü yeter, fakat yapmaz.
İnanç esaslarına ilâve edilen hususlardan biri de şudur: Bir kulda ikrar ve tasdik bulununca imanını gerçekleştirmek için: Ben gerçekten müminim, demesi sahih olur. “İnşallah ben müminim” demesi doğru olmaz. Zira eğer bu söz şüpheden ötürü ise küfürdür. Eğer terbiye icabı ise ve işleri Allah'ın irade ve meşîetine bırakmak kabilinden ise, yahut gelecekte akâbeti hakkındaki şüphesinden dolayı ise, yahut Allah'ın zikri ile bereketlenmek ve kendini tezkiye etmekten, durumu ile böbürlenmekten uzak olmak için ise küfür değildir, fakat en iyisi böyle söylemeyi terk etmektir. Çünkü “Akâid” sarihinin zikrettiği üzere muhatapta bir şüphe uyandırır. “Temhid”, sahibi ile “Kifaye” sahibi ve diğer Hanefî âlimleri: ben inşallah müminim, diyen kişiye kâfir demişler bu sözü söyleyenin sözünün bâtıl olduğuna hükmetmişlerdir. Ve bir kimsenin “Ben inşallah yaşıyorum”, “Ben inşallah erkeğim” demesi nasıl doğru değilse bu söz de doğru değildir, demişlerdir. “Tâdil” sahibi demiştir ki, bu sözü söylemek küfür değilse bile, en azından bu sözü sarfetmek haramdır. Zira bu durumda mesele, şüpheli olma noktasında açıktır. Şimdiki halinde muhakkak olan bir manada kullanılmaz. İnşallah ben gencim denilmez. Tâ'dîl sahibinin sözünde küfre ve yalana yol yoktur. Yâni bu sözün sahibi kâfir, yahut yalancı olmaz. Bazıları bunun vücubuna kaildir; selef, hatta Sahabe ve Tâbiûn, caiz olduğu görüşündedirler. Şafiî ve tâbilerinden hikâye edilen de bu görüştür. Şafiî ve ashabı şöyle demişlerdir: Kendisi hakkında bu şehadeti yapan kimsenin bu durumda ölürse yine kendisinin Cennetlik olduğuna şahitlik etmesi de gerekir. İmam Şafiî'nin görüşüne göre, bu sözü söylemekte bir mahzur yoktur. Çoğunluksa bunu menetmişlerdir. Ebû Hanife ve ashabı da bu görüştedirler. Bununla beraber bu söz, inşallah ben uzunum, demek gibi değildir. Belki inşallah ben zahidim, inşallah ben tövbekarım, inşallah ben Allah'tan korkan kişiyim, demek gibidir. Fakat nefsini yenmek ve alçak gönüllülüğü kasdederek söylemek gibidir. Bu ancak peygamberler hakkında düşünülebilir, yahut gerçekten şartlarının kendinde bulunup bulunmadığını bilmediğini kasdederek söylemiş olduğu düşünülebilir. Bu söylenenler, şimdiki zaman için olursa böyledir. Yahut gelecekteki halinin değişme ihtimaline binaen işi Allah'ın dilemesine bırakarak söylenebilir. Kötü sonuçtan Allah'a sığınırız.
İşte bu sebeple Ebû Yezîd el-Bistamî'ye: “Senin sakalın mı, yoksa bu kedinin kuyruğu mu daha faziletlidir?” diye sorulmuş. O da şöyle cevap vermiş:
“Eğer İslâm inancı üzerinde ölürsem sakalım daha hayırlıdır. Yok eğer İslâm üzerine ölmez de küfür inancı üzerinde ölürsem o zaman köpeğin kuyruğu sakalımdan daha hayırlıdır.” demiş Bu misal ile şu husus ortaya çıkmış oluyor: “Ben gerçekten müminim” diyen, yahut kendisine: “Sen gerçekten Cennetliksin” denildiği halde evet, diyemiyen kimsenin durumu şüphelidir. Allah daha iyi bilir.
Teberrüken “inşallah ben müminim” demek, şüpheye ve tereddüde sevk etmek hususunda açıktır ve dolayısıyla doğru yoldan uzaktır. “Makâsıt” şerhinde zikredildiği üzere, bu sözü sarf etmek işleri Allah'ın dilemesine bırakmak mânasında bir terbiye icabıdır, tarzındaki görüşüne gelince bu düşüncede asla şüphe manası yoktur. Bu söz takdirde ancak Allah Teâlâ'nın:
“İnşallah Mescid-i Haram'a emniyet içinde gireceksiniz.” 517 âyeti ile Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in öğretmek maksadı ile kabristana girdiği zaman.
“Ey kabir ehli. Müminler! Sizlere selâm olsun. İnşallah biz de size yetişeceğiz.” 518 sözü gibidir. Makâsıt sahibinin iki sözü arasında bir çelişki bulunmakla beraber muhtelif görüşleri de birleştirmektedir. Zira âyetteki istisnanın, işleri Allah'ın dilemesine bırakma kabilinden olması doğru değildir. Bir görüşe göre bu söz, Allah'ın ismini zikretmekle bereketlenmek, yahut istisna babında vukuu muhakkak olan haberler üzerinde mübalağa etmek içindir. Buna göre bu âyetin mânasının takdiri şöyle olur: Gerek hayatta gerekse ölü olarak Hudeybiye anlaşmasında bulunanlardan bazıları geride kaldığı için, inşallah hepiniz elbette Mescid-i Harama gireceksiniz. Yahut inşallah'ın mânası, Allah dilediği zaman demektir. Bu güzel bir tevil şeklidir, ki buna göre karşımıza zayıf bir müşkül çıkar. Yahut istisna, girmek, sözüne değil de emniyet sözüne aittir. Yahut kullara öğretmek içindir. Hadisteki istisna da böyledir. İşleri Allah'a bırakmak kabilinden olması doğru değildir. Çünkü ileride ölülere kavuşmak muhakkaktır, şüphesizdir. Belki o, ümmetine öğretmek için söylenmiştir. Çünkü gelecekte müminlerin durumlarının değişmesi ihtimal dahilindedir. Yahut Hz. Peygamber'in size bu sözü ile meselâ; o memleketteki Baki' ehli kasdedilmiştir.
Hüccet'ül-İslâm İmam Gazzalî diyor ki; kul için meydana gelen şey kendisini küfür sınırından dışarıya çıkaracak olan tasdikin hakikatidir. Ancak şu var ki, tasdik kendi içinde kuvvetlilik ve zayıflığa kabiliyetlidir. Allah Teâlâ'nın:
Onlar gerçekten müminlerdir. Onlar için mağfiret ve güzel rızık vardır.” 519 âyeti ile işaret edilen kurtarıcı tam tasdikin meydana gelmesi ancak Allah Teâlâ'nın dilemesinin hükmü altındadır. Bunun hülâsası şudur: Dünyada kul üzerine iman hükümlerini icra etmeyi gerektiren sağlam tasdik meydana gelmiştir. Kişi de buna kesinlikle hükmetmiştir. Ancak âhiretteki kurtuluşun bağlı bulunduğu tam tasdik gizli bir iştir. Nefis ve şeytandan ona gizli olarak bir çok muarızlar vardır. İmanın hâsıl olduğu ve bununla ilgili kesin bir hükmün meydana geldiği takdirin üzerine mümin kişi bilmeden âhiretteki kurtuluşa engel olacak bir şeyin ona karışmasından emin olamaz. İşte bu sebeple bu işin bilgisini Allah'ın dilemesine bırakır. Bu sebeple denilmiştir ki; müminin sabah akşam şu duaya devam etmesi gerekir: “Allahım. Bilerek herhangi bir şeyi ortak koşmaktan sana sığınırım. Bilmeyerek işlediğim günahlardan dolayı da mağfiret dilerim.”
İbn-i Humam demiştir ki; şimdiki durumda imanın varlığında şüphe mânasında İnşallah, denilemeyeceği hususunda ihtilâf yoktur. Eğer böyle olmazsa imanın yok edilmesi gerekirdi. Belki şimdiki durumda imanın sübutu kesindir. Ancak vefatına kadar kalıp kalmayacağı îman-ı Muvâfat denilen iman belli değildir. Âhiret alemindeki kurtuluşta esas olan bu iman olduğuna göre, inşallah sözünü ben müminin sözüne ekleyen kişinin düşündüğü şey bu nokta olmalıdır. Bu ise kendi başına bir durumdur. Buradaki istisna Allah Teâlâ’nın şu buyruğuna uyarak yapılmıştır:
“İnşallah demeden, ben bir şeyi yapacağım, deme.” 520 İbn-i Humam'ın sözü burada sona ermiştir.
Bizim konumuzun, bu âyetin umumî mânasına dahil bulunmadığı açıktır. Zira bizim konumuz gelecekteki durum içindir. Halbuki esas söz, şimdiki durumda istisna yapılması üzerindedir. İmanın yok olmasını gerektirecek bir durumun arız olması ihtimali de bahis konusudur. Bu sebeple bizim âlimlerimiz, bu istisnayı “Ben inşallah gencim” sözü ile misallendirmişlerdir. Çünkü yaşlı olmak ihtimali de vardır. Bu sözün altında bir fayda yoktur. Bu sözü Allah Teâlâ'nın:
“İnşallah demeden ben bir şeyi yapacağım deme.” âyetinin mânasına dahil etmeğe hiçbir âlim hükmetmemiştir. Bazıları da demişlerdir ki; küfürle sonuçlanan imanın sahibi kâfir olarak ölürse bu iman değildir. Sahibinin bozduğu namaz güneş batmadan önce, tamamlanmadan bozduğu oruç gibidir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaata mensup kelâmcılarla diğer âlimlerin çoğunun kabul ettiği görüş budur. Onlara göre, Allah Teâlâ, ezelde, mümin olarak öleceğini bildiği bir kâfiri sever. Sahabe, müslüman olmadan önce de Allah katında sevilen kişilerdi. İblis ve ona uyarak dininden dönen kimselere de Allah Teâlâ ezelde buğz etmektedir. Akidet'üt-Ta-havî sahibi de aynı görüşü zikrederek şöyle demiştir:
“İman, şartları ile birlikte gerçekleştiği zaman, tamamlanmadan sahibinin bozduğu namaz ve oruç gibi nasıl olabilir?” Görüşlerini bu sakat esas üzerine bina edince bir gurup insanlar bu konuda sınırı aşmışlardır. Öyle ki, onlardan bir kısmı iyi amellerde de bu istisnayı yaparak: “Bu inşallah sevaptır”; “İnşallah elbisedir”; “İnşallah bu dağdır” demeye başladılar. Kendilerine: Bunlar hakkında şüphe yoktur, denildiği zaman: Evet şüphe yoktur, fakat başkası bunları değiştirmek istediği zaman şüphe vardır. Bu şüphe zail değildir, derler. Bu hususta bir araştırma bahsi gelecektir.
Hülâsa, istisnayı yapan imanının temelinde şüphe bulunduğunu kasdederse, bu istisnadan menedilir. Bu hususta bir ihtilâf bahis konusu değildir. Kâmil bir mümin mi, yoksa iman üzerinde ölenlerden mi olduğu hususunda bir şüphesi varsa o takdirde istisna caizdir. Ancak en iyisi bu istisnayı dil ile söylemeyi terk edip kalb ile düşünmektir.
Dostları ilə paylaş: |