“Ben sanırdım gayrıyem, dost gayrıdır ben gayrıyem Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş. Ben taşrada arar idim, ol cân içinde cânân imiş.”
Cân içinde cânân Niyazi der de, niçin bizim Efendimiz demesin, sultanların sultanı olan mürşidimiz? Niye ihvânımız aynı zevk u sefâya ermesin?
Hrıstiyana soruyorsun: -Sen hristiyan mısın? -Evet -Sen Ruhullah mısın? -Hâşâ! O İsa’ya lâzım.
Bizim ihvânımız Ruhullah zevkini tadacak. Hazret-i İsa’yı biz tasdik ederiz. Başka hiçbir tarîkat yapamaz bunu. Hrıstiyanlar da yapamaz. Hz. Musa’yı biz tasdik ederiz. Yahudiler tasdik edemezler. Kelimullah sıfatının sahibi biziz. Ruhullah sırrının mazharı biziz. Ruhumuzdan ruh veriyoruz, ruh alıyoruz.
“Nefh etti Ahmet, erdi melâmet” Allah ruhundan ruh verir. Mürşitler verir ruhundan ruh.
Sen münezzeh biz zuhûrda utanırız ey ulu
Ayet-i keriminde buyurdun: Hüvez zâhiru”
Bizim bâtın olmamız Hakk’ı tecellî ettirecek.
Merâtip ve makâmâtta âyetler, hadîsler bulacağız. Tevhîdin zevki, şuhûdunda hâle intikâl edeceğiz. Birbirimizi çok seveceğiz. Böyle mâziyi hâle, istikbâli hâle ancak ehl-i tevhît getirir. Onlar için gece yok, mekânsızlıklar âlemi. Allah ihvânımıza anlayış versin, feyiz versin.
O Peygamberlerin sırrı tevhîtte, Ledün ilminde. Kur’an’ın sırrı tevhîtte. Habibullah sırrına erebilmek kolay dava mı! Velâyet, nübüvvet makâmlarını iyi zevk etmek, yaşamak, Kur’an’a gönül vermek...
Allah hepimize iyilikler versin inşaAllah, feyiz versin. Tenezzül ve tevâzuda kul, ayıp örtmede gece, settâru’l-uyûp(ayıpları örtücü) şefkat ve merhametli olmakta güneş gibi. Tenezzül ve tevâzuda topraklar gibi.
Toprak ne güzel değil mi? Ne veriyor toprak? Hayat veriyor. Su verir, ekmek verir, sebze verir, meyve verir. Vücudumuz da toprak, ama verimsiz toprak olmayalım da terbiye edilmiş, ihyâ edilmiş...
Allah, ne güzel! Allah diyen bir dilimiz var, elhamdulillah! Hak’la gören gözümüz var, elhamdulillah! Hak’la duyan kulağımız var elhamdulillah! Tefekkürün, düşüncenin, icraat, muamelâtını yapan, Allah yolunda hizmet eden ellerimiz olsun. Çok şükür “yedullah” gören ellerimiz var. Sırat-ı müstakîm, doğru yoldan gidebilme, Hakk’ı bâtılı seçme! Hak yolda giden ayaklarımız var. Ahsen-i takvim, Hz. İnsan!
Ne yapalım, istiyoruz muhabbeti bitirelim, bitiremiyoruz, sohbet-i ilâhî, denizin dalgaları. Bitmez. Tecellî Hakk’ındır, kemâlat Hakk’ındır. Bizimle ne alâkası var. Hak bizim hamdolsun.
Alâ Resûlinâ salâvât...
01. 02. 1987
Ehli Tevhidin görevi
Ehli tevhît olan canlar, canda cânânı bulanlar. Selâm olsun onlara!..
Ehl-i tevhît olan insanlar, Allah yolunda görevlidirler. Hepiniz görevlisiniz. Göreviniz, sel önünden kütük kapabilme. "ve cahidu fillahi Hakka cihadi” Herkes cihatla, mücadeleyle mükelleftir. Herkes cihat edecek, harp edecek. Neme lâzım kelimesi müslümana yakışmaz. Görüyorsunuz ki dağdan bir sel geliyor. Önüne durursan seni de alıp götürecek. O selden bir şeyler kapabilirsen... İnsanlar öyle bir âleme gelmişlerdir ki, çok acıklı bir olay. Birdenbire olmuyor bu. Damarına, gönlüne ruhuna enjekte ettikleri melânet, düşünen kafayı bozmuş. Îmânını kaybetmiş, ahlâkını kaybetmiş, davasının şuurunu kaybetmiş.
Peygamber Efendimize (asv) soruyorlar: İnsan kimdir? İnsan, düşünen, tefekkür eden, Hakk’ı bâtılı seçen, Hak yolda gidendir. İnsan, elinden, dilinden, azalarından zarar gelmeyendir. Öyle bir haldeyiz ki müslüman demek için şâhit lâzım. Hz. Muhammed’in ümmetisin ha! Yapma yahu... Hz. Muhammed’in ümmetinde nişaneler var: Hüsnü’l-hulûk, güzel ahlâk var. Müslüman bir memlekette yaşadığımıza şahit, yalnız minarelerin görüntüsü kalmıştır. Maalesef, maalesef!...
Peygamber gelse Karşıyaka’ya “Benim ümmetlerim yanıma gelsin.”dese kim gidecek? Cenazenin başında devir yapıp, hatim satıp, para alan imam da mı gidecek? Zekȃtını vermeyen zengin, inim inim inleyen komşusunun iniltisini duymayan zengin mi gidecek? Fakr u zaruret hâlinde şeriatın ahkâmını, ahlâkını, erkânını, her şeyisini kaybeden fakir mi gidecek?
Ben bir zamanlar “Ah peygamber zamanında olsaydık!” diye feryat ederken, camide vaazımda diyorum ki: “Peygamber yok da müslüman geçiniyoruz!” Evet! Gel ya ResûlAllah, al ümmetini! Kim evine sokacak? Ev feryat eder:
-Girme bana ya ResûlAllah! Bende haram vardır.
Ekmek dile gelecek:
-Ben yenmem! diyecek.
Bu ortamda cennet gibi vatanda kriz geçirmekteyiz. Cennet vatan. Madenleriyle cennet, denizleriyle cennet, bağıyla, bahçesiyle ürünleriyle dört mevsimin yaşandığı cennet! Hani bereket, nerde fazilet?
Buradan çıkıp giderken bir avuç toprak al “Konuş bana!”de.
Diyecek ki:
-Ben şehid i şühedânın kanıyla, tekbirle tahmidle yıkanmışım. Benim üzerimde abdestsiz geziyorsunuz. Benim üzerimde Cenâbet geziyorsunuz, rezil geziyorsunuz.
Toprak suratımıza tükürür.
Hepimiz görevliyiz. Bir sel önünde yuvarlanmış gidiyor insan. Cehennemin ta esfel-i sâfilinine doğru yuvarlanıp giderken kolundan tut, birisini yakala. Gel tevbe istiğfar edelim, gel tevhîde gidelim. Gel Allah diyelim. İslâm’dan uzak olmanın cezasını çekmekteyiz. Tevhîtten uzak olmanın cezasını çekmekteyiz.
Peygamber Efendimize(asv) soruyorlar:
-Sevdiklerini tanıt bize?
Buyuruyor ki:
-Sevdiklerimin elinden, dilinden, azalarından kimseye zarar gelmez.
Elinden, dilinden zarar gelmeyen bir kişi yakala getir bana. Kur’an gibi öpüp başıma koyacağım. Nerde o kişi!.. Eli çalmaz, dövmez, itmez, gayr-ı meşru hareket yapmaz. Dili yalan demez, haram yemez, dedikodu yapmaz. Tertemiz. Vücudundan zarar gelmez.
Peygamber Efendimiz(asv) buyuruyor ki:
-Amcanın oğlu, babanın oğlu, baban, baktın ki tehlikeye gidiyor. Elinle müdahale edeceksin. Tutacaksın yakasından, “cehenneme gidiyorsun, felakete gidiyorsun.”diye uyaracaksın.
İmân gidiyor, ahlâk gidiyor, namus gidiyor, bizim adam susuyor. Hay Allah yahu! Ahlâk gider, namus gider, adam susar. İffet gidiyor, duygu düşünce gidiyor, imhâ ediliyor, bu milletin damarına, ruhuna, canına enjekte edilen zehir, onu mahv u perişan etmiş.
Artık gençliğin, insanların uyanması gerekiyor:
“Ben kimim? Benim görevim ne? Güneş benim için doğar. Bahar, yaz, sonbahar, kış, mevsimler benim için gelir. Sebze, meyveler benim için. Beni yaratan, yiyip içip de gezeyim diye mi yaratmış?”
Bizim görevimiz, ödevlerimiz vardır. 7-8 yaşındaki çocuğu tutuyorsun kolundan, kulağından, gel bakalım ödevin ne? Yaptın mı ödevini? Sınıfta kalacaksın!
Senin yaşın 25, 30, 40... Sen ödevini yaptın mı? İnsanlığa karşı olan ödevini, komşuya karşı olan ödevini, Allah ve Resûlü’ne karşı olan ödevlerini yaptın mı?
İnsan kimdir? Manevî mesuliyetini idrak eden, aldığı nefesin hakkını veren. Allah’tan tertemiz hava alıyorsun, kirli havayı dışarı veriyorsun. Bu nefesin hakkını ödeyeceksin. İçtiğin suyun, aldığın havanın, yediğin nimetin karşısında manevî mesuliyetin vardır Allah’a karşı. Allah senin damarından, senin kanından sana evlât vermiş.
Baba diyor ki: “Benim oğluma maşallah be! Kırk bir kere maşallah.
-Nesi var oğlunun?
-Oturduğu yerde kazanır. Bir telefonla kazanır. Vurgunlar... Kazanır da kazanır. Herkesin ayda aldığını o, günde, saatte, beş dakikada alır.
-Kıblesi var mı? Allah ve Resûlü’ne îmânı var mı? Fakirin iniltisini duyar mı? Nimete şükreder mi? Kadere razı mıdır? Yaratanı tanır mı? Bu kadar rızkı verenden haberdar mıdır?
-E, onları bilmez.
-Ne bilir!
-Para kazanır, maşallah.
-Îmânsıza maşallah, Allahsıza maşallah(!)
Bir ilâhî yazmışım da, diyorum dağa ki:
Dostları ilə paylaş: |