GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (4) Hz. MÛSÂ-Kelîmullah


(Bakara-2/52) (Sümme afevna anküm min ba'di zâlike le'alleküm teşkürun; )



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə16/28
tarix18.01.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#38792
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   28

(Bakara-2/52) (Sümme afevna anküm min ba'di zâlike le'alleküm teşkürun; )


Sonra bunun ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik.”

**********

Sonra sizden bu günahı affettik, o günahı işledikten sonra, böylece umulur ki, bu işe şükredersiniz, demek ki tarikat mertebesinde olan bir kimse zaman zaman eski

244

haline dönebiliyor çünkü tarikat mertebesinde kendi nefsaniyetinin bazı güçleri olduğu için zaman zaman dönebiliyor yani daha orada ayağı sağlam basmış değildir.



**********





(Bakara-2/53) (Ve iz ateynâ MuselKitabe velFurkane le'alleküm tehtedun; )


Hani, doğru yolu tutasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) ve Furkan’ı vermiştik.”

**********

Ve Biz Mûsâ’ya kitabı verdik, ve Furkan’ı verdik, umulur ki siz bunlara bakmak sûretiyle yolunuzu bulursunuz yani hidâyete erersiniz yani bunların içinde olan Hâdî ismini alıp o yoldan gidersiniz, Burada şunu bilmek lâzım ki, tarikat mertebesinde olan bir kişiye de kitap gelebiliyor, kitaptan kasıt ilhamlar yani tarikat mertebesi, Mûseviyyet mertebesi itibarıyla gelen ilhamlardır, yeri gelmişken bu ilhamların kaynağı nasıldır ona da bakalım;

Mûsâ (a.s.) doğduktan sonra fir’âvn ve ailesi ona bakıyorlar, yani Mûsâ (a.s.) nefsi emmâre’nin kucağında büyüyor. Mûsâ (a.s.) a fir’âvn’un muhabbet etmesi, “ve elkaytü aleyke mehabbeten minnî” (Taha-20/39 Âyet) yani “Kendimden bir muhabbet ilka ettim” Âyetinde dediği gibi, işte bu muhabbet Mûsâ (a.s.)ın özünde olduğundan, ondan meydana gelen güzellik Asiye Hatun’uda, fir’âvn’u da cezbetti ve Âsiye Hâtun “umulur ki bu evimize neşe getirir, evlat edinelim” dedi. O güne kadar Mûsâ (a.s.) şahsında rivâyetlere göre Kırkbin çocuğun kesildiği ifade ediliyor, fakat bunların herbiri aynı zamanda Mûsâ (a.s.)a güç, kuvvet oldu, yani Mûsâ (a.s.) fir’avn karşısına çıktığı zaman tek bir fert olarak çıktı ve duasında Kâle Rabbişrahlî sadrî” (Tâhâ-20/27.Âyet) yani “Rabbim sadrımı

245


genişlet” dedi ve kendisi için kesilen o çocukların gücüyle gitti fir’âvn’un karşısına, fir’âvn tek kaldı aslında orada, “Ve iz ateynâ Mûsel Kitabe” dediği bu aslında, kendisi namına nefsi emmâre tarafından kesilmiş gibi görülen o bilgiler yani o çocuklar toplandı ve bir kitap halinde Mûsâ kemâle erdiği zaman kendisine verildi ve bunun zâhirdeki ismi Tevrat oldu. Tevrat haberi uzağa ulaştıran tevriyyet demektir, daha evvelki peygamberler sadece kendi kavimleri içine geliyorken, Mûsâ (a.s.) daha geniş kavimlere getirildi, işte şeriat mertebesi itibarıyla kendi bünyende yaptığın faaliyetler, fiziki çalışmalar, tarikat mertebesine girdiğin zaman daha da genişler, yani iç bünyende daha derinlere doğru genişlemeye başladığı zaman o tevriyyet olur, “işte bunu verdik” diyor.

Âyet’in diğer yönden ifadesi ise Mûsâ (a.s.)ın şahsında, tarikat ehline ben gönlümden bir muhabbet ilka ettim yani Zâtımdan “Ben ilka ettim” diyor Cenâb-ı Hakk, “venefahtü” “veelkaytü” bakın aynı şey yani “Ben ruhumdan verdim” dediği gibi “Ben muhabbetimden verdim” diyor. Âdem (a.s.) a ruhundan veriyor bu ruhaniyetin daha çok faaliyete geçmesi için, daha geniş sahayı kaplaması için Mûseviyyet mertebesinde bir de muhabbet ekleniyor.

Ve Furkan’ı verdik, buradaki Furkan’dan kasıt Mûseviyyet mertebesine kadar gelen bilgileri birbirinden ayırmak ve farklı hallerde tatbik etmek demek, Âdemiyyet, Nûhiyyet, İdrisiyyet, daha sonra İbrâhîmiyyet bilgisi yani tevhidi ef’âl ve Mûseviyyet bilgisi olan tevhidi esmâ bilgisi. Bunların da farklılıklarını verdik, yani sana kadar her mertebenin bilgisini ayrı, ayrı verdik hem mücmel olarak Tevrat’ta verdik, hem de bu mertebelerin hakikatlerini ayrı ayrı izah ederek verdik demektir,

Bizdeki Furkan’da Mûseviyyetten sonra İseviyyet ve Muhammediyyet mertebelerini de sana ayrı, ayrı anlattık demek, bizdeki Furkan yani Kûr’ân’ın Furkan’ı, mertebeleri ayıran demektir, eğer öyle bir şey olmasa herşey birbirine

246

karışır, hangi mertebede hangi ilim geçerli olur bilinmez, yani hangi hastalığa hangi ilaç verilecek bilinmez, işte Furkan bu meseleyi yerlerinde kullanmaktır.



Umulurki bu toplu olarak verilen kitap ve içerisinde ayrı ayrı mertebeleri olan kitapta yerinizi bulursunuz da Hidâyete erersiniz, tarikat mertebesi itibarıyla.

**********









(Bakara-2/54) (Ve iz kâle Mûsû likavmihî ya kavmi inneküm zalemtüm enfüseküm Bittihazikümül'ıcle fetubu ila Bariiküm faktulu enfüseküm, zâliküm hayrun leküm ınde Bariiküm, fetabe aleyküm* inneHU HüvetTevvaburRahîm; )


Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”

**********

Mûsâ (a.s.) kemâle erdikten sonra kavmine hitap ediyor, yani bizdeki gönül Mûseviyyet mertebesine ulaştığı zaman kendi esmâsı’na yani kavmine hitap ediyor, “Muhakkak ki siz buzağıya yöneldiğiniz için nefsinize zulmetiniz” diyor.



**********

247







(Bakara-2/55) (Ve iz kultüm ya Mûsû len nu'mine leke hatta nerAllahe cehreten feehazetkümüssa'ıkatü ve entüm tenzurun; )


Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”

**********

Mûsâ (a.s.) ın kavmi olan Ben-î İsrâîl madde ağırlıklı bir hayat anlayışına muhabbetli oldukları için, Mûsâ (a.s.) onları bu anlayışlarından korumak ve putperest olmalarını önleyebilmek için, aslında kendi mertebesi de olan “tenzîh” hakikatinin yaşantısını, yani Cenâb-ı Hakkın sıfat ve esmâ mertebelerinden tenzîh ederek ötelerde olan bir Rabb anlayışını yerleştirmeye çalışıyor idi. Çünkü bu mertebe müşahede mertebesi değildir, müşahede için bir varlık olması lâzımdır. Ancak Ben-î isrâîl madde anlayışına yatkın olduklarından rabb’larını da bu şekilde açık olarak görmek istiyorlar idi. Daha sonraları, Mûsâ (a.s.) Tur dağına çıkınca kendiside aynı talepte bulunacağı için kendisine verilen cevap (Lenterânî-sen beni göremessin-7/143) olacaktır. “Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ııktan açığa görmedikçe, işte bu istekleri olmayacak bir talep olduğundan yerine gelmesi mümkün değildi. Mümkün olmayan bir şeyi istemekte cehlin işidir. Bu mertebede imân-ı gaybi olduğundan onlar İmân-ı şuhud-î istediklerinden ve bunu şart koştuklarından, kendi hayalleri ile, sana asla inanmayız” demiştiler, demiştiniz. Bunun üzerine siz hayal, vehim ve tereddüt ile, bakıp dururken sizi bu düşüncenizden dolayı seri olarak hemen Mûsâ (a.s.)a görünen rahmet ateşi size gazap ateşi olarak görünen yıldırım ateşi hemen sizi çarpmıştı.” Beşeri benliğinizi yakmıştı.


248

**********





Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin