GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (6) hz. Muhammed rasûLÜllah


İşte bu sebeple Hakikat-i Muhammediyye hikmet-i ferdiye ile tavsif/vasıf olundu



Yüklə 1,36 Mb.
səhifə57/155
tarix07.01.2022
ölçüsü1,36 Mb.
#78591
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   155
İşte bu sebeple Hakikat-i Muhammediyye hikmet-i ferdiye ile tavsif/vasıf olundu.

İşte bu sebeple Muhammed kelimesi ferdi hikmetle vasıflandı, yani peygamber efendimizin lâfzı ifadesi hikmet-i ferdiyye, ferdi Vâhid, buna ferdâniyyet de, deniyor, şimdi peki! “Ferdiyet” nasıl olabilecek gerçi Peygamber Efendimizin hakikati itibariyle ferdiyetin kemâli nasıl meydana geldiği, yukarıda anlatılmış idi.

Şimdi! Bizler tarafından buraya doğru nasıl bir çıkış olacaktır? İşte bize lâzım olan biraz da o husustur. Yukarıda bahsedilen, Hakikat-i Muhammediyyeye ait olan bir husustur, ama biz de onun ümmeti olduğumuzdan onun nesi varsa biz de onun yansıması olduğumuzdan ve bize tecellisi olduğundan burada kemaliyle birlikte külli Âdemler ve âlemler düzeyindedir. Bizlerde ise sadece Âdem düzeyindedir ama olsun mesele küçükten daha kolay anlaşılır büyüğü anlamak daha zor olur. Bir avuç buğdayımız varsa ambarlarla, tonlarla buğdayın ne olduğunu hemen hemen anlarız, elindekinin benzerleridir, ancak onlardan daha fazlasıdır.

İşte bizde bunun kendimizdeki kesret ve teferruat olan, bütün düşünce ve bilgileri, bunları ve her şeyi teke indirmemiz gerekmektedir. Yani kendi hakikatimizi anlamamız için teferruat olarak üstümüzde ne varsa, bizim tecellilerimiz, bizim zuhurlarımız, olarak bilmeli ve zatımıza bağlı olduğunu bilmeliyiz. Nasıl ki, bütün şey’iyyet kül olarak şey’iyyet-i Muhamediyyede, tek bir şey olarak toplanmış ise, bizim şey’iyyetlerimizde kendi zâtımız itibariyle zâtımızda, tek bir şey olarak toplamamız gerekmektedir. Buna “vitr” vitriyyet denmektedir.

İşte kıldığımız yatsı namazından sonra on üçüncü rek’at bizim mezhebimize göre imam-ı A’zam mezhebine göre günde kırk rek’at üzerinden yatsı namazının sonu ile o günün namaz faslını kapatıyor iken kıldığımız en son rek’atin

81

tekbirinin bir özelliği vardır. Başka tekbirlerin karşılıkları vardır, yani rükûnun, kıyamın, karşılıkları vardır onların tekrarları vardır ama vitriyyet tekbiri’nin bir ikincisi yoktur, yani secdeye varmadan evvel ellerimizi kaldırıyoruz. İşte orada adlığımız tekbir, bütün namazların içinde olmayan sadece orada aldığımız “vitr”in tek bir tekbiridir.



İşte günlük namazlarımızda (281) tane ezan ve kametler dahil tekbir vardır, ikili, üçlü, dörtlü, rek’atlarda. O ise en sonda tek bir tekbirdir. Onun için o sadece tek bir olduğundan bu sayıya (282) diyemiyoruz. (281) ve (1) böylece (282) olmaktadır. Bu sayıyı kendi içinde toplarsak, (2+8+2=12) dir ki, zâten ne olduğu ve bağlı olduğu yer bellidir. İşte ne zaman ki, biz kendi vitriyyetimizi idrak edecek ve bu anlayış itibariyle bunu daha genelleştirerek yine Hakikat-i Muhammedî içinde olarak, zâten bunun dışında bir şeyi düşünmek mümkün değildir, bu şekilde bütün âlemlerde yaygın olan kendi hakikatimizi yani ferdi hakikatimizi, bu yolla idrak etmiş olacağız.

Ancak bu sadece bir idraktir, bu âlemde faaliyette kullanmak ve uygulamak söz konusu değildir. Ancak öteki âlemde kısmen bunları kendi sahasında kullanmak mümkün olur. İşte Cenâb-ı Hakk’ın sistemi o kadar muhteşem ki hangisine bakılsa sadece birine bakılsa biribirileriyle hemen irtibata geçmekte olduğu görülür

Vitr namazı birey insanın kendindeki kendini, “tek” birlemesi, bütün ef’âli ile, isimleri ile, sıfatları ile, birbiri ile, tek bir varlık olduğunu idrak etmesi ve Hakk’ın kendisinde olan zuhurunu idrak etmesi, “venefahtü” (15/29)nün kendi bünyesindeki yaşanması ve bu saik/itici güç, ile de desteklenmiş ve tasdiklenmiş olması, yani on üç’üncü rek’at olması, hakikat ve hakikati rahmetiyye olan, on üçün hakikat-i Ahad’ın yani Ahmed’in “Mim” inde gizli olarak, onun evvelâ zâtında, zatından sonra da, nurunun nurundan olan, mü’min ve muvahhid olan, onun ümmetinde zuhur etmektedir.

Hadîs-i şerifte (Allahu vitran yuhibbul vitra) diye bahsedilmekte (Allah birdir birleri sever) bu ne demektir? Bütün

82

âlemlerdeki varlıklar zâten birdir, kimse kimseye benzemez “Allah birdir, birleri sever” dediği, kendisini birleştirmiş olanları sever ma’nâsı vardır, burada birleri sever dediği kendi bünyesinde teke düşmüş olan, yani kendinde nefsini, bütün zuhurlarını hepsini idrak etmiş, kendinde toplamış ve “Bunların hepsi Hakk’ın birer zuhuratıdır, ben de onun bir zuhuruyum” diyerek, zâti zuhuru olduğunu idrak ettiği zaman işte bu kimse vitr olmuştur. İşte bu kimse gerçek ma’nâda vitr namazını kılar.



İşte yapmaya çalıştıklarımız bunun tatbikidir, tekrarıdır. On üçüncü rek’at olması bu yüzdendir, ayrıca da tasdikidir.

Şimdi, “Allah birdir, birleri sever” denmemiş “Allah vitr’dir vitr olanları sever” (Allahu vitran yuhibbul vitra” “bir” anlayışı, iki türlüdür. Buradaki ifadesine göre birisi, sayısal “bir” yani rakkamlarla ifade elden bir, “vitr” ise isimlerle belirtilen birdir. Yani biri sayı değerleri ile bir, diğeri ise ma’nâ değeri ile bir olandır. Bu inceliği anlatabildim mi bilmiyorum? Ahad; tek, Vâhid; bir, vitr; suret ve ma’nâ yönünden bir, Ferd ise bütün bunların birliğidir. Bu vitr olan bir’lik bireyin kendi hakikatini idrak etmesi olan vitr, birliktir. İşte vitr böylece bir olarak ifade ediliyor, ma’nâ’sal birlik, sayısal birlik için de benzerleri var ama vitr dendiği zaman çok az sayıda, yani bir hususiyeti olduğunu anlatmaktadır. İşte “ferd” bütün bu âlemleri bünyesinde toplayan bir makamdır. O da sadece peygamber efendimize ait olan bir makamdır.

Ancak ondan ümmetine yansıyan ise bu vitr’dir vitriyyet hakikatini idrak ettikten sonra kendisinde “venefahtü” (15/29)nün hakikatini düşündüğünde bütün âlemlerde de Allah’ın ruhu olduğundan, bu haliyle kendi vitriyyetinden ferdiyetine ilmen ve fikren geçmesi mümkündür, yani kendi iç bünyesinde yaşaması söz konusu olur. Zahirde böyle bir şey olmaz zahirde böyle bir şey olmuş olsa, hâşâ Hakikat-i Muhammediyyeye ortaklık olur.

Yani O nun salâhiyetini o kişi kullanmaya çalışmış olur ki, bu o kişiye de çok zarar verir. Şunu düşünerek faaliyete geçse ki, Hakikat-i Muhammedî’nin kullandığı! Meselâ elini,

83

parmağını kaldırıyor, kamer şakk diye ikiye ayrılıyor, parmaklarını ihtiyaç halinde açıyor sular akıyor, böyle olağan üstü şeyler kendisinde zuhur etmeye başlarsa o kişinin kendi nefsi, farkında olmadan kabarmaya başlar ve onu bir daha durduramaz.



Sonra bunu Rahmâni olarak değil celâlî olarak kullanmaya başlar, yaptığı şey budur, bir bakıma nefsinin itmesiyle, nefsinin onu zorlamasıyla kötü yola doğru sevketmesiyle ki, nefsin ne zaman nerde ne yapacağı belli olmaz. Yani bir kimse nereye gelirse gelsin, mutlaka yine ayağının kayma tehlikesi vardır. Bütün bunu nefsani güce çevirip üstünlük vasfı yapaarsa, olmayacak yerde bu gücünü kullanır ki bu da hem başkasına hemde kendisine zarar verir. Onun için bu tür şeyler çok istisnaları dışında sadece bilinçte olur.

Ancak peygamber efendilerimiz vasıtasıyle mu’cizeler gösterilmiştir ki, o zaman onlara ihtiyaç vardır, o zaman gösterilmiştir. Peygamberler, bir ihtiyaç olmadığı zamanda mu’cize göstermezler. Zâten gerekte olmaz. Mûsâ (a.s.) ın kavmi ile karşıya geçmelerinin mutlak lâzım olmasından dolayıdır ve o da bir defa olmuştur, bir daha da olmaz. Bunlar böyle kıyas da olmaz. Ancak bâtınen kıyas olur. İşte o nefis deryasını, denizini, yani önümüzde bize mâni olan acı nefis suyunu, geçmemiz gerektiğinde, hem de on iki kanaldan bunu bize kıyasi bilgi olarak verir.

Benî İsrâîl, savaşa gidecekleri zaman Tâlûd ve Câlûd vardır ya onun hikâyesini Davud (a.s.)’ın taş atmasıyla Calûd’un alnına gelerek onu öldürmesi gününde Beni isrâîl’in imtihanı vardır. “İnnellahe mübtelîküm bi neher” (2/249) Bir nehir vardır, savaş için karşı tarafa geçeceklerdir. O nehirden kimse kabına su doldurmasın, sadece içeceği kadar içsin, yedek kabına su doldurmasın denir. Yahudiler, Benî İsrâîl askerleri almışlar kaplarına su dolduruyorlar, karşıya geçtiğimiz zaman su lâzım olur diye. Cenâb-ı Hakk onları o nehir ile imtihan ediyor. Oradan geçiş, başka türlü bir imtihan geçişi idi, kızıl denizi geçerken de bir başka mertebeden imtihan geçişi idi.

84

İşte bunlar, eğer bu selâhiyyet kişilere verilmiş olsa idi, kişiler kendilerini koruyamaz hem kendilerine, hem de başkalarına zarar verirlerdi, bunlar ancak zevkan (ilimde bilinecek ilmi bir zevk olarak), yaşanacak hususlardır.



-------------------

NOT= İlgisi olması dolayısıyla yukarıda bahsedilen hususların ışığı altında (selât-ı vitr) namazının kazası olmaz, çünkü zaten o güne ait tektir, o gün kılınırsa kılınır ertesi günün kendi vitri olduğundan bu sebebten bir günde iki vitr olmaz, ayrıca bir namazın kazâ olması için üzerinden bir vaktin geçmesi lâzımdır. Vitr’in kendine ait bir vakti olmadığından ve üzerinden bir vakit geçmediğinden de kazası olmaz.

Cum’a namazı açık farz olduğu halde kazâsı olamıyor, sebebi ise kendine ait bir vakti olmadığı içindir. Cum’a namazı Cum’a gününün öğlen namazı vaktinde, Cum’a gününü öğlen namazının farzına vekâleten (onun yerinde) kılınmaktadır. Bu sebeble de ayrıca Cum’a gününün öğlen namazının kazâsı olmamaktadır. Çünkü ona Cum’a namazı vekil olmuştur.

Ancak Cum’a gününün öğlen namazı hiç kılınamamış ise dört rek’at farzının kazâ edilmesi gereklidir, çünkü o namazın asâleten kendine ait bir makamı vardır ve o makamın mutlaka ikamesi yani kaim olması gereklidir.


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   155




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin