Kaza ve Kader ile ilgili bazı Hadisi Şerifler:
Sahih Buhari - Hadis No: 1918
Fasıl : KİTABÜ`L-MERZÂ
Konu : Cennete yalnız Allâh`ın rahmetiyle girilir;Îtidâlli hareket;Ölümü temenni etmek
Ravi : Ebû Hüreyre
Başlık : ÖLÜM TEMENNÎSİNDEN NEHYE DÂİR EBÛ HÜREYRE RADİYA`LLÂHU ANH HADÎSİ
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem`den işittim ki: - (Allah`ın kerem ve rahmeti olmadıkça) Hiç bir kişiyi onun güzel işi ve ibâdeti Cennet`e koyamaz, buyurdu. Bunun üzerine Ashâb: - Yâ Resûlallah! Sizi de mi koyamaz? Diye sormuşlardı da Resûl-i Ekrem şöyle cevap verdi: - Evet beni de Allah`ın fazlı ve rahmeti bürümedikçe yalnız ibâdetim Cennet`e koyamaz. Bu vechile Ashâb`ım! İş ve ibâdetinizde (i`tidâl ile hareket edip) ifrat ve tefritten sakınınız. Doğru yoldan gidip Allah`a yaklaşınız! Sakın sizin hiç biriniz (sâlih olsun, fâsik olsun) ölüm temennî etmesin! Çünkü o, hayır ve ihsan sâhibi ise (yaşayıp) hayrını, ihsânını arttırması umulur; eğer günahkâr bir kişi ise (yine yaşayıp günün birisinde) tevbe ederek Allah`ın rızâsını dilemesi me`muldür.
Abdullâh (İbn-i Mes'ûd) radiya'llâhu anh'den rivâyete göre, demiştir ki: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem bana (insânın hilkati atvârından) haber verdi -ki o, kendi doğru söyler, kendisine de doğru bildirilir- buyurdu ki: sizin biriniz (in hilkati mebdeinde) ana ve baba maddeleri kırk gün ananın karnında toplanır, (halka müstaid bir halde tahammür eder). Sonra o maddeler o kadar zamân (kırk gün) içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman (kırk gün) içinde mudga = bir çiğnem ete tahavvül eder. (Dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir Melek gönderir. Ve tekâmül eden mudgaya (şu) dört kelime (yi yazması) emrolunur ki: onun işini, rızkını, ecelini, şakî veya saîd olduğunu yaz! denilir.
(İbn-i Mes'ûd demiştir ki: Abdullâh'ın hayâtı yed-i kudretinde olan Allâh'a yemîn ederim ki: Melek bunları yazdıktan) sonra ona ruh üflenir. (Cenin canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı îcâbı dünyâda) iyi iş işler de hattâ kendisiyle Cennet arasında yalnız bir kulaç mesâfe kalır. Bu sırada (Meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir; o kişiyi önler. Bu def'a o, Cehennemliklerin işini işlemeğe başlar (da Cehennem'e girer) sizden bir kişi de (fenâ) iş işler. Hattâ kendisiyle Cehennem arasında ancak bir kulaç mesâfe kalır. Bu sırada (Meleğin yazdığı) kitâbı gelir onu önler. Bu def'a o kişi ehl-i Cennetin işini (hayır iş) işler, (Cennet'e girer).
İmrân İbn-i Husayn radiya'llahu anh'den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bir kere Resûl-i Ekrem'e bir kimse (İmrân'dan kendisi): Yâ Resûla'llah! Ehl-i Cennet cehennemliklerden (Allah'ın kazâ ve kaderiyle) bilinir, (ayırd edilir) mi? Diye sordu. Resûlu'llah: Evet ayırd edilir, buyurdu. İmrân: Öyle ise (Cennetlik, Cehennemlik ezelde belli olunca) hayır işliyenler, ibâdet edenler niçin işlenmeli? Dedi. Resûl-i Ekrem: Herkes niçin halkedildiyse onu işler, kendisi için (ezelde) ne müyesser (ve mukadder) kılındıysa onu yapar, buyurdu.
Konuyla ilgisi yönünden Terzi Babamın“Ölüm Hakkında” sohbetinden bir kısmı buraya aktarmak istedim:
“Âdem’e bütün isimleri öğretti” sözü bir yön ile günümüzde bilimsel çalışmalar neticesinde her birerlerimizin biyolojik yapılarındaki DNA yapıları olarak açıklanmıştır. Vücudumuzdaki her DNA yapısı bir esma-i ilâhîyyenin özelliklerini taşımaktadır. Kişilerin bu şekilde ağırlığı hangi esma üzerine ise bu faaliyete geçmekte diğerleri ise batınında kalmaktadır çünkü çalıştırılması için saha bulunamıyor. Ve işte irfaniyet burada devreye giriyor, irfaniyet ayeti kerimelerin gerçek yönleriyle kişinin beynine inmesini sağlayarak kişinin fiziki istikametini de onların yönüne çevirmektedir. Burada isti’dâd kâbiliyet ile ortaya çıkmaktadır. Kişinin isti’dâdı var kâbiliyeti yok ise o isti’dâd batında kalmaktadır ki bu da insan için çalışmanın gerekliliğine bir göstergedir.
Herbirerlerimize Cenâb-ı Hakk (c.c) yeteceği kadar her esmasından vermiştir ancak bizlerin şartlanmaları, yaşayış gerekleri bizleri başka bir taraflara itmiş ve gerekli olan esma-i ilâhîyyeleri faaliyete geçiremediğimizden dolayı zararlı olmaktayız.
Cenâb-ı Hakk (c.c.) kitapları ve resûlleri aracılığı ile bizlere emr-i teklifiler sunmuştur ve bunları uygularsanız şunlar olacaktır şeklinde çerçevesini bizlere bildirmiştir. Bundan sonrası artık bizim çalışmalarımıza kalmıştır.
Bizler bunları yapmaz isek isti’dâdımız batında kalarak ziyan olmaktadır bu nedenle netice olarak sürekli çalışmak gereklidir. “
Diğer bir sohbetinden alıntı;
“Çocuk ana rahmine düştükten sonraki 120. günden itibaren her ay bunların biri hükmünü yürütmektedir. Çocuk ana rahmindeki koruyucu perdeden kurtulup doğrudan doğruya ışınlarla karşı karşıya kaldığında beyinde hangi gezegenin te’siri olmuşsa onun açılımı olmaktadır. İşte Levh-i Mahfuz denilen şey bir yönüyle budur. Kişinin beyninde yazılan Levh-i Mahfuz’dur. Bunların dışında kişide bir şey oluşması mümkün olmaz ancak eksiği olması kuvvetle muhtemeldir. Bizlerin yapması gereken şey bunları yani Levh-i Mahfuz olarak bize verilmîş olanı son sınırına kadar değerlendirmektir.
Ayan-ı sâbite denilen şey aslında geniş mânâda bu burçlar sistemidir ve burçlar akıldan ibarettir. Aklı küll denilen ve bütün âlemde sâri olan akıldan ibarettir ancak bunların bazılarında aklın bazı yönü birikmiştir ve çok şiddetlidir ki zâten onun özelliği odur. Anne babasından kalıtımsal geçen te’sirlerde vardır tabi ki ancak o anne babadaki te’sirlerde daha evvelce yine yıldızlar vasıtasıyla gelmiştir dolayısıyla o kişide de meydana çıkmıştır.”
Bu anlatımlar sonrası ben örneğimizdeki ressâmın insânı kâmil olduğu düşünerek mertebesi konusunda devam etmek istiyorum.
İnsân-ı kâmil’dir ve karşısındakine onun idrâk seviyesinden hitâb etmektedir. İnsan-ı kâmil bir çemberin üzerindeki bütün noktalarda seyir ile en üst nokta ve en alt noktayı birleştirip çemberi tamamlamıştır. Diğer bütün meretebelerde çemberde eksiklikler vardır. İnsan-ı kâmil çemberin başına da ortasına da sonuna da neresine olursa olsun tam onlara denk gelecek şekilde ulaşarak ne eksik ne fazla olmadan yani çemberi hiç bozmadan tamamlayabilir. Bu nedenledir ki karşısındakilere asla seviyelerinin altında veya üzerinde hitab etmez.
Dışarıdan gelip tablolardaki görüntüyü hayvân şeklinde gören nefsi emmâre düzeyindeki kişiye “bunlar yukarıdan geliyor ben böyle dolduruyorum” der. “Neden hayvân resimleri yapıyorsun” diye soranın kendi hakîkatinden haberi yoktur ve ötelerde olan bir tanrı anlayışıyla yaşamaktadır. Oysa “Allah” ismi câmi’inin görünme yeri olan insan-ı kâmilin yukarıdan kastı kendisinde bulunan ilâhî hakîkatidir.
Dostları ilə paylaş: |