GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (4) Bİr ressam hiKÂyesi necdet ardiç


Soru: Cenâb-ı Hakk Kûr'ân- Kerîm'de: [وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ] “ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufra”



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə103/255
tarix10.01.2022
ölçüsü1,28 Mb.
#99827
1   ...   99   100   101   102   103   104   105   106   ...   255
Soru: Cenâb-ı Hakk Kûr'ân- Kerîm'de: [وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ] “ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufra” yânî “Ve O, kulları konusunda küfre razı olmaz” (Zümer, 39/7) buyurmuştur. Oysa kulların bâzıları kâfirdir. Şu halde Hakk’ın onların küfürlerinden râzı olucu olması lâzım gelir ki, bu da anlatılanlara açıkça ters görünür.

Cevâp: Hakk'ın emri mükellef olanların halleri hakkında iki yön üzeredir: Birisi "teklîfî emir", diğeri "irâdî emir"dir. Eğer Hakk mükelle­fe bir şeyle emreder ve o şeyin yapılmasına ilâhî ilmî olduğundan, irâdesi de bağlanır ve onu yapmaya me'mûr olan mükellefin ayn-ı sâbite­si de onu icâb ettirir ise, bu "irâdî emir"dir. Ve eğer Hakk, mükel­lefe, yapılmasına irâdesinin bağlanmadığı ve onu yapmaya me'mûr olanın ayn-ı sâbitesinin de icâb ettirmediği bir şeyle emrederse; bu da "teklî­fi emir"dir.

Şimdi bir kul, Hakk'ın gönderdiği peygamber’in getirdiği emirlere itaât etmeyip küfretse ve onun bu küfrü de ayn-ı sâbitesinin istîdâdı olsa, Hak "teklîfi emri" yönünden onun bu küfründen râzı olucu değildir. Fakat ezelde onun istîdâdıyla taleb ettiği küfrün yapılmasını irâde ettiği için, "irâdî emir" yönünden Hakk ondan râzı olucudur. Çünkü onun fiili ilâh-î irâdeye uygundur .

Bir tablo üzerine çok çeşitli renkler ile çok güzel resimler yapılır ve bu tablo bu renkleri kabul eder ve fırça darbeleri nereye vurulursa onu gösterir oysa elimizdeki istediğimiz kadar renk genişliğinde boya olsun bunları tablo yerine bir su birikintisinde kullanmaya çalışırsak asla bir tabloda olduğu gibi yapılan resmi yansıtmaz.

İşte “İlâh-î kazâ” tanımından yavaş bir şekilde geçiş yaptığımız üzere, bütünsel olan ve bir zaman, mekân, boyut ile kayıt altına alınamayan “İlâh-î kazâ” nın bu şekilde ayrıntılanmasına yani zaman içerisinde ayn’ı sâbitenin kendisine özel olan sebepler altında bütün mertebelerde açığa çıkacak hallerinin takdîr edilmesine de “kader” denilmektedir. Örneğimize uyarlarsak eğer, “Şu kişi ressamdır” diye hakkında bütünsel hüküm verildikten sonra şu zamanda dünyaya gelecektir, şu okula gidecektir, “ressam olacaktır” gibi hallerin hepsi bütünsel olan hükmün ayrıntıları olduğundan “kader” denilmektedir. Kader a’yânı sâbitelerin hükümlerinin ve hallerinin gerekleri olarak verilen hükmü belirli zamanda ve belirli sebeplerle açığa çıkarır ve bu hüküm ve haller o zamandan aslâ ileriye ve geriye gitmez.

İşte bu aşamada yapılmış olan isti’dâd ve yapılmamış olan isti’dâd ayrımı devreye girmektedir. Çünkü “İlâh-î kaza” Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın zâtının gereği olan ve a’yânı sâbitelerin yapılmamış dediğimiz isti’dâdlarına bağlı olduğu gibi “kader” de her bir ayn’ı sâbitenin bütün mertebelerde açığa çıkacak yapılmış isti’dâdına bağlı olur. Örneğimizdeki ressamın ayn’ı sâbitesinin Cenâb-ı Hakk (c.c)’tan talep ettiği ressamlık yapılmamış isti’dâddır. Ancak ressam doğar doğmaz resim çizemez, bebeklik, çocukluk, gençlik ve ilköğretim, lise, üniversite öğrenimi gibi çeşitli bir takım özelliklerin zaman içerisinde olgunlaşmasından sonra ortaya çıkar.

Kısaca yapılmamış isti’dâdların ortaya çıkması yapılmış isti’dâdlara bağlıdır. Bu da işlerde gözüken sebeplerin aslında kişilerin zâti isti’dâdlarına bağlı olduğunu göstermektedir ki sebepleri doğuran zâti isti’dâd ve kâbiliyetler olmaktadır.

Daha önce de biraz değindiğimiz şekilde görünüşte sebeplerle ortaya çıkmış gibi ise de işler bir yön ile de meselâ ressamın insân resmi yapamaması veya mâvi rengi kullanamaması, Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın razı olunan veya razı olunmayan fiillerin birbirinden ayrılmasını irâde etmesi nedeniyledir. Çünkü bu şekilde bir ayırım olmamış olsaydı eğer hayvân resmi yapmak ile insân resmi yapmak veya mâvi rengi kullanmak ile kırmızı rengi kullanmak arasında bir ayrım ile kişilerin zâti hakîkatlerinin dayanağı için Kur’ân-ı Kerîm’de “hüccet-i bâliğa” denilen “apaçık delil” ortaya çıkmazdı. Yani kişi her ne kadar hakîkati olan a’yânı sâbitenin gereklerini Cenâb-ı Hakk (c.c.)’tan telep etmiş ve Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ta bunları kendisine vermiş ise de “hayvân resmi çizmeyi” talep edenler, “insân resmi çizmeyi talep eden” veya “kırmızı” rengi kullanan ile “mâvi” rengi kullanan fiilen içinde bulunduğumuz bu dünya âleminde bu fiilleri gerçekleştirdikten sonra ancak bu fiillerinin dayandığı hakîkatlerinin delillerini bu şekilde apaçık olarak görmüş olmaktadırlar.

Dünyada nefsaniyetlerine tâbî olarak hayvâni zevkler ile zamanlarını geçirerek ilâhî hakîkatlerden habersiz olup, araştırma zahmetine dahi katlanamayanlar ve sonra bütün bunları kendilerine Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın zorla yaptırdığını öne sürecek olanlar işte bu “apaçık delil” ile hakîkatleri kendilerine açıldığı zaman bütün yaptıkları işlerin kendilerinden kaynaklandığını kesin bilgi ile yani “Hakkel yakîn” olarak öğrendiklerinde artık iş işten geçmiş olacaktır.

A’yânı sâbitelerimizin isti’dâd ve kâbiliyetleri bu şekilde hakîkatlerini “elle tutulur” diyebileceğimiz bir anlamda açığa çıkarabilmek için en üst mertebeden nasıl ki en alt mertebe olan dünya âlemine inişi sağlıyorsa, bunun sonrasında en üst mertebeye çıkarak seyri tamamlayabilmek dahi “yapılmış” olan isti’dâd ve kâbiliyetler ile olmaktadır. Kişi vardır kâbiliyyetlidir ancak çalışması yoktur, kişi vardır çalışması vardır ancak kâbiliyyeti yoktur. Bu durumlar her an olabilen kişinin haline, zamanına, çevresine vb. şeylere bağlı olan hallerdir ve bütün bunların içinde en önemlisi “idrâk”tir çünkü idrâk yoksa çalışma sonuç vermez.

Bizler kısaca anlatılan bu hakîkatler doğrultusunda ne yapmamız gerektiği konusunda çok fazla düşünmeden dahi şu ana kadar yaşadığımız hayatta yaptıklarımızı düşünerek bulunduğumuz yolun hangi yol olduğunu, eğik bir duvarın normal şartlar altında eğildiği tarafa yıkılacağını bilerek ve fiillerimiz sonucunda ulaşacağımız şeyin kendi hakîkatimiz olduğunu idrâk ederek “kazâ kazâyı çevirir” hükmü ile kendi aklımızı kendisinden başka alıcısı olmadığı için hiç satmaya dahi yeltenmeden hemen terketmeli ve Resûl-ü Ekrem Efendimiz (s.a.v.) in ve varislerinin aklını kendimize akıl yaparak onun bize öğretileri doğrultusunda, günümüz şartlarının zorluklarına direnerek ve kolaylıklarından en üst seviyede yararlanarak, öncelikli olarak yapmamız gereken şey yani bireysel varlığımıza ârif olma yolunda adımlar atmalıyız. Bunun için Rahmâni olarak dahi olsa bizde perdeler oluşturan ve aklımızı, duygularımızı, algılarımızı, hareketlerimizi, zamanımızı kontrol etmemizi, kendi bireysel varlığımızın “ehadiyyet”ine ulaşmamızı engelleyen herşeyi bireysel yaşantımız içerisinde düzgün işleyen bir yapıya kavuşturmalıyız.

Çünkü her birerlerimiz bir ressamız ve her birerlerimize boyanması için Cenâb-ı Hakk (c.c.) tarafından verilmîş tablolar var. Bizler bu tabloları Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın Efendimiz (s.a.v.) vasıtasıyla bize ilettikleri çerçevesinde en güzel şekilde doldurmalı ve daha sonra bu tabloların karşısında en güzel aynaları oluşturup bu aynaları parlatarak ışıklar, nurlar saçan canlı manzaralar ortaya koymalıyız.




Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   99   100   101   102   103   104   105   106   ...   255




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin