( م ) MİM : İzafi yokluk harfler âleminden varlığın
158
simgesi olan “Mim” harfi sayesinde mülke girdi. Başı gök,
aşağısı yeryüzünü simgeler. Mim mülk âlemidir ve bu âlem kulluk diyarıdır.
“Ha” harfinin “He” şeklindeki telâffuzu, Süryanice’de ihata ve şümul anlamına gelir. “Mim” harfinin “Mi” şeklindeki telaffuzu ise zâhiren aynde ve bâtınen kalpte olduğu gibi zâtın nuruna işaret eder. “M” şeklindeki harekesiz telâffuzu ise bütün oluşların cemine (vahidiyet) ve onlarla tahakkuk etmeye işaret eder. (El-Meşahid- İbn Arabi “Abdülbaki Miftah” )
Sonuç olarak; “Mim” harfi lâfıza çıkışta “Mim-Ya-Mim” şeklinde üçlemeyle çıkar. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Mim” in yüceliği alçaklığındadır. “Mim” harfinin biri Melekûta diğeri mülke bakan iki yüzü vardır. Aradaki “Ya” yazılışta ( ﻣﻴﻢ ) iki “Mim” e bitişmiştir. Buradaki “Ya” Risâlettir. “Lekad câekum resûlun min enfusikum…” “Andolsun ki; size, sizin içinizden bir resûl geldi…” (Tevbe 9/128)
“Mim” harfinin en küçük ebced değeri 4’tür. Yukarıda da ifade edildiği gibi; “NECDET” (نجدت ) VE “SELÂSE (T)”
( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) de ki (ت ﺔ) “TA” , bu hayatın tamamlığının değeri, tamamlığın “TA” sının sayısal değeridir: 400 (dörtyüz). İki sayının toplamı yani “TE” ve “Vav” 400+6=406 dır. Yine 1+2+3…..26+27+28= 406 dır.
Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
Yani (ةو) “TAV” 406; Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
( ﺧَﻢ ) “HAM” ebced değeri “HI” 600, “MİM” 4 toplarsak 604 olur. Yani “HAM” mertebesi, “TAV” 406 makamının aynadaki görüntüsü olmuştur.
159
“HAM” sözlük anlamı olgunlaşmamış demektir. Buradaki “Mim” mekândır. Hakk’ın halk zuhuruyla mekân aynasındaki görüntüsü oluşmuştur. Aynı zamanda “Mim” harfinin küçük asıl ebced değeri 40’tır. “Dereceleri Yükselten” isminin zuhurunun kemâli ancak bütün dereceleri cami huzurda tamamlanır. Öyle ki bu dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekâmül içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden “El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Sayısal değeri 40 olan cem harfi “Mim” onundur. 40 hayatın tamlığının rakamıdır.
“Mim” Mülk (mekan) bütün hakikatleri bünyesinde cem etmiştir. Buna göre tafsilden önceki her icmal cem’dir. “Mim” de de yani Mülk âleminde de bütün hakikatler cem edilmiş icmal durumdadırlar.
(ﺧَﻢْ) “HAM” mertebesinde “MİM” harfi oluşumun kendinde icmali olarak cem edilmesi için hareke almayıp sükûnda kalmıştır.
(ﺧَﻤْﺲ) HAMS
(س) SİN
Sin’de varlığın dört sırrı bulunur,
Tahakkuk ve en yüce makam ona aittir,
Kendisiyle ortaya çıkar, gayb âleminden,
Güneşlerini örten oluşun eserleri,
(İbn Arabi)
(س) SİN: Sonradan halk edilmişin izafi yoklukta iken var olma zuhur bulma vaktidir. “SİN” harfinin lâfza çıkış harfleri “Sin-Ya-Nun” dur. Ebced sayı değeri 60’dır. “Sin” de “Mim” harfi gibi üçlemeyle açığa çıkar. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Sin” in yüceliği alçaklığındadır.
“Kalbin üç külli mertebesi vardır ki “YaSin” in “Ya” sında
160
zuhur etmektedirler. Çünkü “YaSin”in “Ya”sı kalbe, “Sin”i de kalbin kalbine veya kalbin sırrına işaret eder. Bu nedenle sûre “Ya” harfiyle, sûrenin kalbini oluşturan “Selâmun kavlen min rabbin rahîm” (Rahiym Rab’den SELâM sözü vardır.) (Yasin 36/58) âyeti de “SİN” harfiyle başlıyor.” (El-Meşahid- İbn Arabi “Abdülbaki Miftah” )
“Rahman’ın nefesinden önceki ilk sûret bulut sûretidir ki içinde rahmet bulunan rahmâni bir dumandan ibarettir. Bu yüzden kalp âyeti “Rahiym Rab” ifadesiyle son bulur. Ondan önce Hakkın vücûdu vardır. Hakk onun için insânın kalbi mesabesindedir. Nitekim Hakk teâlâ ârif insanın kalbi açısından, insân kalbi konumundadır. Dolayısıyla kalbin kalbidir. Mülkün meliki olduğu gibi ama ondan başkası onu ihtiva edemez. O halde kalbin en yüce mertebesi, bir ve tek olan Allah’a daimi sûrette yönelmektir.
Bu “YaSin” kelimesindeki teklik elifiyle bitişik ilk “Ya” nın mertebesidir. Kalbin orta mertebesi ulvi ruhlara ve sırlarına yönelip onlardan istimdat etmesidir. Bu da “Sin” in uzatılması ile onunla “Nun” arasında yer alan med harfi ikinci “Ya”nın mertebesidir. Kalbin en alt mertebesi kevnden hasıl olan süfli daireye yönelmesidir, ortadaki “Ya”nın “Nun”la bitişmesi gibi. O halde ilk “Ya” rabbani kalp, ortadaki “Ya” kevni kalp içindir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
“Mim” mülke “Sin” zamana işaret eder. Bu Halk edilmişin zuhura, mülkte zuhura çıkma vaktidir.
İsti’dad iki ceşittir:
Birincisi yapılmamış isti’dad ki, daha önce izah edildiği üzere, bu isti’dad her bir ayn-ı sâbitenin zâti gereğinden ibaret olup “Kün(Ol)!” emriyle, ilim mertebesinde vücûda gelirler.
“Ve mâ emrunâ illâ vahidetun ke lemhın bil basar” ya’ni “Emrimiz tek bir emirdir, göz kırpması gibidir” (Kamer, 54/50) âyet-i kerimesi bu mertebeye işarettir.
Diğeri yapılmış isti’daddır. Bu isti’dad da şehâdet
161
mertebesinde her bir ayn-ı sâbitenin aynası ve görünme yeri olmak üzere vücûda gelen her bir kesif sûretin değişimlerden sonra kemâle ulaşmasıdır. Çünkü tabiatta vücûda gelmiş olan her bir sûret kemal bulma kaidesine tabi’dir. “et teenni miner Rahman” ya’ni “teenni Rahman’dandır” ile bu hakikate işaret olunmuştur.
Örnek: İnsanda konuşma isti’dad ve kābiliyyeti onun zâti gereği olduğundan yapılmamıştır. Fakat doğar doğmaz hemen konuşamaz; çünkü bünyesi müsait değildir. Zamanın geçmesiyle, bünyesine isti’dad ve kābiliyyet geldikten sonra konuşabilir. Bu isti’dad ve kābiliyyet ise zaman içinde gerçekleşen kemal bulma neticesinde oluşur; bu da yapılmıştır.
Bundan anlaşılıyor ki, (yapılmamış isti’dadın açığa çıkması, yapılmış isti’dadın aşikar olmasına bağlıdır). Diğer bir ifade ile denilebilir ki, ruhun kemâllerinin açığa çıkması cismin kemâline bağlıdır. Aksi halde ruhun kemâlleri bâtında kalır. Şimdi zâhire ait sebepler zâta ait isti’dadlardan olan işlerdir. Bundan dolayı sebepleri doğuran zâta ait isti’dadlar ve kābiliyyetlerdir. Mumun yanma sebebi onun kābiliyyet ve isti’dadıdır. Taş olsa yanmazdı; çünkü taşta bu isti’dad ve kābiliyyet yoktur.” (Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden)
(ﺧَﻤْﺴُﻮ) HAMSU
VAV (و ): Mülk, şahâdet ve kahır âlemindendir.
Sayısal değeri altıdır. Ona ait harf Elif’tir. Çıkış yeri (mahreci) iki dudak arasıdır. Nefes göğüsten ağıza doğru bir seyir izleyerek dışarı çıkar. İlk olan göğüs harfleri dir. (He, Hemze) Sonuncusu da dudak harfleridir. Göğüsten çıkan harf sadece kendisine özellik verir ve asıl olan odur. Dudak harflerinin sonuncusu olan Vav harfinde ise bütün harflerin özellikleri ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün harflerin mahreçlerini aşmadıkça Vav harfini ortaya çıkarmaz. Böylece Vav harfinde bütün harflerin kuvveti meydana gelir. (Her şeyde her şey olan yön) Vav çok
162
şerefli bir harftir. Bir çok yönü ve gayet üstün kaynakları vardır. Özellikle kendi hususiyetini korur. Bu yüzden Hüviyet’te (O’lukta) bulunur. Hüviyet ise gaybın korunmasıdır ve ebediyen ortaya çıkmaz. Bu nedenle Vav harfi bütün harflerden daha güçlüdür. He harfi hariç. Çünkü HE harfi hem kendini hem başkasını korur. Vav ise sadece kendisini korur. He ve Vav harfleri Hüve (O)’nin aynısıdır ve buna Hüviyet denir. Vav harfi He harfi ile gerçekleştiği için He ‘nin şekillerinden bir türünün sûretinde ( ﻫ) vücût bulur. He harfine bitişmesi veya bitişmemesi fark etmez.
Bu durum, ruhani mertebenin yukarı tarafa olan münasebetinin gücünün kanıtıdır ve Vav bunun delilidir. Ayrıca bizim için, içimizdeki sûretin de delilidir. ”Allah Adem’i kendi sûreti üzere halketti” İkisinin arasında teklik hicabı vardır ve bu tekliği Elif temsil etmektedir. Böylece kevnin (oluşun) aynı, mükevvinin (olduran) sûretinde zuhur etti. Olan ile olduran arasındaki perde de erişilmez izzet ve büyük ahadiyettir. Böylece zatlar birbirinden ayrışmıştır. (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Vav illet (neden) harfidir ve uzatma yapar. Sıfat mahallidir. Harekeli veya harekesiz olsun sonradan meydana gelmişi gösterir. İşaretlenmiş veya telâffuz edilmiş her Vav bir delildir. Sonradan meydana gelen her delil ise var edeni çağırıştırır. Var eden ise ne yazıya ne telâffuza sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir.
Vav’ın açılımı Vav-Elif-Vav şeklindedir.
Telâffuzdaki ilk Vav Hüviyet (O’luk) Vav’ıdır ve He onun içine yerleştirilmiştir. Beşin, altının içinde olması gibi. Altı zuhur ettiği için beşin telaffuzuna gerek kalmamıştır. Diğer Vav ise varlık Vav’ıdır. Böylece Vav hem var edicide (Hüviyet Vav’ı) hem varlıkta zuhur etmiştir. Şeyh-ül Ekber bu nedenle “Elif , Hakk’a ait, Vav ise senin ma’nâ yönün. Varlıkta ALLAH’tan ve senden başkası yok. Sen halifesin. Bu nedenle Elif genel, Vav ise karışıktır.” demiştir.
163
Allah, harekeleri, harfleri ve mahreçleri; zatların nitelik ve makamlar sayesinde ayrıştığına kendisinden bir uyarı olsun diye oldurdu. Böylelikle harekeleri niteliklerin (sıfatlar), harfleri nitelenenin, mahreçleri ise makam ve basamakların benzeri yaptı.
Vav harfi ruhsal yücedir. Ötre de yüksekliği verir ve o, illet Vav ’ının kapısıdır. Elif Zat’a, İllet Vav’ı sıfatlara, İllet Ya’sı ise fiillere aittir. Şöyle de diyebiliriz; Elif ruha aittir. Onun niteliği akıldır ve o fethadır. Vav nefse aittir ve onun niteliği kabzdır (kavramak, almak, teslim almak, mülk), o ise zammedir (ötre). Ya harfi ise cisimdir, fiilin varlığı onun niteliğidir ve kesredir.
İlâhi sıfatların sayısı altıdır; ilim, irâde, kudret, işitme, görme, kelâm ve bu niteliklerin hepsinde bulunması gereken şart ise hayattır. Böylelikle Zat’a ait yedi nitelik ortaya çıkmaktadır. Nitelikler, nitelenenin mahiyetini bildirmez. Her biri nitelenende bulunan bir anlama delâlet eder. Böylece İllet Vav’ıyla sıfatları zuhura çıkmıştır.
Sonuç olarak; “Kâinatın mertebelerinin Esmâ-i Hüsnanın tecellisiyle zuhur edişi ancak “Zâhir” ismiyle gerçekleşir. Zuhur ancak farklılaşma ve çeşitlenme ile olur ve bazısının bazısından üstünlüğünü gerektirir. Üstün, en üstün, alçak, en alçak şeklinde belirginleşmeler gerçekleşir. Bu yüzden “Zâhir” isminden kaynaklanan en son derece, yani “dereceleri yükselten arşın sahibi” ismine uygundur. Bu isim mertebeleri belirginleştirmeye yöneliktir, onları var etmeye değil. Çünkü bunlar varlıkla vasfedilmeyen nispetlerdir, çünkü aynleri yoktur. Harflerden “Vav” harfi, menzillerden de ip kudreti menzili bunlara aittir.
İp de fer içindir. Vav harfinin buna ait olmasının sebebine gelince, çünkü vav harfinin sayı mertebeleri bakımından 6 değerine sahiptir. 6 ise tam sayıların ilkidir. Âlemdeki kemâl ise ancak mertebe ile mümkün olur, biz de buna vav harfini verdik. Rişa menzilinden gelen iple de bağlanma ve sarılma gerçekleşir, nitekim yüce Allah’a bağlanma da onun aracılığıyladır. İp menzilini indirmiştir.
164
Eğer ip mertebesi olmasaydı “Allah’ın ipine sarılın.” İfadesi sabit olmazdı. Bil ki, bütün mertebeler asıl itibariyle ilâhidirler. Hükümleri varlıkta zuhur etmiştir. İlâhi mertebelerin en yücesi ise İnsân-ı Kâmilde zuhur etmiştir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Sarılın Allah’ın NECDET’teki ELLİÜÇ (ثلاثة وخمسون) İpine. “Odur sizi üstlerinizden ve ayaklarınızın altlarından yediren”
Vav harfi harflerin hatemi (sonu)dur. Kâmil insanla ilgili olan Vav harfi, insâni nefesin son mertebesi olduğu gibi, kâmil insân Hatem de Rahmâni nefesin son mertebesidir ve Rahmâni nefesin bütün kuvvetlerine sahiptir. Şeyh-ül Ekber “Bu, peygamberliğin bâtını olan velâyet makamıdır. O, içimizde peygamberden bulunan nişandır ve peygambere vârislik bu konudadır.”demiştir.
(ﺧَﻤْﺴُﻮن) HAMSUN
NUN ( ن ) :
Varlık Nun’unun noktası delâlet eder,
Bir hakikat olarak ma’buduna,
Onun varlığı ma’budun cömertliğinden ve bereketindendir,
Bütün yüceler o noktanın cömertliğindendir,
Gözünle onun varlık hakikatinin yarısına bak,
Bulunmayan yönünü öğrenirsin, (İbn Arabi)
NUN ( ن); Halk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a yerleştirilmiştir. O insânın görünen tümelliğidir ve söz konusu tümellik bu nedenle ortaya çıkmıştır.
Harflerin mertebelerinden biri de, bazı dillerde harflerin sonlarının başları gibi olmasıdır. Arapça’da “Mim” “Vav” “Nun” harfleri gibi.
165
“Nun” harfinde, “Vav” harfi iki “Nun” un (Nun – Vav – Nun) (ﻧﻮن) arasında bir perde işlevini görür. NUN ( ن ) harfi yazıldığı zaman sadece yarım daire gibi zuhur eder, tıpkı geminin görünen kısmı gibi. Ya da halk edilişin görünen kısmı gibi. Çünkü âlemin halk edilişi küreseldir. Kürenin yarısı maddidir, görünürdür yani cismânidir, diğer yarısı ise gaibdir. Yine gemininde küresel biçiminin yarısı her zaman açıktır, diğer yarısı daima hislerden gaibdir. Bu gaib yarıyı idrak etmeyişimizin illeti, arz da olmamızdır. Çünkü yer, bu gaib kısım üzerine serilmiş bir perdedir, bu yüzden idrak edemiyoruz.
Aynı şekilde tabiat âlemi ve karanlıkları olarak zuhur eden halk edilişimizde öyle, halk ediliş küresinin diğer yarısını oluşturan ruhlar âlemini idrak etmemiz perdelenmiştir. Bu âlemin ancak eserlerini görebiliriz. Dolayısıyla “Kün” (Ol) kelimesinden zâhir olan “Nun” dan maddi varlıklar zuhur etmiştir, diğer yarısı ise gaibdir ve bu zahir yarıya göre takdir edilmiştir. Bundan da ruhani varlıklar ortaya çıkmışlardır.
Şu halde cismâni bir anlamdan zuhur ederken, ruhani ise anlamın, anlamından zuhur etmiştir. “Nun” arasındaki (ﻧﻮن) “Vav” bağışları bir yarısından alır, diğer cismâni yarısına ilka eder. Bu ruhaniyetinden dolayı “Vav” ruhani “Nun” la bitişmiştir. (ﻧﻮ ) cismani “Nun” la değil. “Vav” harfi yazıda kendisinden önceki harfle birleşir kendisinden sonraki harfle birleşmez. Dolayısıyla “Vav” ın bağışları ruhani “Nun” dan alması, birleşme ve sarmaş dolaş olma, aşk mahiyetinde bir almadır. Cismani “Nun” a ilka etmesi ise tebliğ, ulaştırma, duyurma mahiyetinde bir ilkadır. İşte bu Cebrâili makamdır.
Birinci “Nun” : Ulûhiyyet, Hakikat-i Muhammedi.
Aradaki “Vav” : Cebrâil Vahiy, Akıl, Kalem.
İkinci “Nun” Levh (Nokta zuhur Mahalli)
Allah, Levha’da iki özellik halk etmiştir; bilgi ve amel.
166
Buna göre bilici özellik, babadır; çünkü o etkindir; amel özelliği ise anadır, çünkü o etkiye konu olandır ve sûretler ondan meydana gelmiştir.
“Vav” ilkâ esnasında yazı âleminin kalemidir. Bu diğer “Nun” onun için bir tür Levh işlevini görür. Çünkü işler, olgular bunun yanında bil kuva, ilim ve “Nun” olması hasebiyle tafsil edilir. Bu bakımdan levh, kendisini gören biri açısından icmali bir sûrettir, ona bakan biri ötesinde ne olduğunu, ne taşıdığını bilemez, ta ki tercüman, yani diğer bir ifadeyle kalemlerin kalemi gönderilinceye kadar. Bu tercüman, muhatabın işitme levhine kendi “Nun” unda mücmel olan şeyleri satır, satır yazıya döker. Böylece dinleyici kendisinin yanında olan bazı şeyleri, yazıldığı kadarıyla öğrenir. Eğer dinleyenler himmetlerin ilka edileceği makama yükselirlerse, o makamda himmetler kalemler olur. Böylece işitme duyularına ruhani açıdan ilka gerçekleşir. O zaman bütün mücmel bilgiler ayrıntılı, tafsilatlı olarak bilinir.
“Nun” un bir başka yönüde “Nun” lâfzının bir tek vücûtta zuhur eden iki hüküm, yani Hakk’ın asli mutlaklığı hükmü ile mahlûkun hudüs kaydı hükmü arasındaki ilişkiye işaret eder. Dolayısıyla “Nun” lâfzının birinci “N” si Hakk Teâlânın benliğine işaret eder ki bu “N” yüceliğe sahip olarak, sâkin dairesinde mahsur olan mahlûkun benliğine işaret eden ikinci “N”ye destek olur.
“Kün” (Ol) (Kaf-Vav-Nun) varlığa ait bir emir lâfzıdır. Ondan ancak varlık çıkar. “Kaf” (ق ) harfinin delâlet ettiklerinden biri “Kalem” dir. Yani Kalem icmal “Nun” undan destek görerek levhi mahfuzdaki tafsilatını, onu alan, kabzeden ilâhi elin (yed) etkisiyle gerçekleştirir.
ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ
“Nûn ve Kalem'e ve yazdıkları şeylere and olsun ki” (Kalem 68/1-2)
167
Sonuç olarak NUN (ن); “En-Nur olarak zuhura çıkmıştır. Yüce Allah’ın El-Musavvir ismi, En-Nur isminin zuhurunu gerektirir. Çünkü sûretler En-Nur ismiyle canlanır, nefislerini idrak edip rablerini bilirler. Buraya kadarki (ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ وَ ﺧَﻤْﺴُﻮ ) (SELASE VE HAMSU) da toplanan hakikatler, NUN (ن) harfinin zuhuruyla kemâlâta ulaşmıştır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi NUN ( ن ) ; Halk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a yerleştirilmiştir. O insanın görünen tümelliğidir ve söz konusu tümellik bu nedenle ortaya çıkmıştır.
“Nun” harfinin büyük ebced sayı değeri 106’dır. “Nun” harfinin şeklinden de anlaşılacağı gibi (ن) alt çanağı görünen zâhiri, üst noktası gaybını simgeleyen bâtınıdır. Dolayısıyla “Nun” 106 zâhir ve bâtını ayırırsak yani 106 / 2 = 53 eder. O da “CİM” ( ج ) harfinin büyük ebced sayı değeridir. “CİM” harfini doksan derece yatırırsak yani “NUN” daki bâtın olan birinci “NUN” olur. “Cim” ( ج ) harfi yüce Allah’ın cem ediciliği nedeniyle El-Celâl ve El-Cemâl isimlerinin kabzalarının dışında olan El-Cami isminin ilk harfidir. Çünkü Ahmedi Ahadi kemâl makamında birlikte vardırlar. Aynı şekilde Yusufi makama tecelli eden cömert El-Cemil isminin de ilk harfidir. Yüce Allah Yusuf’a (a.s.) tabir ilminin nurunu vermiştir. O bu nur sayesinde misal ve hayal âleminin hakikatlerini keşfederdi. Hayal en büyük nurdur ki insan onunla eşyayı idrak eder.
“Cim” ;
Cim ona kavuşmak isteyeni yükseltir.
İyilerin ve hayırlıların müşahede mertebelerine, (İbn Arabi)
168
“Tek ve bir olan Allah’tan başka bir şey yoktur. Bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde Allah…Allah… diyen kimseler oldukça kıyamet kopmaz.” Bu yüce Allah’ın “Allah’ın zikri en büyüktür” dediği en büyük zikirdir. İşte bu isim bu imamın zikridir ki onun ruhu en son kabzedilir. Böylece kıyamet kopar ve gök yarılır. Dolayısıyla bu ve benzerleri sütündurlar…
Yüce Allah dosdoğru bir hareketle bu insâni sûreti ikame etmiştir. Çadırın orta direği sûretini. Onu bu göklerin kubbesini ayakta tutan sütûn kılmıştır. Onun sayesinde göğün yerin üzerine çökmesini engellemiştir. Biz de bunu sütûn olarak ifade ettik. Bu sûret yok olduğunda ve yeryüzünde nefes alıp veren bu kabil insanlar tükendiğinde gök paramparça olur, o gün çöküverir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Sütûn, Arapça Amed demektir. “Amed” kelimesinin ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin sayı değerine eşittir. Ferdiliğin ilki basamağı üçtür. Sütûn (Amed) kelimesi de üç hakikati gerektirir: Gök, yer ve ikisini birbirine bağlayan sütûn. Bu kâmil insândır. Yahut hak, halk ve ikisinin arasındaki vasıta, yani MUHAMMEDİ hakikat. Biz burada Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) dan söz ediyoruz. Kendisine tahsis edilen 53 sütûnundan.
(ثلاثة وخمسون) 53 (ELLİÜÇ) ;
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “Cim” harfinin küçük ebced değeri 3’tür. “Nun” harfinin ebced değeri de 50’dir. Yani toplarsak 3+50 = 53 olur. Harfleri yan yana getirirsek (ﺟﻦ) “CAN” olur.
NECDET (نجدت); Gök kubbeyi ayakta tutan sütûndur. Yani (ﻋﻤﺪ) “AMED” dir. “Amed” kelimesinin ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin sayı değerine eşittir. El-Cami ismi Allah’tır.
169
Efendi babacığıma Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerine tahsis edilen (ثلاثة وخمسون) 53 (ELLİÜÇ) beden mülkünü ayakta tutan “CAN” dır.
Âlem “NECDET” le ayakta, beden 53 (Elli üç) ile Can bulmakta…
Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerinin bu sırra işaret eden bir şiirini sunmak istiyorum;
CAN
Cananımdan Can istedim lütfedildi bize Can,
Bütün alem oldu Can, Canla kaldık Canla Can,
Eğer her kim ister ise hemen gelsin bizde Can,
Evvel duyduk sonra uyduk cümle olduk, Canla Can.
Sende Can olmak ister isen, eğreti Candan geç,
Canlar içinde dönüp duran kimyayı Can'ı seç,
Bu pazarda Can alıp satılır sakın kalma geç,
Sureti İnsanda kalma sıreti İnsan'ı seç.
Bir Can verdikte evvelâ, bin Can aldık sonunda,
Ancak ulaşır Can'a Can, sabur ve Salâtla,
Yoktur Candan gayrı alemde dost asla ve asla,
Can içre gir Canları gör boyan Sıbgatullaha.
Sende o Candan ayrı değilsin iyice anla,
Bir an geçirme vaktini sakın, tembelle hamla,
Kalsada yüzünde gözünde bir iki damla,
Akıt onuda gönlüne kalasın sende Canla.
Necdet bu sözü söyler ona söyledi büyükler,
Çünkü bu söz ile yanmaktadır Canlar yürekler,
Her kim bu söze uyar hemen açılır menziller,
Can katar Canına (İZA CAE) ve diğer Sureler.
Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)
Son olarak Efendi Babacığım için yazdığım kısa bir şiiri
170
arz etmek istiyorum; Şiirin ismi “SELÂSE(T) VE HAMSUN” yani 53’ten alıntı şöyleki “SELÂSE(T)” in “S” si ve bitiş “HAMSUN” un “N” si ve ortada bütün bunları ayakta tutan “E” yani “ELİF” ( ث ا ن ) “SEN”
--------------
SENMİŞSİN
Ezilirken beşeriyetimizde,
Allah acıdı halimize,
Gönlümüzü açtı muhabbetine,
Kaynağı muhabbet, Eşref-i mahlûkat,
Resûl-u Kibriya, Hatemül enbiya,
Ahmed-i Muhammed Mustafa, (s.a.v.)
Aşkıyla doldu gönlümüz,
Dedi; İşte Hatemül evliya,
Ma’nâ’yı Muhammed (s.a.v.)
Kibrit-i ahmer, Şeyhül ekber,
İşte dedik Din-i Mübin,
Ma’nâ’mızmış Muhyiddin,
Dedi; Ekber olmak için aşk gerek,
İşte dedi Uşşaki Ekberî Ahmedî NECDET,
“Lâm” olup huzuruna geldik,
“Elif” gibi kucakladın bizi,
“Lâm”ın “Elif”e olan aşkı gibi,
Yaktı benliğimizi “Elif” in aşkı,
“Lâ” etti varlığı benliğimizi,
171
Varlık sebebimiz SENMİŞSİN,
Nefes-i Rahmanımız SENMİŞSİN,
Canımızın canânı SENMİŞSİN,
NECAT’ımız SENMİŞSİN,
Tevhidimiz SENMİŞSİN meğer!
-------------------
Bu değerlendirme yazısı ile bu kitabımızı da bitirmiş olalım Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah.
Görüldüğü gibi yukarıda bahsedilen bazı vasıflar, bizim belirttiğimiz vasıflarımız değil, bahsedenlerin muhabbetleri ile, kendi zuhur ve indî düşenceleridir, dışa dönük olarak bunlar hiçbir şekilde bir iddia değildir. Dileyen kabul eder dileyen etmez. Bunlar hakkında bizim de bir iddiamız yoktur. Tecellilerini gönderen her kese teşekkür ederiz. T.B.
-------------------
NOT= Bu kitabımızda böylece, nihayete ermiş olmaktadır. Ancak okuyacak olan bazı kimseler bu kitaptaki yazıların yukarıda kısaltılmış ismi geçen kimselere ait olduğunu ve kitabın içinde yazısı olan kimseler tarafından yazıldığını düşünebilirler. Zâhiri olan bu anlayışların da, da doğrudurlar.
Ancak bu kimselerin bir çoklarının daha evvel internet nedir, yazmak nedir, tefekkür nedir, cümle kurup yazı yazmak nedir, diye bir bilgileri olmadığı gibi kendilerinin, hiç ilgilerinin dahi olmadığı, ve zor bir sahada, yazı yazabiliyor olmaları da çok dikkat çekicidir.
Yazıları olan bu arkadaş, dost, ve evlâtlarımız, kendileri-ne verilmeye başlanan, gerçek tasavvuf eğitimi ile, ilgilen-meye başladıktan sonra, kısa sürede kendilerini tanıyıp gerçek bir kimlik sahibi olup, bu yoldan öz güvenlerini
172
bulup aldıkları bilgilerini de birleştirerek, böyle güzel hallere, mânevi kültür ve lütuflara ermiş olmaktadırlar. Dolayısı ile bunları kendileri yazmış olmayıp, tarafımızdan verilen eğitim ve ufuk genişliği neticesinde yazmış-yazdırıl-mış olmaktadırlar.
İşte, aslında zor olan, kişinin kendinin yazı yazması değil, kendi vasıtasıyla karşı tarafa yazı yazdırabilinmesidir, bu ise gerçekten oldukça zor bir iştir, çok zaman ve sabır gerektirmektedir. İşte bizde bu yazılan ve yazdırılanları, gördükçe çevremizle iftihar ediyor, emeklerimizin boşa çıkmadığını görüyor, Rabb’ ımıza şükrediyoruz. Cenâb-ı Hakk arzulu olanlara daha nice yazılar yazmayı, ve yazdırılmayı nasib etsin İnşeallah.
Okuma zahmetinde bulunacaklara da akıl ve gönül genişliği nesip etsin İnşeallah.
Dostları ilə paylaş: |