GöNÜlden esiNTİler: terzi baba necdet ardiç (8) (19-53) Neml Sûresi 27/40. âyet “haza min fad­li rabbî”


(İnnesSafa velMervete min şeairillah* femen haccel Beyte evı'temera fela cünaha aleyhi en yettavvefe Bihima* ve men tetavve'a hayren feinnAllahe Şakirün Alîm;)



Yüklə 1,56 Mb.
səhifə11/12
tarix06.03.2018
ölçüsü1,56 Mb.
#44418
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

(İnnesSafa velMervete min şeairillah* femen haccel Beyte evı'temera fela cünaha aleyhi en yettavvefe Bihima* ve men tetavve'a hayren feinnAllahe Şakirün Alîm;)


(Bakara 158-) “Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerin-dendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.”

-------------------

Safa ve Merve tepeleri Allah’ın işaretlerindendir, yani bir başka ifade ile Allah’lık işaretlerindendir, nasıl ki kişi ikâmet ettiği yerden gidip hacı oluyor sonra tekrar asli vatanına dönüyor işte onun gibi, Safa mutlak safiyet demektir, kendi saflığını idrak etmesi kişinin Safa tepesine çıkmasıdır, safiyete ermesi, Merve de mürüvettini, kendi hakikatini idrak etmesi, iyiliklerini güzelliklerini idrak etmesidir.

260

Safa’dan Merve’ye doğru başlayan bir seyir vardır, bir de Merve’den Safa’ya doğru bir seyir vardır, Safa’dan Merve’ye gitmek Aklı Küll’den Nefsi Külle nüzul etmek, inmek, Merve’den Safa’ya gitmek ise Nefsi Küll’den Aklı Külle yönelmektir. Bunlar Allah-ın âyetleri işaretleridir.



(T. B.)

-------------------

Bu âyet ve işaretin yolumuz ile bağlantısını açıklamaya çalışırsak; Mürşid Zahirde ve Batında Ak-ı Küll’dür. Aynı zamanda saliklere ilim sütü emzirdiği için batında Nefsi Küll’dür. Zahirde olan eşide zahiri Nefsi Küll’dür. Yani Terzi Babamız ve Nüket Annemiz Allah’ın zati işaretleri olan Sefa ve Merve tepesini temsil etmektedirler. Batını Ümre ve Haccı’nı yapan yolumuz derviş ve dervişeleri bu iki tepe yani Terzi Baba ve Nüket Anne arasında batında say halindedirler. İşte sa’yını batini olarak tamamlayanların başları traş olur. Nefsi uzantıları kesilmiş, ve geriye Esma-i ilâhi yaşantısı ile kalmış olurlar. (M. C.)

Dördüncüsü; Kûr’ân’ı Natıktır, konuşan Kûr’ân dır. Hz. Ali efendimiz kendisini, konuşan Kûr’ân olarak adlandırmıştır. Yolumuz Hz. Ali yolu olduğuna göre yolunun müntesip ve vekilleri olan halifeleri de Kûr’an’ı Natık özelliğini taşıyandır. İnsân-ı Kâmil – Kâmil İnsân, Bizatihi Kûr’an’ı yaşadığı ve kendine şiar edindiği için söylediği sözlerde Kûr’an’ın zât-i izahları olmaktadır. (T.B.)

-------------------

Bu da “el insânü vel kur’anü tev’emanü” dedikleri hakikatin zuhura çıkmasıyla olur. Yani “insan ve kur’an bir batında doğan ikiz kardeş gibidirler”

(4-Lübb-ül lüb özün özü. Sayfa 30). (T. B.)

-------------------

261

Tabii ki buradaki batın, insanın zahiri için ana rahmi, batınî yönü ve Kur’an-ı Kerîm için ise “Bismillâhirrahmâ-nirrahîm” deki “Rahman’ın rahmi”dir, yani “Uluhiyyetir”.



Hakk’ın zatından doğmak yani (zuhura gelmek) nedeniyle ikiz kardeş olan “Kur’an” ve “insan”dan; Kur’an-ı Kerîme ALLAH’ın kelâmı “kelamullah” denmesine karşılık; insana da “habibullah”, ALLAH’ın habibi ve “Kur’an-ı natık” yani “konuşan Kur’an” denmektedir.

Sen ona korkma de kur’ân-ı nâtık,

gönül ka’besine gir ol mutabık,

devreyle ol ka’benin etrafını,

devrederler bir gün gelir şems-i zâtını.

Şehâdet âlemin de zuhura gelen bu iki “zâti tecelli” îmân yoluyla birbirlerine yaklaşıp hakikatlerini idrak ederler, böylece “likâ” mülâki (buluşma) yakîn meydana gelmiş olur. (M. C.)

--------------------

KÛR’ÂN’I KERİM DEKİ 19/53. ÂYETLERİNDEN

BİR KAÇI

Yukarıda da belirtildiği gibi, kûr’ân’ı kerîm deki (19/53) âyetlerinin tamamını buraya almayı düşünmüş-tüm ancak kitabın sayfa sayısının çok artacağı göz önünde bulundurularak, kitabın içerisine numune olması bakımından bir kaç (19/53) âyetlerini ilâve etmeyi yeterli buldum.

İnşeallah ileride vaktimiz olursa bütün (19/53) âyetle-rini ayrı bir kitap halinde düzenlemeyi düşünülebiliriz.

(T. B.)


-------------------

~~19.19~
قَالَ اِنَّمَا اَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِاَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا~ ~ ~

(19/19) - Kâle innemâ ene rasûlu rabbik, liehebe leki

263


gulâmen zekiyyâ.

(19/19) - Cebrâîl, "Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim" dedi.

-------------------

Bâtını Îseviyyetten zâhiri Îseviyyete geçiş başlangıcını bu âyet-i kerîme ile görmekteyiz. (19) Rasûlün rasûlü olan insân-ı Kâmilin, sâlikin hazırlanmış olan gönlüne ma’nâ yı iseviyyeti nefh etmesi orada veled-i kâlp ismi ile oluşan tezkiye/temiz edilmş, gönül evlâdının hayat geçişini açık olarak bildirmektedir. Bu anlayış bir irfaniyyet işidir.

(T. B.)
-------------------

وَوَهَبْنَا لَهُ مِن رَّحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا

(Ve vehebnâ lehu min rahmetinâ ehâhu hârûne nebîyyen.)

(Meryem - 19/53) - “Ve ona, rahmetimizden kardeşi Hârûn (a.s) ı Nebî olarak bahşettik.”

-------------------

Meryem sure numarası 19 dur. Âyette 53 tür. Kitabımıza verilen isim 19/53 Terzi Baba idi. Bu sure numarasında bulunan 53 âyet ile aynıdır. Yalnız burada ki 19 Meryem suresi olduğu için İseviyet mertebesinden İnsân-ı Kâmil’i ifade etmektedir. “Ona Rahmetimizden kardeşi Hârûn’u Nebi olarak bahşettik“ denilende Mûsâ (a.s.) dır. Tarikat mertebesinden bir rahmettir. Tarikat mertebesi ile “Mûsâ” (a.s.) Mürşidi temsil etmektedir. Nebi ise gönderildiği zamanın resülün şeraitini tebliğ etmektedir. Efendi Baba’ma görevinde yardımcı olan kardeşlerin, Akl-ı Küll den gelen bir rahmet üzere, yolun kurallarına göre yardımcılar, olarak görevlendirdikleri anlaşılmaktadır. Bu özel ve hususi bir durumdur. Mutlak ma’nâ da ve geneli ilgilendiren bir durum değildir. Mûsâ

263


(a.s.) ve Hârun (a.s.) lık iddiasında bulunulduğu zannedilmesin. (M. C.)

-------------------

Ayrıca bu âyet-i kerîme de bahsedilen, kaza ve kaderle ilgili bir husus da açık olarak ortaya çıkmaktadır. O da şudur, Hayatın bütün safhalarının sadece bâtın âleminde düzenlenmediği bu şehadet âleminde de bazı düzenle-melerin olduğu anlaşılıyor.

Mûsâ (a.s.) kardeşi Hârunu kendisine yardımcı isteme-siyle,

(Meryem 19/53) “Ve ona, rahmetimizden kardeşi Hârûn (a.s) ı Nebî olarak bahşettik.”

İfadesiyle bu husus açık olarak görülmektedir. Hârûn (a.s) Mûsâ (a.s.) ın talebiyle, dünya istemli bir Peygam-berdir. Allah (c. c.) de rahmetiyle bu talebi kabul buyurmuştur.

(T. B.)


-------------------

~~53.19~
اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰى


~ ~ ~

(53/19) - Eferaeytumul lâte vel uzzâ.



ve menatessa­lisetel uhra

(53/19) - (19-20) Lât ve Uzza'ya ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz?

--------------------



Bilindiği gibi İsra suresinin (1) nci âyeti, Necm suresinin (1-18) âyetleri Mi’raç’tan bahsetmektedir. Sayı (19) olmaktadır bu da bilindiği gibi İnsân-ı Kâmil- Kâmil

268


İnsânın varlığında Mi’rac seyridir. (T. B.)

-------------------

Bu hususta daha geniş bilgi almak için bahsi geçen (37/53) Necm suresi kitabımıza bakabilirler.

Aynı kitabın (19/20) âyetlerini buraya aktararak yolumuza devam edlim

Burada Mi’rac hadisesini noktalayarak, putperestliğin hâlinin izahına geliyor. Yani İnsân-ı Kâmil’in hakikatini ortaya koyduktan sonra putların ne olduğunu anlatmaya sıra geliyor. (T. B.)

-------------------

(efereey­tümül lâte vel uzza)

Siz Lât'ı ve Uzza'yı gördünüz mü?”.

Yani “daha onların ne olduğunu anlamadınız mı?”

Kâ’be-i Şerif Müslümanların eline geçmezden önce en büyük putlar bunlardı. Ve davam ederek

(ve menatessa­lisetel uhra)

Diğer üçüncü olan Menat'ı da (görmez misiniz - anlamadınız mı?).

Bunları Cenâb-ı Allah yüce Kûr’ân içerisinde niye söylüyor. Yani putların burada ne işi var diye düşünüyoruz. Veya bazı kimseler tarafından düşünülüyor, çünkü Cenâb-ı Allah abes bir şey halk etmeyeceği için bunların bir hikmeti, şifreler var demektir. Burada “lât” “uzza” ve “menat” putlarından bahsediliyor. Bunların belirli özellikleri olmasa idi buraya geçmezdi.

Lât: Bir bakıma, Lâhud, zât ve sıfat âlemlerinin karşılığı olarak anlaşılmaktadır.

Uzza: Aziz, esmâ âleminin ifadesi olarak anlaşılmak-tadır.

265


Menat: Minnet, ef’âl âleminin varlığı hakkında anlaşılmaktadır.

Lât putu, insân sûretinde imiş. Orada putperestlik döneminde oraya gelen o zamanın hacılarına çok hizmet eden birisi varmış. Onun bu iyi hâlinden, ona benzer bir sûret yapmışlar. Ondan sonra orada hizmet edenler ilhamlarını ondan alarak vazifeleri ifa etmişler. Nesiller geçtikçe önce muhabbetle başlayan, sonrada örfe, ve maddi örfe dönüşerek; insân sûretinde heykel hâline getirilmiş.

Uzza putu, ağaçtan yapılmış.

Menat putu, taştan yapılmış.

Dikkat edilirse



Lât  insân

Uzza  ağaç

Menat  taş

Burada mertebeler var. Aslında bize vermek istenen budur. Biri “insân” - biri “ağaç” - biri ise, “taş” sûretindeler. Lât  insân  sıfat âleminin hayâlini Uzza  ağaç  aziz, esmâ âleminin hayâllerini.



Menat  taş  minnet, ef’âl âlemindeki hayâlleri ifade etmektedir. İşte bunları “gördünüz mü?” deniyor. Yani oradaki bulunan putları bu hakikatleri ile bilebildiniz mi? Denmek isteniyor.

Risâle-i Gavsiye’de bu hususta çok mühim bir ibare vardır. Cenâb-ı Hakk, “Ya gavs haremime (mahremiyetime, gönül kâ’be’me) girmek istersen, ne mülke, ne melekûta, ne ceberuta iltifat et,” buyuruyor. Yani bunlara iltifat etme.



Mülk âlemi  Madde âlemi

266


Melekût âlemi  Esmâ âlemi

Ceberut âlemi  Sıfat âlemi

Burada belirtilen üç ilâh bâtınen bu mertebelere iltifat edenlerin ilâhlarıdır.



Menat Mülk âlemini,

Uzza Melekût âlemini,

Lât Ceberut âlemini, simgelemektedir.

Risâlet-i Gavsiye’de devam ediyor;

Şüphesiz ki



mülk alîmin;

melekût ârifin;

ceberut da vakifiye’nin (vakıf olanın) şeytanıdır.

Kim bunlardan birine razı olursa o indimde tard olunmuşlardan olur,” ve buyurdu ki

ey gavs-ı a’zam,



zahidleri nefis yolunda;

ârifleri kalb yolunda;

vakıfları rûh yolunda ve

nefsi de hür olanlara mahal kıldım.

O yüzden hürlerin kalbleri esrar kabirleridir.”

Yani zahidleri nefis yolunda perdeledim.



Zühtü takva deriz, çok zikir, ibadet yapar. Çok ittika eder, ondan, bundan sakınırlar.

Ârifleri kalb yolunda perdeledim.

Vakıfları rûh yolunda perdeledim.

Nefsi de, hür olanlara mahal kıldım, deniyor.

267


Buradaki nefis, nefesin nefsidir, ki kişinin kendi hakikatidir. İlâhi varlığın zuhur yeridir.

Hz. Şems, “Hür ol, hürlerle ol, hürlükle yaşa,” buyuruyor. Burada bu hakikati ortaya koyuyor. Hürlerin kalbi esrarların kabirleridir. Esrarları, yani sırrı ilâhiyyeyi muhafaza eden yerlerdir. Bu mertebeler sahiplenmek üzere değil, terakki görünmeleridir. Eğer bu mertebeleri sahiplenir de, orasını mahal edersen Hakk’a ulaşmanda senin perden olur.

Nitekim Hz. Peygamberimize de Mi’raca çıkarken birçok talepler oldu, hep onu davet ettiler. Ancak hiçbirine iltifat etmedi sadece Hakk’ı talep etti ve böylece kitlendiği murad hasıl oldu. Biz de gerçek yolda isek, hakiki bir el tutmuş isek, yol üzerindeki güzergahlarda ihtiyac molası dışında eğlenmeden gerekli yeni teçhizatları alarak yolumuza devam etmeliyiz. Fakat o güzergahlardaki güzelliklerle eğlenirsek orası perdemiz olur. Onlara iltifat edenleri iltifat ettiği ile onları perdeledim, buyuruyor.Her bir aşamada kişinin idrakı değiştiğinden, aldığı isim de değişmektedir. Böylece perde isimleri de o isimler ile olmaktadır.

Böylece Cenâb-ı Hakk, “haremime (mahremiyetime, gönül kâ’beme) girmek istersen, ne mülke, ne melekûta, ne ceberuta iltifat et,” buyuruyor. Yani “bunlara iltifat etme,” diyor.

Eğer iltifat edersen o zaman

Şüphesiz ki mülk âlimin şeytanıdır.”

Ne kadar ağır bir söz değil mi?...

Yani madde âleminin ilmi içerisinde kalmış olan âlim, aynen bu ilim ona vehim olmaktadır. Çünkü yukarıya geçemediğinden, yukarıdan bakamadığından ve içinde bulunduğunu gerçeği ile değerlendiremediği için, o ona vehim ve hayâl, yani hak ve tevhid yolunda, gitmekte şeytan olmaktadır. Onu meşgul eden, oyalayandır.

268

Âlim ne kadar âlim olursa olsun, ilmi fazlalığı sathi genişlemedir, yani mertebesi yükselmez sadece sathıyatı genişler. Mertebesi yine aynen mülk âlemi içindedir. Ayağı toprağa basmakta, gök ehli olamamaktadır. İrfan ehli’nin âlim kadar bilgisi olmayabilir, mücmel (icmal olmuş) bilgiye sahip olabilir fakat helezon sistemini bilir.



Yani şeriat ilmine 100 desek ve âlim bunun hepsini bilse ve ârifin bundaki yeri yüzde on (10/100) olsa yani kendine yetecek kadar dahi olsa bile helezon sistemi ile tarîkattan alacağı çok az bir ilimle dahi o âlimden daha ileridir. Kim ki bulunduğu yerde kalırsa, o bulunduğu yer o kimseyi oyalar. O mertebe ona ayak bağı olur, o mertebenin gafletinde kalır. Bu durumda “mülk, alîmin perdesi,” olur.

melekût ârifin şeytanıdır.” Melekût da ârifin perdesi olur. Buradaki ârif, ârif-i billâh olan değil de tarîkat ehlinin irfaniyetidir. Şeriat ehline göre bir üstte olan, ki biz ona muhabbet ehli diyelim.

ceberut da vakifiye’nin (vakıf olanın) şeytanıdır.” Mertebeye vukuf olandır.

Meselâ Üsküdarı öğrenmiş ve Üsküdar da kalmış, Üsküdarlı olmuş. Bu durumda Üsküdar ona perde olmuş. İstanbul sadece Üsküdar olmadığına göre, Üsküdara İstanbul demek, öyle görmek onun hayâl ve vehmi olur. Mamafih aşağıdakine göre tabii ki daha ileri bir durumdur.

Burada eskilerin kullandığı bir tabiri müsaadenizle, özür dileyerek kullanırsak “dolap beygiri gibi olma,” hâlinde olmayalım, ki dolap beygiri yine de su çekip tarlaya v.s. su verir ve faydalı olur. Biz ise bu durumda o suyu da çekmiş olmayız. Biz o suyu çeksek, beslenmiş olacağız. Yani Hay esmâsının hayat suyunun kendi tarlamıza döksek beslenmiş oluruz ve döne döne letâfete geçeriz ama onu da yapamıyoruz.

269


“Kim bunlardan birine razı olursa o indimde tard olunmuşlardan olur,” buyuruyor. Tard olunma, ken-dimden uzaklaştırılmış olan, ki buda muhabbeti olmama hâlidir. Yani hangi mertebe olursa olsun, o mertebenin gereği benim, var ettiğim şeye olan muhabbetiniz olup da orada oyalanmanız, benim zâ-tımdan tard (benden mürted) olunmadır, deniyor.

Halka olan muhabbet, ondaki Hakkın varlığı içindir, yoksa halkı ayrı varlık görerek, ona duyulan muhabbet o zaman “lât, uzza, menat” putlarına duyulan muhabbet olur, ki putperestlik tatbikatında oluruz.

Mülk âlemine muhabbet “menat” a (madde, taş – minnet, ef’âl âlemi)



Melekût âlemine muhabbet “uzza” ya (ağaç – aziz, esmâ âlemi)

Ceberut âlemine muhabbet “lât”a (insân – sıfat âlemi) olmaktadır.

Esasında fiilen tapmasak dahi manen bu hâli yaşamış oluyoruz.

Efendimiz geldiğinde kâ’beyi bütün bu putlardan temizledi; yani Hakikat-i Muhammediyye geldiğinde bütün bunlar silinip gidiyor. Böylece sadece Hakikat-i Muham-mediyyeyi orada kalmıştır. Ne kadar açık değil mi?...

Bütün bu mertebeler zât mertebesi ile birlikte olursa hepsi yerli yerinde ve gerekli olur. Ama onların kulu olursan, o kulu olduğun şey senin şeytanın, perden olmaktadır. (T. B.)

-------------------

وَالْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَى

(Vel mu'tefikete ehva)

270


(Necm- 53/53)“Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı.”

-------------------

Mütefike, halkıyla birlikte altı üstüne getirilmiş yerleşim birimleridir ki Lut kavmi böyle bir cezaya çarptırılmıştı (Nesefi IV, 200).

Ehva, Yukarı kaldırıp haviyeye attı, yerin dibine geçirdi.

-------------------

Buraya Efendi Baba’mın, Necm suresi 52. Âyetinin yorumunu benzer âyet olduğu ve konuyu anlamak için alıyorum.

Derviş olunduğunda önce, Âdem kavminden olmak ve Âdem hakikatlerini idrak etmesi gerekir.

Sonra yavaş yavaş diğer peygamberlerin yaşantıları kendi bünyesinde neyi gerektiriyorsa (yani hangi terkleri ve hangi alışları, özellikleri gerektiriyorsa), müspet olanları alıp, menfileri terkedip, Beş Hazret (tevhid) mertebelerin-den evvel gelen nefis mertebelerinde yapılması gereken şeyleri hakkıyle yapılmış ise, o zaman bunlardan kurtulun-duğu burada tebşir ediliyor.

Bir insân geçme karnesini alır, bu karne onun bu statüyü sürdürmesi üzerine verilir. Ancak o statüyü tatbik etmez ise o zaman onlar onda kayba uğrar. Hakk etti ise verilir ve yerini koruduğu müddetçe de devam ettirilir.

(T. B.)


-------------------

Sure ve Âyet numarası 53 tür. Kûr’ân’da bahsedilen her bir peygamber ve kavminin yaşantısı bizlerde mevcuttur. Merhale, merhale bu mertebe halkaları beden varlığımızda açığa çıkarlar Efendi Babamızın aktarımları dervişlik eğitimiyle akıl seviyesi yavaş yavaş yukarı çıkarılır. Bu bilgiler ile beden şehirlerinde ki yanlış anlayış yıkılır. Ve bu halle yukarı yani zâtına-zât’a ulaşmak

271

istediğinde bu kesafet hali latif hale çıkamayacağı için yerin dibine çarpılır, paramparça olur. Terzi Baba irfan yolu eğitimi ile kişinin hem sureti, yani zahiri hali, hem işareti yani manası gönül âlemi değişmiş olur. Bizlere bu hakikatler müjdelenmektedir. (M. C.)



-------------------

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ {فصلت

(Senurîhim âyâtinâ fil âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakku, eve lem yekfi birabbike ennehû alâ kulli şey'in şehîd.)

(Fussilet- 41/53) – “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'ân'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?”

-------------------

Bu âyet-i kerîme, seyru sülûk yolunda, çok mühim aşamalardan olan, bir seyr’in hakikatini bünyesinde barındırmaktadır. Yedi nefs mertebelerini enfüsî olarak bitirmiş ve âfâkî, hazret mertebelerine adım atmış bir Hakk yolcusunun, uzaklara açılmak için deniz feneri gibi, gönül göklerine açılmaya namzet olanlara, oralarını aydınlatan bir kandil hükmünde olmasıdır.

Bilindiği gibi “enfüs/nefs” kişinin kendi varlığı, “âfâk/ufuk” ise kendinin hemen dışından başlayan saha onun âfâkı’dır. Genelde “âfâk/ufuk” kişinin kendine en uzak olan yerde gökyüzü ile yeryüzü’nün birleştiği yere denir, aslında bu gözle görülen en uzak mesafedir, kişinin nefsinin/varlığının dışı ise yakın “âfâk/ufuk” tur. Birde Bâtın olan gönül âleminin ufku vardır ki, sonsuz bir sahadır işte kişi bu madde ufuklarının katından kurtulup bâtın ufuklarına açılması gerekmektedir. Aslında bunların hepsi

272


kendinde de vardır, ancak yaşayıp bulup idrak etmek bir eğitim ve irfaniyyet işidir. Ne var âlemde o var âdemde,” denmiştir. Çünkü Âdem, âdem-i ma’nâ olarak iç bünyesi başlı başına çok geniş olan bir saha/âlemdir.

Ayrıca bu sûre içinde bulunan bu (53) üncü âyet bizim içinde çok ma’nâlıdır, bilindiği bu sayı bizim şifre sayımızdır. Sûrenin nüzül sırası (61) dir bizimde, Türkçe alfebe harf sıralamasına göre, Necdet ismimiz (61) sayısını vermektedir. (61) tersten okunduğunda aynı zaman da (19) dur. Diğer taraftan sûre-i şerif’in düzenlenme sırası (41) dir bizimde, arapça alfebe harf sıralamasına görede, Necdet ismimiz (41) sayısını vermektedir. (T. B.)

-------------------

Görüldüğü gibi bu âyeti kerîmenin de birinci bölümü Zâtî’dir.



Senurîhim âyâtinâ, âyetlerimizi yakında gösterece-ğiz, nerede?. fil âfâkı ve fî enfusihim, ufuklarda ve nafislerinde,

Bu âyeti kerîme ile nefis mertebelerinden hazret mertebelerine geçişin yolu ifade edilmektedir. Ayrıca, “men arafe nefsehu, fekad arafa rabbe’hu” hadîsi’nin (fekad arafa rabbe’hu) bölümününde çalışma sahasının başlangıcıdır, yani “men arafe nefsehu,” birinci kısmı olan, hadîs-i şerîf’in bu sahaya gelinceye kadar geçilmiş olduğundan buradan sonrası, (fekad arafa rabbe’hu) bölümü faaliyete başlayacaktır. Hâl böyle olunca, birinci kısım “sırat-ı nüstakîm”, ikinci kısım ise “sıratullah”tır. Yani yatay çalışmaktan dikey çalışmaya geçiştir. Ve makam-ı ibrahimiyyet’in başlangıcı, O’nun ayak izlerinin takibi’dir. (Kûr’ân’da Yolculuk –FUSSİLET Suresi - (T.B.)

-------------------

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

273

(Febieyyi alâi rabbikuma tukezziban.)



(Rahman-55/53) – “Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?”

-------------------

Bu âyet hakkında Terzi Baba (9) Rahman suresi kitabından ilgili bölümü okuyarak devam edelim.

(55/52) fîhima min külli fakihetin zevcani

fîhima/onlarda) (ikisinde)

küllü/her fakihe/meyva (neşe) iki (2) zevc, çift

“İkisin de her türlü meyveden çift vardır.

Zevc”, insan varlığının bir yönü,

zevcani” iki yönüdür. Yani erkek ve kadındır.

Aslında ise, bu iki cins, tek varlıktır. Tek olan insan varlığı, çift yani “zevcani” olarak faaliyet göstermektedir.

Erkeğe “fail”, kadına “mef’ul” denmiştir. Yani etken - edilgen halinde yaşamaktadırlar.

Tevhid” hakikatinde

erkek yani “Adem” “akl-ı kül” olarak,

kadın yani “Havva” ise “nefs-i kül” olarak tabir edilmektedir.

Bu ikisinin birliği yeni bir “bir”i ortaya getirmektedir.

Meyve beden gıdalarının en mühimlerindendir. Manevi meyveler de ruhaniyetimizin gıdalarındandır.

Her varlık iki cins olduğundan, her meyvede de iki cinsiyet bulunmaktadır. Bir yönüyle alıcı, bir yönüyle de vericidir.

Yani, verici “akl-ı kül” ilmi;

alıcı ise “nefs-i kül” ilmidir.

274

Eğer insan bu dünyada iki yönünü, yani “abdiyyet” ve “ruhaniyet”ini gereği gibi faaliyete geçirebilmiş ise, o meyvelerden iki yönlü yararlanır.



Bu dünyada kendisine gelmeye başlayan “ilm-i ilahiye”, gerek “akl-ı kül” gerek “nefs-i kül” yönünden cennette de devamım sürdüreceği, bu ve benzeri ayetlerle açıklanmış olmaktadır.

Zâhir ve bâtın, her yenen meyve ile kişide “abdiyyet” ve “Rububiyyet” idrak ve açılımları meydana gelir.

Böylece her yenen meyve ile “hakikat-i ilâhiyye” ilmi daha da çok gelişmiş ve kişi kendini daha iyi tanımış, kendi varlığında “zevcani” hakikatini idrak etmiş olur.

Elmalı’lı Hamdi Yazır bu ayet hakkında özetle şöyle diyor:

(“Her meyveden çift çift”, meselâ yaşı da vardır, kurusu da; yahut biri dünyada tanınan veya tanınmayan olmak üzere iki sınıf.)

(55/53) (febieyyi ala-i rabbiykü ma tükezzibani?)

bu halde/öyleyken Rabbinizin nimetlerinin hangisi ile kezzib/yalanlarsınız



Yüklə 1,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin