“ELİF, LÂM, MİM zalikel kitabü la reybe fîhi”
“ELİF LÂM MİM işte bu kitabda şüphe yoktur...”
-------------------
Buyrulmaktadır.
Nitekim hadîs-i şerîfte:
“el İnsan’u vel Kur’anı tev’emanü...”
“İnsan-ı Kâmil ile Kur’an ikiz kardeştirler...” buyrulmaktadır.
Evet, yukarıdan beri anlatılan hazarat ve âlemler birbirinin aynasıdır. Mülk, melekütun; meleküt, ceberütun; ceberut, lâhutun; ve İnsân-ı Kâmil de “halifetullah” olarak, cümlesinin aynasıdır.. İlâhi varlığı, kâinatı yansıtan bir ayna. İnsân-ı Kâmil’in câmi olmadığı hiç bir mertebe yoktur.
Elde olmadan söz uzadı; esasa gelelim...
Hazreti Şeyh buyurmuştu ki;
“Eğer arif, kendi hakikatine arif olursa, muayyen ve belirli bir itikada bağlanıp kalmaz!..”
Ârifin kendi hakikatine arif olması, “İnsân-ı Kâmil” olmasıdır!..
Ve İnsân-ı Kâmil’in mertebesi, bu anlatılan vasıflarla belki de binde bir nispetinde anlatılmaya çalışılmıştır.
Ârif, “İnsân-ı Kâmil” mertebesine vasıl olunca, Hakka mutlak ayna olup. Hangi yönde tecelli eylerse, o tecelliyi kayıtsız şartsız kabul eder. Allah’ın katında böyle bir mertebeye sahib olan “İnsân-ı Kâmil”dir.
Ey kardeş, insaf ile düşün... Sahib olduğun bu istidadı zayi etmek sana yakışır mı?..
Kur’anı Kerîm A’raf Suresi 7. sure 179. ayette;
41
-------------------
كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ
“kel en’ami bel hüm edallü”
“Sürüler gibidirler, belki daha da şaşkın!”.. buyrulur.
-------------------
Kendimizi bu derekeye düşürürsek, yazık ederiz!..
Her arzu eden, İnsân-ı Kâmil olamaz!..
Ancak, kemale ermiş bir insanın elini tutmak ve ona hizmet etmekle olur...
Hak teala bu istidadı herkese vermiştir; ancak, kusur kişinin kendindedir!.. İstidadını yok eder!.
Kendini bir mürşid-i kâmile teslim edip, Onun ahlâkıyla ahlâklanıp kendi de İnsan ola!..
İnsan’ın kemali, belirli bir itikad ile kayıtlı olmamasıdır! .. Ancak, İnsân-ı Kâmil mezhebsiz ve itikadsız sayılmaya...
Onun mezhebi ve itikadı “ilahî dilek”de ve “nefsül emr”dedir!.. Yani, mezheb ve itikadı mecazî değildir demektir bu.
Bazı ehlüllaha ne mezhebdensin, diye sorulduğunda şu cevabı almışlarıdr:
“Huda mezhebindenim!..”
Beyt :
Bütün mezhebler kaydından beri ol,
Cümle yolcuların defter başı ol!..
Bazı önde gelen, şeyhlere şu hususu sormuşlar:
(- Gerçi arif-i billah belirli bir itikad ile kendini kayıtla-maz; ancak, halka uyar bir şekilde ve onların akıllarının
42
erdiği mezhebe ve itikada bağlı olarak hareket eder ve meydana çıkar!..
Hadîs-i şerfte; “kellimunnase ala kaderi ukülihim” yani, “İnsanlara akılları ölçüsünde konuşunuz”, buyrulmuştur...
(- Eğer, arif kalbinde olanı açsa idi, onu hemen öldürürlerdi!!!... Bu takdirde, arif münafık olmaz mı?)
(- Olmaz!.. Zira, münafık ona derler ki, bir gizli itikad ile kayıtlı olup itikadına göre amel eder, ve ettiği amelini kendi de inkar eder Hak’sız sandığı için...
Arif o dur ki, izhar ettiği itikad hakdır. Ve, içinde olan dışına göre zıd gibi görünürse de, hakikatte zıd değildir!.. Arifin dairesi geniştir... İki zıddı dahi birleştirir!.. Ona nisbetler zıd değildir... Allah daha iyisin! bilir.]
(4-Lübb-ül lüb/Özün özü) (T.B.)
-------------------
Yolumuza 53 sayısı ile devam edelim;
“53 sayısı, çok özel bir sayı olup, Hakikati Muhammedi üzre Hakk’tan Efendi Babam, Terzi Baba, Necdet ARDIÇ‘a verilen şifre, anahtar bir sayıdır. Tarikat-ı Âliyye-i Uşşâki yolunda Makamı Velâyet sırası da 53 tür.”
Önsöz’ün başında yukardaki paragrafta geçen “53” ile alakalı kapalı sayılabilecek bir ifade verilmiştir. Buna “53” ün genel manada cem olarak ifade ettiği mana diyebiliriz. “53 ve ELLİ ÜÇ”ün sisteminin, şifresinin ve anahtarının sayı ve harflerinin içeriğinin ma’nâsının neler olduğunu anlamaya çalışalım.
“53 ELLİ ÜÇ” Terzi Baba (1) alıntılar ne dediler bölümünde (86) Terzi Baba İstişare Dosyası -6- bölümünün sonunda Er…. Ay… kardeşimiz tarafından da 53 (Elli Üç) ٥ ٣ (ثلاثة وخمسون) (SELASE (T) VE HAMSÜN) Arapça olarak Risale şeklinde incelenmiştir.
43
Arapça açıklaması için adı geçen bölüme bakılması rica
olunur. “İleride gelecektir”
53 rakkamsal olarak incelenirse;
(5) Beş Hazret mertebesi dir.
(3) İlm’el Yakin, Ayn’el Yakin, Hakk’el Yakin mertebeleridir.
5+3 = 8
(8) Tevhid-i Efal, Sekiz Cennet ve Yolumuz olan Uşşakiyenin Şifresidir.
53; 5O ve 3 tür. Peki bu neyi İfade etmektedir.
(50) 50 vakit namazı ifade eder. Mümin’in miracı namazdır. (Bu konuda geniş malumat Terzi Baba (5) Salat-Namaz kitabında vardır.) (3) ise bu miracın İlm’el Yakin, Ayn’el Yakin ve Hakk’al Yakin mertebelerini ifade etmekte-dir. 53 Necm suresi ilk 18 âyetinde Mirac hakkındadır. (Geniş bilgi için Terzi Baba 1- Necm suresi bölümüne ve (37) nolu Terzi Baba Necm suresi kitabına bakılabilir)
(50) Aynı zamanda Son dergah postnişini olan Mustafa Hilmi Safi Rahmetullahi Aleyhin şifre numarasıdır. (3) te Hazmi Tura Baba Rahmetullahi Aleyh, Nusret Tura Rahmetulahi Aleyh ve Necdet ARDIÇ’I ifade etmektedir.
53 ters çevirildiği zaman 35 tir.
-------------------
(35) Hicret yurdu olan İzmir’dir. (Bu konu hakkında geniş bilgi için (39) Terzi Baba - 2 kitabın da malûmat vardır)
-------------------
53, 50 ve 3 sayılarından meydana gelmiştir. Bu sayılar yan yana yazılınca bize 503 sayısını vermektedir.
44
(503) sayısı öncelikle “Muhammedür Resülullah”ın sayısal karşılıdır. Ve birçok karşılığı vardır. Bu bölümde incelendiği için daha fazla bilgi kitap içinde bulunabilir.
ELLİ ÜÇ harfleri olarak incelenirse;
“ELLİ”
baştaki, “elif” sembolü (harfi) “Ahadiyyet” mertebesini,
birinci “lâm” sembolü (harfi) “Uluhiyyet” mertebesini,
ikinci “lâm” sembolü (harfi) “Velayet ve Risalet” mertebesini,
iki lâm’ın üstündeki ( şedde) ise, çokluğunu, şiddetini,
sondaki “i–ye” sembolü (harfi) ise yukarda ki mertebelerin Yakîn olarak müşahadesidir,
-------------------
(Elif) diğer alfebelerde olduğu gibi Arap alfebesinin de birinci harfidir. Küçük “Ebced” hesabı sayısal değeri (1) en büyük “Ebced” hesabı sayısal değeri ise (13) tür. Bir ve on üç ü ve aradaki bütün sayısal değerleri bünyesinde toplamıştır.
() (Elif) in aslı olan (13) yani (bir ve on üç) her harf ve rakkam da mevcuttur, ve onların aslıdır. (Elif) in varlığı bâtında Ahadiyyet, zâhirde ise noktadır.
(Elif) in değişik şekillere bürünerek kıvrılıp hareketlen-
mesi yeni yeni sembol harfler ve rakkamlar meydana getirerek sayılar ve isimler oluşmakta, her sayı ve isim özelliği itibariyle kendi mânâsını ifade etmekte o mânâda o şeyin veya değerin ne olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Böylece (Elif) âlemde ve âlemin bütün ferd ve mânâlarında mevcuttur, (Elif) siz yani (bir ve on üç) süz, yer ve Ma’nânın olması mümkün değildir.
45
Âlemlerin aslı olan (Ahadiyyet’ül ayn) bütün âlemlerde her zerrede ve âlemin bütün fertlerinde (ayn’ı) ile mevcuttur. O nun olmadığı bir varlık! Varlık, olamaz. Bir varlığın varlık olabilmesi, O nun o varlıktan tecelli ve zuhur etmesiyle mümkündür.
(Elif) harekesiz olduğu zaman () (Elif) harekeli olduğu zaman () (hemze elif) ismini almaktadır.
(Elif) siz yazı yazmanın ( ) veya hesap yapmanın mümkün olmadığı da aşikârdır. O halde kim ne türlü yazı yazarsa ve hesap yaparsa yapsın hepsi (Elif, bir ve on üç) ün konturolu altındadır. Bu gün isteyen kabul isteyen red eder, belirli bir süre bu kabul ve redde izin verilmiştir ancak, “vakti ma’lûm” (bilinen kıyamet vakti) geldiğinde her şey aslına dönecek Hakikat-i muhammed-înin hükmü bütün varlık ve İnsânların üzerinde hükmünü yürütücektir.
Şimdi başka bir yönden bu hakikati ele almağa çalışalım. Bütün dünya dilleri alfebelerinde ittifakla () (Elif) birinci harftir.
Bütün bunlarda mutlak hakimiyyetin Elif yoluyla Ahadiyyet’in olduğu açık olarak görülmekte ve bu ma’nâ kaynakları kendilerinden sonra gelen bütün ma’nâlara birer zuhur yeri olmaktadırlar.
Ayrıca ma’nevi olarakta (12) zâhir, (1) bâtın noktadan ibarettir.
(7) noktası, “yedi nefs” ve (7) “Sıfat-ı Subutiyye” Allah’ın (7) sıfatıdır.
46
(5) noktası, ise “hazarat-ı hamse” (5) hazret mertebesi’dir.
Bir de, en üstte ayrı olan (1) gayb-i noktası-mertebesi vardır.
-------------------
NOT= Bu mertebeler (İrfan mektebi ve şerhi) no (14) isimli kitabımızda özet olarak anlatılmağa çalışıldı. Dileyen oraya bakabilir. (T.B)
-------------------
(Elif) Nüzül’de-“lâfızda Kûr’ân-ı Kerîm’in” ilk harfidir.
(Elif) Kûr’ân-ı Kerîm-i okumaya başlarken“lâfızda” ilk harftir.
(Elif) Besmeleden sonra, “Fatiha’nın” ilk harfidir.
(Elif) Fatihadan sonra, “Bakara Sûresi’nin” ilk harfidir.
(Elif) “Ahad” ın, ilk harfidir.
(Elif) “Allah”ın, ilk harfidir.
(Elif) “Âdem”in, ilk harfidir.
(Elif) “İnsân”ın, ilk harfidir.
(Elif) “İmân”ın, ilk harfidir.
(Elif) “İkân”ın, ilk harfidir.
(Elif) “İlim”in, ilk harfidir.
(Elif) “Câmi”nin minaresi’dir’ki oradan İlâhi davet yapılır.
(Elif) “İnsân”ın kendisidir’ki (13) ün tüm mertebelerden zuhurudur. Ve diğerleri.
(Elif) hakkında birkaç mertebeden de bahsedelim.
-
El elifü, zuhuru a’ma-iyyetün.
47
(Elif) a’ma-iyyetin zuhurudur.
> El elifü, hakikat’ül Ahadiyyet’ün.
(Elif) ahadiyyet’in hakikati’dir.
> El elifü, hayrun min külli şey’in.
(Elif) her şeyden hayırlıdır.
> El elifü, fi kevniyyet’ün cümle zuhuriyyet’ün
(Elif) âlemlerin her yerinde zuhurdadır.
> El elifü, hakikat’ül insâniyyet’ün.
(Elif) insân’ın hakikatidir.
> El elifü, fi kelâm-u vahy’ü evveliyyet’ün.
(Elif) kelâm da vahy’in evvelidir. (Ikra’)
(Lâm) Birinci “lâm” Uluhiyyeti ifade etmekteydi… Uluhiyyet her bir zuhur mahallinin hakkının yerli yerince vermektir. Hadi veya Mudill ayırt etmeden o zuhur mahallinin ifaza/feyz edildiği mertebedir.
(Lâm) İkinci “lâm” ise Velâyet, Risalet ile Halkıyete dönük olan lâm’dır.
Baştaki “elif” ile birinci “lam” birleştiği zaman “EL” olmaktadır. Bu hakiki varlığı ifade etmektedir. Ahadiyet ve Uluhiyyet mertebesinin birlikteliğidir. Baştaki “Elif” ile ikinci “lâm” birleşince “L” yani olumsuzluk ve yokluk oluşmaktadır. Peki bunlar neyi ifade etmektedir. (T. B.)
-------------------
Bir harf olarak bildiğimiz () elif’in aslı (E-L-F) harflerinden meydana gelmektedir.
(Elif,) tanışmak, kaynaşmak, sevmek, cana yakın olmak, dostlukta bulunmak, anlamlarına gelen “ülfet”
48
etmek demektir. Görüldüğü gibi bünyesinde () (elif) () (lâm) (fe) harfleri vardır. Başta bulunan (elif – lâm) hakikatinin () (fe) “feyekünü” ile hemen zuhura çıkıp kolay anlaşılabilmesine vesile olacağı ümidiyle demektir. Yine elifte var olan ikinci harfin, yani () (lâm) ın içinde söylenişte () (mim) de vardır o halde elif’in içinde açıkça () (elif) () (lâm) () (mim) i şüphesiz olarak görmekteyiz. Yani (elif) aynı zamanda bu yolla da eşittir, () (elif-lâm-mim) dir sonda ki () (fe) ise bu hakikatlerin (kün) (ol) emriyle faliyyete geçip (feyekünü) hemen olmasıdır, bir şeye ol deyen Cenâb-ı Hakk için o şeyin olmaması mümkün değildir, ancak bizler bu oluşumların farkın da olmadığımız sürece oluşan haki-katlerden gaflette olduğumuzdan onları olmamış zannedi-yoruz halbuki onlar olmuşlardır ve bizleri seyretmekte-dirler.
(Maşuk yüzün tutmuş sana sen bakarsın öte yana) dendiği gibi. Bizler de ötelere baktığımız sürece bu hakikatleri görmemiz mümkün olmayacaktır.
Arabî alfebede () (lâmelif) diye tabir edilen bir sembol harf vardır ki;(elif lâm) ın sondan başa söylenişidir.
Alfebenin 28 inci sondan ikinci sonharf () (ye) den sonra sondan birinci harftir. () (elif) ile başlayan Hakikati İlâhiyye tenezzülâtı yine bir () (elif) ile kemâle erip
49
aslına ulaşmasıdır.
Küçük asıl Ebced hesabıyla elif (1) lâm (30) sayı değerindedir. (1) i (30) un önüne koyarsak (130) eder
sıfırı alırsak (13) kalır ki; bu şekliyle (elif lâm) (13) ü beraber yüklenmişlerdir ve bu ağırlığı bütün haşmetiyle (meratib-i ilâhi ) “ilâhi mertebeler” olarak mertebe mertebe her bir Peygamber hazarâtın da zuhura getir-mişlerdir.
Bu (28) inci mertebe ki; O da Kûr’ân da bahsedilen (28) inci Peygamber olan (zuhuru Muhammed-î) dir.
Evet ()(elif, lâm) ile başlayan Vahidiyyet’ in’den Ulûhiyyet’i ne olan ilâhi tecelli, yine bir () (elif, lâm) ile ancak bu sefer tersinden () (lâm,elif) yani yine (13) olarak aynı yollardan geçerek, (ef’âl’inden, Ulûhiyyet-ine, oradan Ahadiyyet-ine) “Mi’râc”a doğru kanat çırpmağa başlamasıdır. Nasıl ki, ( ) (elif, lâm, mim) den evvelce belirtildiği gibi İnsân’ın zâhir bâtın kemâli ortaya çıktığı gibi, () (lâm,elif) üzerine de bir () (mim) i Muhammed-i (reisün) “başını” koyduğumuz da aynı kemâli orada da görmüş ve bulmuş olmaktayız. Aşağıdaki çizim de olduğu gibi başlangıçta İnsân, nihayette yine insândır.
50
İşte () () (elif ile lâm) ın (13) ün İlâhi beraberliği eliften lâm’a olarak zuhura başlamakta, bütün mertebelerde, o mertebelerin hakikatine bürünerek hayat sahnesine (13) çıkmakta ve yine en sonun da aynı () () (elif) (lâm), () (lâm) (elif) olarak (lâm) dan (elif) e doğru kendi aslına ulaşmaktadır. () () (elif)(lâm) da ki; kimlikler bellidir, fakat () (lâm) (elif) te ki; kimlikler belli değildir, bulunduğu mertebeye göre bazen, (elif),, (lâm),, olur. Bazen da; (lâm),, (elif),, olur, şöyle ki; () lâm elifin yukarıdan sağ ucundan aşağı doğru inersek orası (elif) oradan yukarıya doğru çıktığımız yer ise, (lâm)
51
olur. O zaman, (elif-lâm) şeklinde okunur. Eğer sol üst uçtan aşağı doğru inersek o zaman orası (lâm) olur. Oradan tekrar yukarıya doğru çıktığımız da da, orası (elif) olur ki; böylece (lâm-elif) diye okunur. Böylece: () (lâm-elif) hem (elif-lâm) hem de (lâm-elif) tir. Bu yüzden bütün tecelli-i ilâhiye, ister tenzil-iniş yönüyle, ister uruc-yükseliş yönuyle olsun hepsine câmidir.
Bu bir hakikat-i İlâhiyye ve (elif ile lâm) ın sarmaş dolaş ezeli hubbiyyet-muhabbet-i bitmez tükenmez aşk-ı ilâhisidir ki; her zerre de, o zerrenin mertebesinden raksı dır.
Bazen, (lâm,) (elif)e ayna olur, bazen, (elif,) (lâm)a ayna olur.
Kûr’ân-ı Kerîm Enfal Sûresi (8/17) Ayetinde:
-------------------
(Vema rameyte iz rameyte velâkinnellahe rama)
“Attığın zaman sen atmadın ancak Allah attı.)
-------------------
İlâhi sözünde, (elif,) (lâm) ın aynası olmuştur ki;
(elif,lâm) dır. () ()
(Men reâni fekad reel Hakk)
(Beni gören ancak Hakk’ı görmüş olur)
Hadîs-i kûdsîsin de ise (lâm,) (elif) in aynası olmuştur
52
ki; (lâm,elif) tir. ()
Bu çok mühim irfaniyyet hakikatine nazar eyle ve diğer yaşantıları da böylece kıyas eyle. Bu ilâhi muhabbet her an âlem de yenilenerek yaşanmaktadır.
Söz buraya gelmişken bir şeye daha dikkat çekmeye çalışalım.
() (LÂ İLÂHE İLLÂLLAH)
Bilindiği gibi (KELİME-İ TEVHİD’)in ilk harfi bu () (lâ) (lâm-elif) tir ve tek harf olarak az uzatılarak (lâ) diye okunur aslı ıse (lâm ve elif) tir, (lââ) diye elif uzatma işareti olarak okunduğunda, nehiy etme yok etme-kaldırma mânâsınadır. Aslında () (lâm-elif) in varlığnda kaldırılacak bir şey yoktur ve yerli yerincedir. Bizler hayal ve vehmimizde aslı olmayan bazı varlıklar icad ettiğimizden ve bu varlıklara birer hayalî vücud verdiğimizden, (lâm-elif) in hakikatini perdeleyip onu () (lâ) yokluk zannediyoruz ve çalışmalarımıza bu anlayışla başlıyoruz ki; seyr-i sülûk’un sonlarına doğru (Allah) (c.c.) lâfzının () () (elif) (lâm) ı na ulaştığımızda idrak ediyoruz ki; baştaki () (lâ) aslında (lâm-elif) imiş ve bütün İlâhi hakikatler yukarıda belirtildiği gibi şeksiz şüphesiz zaten onun bünyesinde mevcud imiş.
Kelime-i Tevhid’te () (lâ) yok (lâm-elif) varmış (lâ) ise bizim heva ve heves’imiz, ve tevhid-i hakiki’den cehlimiz imiş. Aslında; (lâ) olan, yok olan, bizmişiz, bizim
53
hevamız imiş. Kelime-i tevhid-in nehiy bölümü dahi ispat imiş, İki yönü de ispat, ispat imiş, nehiy ve ispat değilmiş.
Daha daha aslında ıspatlanacak da, bir şey yok imiş çünkü ıspatlama ikilik gerektirir, iki yok’ki ispatlama gereksin.
Meseleye bir başka yönüyle de bakmağa çalışalım. Kelime-i Tevhid’ in içinde iki adet() (lâm-elif) vardır, biri baştaki diğeri de illâ nın (lâm-elif) i dir. Birinci (lâm-elif) te ki; zâhiren (lâ) nehiy yokluk ifadesi, Bâtınî mânâ da (lâm) (elif) in içinde yani birlikte olduğu (lâm) yani Ulûhiyyet mertebesi ayrı bir mertebe olarak yoktur ve sadece (elif) Ahadiyyet mertebesi vardır, demektir. (lâm)- (elif) in sadece zuhur ve görüntü mahallidir. Nehiy edilen budur, aksi halde âlem de hakk’ın vücudun dan başka bir vücud varmış, olur ki; bu da muhal-olmayacak bir iştir.
İkinci, illâ nın (lâm-elif) i ne gelince, “illâ” (ancak) istisna’dır. Yani müstesnâ, ayrıcalık-hususîlik’tir. “İllâ”nın kendi bünyesinde, yani sadece onu ayrı olarak ele aldığımızda ancak vardır ama o da (lâm-elif) in içinde olan (elif) in Mânâsında (lâm) ın sûretinde olandır, Şekliyle anlayabiliriz.
Bilindiği gibi kelime-i tevhid-in Arapça yazılış şekli ile harflerini saydığımız zaman (12) dir, ancak başta ki, () (lâm-elif) iki olarak saydığımız zaman ise (13) on üç olur ki; zaten kendisinin geçek aslı da odur. (T. B.)
-------------------
Bu hususta daha geniş bilgi “Kelime-i Tevhid” isimli kitabımızda bulabilirsiniz. (T.B)
-------------------
54
Yukarıdaki ifadeler (T.B) (13 ve Hakikat-i İlâhiye) kitabından aktarılmıştır, daha fazla malûmat isteyenler oraya bakabilirler.
-------------------
Burada bahsedilen “Ayna”dan biraz daha bahsedelim. “ELL” de görüldüğü gibi bunun iki yönü olduğu anlaşılıyor.
-------------------
( Vallah-u veliyyül mü’minîn)
3/68. “Allah Teâlâ ise mü'minlerin _veli_sidir.”
-------------------
Görüldüğü gibi Allah (c.c.) lühü Mü’minlerin Veli’si dir, o halde Veli olmanın ilk şartı Mü’min olmaktır. İman ehli olmayan bazı kimselerden bazı değişik haller zuhura gelse bile o hallerinden dolayı Veli’dir denemez çünkü tamamen beşeri ve nefsidir, İblis ve tebeasının işe karışmasıyla olur ve hiç bir manevi yönü yoktur. Bu halin farkında olamayan bazı kişiler bu hallerden etkilenebilirler.
Yukarıdaki Âyet-i Kerîme’de görüldüğü gibi (Esmâ’ül Hüsnâ) dan üç isim vardır, biri Zât-î olan (Allah) ismidir ki Zât-ı na aittir Kulunun hissesi yoktur. Diğerleri ise Esmâ-i ilâyeden’dir ve Hak ile Kul arasında müşterektir. İşte bu yüzden aralarında geçiş vardır. Bazan Hakk bu isimlerle Kulunda zuhur eder bazen de Kulu bu isimlerle Hakk’ta zuhur eder. Bazen de kulun kendi nefsinde bireysel olarak zuhur eder. Gerçek Velilik Hakk’ın, Kulun da, Allah ismiyle, yapmış olduğu tecellisi’dir, orada ve arada Kulun kulluğu kalmadığından Esmâ’ül hüsnâ’dan 0lan Veli ismi, Esmâ’i zâtiyye’den olan Allah ismi yönünden zuhur eder, böylece Kulunda kulluk yönüyle bulunan Veli ismi Zâtına ait olmuş olur. Çok husûsî olan bu halde ise Veli Allah’tır. Bu hal geçtikten sonra gene Kul kuldur, ancak irfaniyyet-i ile
55
bütün bu hallerin farkındadır, farkında olması ise o nun veliliği’dir. Bu ise Kulunun veli ismiyle Hakk’ta zuhurudur ki, kubbelerinin altındadır.
Böylece yine müşterek olan Mü’min Esmâ’sı bazen Hakk’ın Kuluna ayna olmasıyla, Kulu’nun Hakk’ta zuhuru, bazen de, Kulu’nun Hakk’a ayna olmasıyla hakk’ın kulunda ki, zuhurunu oluşturmakta’dır, Bu ise (Mü’min Mü’minin aynasıdır) Hadîs-i kudsîsi’nin faaliyyet sahasıdır. İşte daha yukarıda belirtilen, Velâyet! (zuhur halini kadîm haline dönüştürmektir) ifadesinin özet açılımı budur diyebiliriz. Kulu yapmış olduğu nefs terbiyesi almış olduğu irfaniyyet hakikatleriyle nefsini tanıdıkça kendinde var olan gerçek hakikati anladığında kendinde nefsine ait bir şey kalmadığını da, anladığında işte o zaman (zuhur hali yani “beşeriyyet-i” kadîm haline yani “hakikatine” dönüşmektedir.) (T.B)
-------------------
EL;
“El” manalanması biat âyetinde bulunmaktadır. 53 ile bağlantısıda çok önemli olduğundan (Terzi Baba (19) Kur’ân’da Yolculuk Fetih suresinde bu âyet ile ilgili tefsir-yorum ile yolumuza devam edelim. (M. C.)
-------------------
(İnnellezîne yübayiuneke innemâ yübayiunellah yedullahi fevka eydîhim femen nekese fe innemâ yenküsü alâ nefsi-
56
hî femen evfa bima ahede aleyhullahe feseyü’tihi ecran azîmâ)
48/10. “Şüphe yok, sana bîy'at edenler, muhakkak ki, Allah'a bîy'at ederler. Allah'ın eli, onların ellerinin üstün-dedir. Artık kim -ahdini- bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur ve her kim de Allah ile üzerine sözleşmede bulunduğu şeyi yerine getirirse ona da -Allah Teâlâ- büyük bir mükâfat verecektir.”
-------------------
Bu Âyet-i Kerîme hakkında tefsirlerde geniş bilgiler vardır, araştırmacı olanların, oralara da bakmaları mutlaka yararlı olacaktır. Biz yine yolumuza devam edelim.
() “Biat” kelimesi, Ebcet hesabı ile toplam olarak (482) sayı değerini vermektedir. Toplarsak (4+8+2=14) etmektedir ki, çok manidar’dır. Bilindiği gibi (14) bütün mertebeler de geçerli olan Nûr’u Muhammed-î dir.
-------------------
(Bu hususta geniş bilgi 13 ve hakikat-i İlâhiyye kitabımızda verilmiştir, oraya bakılabilir.) (T. B.)
-------------------
“Biat” Âyet-i Kerîmesi’nin Sûre içindeki sayısı (10) dur. (10) ise “fenâfillâh” İseviyyet mertebesi’dir. O halde seyr-i sülûk’ta İseviyyet mertebesinden, Muhammediyyet mertebesine geçebilmek için mutlaka bu mertebenin (biat)ı na ihtiyaç vardır ve bu biat o mertebeye geçmeye ruhsattır, başka da yolu yoktur. Bu “biat” ın zâhir ve bâtın iki yönlü olması kemâlinin gereğidir.
“Biat” kelimesinin Lügat manâsı, ( Kabul ve tasdik) hükmün de’dir. “Biat” eden kimsenin evvelâ (11) inci, Hazret-i Muhammed (s.a.v.) mertebesi’nedir. Bu hâl ke-mâle erdiğinde, (12) kinci, Hakikat-i Muhammed-î
57
mertebesinedir. Bu da kemâle erdiğinde, (13) üncü, Ahadiyyet’ül Ahmediyye mertebesine dir. (14) üncü Nûr’u Muhammed-î ise bütün bu mertebeler de o mertebenin gereği olarak özlerinde varolup oraları aydınlatmaktadır. Böylece (14) sıralanmış bir mertebe değil, bütün mertebelere nüfûz etmiş küllî bir mertebedir. Buradan da anlaşıldığı gibi, “biat” sayısal değeri itibariyle de Hakikat-i Muhammediyye’nin bütün mertebelerinde faaliyyet’e geçirilmesinin gereği ortaya çıkmaktadır. Bu özet bilgiyi verdikten sonra şimdi tekrar gelelim “meâlen” Âyet-i Kerîme’ye.
-------------------
48/10. “Şüphe yok, sana bîy'at edenler, muhakkak ki, Allah'a bîy'at ederler. Allah'ın eli, onların ellerinin üstün-dedir. Artık kim -ahdini- bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur ve her kim de Allah ile üzerine sözleşmede bulunduğu şeyi yerine getirirse ona da -Allah Teâlâ- büyük bir mükâfat verecektir.”
-------------------
Görüldüğü gibi hemen okunduğunda dahi insân-ı dehşete düşüren bir ifade ile karşılaşmaktayız.
Hakikat-i İlâhiyye, Hakikat-i Muhammediyye ve Hakikat-i Abdiyye nin nasıl muhteşem bir birliktelik’te buluşmuş olduğu açık olarak görülmektedir. Zâten bütün bu âlemlerin aslı ve özü de bu üç mertebedir, onlar da, Ulûhiyyet, Risâlet ve Abdiyyet’tir.
İşte gerçek kemalât bu üç mertebeyi kişinin kendi varlığında cem etmesidir. Tabi i ki, maddî manâda değil irfan-î manâdadır.
-------------------
( Kûl in küntüm tühibbünellahe fettebiûnî tühbib kümüllah)
58
3/31. De ki: “ Eğer Allah Teâlâ'yı seviyor iseniz bana uyunuz ki, Allah Teâlâ'da sizi sevsin.”
-------------------
Bu Âyet-i Kerîme Allah-ı sevmenin Peygamberine tabi olmaktan geçtiğini açık olarak göstermektedir.
-------------------
( Men yutiirrasûle fekad etaellahu)
4/80. ” Her kim Peygambere itaat ederse muhak kak Allah Teâlâ'ya itaat etmiş olur.”
-------------------
Bu Âyet-i Kerîme de “Peygambere” itaatin mutlak manâda “Allah’a” itaat etmek olduğunu açık olarak göstermektedir. Çünkü bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) âlemde en geniş manâda Hakk’ın zuhur mahalli olduğundan Onun gayrı değildir.
Yukarıda ki ve benzeri Âyet-i Kerîmeler, risâlet metre-besinin Hakk ile kulu arasında nasıl bir bağ oluşturduğunu açık olarak göstermekte ve tanıtmaktadır. Belirtilen üç mertebenin nasıl birbirlerini tamamladığı da ifade edilmektedir. Bu mertebelerden biri olmazsa bâtın’ın zâhi-re çıkması mümkün değildir. O halde de tebliğin imkânı yoktur. Ulûhiyyet mertebesinden Risâlet mertebesine “inzâl” olan, inen, “hakayık” hakikatler, oradan da abdiy-yet mertebesine “inzâl” olurlar. İşte bu abdiyyet metebesi bütün bu hakikatleri idrak edecek şekilde varedilmiştir. Ancak bir kısmı da bunları inkâr derecesinde gaflet ehli olmuşlardır.
Yukarıda bahsedilen üç elin aslında bir hakikatin üç mertebesinden olan zuhurunu ifade etmektedir. Ancak burada ki, “abd-kul” dan murat, (abdühû) olan velâyet
59
mertebesidir. Yukarıda bahsedilen “biat” ta ki, eller, zâhiren et kemik elleri ifade ediyor iken gerçekte ise bu mertebeleri ifade etmektedirler. Benzeyişleri tutma yönündendir.
-------------------
( Lekad radıyellahü anil mü’minine iz yübayiûneke tahteşşecerati fe alime ma fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esabehüm fethan karîben.)
48/18.” Yemin olsun ki, Allah, müminlerden râzı oldu, o vakit ki, ağacın altında seninle inatlaşmada bulunur oldular. Onların kalblerinde olanı bildi de üzerlerine o sekiyneti -o huzur ve sükûneti- indirdi ve onlar bir yakın feth ile mükâfatlandırdı.”
-------------------
Şimdi, tekrar burada ki, “bîy’at” kelimesiyle (10) uncu Âyette geçen “bîy’at” kelimelerini beraber değerlendirmeğe çalışalım.
Daha evvelce (biat) kelimesinin lügat manâsını vermiştik. Diğer şekliyle ise (biat) hakikat-i İlâhiyye yi, Hakikat-i Muhammediyye yi ve Hakikt-i Abdiyye yi, irfaniyyet ile birleştirip her mertebenin hakkını vererek yaşayabilmektir, diyebiliriz.
İşte, “Biat-ı Rıdvan” denilen bu hâdise de, bu üç mertebeyi bir arada görmekteyiz. Biri, “Yedullah” Allah-ın eli, diğeri, “yed-i Rasûlüllah” Hz. Rasûlüllah’ın eli, diğeri ise, “yed-i abd” sahâbî’nin, yani kulun elidir. Bu üç el, yani
60
bu üç mertebe bu hâdise de içtima etmiş, yani birleşmiştir. Her ne kadar bu mertebeler bir birinden ayrı imiş gibi ise de aslında “tek bir” olan (Ahadiyyet) mertebesinin zuhur halinde faaliyyet-şeenliğini ifade etmektedir. Ehline malûm olan çok büyük bir irfaniyyet hakikatidir.
Ayrıca tenzih, teşbih ve tevhid hakikatlerinin de buluştuğu ve birleştiği müthiş bir sahnedir. Ve bu sahne ve hakikatleri kıyamete kadar da tatbik edilerek devam edip yaşanacaktır.
Bir bakıma “Sahabî”nin, yani “abd-kulun” mertebesi, “tenzih” Hz. Peygamberin Risâlet mertebesi, “teşbih” Ulûhiyyet mertebesi ise “tevhid” mertebesidir.
Bütün bu âlemlerin var olması zâten, bu üç mertebenin zuhura çıkıp faaliyyete geçmesi için değil mi’dir? Bu aslî mertebeler ve ara mertebelerinin ortaya çıkmaları da birer (fetih) değilmi’dir? Ayrıca bu mertebeleri de birer, birer idrak etmekte (fetih) değil midir? Cem’ül cem’ül cem ile feth oldu ebvab-ı Hüda, diyen kişi de ne güzel demiş, değilmidir?
İşte bütün bu fetihler dolayısıyla Hakk-ı anlamamız mümkün olabilecektir. Sadece taklidî ve irfaniyyetsiz faaliyyetlerle anlamamız mümkün olamayacak, sadece sevaplarımız artacaktır, bu da çok güzel bir oluşumdur, ancak (biat) hakikati ortaya çıkamayacaktır.
Bazı Îsevî gurupların temsilcileri, “Grogoryan ve Yahova şahitleri” gibi, onlarla yaptığımız görüşmelerde, Îsâ’nın (a.s.) anahtar olduğunu belirtmişlerdi. Yani gerçekleri açacak olan ancak odur, ona îmân ile her şeyin kapısı açılacak mahiyette beyanda bulunuyorlar idi. Biz de, onlara; bizler zâten Îsâ (a.s.) a îmân ediyoruz, ama esas anahtar bizdedir, O da Hz. Muhammed (s.a.v.) dir, diyorduk.
O nun ümmetine hediye ettiği anahtarların başlıcaları (Besmele-i şerif, Elham-Fatiha Sûresi ve Fetih Sûresi) dir.
61
Aslında her bir “Sûre-Sûret” Hakikat-i İlâhiy ye yi tanıtan bir hususiyyet-i olduğundan Kûr’ân-ı kerîm’ de ki, (114) Sûrenin hepsi birer büyük anahtar, diğer Âyet-i Kerîme’ler ise her biri kendi mertebesinden birer anahtardır. Bu Âyet-i Kerîme’de de olduğu gibi, ancak bu anahtarları kullan-mak’ ta bir irfaniyyet gerektirmektedir. Bu anahtarları hakkıyla kullanan ise İnsân-ı Kâmildir ki, ef’âl-i, esmâsı ve sıtatları ile halka rahmettir.
Kayıtta, yani yazıda, Kûr’ân-ı Kerîmin başında olan anahtar-besmele, Elham-ı açmakta, Elham da hamd-ı ve diğer hakikatleri açmaktadır.
Elhamd, yani Fatiha sûresi Ulûhiyyet ve abdiyyet mertebelerinin hakikatlerini açmakta, çünkü o Sûre kul ile Hakk arasında bölünmüştür.
Fetih Sûresi ise, Abdiyyet, Risalet ve Ulûhiyyet hakikatlerini açmaktadır. Diğer bir ifadeyle Peygamber Efendimizin belirttikleri, (Ben ilim şehriyim, Alî onun kapısıdır) beyanlarından, Hakikat-i Muhammed-î ilmine yönelmek onun anahtarı-kapısı ve fâtih-i olan hakikat-i Alî’ye den girmek gerektiği anlaşılmaktadır.
Tekrar gelelim (10) uncu Âyet-i Kerîme’ye.
(Bilindiği gibi bu Âyet-i Kerîme ilk derse başlarken ve ders geçirilirken el ele tutularak okunan Âyet-i Kerîme’dir.)
(İnnellezîne yübayiuneke innemâ yübayiunellah yedullahi fevka eydîhim femen nekese fe innemâ yenküsü alâ nefsihî femen evfa bima ahede aleyhullahe feseyü’tihi ecran azîmâ)
48/10. “Şüphe yok, sana bîy'at edenler, muhakkak ki, Allah'a bîy'at ederler. Allah'ın eli, onların ellerinin üstün-dedir. Artık kim -ahdini- bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur ve her kim de Allah ile üzerine sözleşmede bulunduğu şeyi yerine getirirse ona da -Allah Teâlâ- büyük bir mükâfat verecektir.”
62
(İnnellezîne) “muhakkak o kimseler ki,” Görüldüğü gibi burada tahsis yapılmakta bir tahsis yapılmakta, hitap bütün insânlara değil belirli bir guruba ve Hz. Peygamberin çok yakının da olan kimseleredir. Biat-ın ilk şartı gönülden yakınlık olmasıdır. Biat ehli alma ve olma ehli olanlardır.
(Yübayiuneke) “Sana bîy’at ediyorlar” tabi olup alış veriş yapıyorlar. Bayi, bilindiği gibi alış veriş yapılan yerdir. Âyet-i Kerîme’de belirtilen (bayi) ise Hz. Rasûlüllah’ın
sahibi olduğu Ulûhiyyet hakikatlerinin pazarlandığı âlemlerin en büyük (bayisi) dir. Her Peygamber Ulûhiyyet hakikatlerinden kendi mertebesi olan hakikat-i pazarla-makta yani, o mertebenin ilminin bayisi olmakta, Hz. Peygamber Efendimiz ise (biat) ehli ne en geniş Ulûhiyyet hakikatlarini ifşa etmekte ve pazarlamaktadır. Yani açığa çıkarmaktadır. Âyet-i Kerîme nin diğer ifadesi ise (senin bayi’in den alış veriş ederler) bu alış verişte, Hz. Peygamberden ilâh-î ilim ve muhabbet alanlar, her alış verişin bir bedeli olduğu gibi, acaba bu alış verişin karşılığında ne vermeleri icap etmiş tir. Bunun cevabını (Tevbe Sûresi 9/111 Âyetinde) ve benzerlerinde görmekteyiz.
-------------------
63
(İnnellaheştera minel mü’minîne enfüsehüm ve emvalehüm bienne lehümülcennete yükâtilüne fî sebilillâhi ve yuktelüne va’den aleyhi hakkan fit-tevrât-i vel İncîl-i vel Kûr’ân-i ve men evfe biahdi-hî minellahi festebşirû bi bey’ikümüllezî baye’tüm bihî ve zâlike hüvel fevzul azîm.)
9/111. “Şüphe yok ki. Allah Teâlâ mü'minlerden nefislerini ve mallarını cennet muhakkak onların olması karşılığında satın almıştır. Allah Teâlâ yolunda savaşacaklar da öldürecekler ve öldürüleceklerdir. Onların öyle cennete konulmaları, Tevrat'ta, İncil'de ve Kûr'ân'da zikredilmiş, hakk olan bir ilâhî va'ddır. Ve sözünü Allah Teâlâ'dan daha fazla yerine getirebilen kim vardır?. Artık yapmış olduğunuz o alış verişten dolayı size müjdeler olsun ve işte bu, en büyük bir kurtuluştur.”
-------------------
Yorum yapmadan sadece meâl olarak geçelim.
İşte biat eden o mü’minler, biat esnasında “Ulûhiyyet hakikatleri için nefislerini, cennet için de mallarını vermişlerdir.”
(innemâ yübayiunellah) Sana biat edip alış veriş yapanlar, senin varlığında, (hakikatte bu biat ve alış verişi Allah ile yapmaktadırlar.) Beyanı görüldüğü gibi ne müthiş bir ifade dir ve Hz. Peygamber Efendimizin de, Hakk’ın indindeki yüce yerini açık olarak göstermektedir.
Ayrıca, (Nisâ Sûresi 4/80 Âyetinde)
-------------------
(Men yutiirrasûle fekad etaallahu)
4/80. “Her kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah-u Teâlâ'ya itaat etmiş olur.”
-------------------
64
Hükmü’de bu oluşumu diğer bir yönden tasdik etmektedir. Bu Âyet-i Kerîme’nin de mevzuumuz itibariyle ne kadar açık olduğu kolayca anlaşılmaktadır.
(Enfal 8/17 Âyetinde) belirtilen.
-------------------
( Vemâ rameyte iz rameyte velâkinnellahe ramâ)
8/17. “Ve attığın vakit sen atmadın, fakat Allah Teâlâ attı.”
-------------------
İfadesi ile Yed-i Muhammedî nin Yedullah, yani; Hz. Peygamberin elinin, Allah-ın eli olduğu burada da açıkça ifade edilmektedir. Müthiş bir ifade ve muhteşem bir oluştur.
İşte o eli tutup itaat etmek, Allah’ın elini daha bu dünya da tutup itaat etmektir. Ve karşılığı en azîz varlığımız olan nefsimizi feda etmemizdir. Karşılığı (can) vermektir. Eğer nefsimizi veripte bu eli tutmamış isek bilelim ki, “nefs-i emmâre”nin elini tutmuş onu kendimize dost edinmiş oluruz. Bu hususu çok iyi düşünmemiz gerekmektedir. İnsân oğlu mutlaka bir “yed-el” tutar, yani bir yöne yönelir, dikkat edelimde o “yed-el” ve yön Hakk’ın eli “yedullah” ve hakk’ın yönü “Vechullah” olsun.
(yedullahi fevka eydîhim) Onların ellerinin üstünde de Allah’ın eli vardır. Bura da ifade edilen “Allah’ın eli- Yedullah” lâtif ve bâtınî manâsı’dır. Böylece üç el cem olup bir el hükmüne girip ellerin tevhid-i olmuştur.
Birinci el. Abd’ın (alıcı) eli.
İkinci el. Hakikat-i İlâhiyye üzere muhammed ismiyle zuhur etmiş olan zuhuru Muhammed-î nin Ulûhiyyet tecellisinde olan (aktarıcı) “yed-i Muhammed-î nin eli.”
65
Üçüncü el. İse, Bâtın-î manâ da (verici) olan “Yedullah- Allah-ın eli” dir.
Dikkat edersek göreceğiz ki, bu açıklanan sahneler de, üç mertebe ve bir de bu hakikatleri anlatan mertebe vardır. Böylece mertebeler dört olmaktadır.
Bu Âyet-i Kerîme’lerin, bu anlayışla tekrar oku-duğumuz zaman bahsedilen dördüncü mertebeyi farket-miş olacağız ki; o da bütün bu oluşumlara hâkim olan Ahadiyyet mertebesidir ve bu Âyet-i kerîme’ler zât-î Âyetlerdendir. Bunları anlamak için o mertebenin irfaniyyet-i gerekmektedir.
İşte bir sâlik gerçek manâ da Mürşit makamında olan bir kimsenin, “biat” etmek için elini tuttuğu huzurunda durduğu zaman bütün bunlar olabildiği kadar hakikat ve gerçeğine uygun olarak tatbik edilmeli, taklit edilmemelidir. Bu hususun ilk şartı, eli tutulan kişinin mutlaka silsilesi belli, İrfan ehli ve vâris-i Muhammed-î olması lâzımdır. Aksi halde bu tatbikat küçük bir merasimden ileriye gitmez.
Biat edilen zâtın hayat anlayışı ne ise, oralarda dolaşılır durulur. Ve biat’ta bu dört mertebe hâsıl olmaz, sadece iki gözüken beşeri bir elin tutulması olur ki; yed-i Rasûlüllah ve yedullah’ın tutulması olmaz, ayrıca bu hadise Hakk’ın huzurunda da geçerli olmadığından anlatılamaz, anlatıla-mayınca da orada Ahadiyyet mertebesi de olamaz. Netice olarak bu oluşum sadece bir beşeri ve zâhirî uygulama olarak kalacaktır.
Bu oluşumun sıhhati mutlaka gerçek manâ da fenâ ve baka hakikatlerini yaşayarak tatbik edebilecek bir İrfan ehline ve bunları bünyesine indirerek ve sindirerek yaşayıp idrak edebilecek bir Hakk taliplisine ihtiyaç vardır.
Genelde bu biat’lar yapılmaktadır, ancak biat edilen kimse hangi mertebe ve makam da ise o makam dan biat edilmektedir. Daha yukarıya çıkılması mümkün değildir.
66
Âyet-i Kerîme’de belirtilen üç elin hususiyeti, yed-i Rasûlüllah, yedullah’tan aldığını, yed-i abdiyyetine risâletiyle ulaştırmasıdır. Yani “Rasûlüllah Allah’tan (c.c.) aldığını, kulunun eline, risâletiyle ulaştırması’dır ki, müthiş bir oluşumdur. Eğer yed-i Rasûlüllah, yani Rasûlüllah’ın eli olmasaydı, yed-i abd, yani kulun eli boş kalırdı. Veya her hangi bir şey verilse bile o şeyi anlayamazdı. İşte bu hadisede de Hz. Peygamber (s.a.v.) şefeat mertebesin-dedir ve onun elinden Yedullah’a yol vardır, başka ellerden değil. Tutabilirsek o eli bulup tutmağa çalışalım.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin bu yönleriyle de bizler için ne büyük bir lütuf olduğunu anlamağa çalışarak Onu gerçek manâ da değerlendirerek muhabbet etmeğe çalışalım ki, Onun elinden ve gönlünden bizler de feyiz ve bereketlere nâil olalım.
(femen nekese) “Aman yarabb’î sen bu Âyet-i Kerîme’nin ihtarından bizleri koru.” Kim ki; biat’ın dan sonra (nekes) lik etti, bütün bunlardan (caydı) geri döndü, vaz geçti, veya gerçek değerini koruyamayarak benliğini arttırdı.
(fe innemâ yenküsü alâ nefsihî) “O ancak kendi zararına cayar.” Cayma neticesinde oluşacak olan bu zararın tarifi imkânsızdır. En vahîmi ise Hakk’ın elinin gitmesi, yerine vehmin ve iblisin elinin gelmesi onu tutmasıdır ki, âhirette de büyük bir pişmanlık ve hüsrandır. Her insân farkında olsun olmasın bir el tutar, yani bir hedefi vardır. Hedefi dünya ise iblisin ve cehennemin elini tutmuştur. Eğer hedefi ahirette cennet ise cennetin elini tutmuştur. Eğer hedefi Hakk ise o zaman yukarıda bahsedilen elleri tutmuştur.
(femen evfa) “Kim ki, ifa eder,” yaptığı biat’a vefa gösterirse, hükmünü yerine getirirse.
(bima ahede aleyhullahe) “Üzerinde Allah ile yaptığı ahde vefa gösterirse” yerine getirirse, yani ne için biat
67
etmişse onun icaplarını yerine getirirse.
(feseyü’tîhi ecran azîmâ) “Yakında ona azametli bir mükâfat verilir.” Bu mükâfat-ı hak etmiş olanlardan, kim hangi mertebeden neyi hak etmişse o mertebeden onu alır. Eğer bir kimse cennet talebinde ise, cennet-i alır, ona kavuşur. Ancak bir kimse Hakk taliplisiyse Onu alır Ona kavuşur. (Ecri azîm) “büyük mükâfat” her mertebe veya kişilere göre başkadır. Cennet isteyene cennet, (ecri azîm)i “büyük mükâfat” verilir. Hakk taliplisine de, Hakkanî yaşantı (ecri azîm-)i “büyük mükâfat” olarak verilir ki; en büyük mükâfatta budur.
------- Şimdi şurada bir hususa da dikkat çekmek yerinde olacaktır. Bir kimse aradan belirli bir zaman geçtikten sonra tuttuğu elin yanlış bir el olduğunu anladığın da o eli bırakmasında kendine bir mes’uliyyet yoktur ve sorumlu da olmaz. (T. B.)
-------------------
NOT= Yukarıdaki ifadeler (Terzi Baba 19 Sûre-i Feth) isimli kitabından aktarılmıştır. (M. C.)
-------------------
Ç;
ÜÇ”ün sayısal olarak CİM harfine karşılık geldiği söylenmişti, bu Cemâli ilâhiye idi. Açık şekilde okunduğu zaman sonunda ki “Ç” harfi “C” nin sert şekilde söylenmiş halidir. Celâli ilâhiyedir. İşte baştaki “Ü” harfi Uluhiyeti ifade etmekteydi. Vahidiyet mertebesinde ki Celâl ve Uluhiyet-Allah’lık yani Allah esmasını vermektedir.
Bir bakıma iki CİM harfi bünyesinde olduğu için birinci CİM genel manada (Cemâli İlâhiyye), ikinci cim birimsel manada (Cemâli İlâhiyye)dir. Cemalûllah-ı seyr ve oradan kendindeki ilâhi varlığı seyirdir. Bir başka ifadeyle (ve ne-fahtü fihi min ruhi) (15/29)yi seyr ve müşahadedir. (M. C.)
-------------------
68
19/53 sayısını toplarsak,
1+9+5+3= 18
(18) Onsekiz Bin Âlemdir.
18 tersi olan 81 ile toplanırsa,
18+81= 99
(99) Esma-i İlahiyyeyi vermektedir. Tamamı Allah ismidir. Allah isminin mazharı olan İnsân-ı Kâmil-i ifade etmektedir.
-------------------
(Bu Konuda geniş bilgi için Terzi Baba (5) Salat ve Namaz kitabında geniş malumat vardır) (M. C.)
-------------------
19/53 sayısını harfsel ve rakkamsal olarak incelemeye çalıştık. Genel ma’nâ da yapmış olduğumuz bu ma’nâ-lanmayı hususi-özel olarak yazmaya çalışırsak.
ON; yani Akl-ı Küll Efendi Babam, Terzi Babam Necdet ARDIÇ’tır.
DOKUZ; yani Nefsi Küll Hanım Annem, Nüket Annem Nüket ARDIÇ’tır.
ON DOKUZ da, Necdet Babam ve Nüket Annemin âlemi ma’nâ da tevhid halidir.
ELLİ ÜÇ te,
Elif’in birinci Lâm birleşimi ile olan “EL” Necdet Babamın elidir. Bir bakıma Hakk’ın elidir.
Elif’in ikinci Lâm birleşimi ile olan “EL” Nüket Annemin elidir. Bir bakıma Risalet, Resüllük elidir. (Size Nefsinizden bir Resül geldi. Tevbe-128)
Tuttukları bizim ellerimizde Halk yani “Abd”iyet elleri-ellerimizdir.
69
Sonda ki “Ye” ise Yakîn halidir. Ye (29) tüm mertebelerinin toplu halini ifade etmektedir. Kim ki hangi mertebede ise o mertebeden eli tutar-tutulur.
-------------------
Sevgili kardeşlerim burada çok dikkat edilmesi gereken hususu idrak etmeye çalışmamız her birerlemizin menfaatine olacaktır. İster Efendi Babamın elini tut, ister öp… İster Nüket Annemin elini tut, ister öp… Nereyi tutuyorsun, nereyi öpüyorsun iyi anlayalım. Öpmezsek, tutmazsak da nereyi tutmuyoruz, öpmüyoruz iyi anlayalım, Fehmen, Fehmen… Aynası iştir, kişinin lâfa bakılmaz… (M. C.)
-------------------
Elli, Mirac yani Hakk’a seyri seferdi. İşte El Ele, El Hakk’a düsturuyla yaşantımızın tamamını namaz haline getirirsek, “Elli” vakit namaz hükmünü almakta ve bağlantısında olan “Ü” harfi ile Uluhiyyet yani Allah’a Terzi Babamız ve Nüket Annemizin vekâleti ile seyr, onların asaletinde bulunduğu “Selâm” esması na onların asaletleri ile seyr etmekteyiz. İşte üç olan seferler ile önce burada halk âlemine gelerek, daha sonra Terzi Babam ve Nüket Annemin ellerini tutarak, Hakk’a olan seferlerimizi tamamlayarak, bunun da bilindiği gibi üç seferi vardır. Fenafişşeyh, Fenafirresül, Fenafillâh mertebelerini tamam ederek burada “Elli Üç”’ün Cim’indeki Cemâl yaşantısı tamamlanır. Yani Ramazan bayramı idrak edilir ve kutlanır…
Hatırlarsak yukarıda “El” ve “Üç” ten bahsetmiştik. Bu el bir bakıma İlm’el Yakîn, Ayn’el Yakîn ve Hakk’el Yakîn elleridir.
Ehlullah; “El Yakîn-ü Hüv’el Hakk” demişlerdir. O yakîn Hakk’ın ta kendisidir. İlim, Ayn ve Hakk olarak Hakk’ın ta kendisidir. (M. C.)
70
-------------------
Arif, herşeyin aslını anladığında, kayıtsızlığa geçip “gayri”yi bıraktığında; şartlanma ve kayıtlanmadan bu derece kurtulmuş iken dahi, yine de mukayyed bir rabbe ibadet haline düşme korkusu bulunur; zira bu defa da “kayıtsızlıkla” kayıtlanmış olabilir ki, gene de emniyetli sahaya ayak basmış değildir... Ta ki “YAKÎN” gele...
Kur’an-ı Kerîm bu hakikata şu ayeti kerime ile işaret eder:
Kur’anı Keriym Hicr Suresi 15. sure 99. ayette;
-------------------
~~15.99~
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَقٖينُ
(va’büd rabbeke hatta ye’tiyekel yakînü)
“yakîn gelinceye kadar rabbine ibadet et!..”
-------------------
“Yakîn” ise Allah’tır!..
Bilinmeli ki, yakîn ehli, yakîn halini, üçe ayırmıştır:
1 - İlm-el yakîn, hakikate ilm olarak ermektir...
2 - Ayn-el yakîn, hakikati hissederek yaşamaktır...
3 - Hakk-el yakîn ise, Hakikatle tahakkuk etme halinin zuhurudur.
Bir başka izahla da,
1 - kahramanlığı bilmeyi ilmel yakîne,
2 - görmeyi ayn-el yakîne,
3 - kahramanlığı yapmayı da hakkel yakîne benzete-biliriz...
Marifet dahi bu uslüb üzere devam eder... Anlıyan
71
anlar... (4-Özün Özü) (T. B)
-------------------
Muhterem kardeşlerim; yakînlik halini ve Hakk’ı ötelerde değilde nerede bulmamız gerektiğini iyi anlayalım...
Cenab-ı Hakk tarafından Halk arasına dönmek üzere görevlendirilen kardeşlerimiz. “ELLİ ÜÇ” ün Sonudaki “Ç” ile yani Celâl tecellisi ile Kurb’an bayramlarını yaparlar. Bunun da üç mertebesi vardır. Kurb’an bayramının 1. Günü Museviyet mertebesinin Kurb’an bayramıdır. 2. Günü İseviyet mertebesinin Kurb’an bayramıdır. 3. Günü Muhammediyet mertebesinin Kurb’an bayramıdır. 4. Gün Kurb’an yoktur. Burasıda Ahadiyet mertebesidir. Oluşum olmadığı için Kurb’an’da olmaz. “ARDIÇ” soy ismininde Ç harfi ile bitmeside manidardır.
Burada anlatılan “Halk”ın arasına “Bekabillâh” haliyle dönmektir… “EL YAKÎN”, “EL-LEDÜN” ne dönmüş-dönüşmüştür. Aslında dönen dönüşen bir şey yoktur, anlayış idrak dönüşümü olmuştur.
“Ledün ilmi öyle bir bilgidir ki, yakînlık ehline ancak Allah’ın ta’limiyle ma’lum olur; akla bağlı deliller ve müşâhedelerle değil… Yakîn ilmiyle Ledün ilmi arasında fark şudur ki; yakîn ilmi, ilâhi zât ve sıfat nurunu idrâkten ibaretken, Ledün ilmi, Allah’tan ilham yolu ile mâ’nâları kavramak işidir.”
Burada görüldüğü gibi bir bakıma Hakk’ın eli kulun eline dönüşmüş. Bir bakıma TERZİ BABA NECDET ARDIÇ’ın ma’nevi olarak yetiştirdiği evlâdı, onun eli olmuştur. Görüldüğü gibi EL YAKÎN de bir “Lâm” varken, “EL LEDÜN” de iki “Lâm” vardır. EL YAKÎN de sadece Uluhiyyet-Allah’lık “Lâm’ı varken. “EL LEDÜN” de Uluhiyyet-Allahlık “Lâm” ının yanında Halkıyet “Lâm”ı yani halifelik-risalet vardır.
72
Geriye kalan “DÜN” bir bakıma bunun zâten ezelde yani Ayan-i Sabite programın olmuş bitmiş bir iş olduğu, bir bakıma bu bilgilerin gayriyette (Gayın) zuhura çıkması hali ile düğün hali yani tören ile bu dönmenin cemaate bildirilmesidir. Dü; İki yani, Uluhiyyet mertebesindeki, Delili İlâhiyenin zuhura çıkarak, Ayniyet ve Gayriyet’i oluşturmasıdır. Bilen Ayn, bilinen ise Gayr olmaktadır. İki (Dü) Nun da Nusret Rahmetullahi Aleyh Baba, Necdet Baba ve Necdet Baba, Nüket Anne’dir. Bir’in iki olarak zuhur etmiş olan Hakk’ın “el”inin tutulup-taliplilerine bu “ell”erin tutturulmasıdır. İşte kardeşim sende bu “el”i, “ell”eri tutarsan tutulursun.
Üst tarafta Efendi Babam ve Nüket Annem’in vekâleten, Allah esmasına, asaleten Selâm esmasına, bağlı oldukları söylenmişti.
Allah esmasının sayısal değeri (67), Selâm esmasının sayısal değeri (131) dir.
67+131= 198 dir. 19 ve 8 ayrılırsa, 8 (5+3)
Görüldüğü gibi 19-53 tür!
“Heze min fadli Rabbihi” (Rabbimin fazlındandır.)
-------------------
Necdet ARDIÇ
Bin dokuz yüz otuz sekiz,
Dünyamıza geldin şeksiz,
Hakk'tır binen Halka atsız,
Gönül evim Necdet ARDIÇ.
Gece olur Kûr'an okur,
Gündüz olur ilmik dokur,
Aşkı kaynar fokur fokur,
Hizmet derdin Necdet ARDIÇ.
Haydi oğlum dedi Mürşid,
Tevhid eder ilmi Hurşid,
73
Yardım geldi oldu Raşid,
Aziz eder Necdet ARDIÇ.
Nüket anne evlenince,
Cümle uşşak şenlenince,
Cemal, Celal görününce,
Bayram ettin Necdet ARDIÇ.
Biat edip el öperim,
Dedim sensiz ne ederim,
Dedi terket "Ben" gelirim,
Kâmil İnsân NECDET ARDIÇ.
Candan öte çok severiz,
Rüyet etti hep görürüz,
Beden gitti yok oluruz,
Yakîn eder Necdet ARDIÇ.
Derya buldum akar sözler,
İnci işler tezgah közler,
Derviş dalar mercan gözler,
Hayal değil Necdet ARDIÇ.
Her mertebe siryan nurun,
Haydi canlar devran durun,
Bize nefis sofra kurun,
Rahman kokar Necdet ARDIÇ.
Geldin iki binde onüç,
Yetmiş altı dilde onüç,
Tarif etti bizde elliüç,
Terzi Babam Necdet ARDIÇ.
(M. C. - 14-12-2013)
-------------------
74
Kûr’ânı Kerîm kaç âyettir ?
Bu Konuda herkes değişik fikirler beyan etmiş; âyetler tek tek toplandığı hâlde farklı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Daha çocukluk çağlarımızdan itibaren bizlere öğretilen Kûr’ân 6666 âyettir ifadesine bir türlü ulaşılamamış, bu fikir de nazari bir bilgi olarak kalmıştır.
Bu konuda ehl-i zahiran çeşitli çalışmalar yapmış ancak 6666 sayısının varlığı ortaya çıkmamıştır.
Düşündüm ki, bu konuda gerçeğe ulaşabilmek ancak gönülden gelen beyanlarla mümkün olabilirdi.
53 ve 13 görünüşte ayrı ayrıdır; hakikatte ise, aynı olan bu iki sayıyı
önce 53 başa gelecek şekilde bitişik yazalım,
(5313)
daha sonra da 13 başa gelecek şekilde birbirlerinden ayırmadan yazalım.
(1353)
Bu iki sayıyı birlikte toplayalım 5313
1353 (Aynı zamanda Rûmi doğum tarihi)
Toplam 6666
Allah’ın büyük bir ihsanı olduğunu bu işlemde sadece bu iki sayı ile yani 53 ve 13 ile bu sonuca varılabiliyor.
Ayrıca beşeri anlayışımızın dışına doğru çıkıp, her türlü kayıtlanmalardan ve şartlanmalardan sıyrılıp, özgürlüğe doğru kanat çırptığımızda, sayıların esrarıyla buluşuyoruz.
Sayıların hakikatine doğru nüfuz ettiğimizde ise, sayıların bir elbise ve perde olduğunu farkediyor, onlara dokunduğumuzda ise, “Zât-i İlâhi”nin nâmütenâhi atmosferinde zevk ile insân’ın ve âlemin hakikatinin
75
özelliklerini derk (idrak) edebiliyoruz.
Esasen sayılar, vahyin içinde bizâtihi mevcuttur.
Sayılar “Kelâm Sıfatı”nın anahtarı gibidirler.
Onlara dokunup açtığımızda ise, “İlâhi Kelâm”ın hıtabını hem duyabiliyor, hem okuyabiliyor, hem de seyredebiliyoruz.
Öyleyse sayılara dokunup, onlarla konuşabilmenin ölçüsü ne olmalıdır?....
El Cevab : Kûr’ân’a ve dolayısıyle İnsân-ı Kâmil’e dokunmanın ölçüsünü yine Kûr’ân-i ifadeyle Vakıa sûresi 56/79 âyetindeki
-------------------
(lâ yemessehu illel mutahherune)
(56/79) “mutahhar (tamamen temiz olanlar) dan başkası ona dokunamaz (el süremez),”
-------------------
Emr-i ilâhisine göre, tenzil-i mushafa dokunmak şer’an caiz olmadığı gibi Zât’ın hakikatine ve esrarına dokunmak da taharette temizlenmeyenlere câiz değildir.
Ayrıca bu ifadenin sûre ve âyet numaralarına baktığımızda; 56. sûre ve 79. âyet (56 + 79) = 135 135 (13) i ve (5) i
sonra da 5 ve 3 ü yanyana getirip, (53) ün varlığını müşahade ediyoruz.
Sayılar, gönülden gelen haberlerin aynı zamanda tasdikleyicisidirler ve öyle olmak zorundadırlar.
Sayılar, “Zât-i İlâhi”nin abd’ına kendini bildirip,
76
tanıttığı sembollerdir. (Ç.H.U.)
-------------------
Terzi Baba Necdet Ardıç (19/53) hakkında ne duyuldu, ne görüldü ne söylendi ne yazıldı?
Bu bölümde Terzi Babamdan gelenler (12) ve (39) nolu TERZİ BABA 1. ve 2. kitapları ve (32), (79), (80), (86), (91) (101) nolu ve diğer TERZİ BABA kitaplarından yapılan 19/53 sayısı ile ilgili bölümler alınarak düzenlenmeye çalışılmıştır. Aslında tüm yazılanları buraya almayı gönül isterdi ama tüm yazılanlar hacmi yaklaşık 2000 sayfayı bulduğu için bu mümkün olamamaktadır. Terzi Baba hakkında araştırma yapmak ve bilgi sahibi olmak isteyenlerin adı geçen eserlere müracaat etmeleri uygun olacaktır. 19/53 konular daha geniş mana da ilgili kitap ve dosyalarda bulunabilir. (Mu…Ca…)
TERZİ BABAM’DAN GELENLER
Terzi Babam dan gelen 19/53 bağlantılı yazılar daha fazla idi. İlgili bölümler alındıktan sonra kalan yazılar buraya dahil edilmiştir.
-------------------
(1953) senesinde İstanbulda ilk defa istanbulun (500) fethi kutlamaları başlamıştı. T.B.
-------------------
Aşağıda ki zuhuratın tarihi de dikkat çekicidir.
18-19/05 (rüya, sabaha karşı)
Eskiden kaldığım köyden tanıdığım bir kadının (Hanife teyze) veçhini yakından gördüm. Yazmasını çıkarıp iki tane saç örgülerini görüyorum ve bana çok canlı gözleriyle bakıyordu. Bir selâm vermek istiyordu sanki.
Bu ismi merak ettim, Internet üzerinden araştırdım ve bu ismi “bilim, erdem ile ilgili” olduğunu okudum. Fakat
77
asıl şaşırdığım nokta, verdikleri bu ismin sayısal toplamının: 53!! Olduğunu görmemdir.
Bu da ayrı bir 53 bağlantısıdır.
Ayrıca bilindiği gibi (Hanif) makam-ı İbrâhimiyyenin ilk tarifi, ve (Tevhid-i ef’âl) in, yaşam yerinin tarifidir. Ayrıca büyük muhabbet ve sevginin de tarifidir. (M. C.)
-------------------
ELMAS kelimesindeki harflerle Türkçe alfabesi ile “SELÂM” yazmamız mümkündür, aynı şekilde Arabça alfabesi ile “ELMAS” yazılırken Elif-Lâm-Mim-Elif-Sin
harfleri kullanılmaktadır ki İSLÂM yazılırken de (Elif-Sin-Lâm-Elif-Mim) aynı harfler kullanılmaktadır ve ebced hesabı ile rakamsal karşılığı (132)’dir. (13) (2) (132= 12x11)
Kimya biliminde karbon (C) simgesi ile ifade edilir ve atom numarası (12) dir. Meratibi İlâhiyye de 12 nci mertebe bilindiği gibi İnsân-ı Kâmil mertebesidir.
Ayrıca (C) simgesi bilindiği gibi Arabça alfabesin de CİM harfidir ve büyük ebced hesabına göre rakamsal değeri ise (53) tür. Bu tevafuku Gönüllerinize sunuyorum.
Kıssa ile ilgili arzımı Al-i İmrân (3) Sûresi (132) nci Âyeti kerimesi ile bitirmek istiyorum.
-------------------
~~3.132~
وَاَطٖيعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
~( Ve etîullâhe ver rasûle leallekum turhamûn.)
(3.132) – “Allah’a ve Rasûlüne itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.”
-------------------
Yukarıda da dikkat çekildiği üzere, elmas’ın sayı değeri (132) Âyet-i Kerîme’nin de sayı değeri (132) dir, ve
78
itaatten bahsetmektedir. Ayrıca (132) nin (2) sini ayırdığımız zaman geriye (13) kalır ve böylece, elmasın içinde bulunduğu sayısal değerler, sırasıyla (2) (12) (13) (53) tür. Ve bunların neler olduğu da malûm’dur.
(M. C.)
-------------------
Dostları ilə paylaş: |