Süleyman Han Otağı İrem Bağı'nın anlatılması
Bu hıyaban bağın içinde tüm sokakları renk renk, çe-
200
«it çeşit başka tarzda yapılmıştır. Her yolu birer çeşit bukale-mlm nakşı kuşgözü gibi küçük değerli taşlar ile döşenmiş, sanki Hint füsuskârîsi gibi ibretlik mermer kaldırım döşelidir. Her tarhındaki tahta denilen tarlalarında birer türde çiçekler var ki Osmanlı ülkesinde, Arap ve Acem'de, Leh, Çek ve Moskov ülkelerinde öyle çiçekler yoktur. Hatta kırk altı çeşit katmerli gül hediye getirdiler. Ve gülün asıl rengi kırmızı, beyaz ve sarı olmaktır, ama bu Meram Bağı'nda yeşil, mavi, al, bulut rengi, ablak, la'lî, haşhaşı ve nice türde güller var ki güzel kokusu insanın beynini kokulandırır.
Sözün kısası bu yeryüzünde olan çiçekler, bitkiler, otlar ve güllerden başka Yenidünya'dan ve diğer iklimlerden hediye getirdikleri çiçek tohumlarından nice yüz bin çeşit renkte değişik çiçekler var ki görenin Sübhanallah demesi muhakkaktır ki tüm dünyanın beğenilen çiçekleri buradadır.
Allah'ın hikmeti bu bağda hurma, servi, şimşir, incir, zeytin, nar, cümmeyz, ardıç ve sanevber yoktur, ama tüm meyve ağaçlarının her çeşidi burada mevcut olup bir okka gelir elması olur. Lakin üzümü biraz yemesi hoş ve ekşi olur, zira kışı çok şiddetli olduğundan nice çeşit meyveleri olmaz.
Bu bağ içinde her gelen zevk sahibi krallar çeşit çeşit tek katlı ve iki katlı köşkler, dinlenme yerleri, sanatlı ve süslü bölüm bölüm Havarnak kasırları yapmışlardır, bunların her biri değişik tarzda yapılmıştır.
Tüm taşları yeşim, harekani, yerekani, balgamı, ferah taşı, mermer, somaki, zenburi, seylâni, akik, yemeni, savvani, ebri renk renk taşlar ile döşenmiş kaalar, mastabalar, sofalar ve kö-rünüşler (toplantı yeri) var ki her biri birer kralın işret verici eseridir.
Asla birbirine benzemez nice bin çeşit fıskiye, havuz ve şadırvanlar, selsebil ve fevvareler var ki her birine insafla bakan parmağını ağzına götürüp hayretler içinde kalır. Bazı maksure ve şadırvanların önlerinde nice bin çeşit sanatlı çarkları ve seyirlik Samakov çekiçleri ve Mevlevi semâzen tasvirlerini sular çevirip nice bin çeşit Frenk veled-i zinalığı şeytanlıkları var.
Ve nice yüz yerde maksureler önünde nice yüz çeşit çarkları sular döndürdükçe yüzlerce çeng, rebap, şeştar, ıklığ, çö-
201
ğür ve erganunları, nakus [52b] ve mizmeratları tüm su dolap, larınm çarkları birer sanat ile çalar ki bu da bir ibretlik seyirdir. Yine nice yerde de ney gibi kaval, düdük, miskal, danki-yo ve çağırtma düdüklerinin çeşitlerini su çarkları körükleri çekip rüzgâr ile körükler dolup oradan bu sazlara körüklerden rüzgâr vurup rehavî makamında sazlardan türlü türlü nağmeler çıkınca sanki Hüseyin Baykara fasılları olur. İşte böyle çok garip su çevirir çarkların körük sazlarıdır.
Bu İrem Bağı'nda da ibret verici acayip ve garip eserler çoktur. Eğer seyrettiğimiz üzere özellikleri yazsak ravza-nâme adında bir cilt kitap olur.
Bu İrem Bağı'nm bir köşe tarafında bin adım kadar yerin dört tarafı ve üstünün her tarafı kalın sarı pirinç tel ile kapatılmıştır. Başka telden örülmüş kapısı var, bunun içinde ağzına kadar bülbül, karatavuk, sarıasma, iskete, filironya, saka kuşu, baştankara, ispinoz, tuti, papağala, mina, bozbakal ve nice bunların benzeri ötücü güzel sesli kuşların hoş nağmeleri ve binlerce yerde yanık sesli bülbüllerin ötüşleri duyulur. Bu iç açıcı yerde daha başka can sohbeti edecek maksureler ve bütün kuşlar için yuvalar var.
Bu şebekeli bağın da içi sık orman, güllük ve reyhanlıktır. Bu bütün hoş sesli kuşlar yaz ve kış bu şebekeli kafesli cennet bağı içinde yuva kurup yavru çıkarırlar, ama Alman Dağları eteği olmak ile kışı sert olup bütün kuşlar için bu bağın duvarları içinde ve gayri yerlerde nice yüz bin delikler yapmışlar, kış günü bütün kuşlar orada kışlar.
Bu bağın bir köşesinde de yine sarı pirinç telden örülmüş bir bölük hane vardır. Bütün doğanlar, şahin, balaban, zağanos, karakuşlar, karagözler, devlingeçler, atmacalar, deliceler ve yelveler kısacası tüm yırtıcı avcı kuşlarının bu bağda başka başka tülek haneleri ve başka doğancıları var.
Bir köşesinde de hayvanların her türlüsü var, ancak fil ve gergedan ve zürafa yoktur. Yoksa arslan, kaplan, bebir, peleng, tilki, çakal, kurt ve Yenidünya yaratıklarından bu dünyada görülmemiş hayvanlar var ki gören insan hayran olup şaşırır. Bunların da bakıcıları başkadır.
Bir tarafında da ister karada ve ister denizde yaşasın yaba-
ni hayvan ve kuşların her türlüsü mevcuttur. Mısır'dan Men-zjle adlı vilâyetten ve Funcistan padişahı vilâyetinden nice bin reşit kuşlar, kaz, ördek, angıt ve güvercin çeşitleri ve her diya-rın cins cins kuşları mevcut olduğundan başka ceylanlar, yaban gsekleri/ sığınlar, karacalar, tablalılar, yağmurcalar, geyikler, yabani koyunlar, dağ keçileri ve Alman ayıları var ki fil kadar, kısacası Cenâb-ı Hak bu yeryüzünde canlı kısmından ne yarattıy-sa bu bağda mevcuttur. Yenidünya yaratıkları da sayısız mevruttur. Zira bu Nemse çasarı bütün Hıristiyan milletlerine üstünlüğü olup şehinşah (imparator) olduğundan bu gibi şeylerin taht merkezinde bulunması ihtişamının sebeplerinden ola.
Bu bağda asla evler yoktur. Ancak bir tür acayip elbise giyer 2 bin kadar bostancı kefereleri var, adı geçen kulelerde olup bağcılık ederler ve gece gündüz gelip geçenlere canla başla hizmet ederler. Ama,
Garip iş: Bu bağ içinde seyredip gezerken bazı gafil adamların yanında zemberekli lüleler vardır. Bilen adam zembereğe basınca bilmeyen adamı zemberekten çıkan su ıslatıp üstü başı sır sıklam olup tüm dostlar seyredip gülüp eğlenirler.
Acayip seyir yeri: Burada büyük bir havuz vardır. İçinde o kadar balıklar var ki hesabını ve çeşitlerini ancak Allah bilir. Gece ile bağcılarda bir tür mumlar var, bu havuz kenarında o mumu yaktıklarında o havuzun bir köşesinde bir kemer vardır, hemen o kemer içinde küçük kalyonlar ve kadırgalar belli olup savaş etmeye başlarlar. Adamları toptan ve tüfenk-ten [53a] ölüp kimisinin adamları denizde boğulur. Bazısı kalyonlar ve kadırgalar alıp içinde insanoğlu Yecuc ve Mecuc gibi kaynaşıp bir arbede ve bir kızıl kıyamet cenk olup yine gemiler anılan kemerlerden içeri giderler.
Diğer ibretlik seyirlik: Yine gece ile bir havuz kenarına varıp bağcıların işbilir ustaları havuz kenarında yine bir güne alaca mumlar yakıp havuz içinde o kadar çıplak insan belli olup havuz içinde avrat ve oğlan birbirleriyle güreşler edip türlü türlü sevişme ve fuhuş gösterileri ederlerdi. Nice su canavarları şekillerinde adamlar çıkıp ağızlarından seyreden insanlar üzerine ateş püskürtüp halkı kaçırırlardı ve kendileri de havuz içinde kaybolurlardı.
202
203
Diğer ibretlik: Yine gece ile bağcıların ihtiyar kefereler' havuz kenarında neft ve katran şekilli kötü kokulu şeyler ya kıp su içinden başlı ve başsız insan ve insan leşleri çıkıp na. vuz suyu coşup dalgalanıp yine sakinleşirdi. Bu ateşler üzerine bağcılar bir çeşit darı gibi, burçak, nohut ve bakla gibi tahıl-lan dökünce havuz kenarındaki seyreden adamların kimi başlı, kimi başsız, kimi sarı ve kırmızı ve yeşil ve kara çehreli olun bazı insanlar korkularından kendini başsız sanırdı. Hatta paşa imamının bir oğlanı kendini başsız görüp kendini havuza atm boğulayazdı. Bağbanlar çıkarıp oğlanı kurtardılar.
Kısacası, bu şehirde bir hafta oturup her gün gelip pacjj. şahça seyirler edip eğlenip zevk ü safâlar ederdik. Daha nice bin çeşit ibretlik şeyler gördük, ama yazılması mümkün değildir. Rum, Arap ve Acem'de ve tüm kâfiristanda bu İrem Bağı meşhur olup kralların hasret çektiği sanatlı bir cennet bahçesidir. Hatta bir kral tahta çıktığında Beç'ten büyük törenle buraya gelir, Sultan Süleyman Han'ın halvethanesinde başpapaz krala kılıç kuşatır, yine büyük törenle Beç Kalesi'ne girip tahtına oturur.
Bu cihan bağı Beç Kalesi'ne bir iyi top menzili yüksek bir yerde Küçük Alman Dağı eteğinde bir İrem bahçesidir. Buraya böyle değer verip İrem Bağı kalesi yapmaktan maksat odur ki, "Böyle bir Süleyman tahtı seraperdesi sahibi Süleyman Han, bu mahalle gelip 200 bin askeriyle üç ay Beç Kalesini dövüp kışa kalıp ve Beç Kalesi'ni alamayıp böyle otağını bıraktı gitti" diye kendi namlarının değer kazanması için bu kadar hazine ve Karun malı harcayıp böyle kale ve bu gibi bir cennel
bahçesi yapmışlardır.
"İnşaallah yine bizim için mamur olmuştur. Tanrı yine İslâm eline nasip ede" dediğimde bir abdal şekilli çâşnigir
adam,
"Allah bu bağı ve Beç Kalesi'ni [10]94'te [1683] İslâm eline
vermeye, zira bu binaları tamamen harap ederler" deyince gözleri kan tasma döndü.
Meczup bir kimesne idi, ama Allah en yakın zaman İslâm askerinin bu şehir toprağına ayak basmasını nasip ede, âmin.
204
Bu bahçenin dört tarafında o kadar vezir ve ileri geleı
Ufirlerin bağ ve bahçeleri var ki hesabını baş komiser bilir, zira hu şehrin hâkimi odur.
Bu şehrin doğu tarafında Tuna Nehri'ne kadar 2 saatlik yer baştanbaşa bağlar, bahçeler ve akarsulardan taşra tamamen yedilik ve lalelik asker konacak ovalardır.
(1,5 satır boş)
Bu Meram mesire yerini gezip dolaşıp kralın ziyafetlerini ilci kere yiyip paşa kethüdasına ve tüm tabilerine kral tarafından az ve çok hediyeler verilip oradan yine tekrar, Peşpehil şehri menzili Burada bir hafta zevk sürüp eğlendikten sonra onurlu çasar tarafından baş tercüman meykel ve baş komiser gelip,
"İmparator hazretleri sultanıma selâmlar etti. 'Sabahleyin mübarek pazarımız günüdür. İnşaallah alay ile şehre teşrif buyurursunuz' dediler. Ancak Ağırlık arabaları ve bütün ağırlıklar önce gitsinler' diye çasar hazretleri buyurdular" dediklerinde hemen paşa,
"Bizim ağırlığımızda kimsenin hükmü yoktur. Padişahımızın içinde emanet hediyeleri vardır. Ağırlık bizden ayrılmaz" dedi. [53b]
Elçi paşanın tercüman ve baş komiser ile tartışmasını bildirir Kefereler: "Sultanımın ağırlığı ileri gitsin demekten murat odur ki sultanımın konağı kalenin dışındadır. Sultanım siz saadetle alayınızla kale kalabalığından geçersiniz. Onun için ağırlık önce gitsin, dedik". Paşa,
"İmdi arabalar ve develer taşradan gitsin, katırlar benimle gitsin" dedi. Komiser:,
"Sultanım çasar hazretleri azametiyle buyurdular ki" deyince hemen paşa,
"Vallahi melun ve dinsiz, bir dahi senin ağzından 'çasar azametiyle şöyle buyurdu' lafzını işitmeyim, yoksa seni hançer kabzasıyla tepelerim. Azamet, bir Allah'a mahsustur. Bizim Mekke ve Medine padişahı bile azametimle diyemez de sen ikide birde azametiyle dersin" deyince kâfirin konuşmaya dermanı kalmayıp hayretler içinde donup kalınca Meykel tercüman:
"Sultanım, çasarm size bol bol selâmları odur ki Alaylarıy-I* kalemize girerken sancakları, bayrakları ve alemlerini açma-
205
smlar, sancak sırıkların kaldırmasınlar ve omuzlarında götür-meşinler, zira kale kapısı alçaktır. Ve mehterhanesini çalmasınlar ve benim mehterhanem paşanın önü sıra çalınsın. Ve bizim sultanzâdeler ve vezirzâdeler paşanın önü sıra gitsinler ve pa. şanın ardı sıra benim iç oğlanlarım yürüsünler. Ve tüm atlıla. rım, goroflar, kaptanlar, irşekler ve beylerim paşanın önü sıra gitsin' diye çasar buyurdular" deyince o an paşa bir ateş parçası olup:
"Bak-a kâfirler, beni bu şehirde bir hafta oturtmanın aslı fer'i ve neticesi buna mı çıktı? Bu sizin ettiğiniz anlamsız teklifler bize saygıdan mıdır, yoksa hakaret için midir?" deyince
kâfirler,
"Hâşâ sümme hâşâ bu cevaplar sultanıma hakaret için ola Ancak tüm gelen elçi paşa kardeşlerinize de böyle ederiz. Un-gurus kanun ve kuralı böyledir" dediklerinde zorlu paşa,
"İmdi sizin kanununuz öyle ise o dinsiz kâfirin kanunsuz geçersiz törenleridir, ama biz İslâm padişahının vezirleriyiz, Bizim İslâm üzere kanunumuz böyledir ki ben Rumeli beyler-beyisiyim, teşrifat kanunumuz budur ki padişah tarafından 12 yük akçe hass-ı hümâyûnum vardır. İster azledilmiş olayım, isterse görev başında olayım, dava dinleyip suçluları cezalandırarak ve yedişer kat mehterhanemi çalarak alay ederim ve alayımın içine yabancıdan bir adam koymam, girerlerse vur emrini veririm.
Ben Mekke ve Medine, Kudüs-i Şerif, Bağdad, Mısır, Şam ve Haleb padişahının elçisi olam, niçin Resulullah Sancağım açmam, niçin mehterhanemi çalmam ve niçin alayımın içine kâfirleri koyup bütün ağalarımı dağıtayım? Ve niçin alayımda kâfirlerin borularını, davullarını ve deccallarını çaldırayım.
Ey imdi sizin niyetinizi ve maksadınızı anladım. Biz sizin bu teklifiniz üzere krala varmam ve Âl-i Osman kanununu bozmam. Ve beni diğer elçilere kıyas etmeyin. Onlar Kani-je Eyaleti ve Tımışvar Eyaleti pâyesiyle gelirler idi. Mal elde etmek için Osmanlı'nın namusuna eksiklik getirip kral elinden şarap dedikleri haram şeyi içerlerdi. Bana ise ne mal, ne menâl ve ne batasıca şarap gerek. Ancak padişah namusu ve îslârr onuru lazımdır.
Eğer kanunumuz üzere 560 adet adamlarıma birer kıyye ek^ek, birer okka et, 500 baş atıma birer yem ve diğer gereksinimlerimizi verirseniz kabulümdür. Yoksa kanunumuza uymayın bize hakaret ederseniz ben burada on yıl tüm adamlarımla otursam şir-i hurma ve katırnebat yedirip hepsine dîbâ, şîb ve zerbâf giydirip otururum ve sizin bana iltifat etmediğinizi Sadrazam'a arz ederim. Sizin de elçinizi İstanbul'da köpek yerine komayıp rağbet ve iltifat etmeyip Galata'da meyhaneler içinde pağurya, yengeç, kerevit, sağorine, midye ve istiridye adlı sUprüntüleri, sümüklü böcekleri, kaplumbağa ve ahtapot balıkları yesin" dedi. Paşa devam edip,
"Tez divan efendisini çağırın, Sadrazama hâlimizi bildirip arz edelim, askeri ve Tatar askerini dağıtmasınlar" diye divan efendisine arz yazmayı tembih buyurduklarında hemen tercüman ve komiser keferelerin akılları başlarından gidip paşanın ayağına düşüp,
"Aman sultanım lütfeyleyin, arzı yazmayın. Varalım bir kere çasara danışalım" dediklerinde paşa,
"Bre hey, melun ve dinsizler, söze gelse 'Çasar şöyle Cem-haşmetli ve şanı yüce [54a] filân falandır' dersiniz. Bunu çasara danışacak ne var, çasardan gayri iş bilir ve söz bilir adamlarınız yok mudur? Bizim Âl-i Osman vezirleri işler görür, kaleler alır, bozar bozulur, Erdel krallarını ve Eflâk ve Boğdan beylerini azledip Erdel'de Yanova ve Varat kalelerini fethederler, padişahın haberi olmayıp sonra fetihname haberini gönderirler, ama sizler elçiye bir ekmek ve bir okka et fazla verelim mi diye hemen çasara danışırsınız ve yine Âl-i Osman ile denklik satarsız" deyince tüm kâfirlerin özürleri kabahatinden büyük olup sus-pus oldular.
Kısacası, bu hâl üzere nice çeşit dedikodu, ileri geri sözler ve uğraşlar oldu, ancak elçi paşamız yere gelesi kâfirlerin sözlerine zerre kadar uymayıp tüm söylediklerine karşı çıktı.
Sonunda bir hafta direnmeden sonra elçi paşanın her ne istekleri var ise kral,
"Makbul-ı hümâyûnum olmuştur. Safa geldin ve hoş geldin, kadem getirip yüzümüz basa geldin, ama kale içinden alay ile geçerken sancaklarını biraz eğsinler" diye rica etmişler. An-
206
207
cak daha önce, sancakları açmasınlar ve baş aşağı etsinler demişler idi. Şimdi birazca eğsinler, demişler. Hemen Paşa,
"Hâşâ ben sancağı aşağı alıp bu iş sahibi olam, meğer burada ölem" diye ağır yeminler etti. Sonunda kâfir çasar çaresi» kalıp hiçbir ricaları geçmedi.
Beç Kalesi'ne alay ile girdiğimiz düzeni bildirir Sabah olunca baş meykel, baş komiser ve ikinci vezir paşa huzuruna gelip yer öpüp,
"Çasar size selâmlar etti, buyurun alayınız sizin istediğiniz şekilde olsun" diye kraldan bir cevahirli ve sekiz atlı bir hınto araba getirdiler. Gerçekten de çasar krala mahsus murassa arabadır ki gören insanın gözleri kamaşır. Hemen Paşa,
"Ben arabaya binmem ve biz Osmanlı'yız. Bizim mutadımız küheylân atlara binip cirit oynayıp gazalara gitmektir. Bizim İstanbul'da böyle arabalara avratlar biner, bize lazım değil-
dir" deyince,
"Siz bilirsiz sultanım" deyip kefereler bir tarafa durup tüm İslâm askeri alaya hazır olup yedişer kat mehterhane ve tamamen cebe ve cevşene gömülmüş olup hazır durdular.
1074 yılı Zilkade ayının [Haziran 1664] (—) gününde Cumartesi günü tüm ağırlıklar ile tuğları konakçıbaşı Beç'e götürüp konaklarımıza tüm hizmetçilerimiz konakladı. Sonra bütün hizmetçiler silâhlandı. Donanımlı ve mükemmel hazinedar ağa ile geride gök demire gömülmüş çârkâb tirkeşli iç ağaları, hazine katarları, arabaları ve develerin ardala ve çanlarını çalarak, bütün katarların havut ve hataplarma bayraklar süsleyip köslerini çalarak bütün çaşnigirler ve kilarcılar pür-silâh küheylân atlar üzerinde ellerinde mızrakları üzere çeşit çeşit ipek bayraklarını süsleyip ve bütün ağırlıkları yüklü olan Nemse arabalarını da bayraklar ile donatıp konağa gittiler, tüm ağırlıkları yerleştirip sabahleyin Pazar günü konağa gidip yerleştiler.
Ardından seyis ve harbende sınıfı kalıp konakçıbaşı, ha-zinedarbaşı ve bütün hizmetçi karakullukçular yine Peşpe-hil şehrine gelip bütün ağalar atlara binip öğleden 3 saat evvel tüm İslâm askeri hazır durdular.
Hepsinden önce akkâmlar ve bütün meşaleciler meşalelerinin saplarına renk renk atlaslar sarıp ve meşaleler boğazlarına
208
kıymetli nakışlı yağlıklar bağlayıp ve meşalelerin içlerini lâle, sümbül, menekşe ve erguvanlar, gül, ful ve reyhanlarla süsle-vip usul üzere illâ yansıırıı's-sultan diyerek geçtiler.
Ardından Tatar askeri, ardından çaşnigirler, ardından taşta kilarcılar, sonra aşçılar, sonra müteferrikalar, ardından Tatar askeri, sonra riayet edilen ağaları, sonra bizim ile tayin olunan Rudin, Eğri, Kanije, Ustolni-Belgradı ve Üstürgon ağalarının ileti gelenleri, bunlar da pür-silâh, zırh, zereh-külâh, kaplan postu ve kartal kanatları arkalarında, başlarında Salihli, Yahyalı, Porçalı, Gerz-îlyaslı ve Evrenos taçlar ve yelken takkeler giyip, Hasenî, Hüseynî ve Tunageçti kınalı atlar ve yedekleri olup ellerinde kurt tüyü sarılı kosdaniçse sırıklar üzerinde türlü türlü ipek filandıra bayraklar ile ellerinde ve bellerinde karabina tü-fenkler ile at başı beraber geçtiler.
Ardından paşanın delileri ve sonra gönüllüleri yine böyle pak silâhlı ve donanımlı geçtiler.
Sonra bu asker içinde altı çift alay çavuşları ve korkunç görünüşlü silâhlı, donanımlı, altınlı mintan kaftanlar, altın ve gümüşlü kemerler, mükellef gümüş çevgan ve kadife çarkab düğme şalvarlar, başlarında renk renk serbendler üzerine anka si-murgu tüyleri ve nice çeşit [54b] ablak telekler, turna telleri ve şahin tellerini başlarına süslemişler. Atlarının başlarında da ablak teller, boyunlarında ziller ve altı parça geyim yanaklar tamamen Nahçıvan demirinden olup bahrî hotaslar ve kaplan postları ile asker arasında çavuşlar Allahu Ekber narasını vurarak ve tüm askere "İkişer ikişer ağalar" diye bağırarak geçerler. Ardından iskemle sahibi, katar ve katır sahibi kapucubaşı-lar pür-silâh altınlara gömülmüş olarak samur kürkler ile atları bahrî hotas ve yancıklarıyla küheylân atlar üzerinde yan yana ve yular yulara giderken artları sıra her ağanın pür-silâh kantar sırıklı köçekleri ile geçtiler.
Bu ağaların önleri sıra birer ve ikişer küheylân at yedeklerini süslü ve giyimli yedekçileri bir sıra yedekler çekilip geçerler. Ardından bu kapucubaşıların ardı sıra tuğlar ve yüğrük bayrakların önü sıra imam, müezzin, hakir, paşanın şeyhi, kadı efendi, divan efendisi, kapucular kethüdası ve paşanın oğlu beyefendi de tamamen giyimli ve muhteşem geçildi.
209
Ardından bu askerin ortasında 40-50 kadar kırmızı şalva ı biniciler atlar üzerinde ayakta durarak ve bazısı atlar üzerinH tepesi üzere durup çeşit çeşit silâhşorluklar ederek birbirlerin topuzlar atıp tutup at üzerinde bağdaş kurup diz üzerinde eye hanesinde oturup şimşek gibi at koştururlar. Atlarının karnı al tından girip öte tarafından çıkıp at boynuna asılıp yine ata vu larsız sıçrayıp binerler. Yine at koştururken atın kolanını çözün at yıldırım gibi şakıyıp giderken eyeri altına alıp çıplak at ile koştururken yine eyeri altına koyup atı eyerleyerek gidip at üs-tünde ayak üzere namaz kılarlar. Ara sıra at üzerinde bir ayak üzere durup kimisi at üzerinde uyurlar. Her bir cündîler birer çeşit oyunculuk ve silâhşorluklar ederek geçerlerken kâfirler bu ustalıkları görüp hayretler içinde kalırlar.
Ardından yine bu asker ortasında çeşitli pehlivanların gürzcüleri, yayaları, matrakçıları, kılıç ustaları, at ve deve sıçrayan çapük-bâz pehlivanları ve nice çift yağlı meşin tuman giymiş iriyarı çıplak pehlivanlar sığır boyunduruğu kadar demir yaylar çekerek ve bazı yerlerde güreşçi pehlivanlar birbirleriyle güreş ederek nice çeşit oyunlar edip türlü türlü ustalıklar yaparak geçerler.
Sonra tuğların ardı sıra paşanın mirâhûr ağası bütün saraçları ile ellerinde kargı kantar sırıkları ile geçip ardından sonra padişahımızın çasara hediye gönderdiği 12 baş küheylân ve sâfinâtu'l-ciyâd gibi atlar ki her biri Âl-i Osman ahırında birer muteber attır, pak ve pakize gümüşî çullar üzere dîbâ sağrı-puş ile atları süsleyip her atın başlarında çeşit çeşit sanatlı saçak peçeli çatal zincirli yularların her birini beyaz külâhlı ye-dekçi halifeler, her atı ikişer adam zapt edip bazı atların ayaklarında zincir bağları kığış kığış öterek her bir at yedi başlı ejder gibi sıçrayıp dans edip kişneyerek ve yanları sıra üstad Arap seyisleri yaya geçip her atların başlarında ablak sorguc-ı sahi teller ve çelengler ile her atın yanları sıra ikişer adet yine beyaz külâhlı hasâhûr halifeleri ve beyaz külâhlı yaya yardımcıları atların yanı sıra geçerler. Sonra başhalife krala verilecek iki adet mücevher, murassa ve altınlara gömülmüş cevahir eyerli, cevahir koşumlu, tamamen inci, la'l ve yakut ile süslenmiş diktik ve uyanlı iki baş küheylân atlar geçerken bunla-
210
ıh da yanlarında yine pak giyimli ahır yamakları beyaz yedek-çikülâhlarıyla geçtiler.
Ardından bunların ardı sıra paşanın Ahır Kethüdası ile pa-nın 9 adet zer-ender-zere gömülmüş pür-silâh mücevher ko-'ijmlu ve 9 nefer yedekçiler küheylân atlar üzerinde zırh ve zeı-eh-külâhlı ellerinde yedekleri ile birer birer geçtiler.
Bunların ardı sıra altın taşlı, başları beyaz ablak telli ve elleri Ebu Müslim baltalı on nefer satırların her biri dîbâ, şîb, zerbâf ve çârkâb inci dikme hil'atler, zerdûz eteklikler, inci dikme kan-turalar, bellerinde debdevî, dehdehî, zilbem ve âfitâbeler, murassa cevahir kuşaklar ve cevahir gaddare kılıçlar ile ikişer ikişer geçerler.
Ardından bizzat paşanın sağında ve solunda mataracılar ve tüfenkçiler kırmızı çuka dolamalar ile cevahirli Sinan Paşa matarası ki 40 bin guruş kıymet takdir olunmuştur ve mücevher zernişaneli ve sadefkâr kundaklı dalyan tüfenkler ve başlarında sırma zerdûz keçe üsküfler üzere beyaz otağalar ile olup vakarlı paşa ise zer-ender-zere gömülmüş küheylân at üzerinde Rüstemane oturup başında Selimi sarığı üzerinde murassa hümâ kuşu sorgucu ve sırtında samur kabaniçse üzere murassa kılıç çarkab okluk kuşanıp ardı sıra kırmızı keçe üsküflü silâhdar ve çukadar, ardı sıra yüz çift pür-silâh iç ağaları tamamen pür-silâh olup küheylân atlar üzerinde yancıklı ve bahrî hotaslı iç ağaların ellerinde gümüş sarılı siyah sağrılı hıştlar ile ikişer ikişer [55a] geçtiler.
Ardından 50 çift iç mehterleri, bunlar da pür-silâh tokmak tüfenkler ile geçince ardından paşa kethüdası tabileriyle pür-silâh geçtiler.
Sonra sancaklar ve bayraklar, sonra yedişer kat usta çalıcı mehterleri segah makamında bir hoş-hava peşrev faslı edip geçtiler.
Ardından iç ağaların saraçları, ellerinde kargı sırıkları ile pür-silâh geçtiler.
Ardından sakalar meşklerini ve atlarını rengârenk çiçekler ile süsleyip kendileri siyah meşin dolama esvapları ile geçerken kırbalarında miskli bal şerbetlerini iki taraflarında olan seyirci kâfirlere dağıtarak geçtiler.
211
Bu padişah alayı düzeni üzere Süleyman Han Otağı balı çesi önüne varılınca başveziri olan Rudolfoş adlı zat, kralda paşaya bir cevahir eyerli küheylân at getirip paşanın göğsü nü öptü. Diğer prensler, vezir çocukları ve diğerleri atlarından inip paşanın eteğini öptüler. Paşa da yüz bin naz ve istiğna ilP kralın gönderdiği ata binip biraz gidince yine attan indi. Zira melun kâfirler kötü huylu at getirmişler. Yine paşa kendi atına bindi. Bütün gelen kâfirler bizim alayımızdan ileri gittiler Vezir de çasara gitti. Ancak bizim alayımızda paşa yedekleri önünde altı vezir ile altı adet kâfir borusu çalınıp zorunlu olarak paşa iç ağaları içine vezir oğulları ve prensler ki her biri birer güneş ve ay parçası oğlanlar, iç ağaları içinde kaldılar.
Bu anlatılan şekilde bütün askerimizle yavaş yavaş gidip iki tarafımızda denizler gibi kara şapkalı kâfir askerleri içinde kalıp Beç Kalesi'nin Peşpehil Kapısından içeri girerken sancakları, bayrakları ve tuğları kukalarından çıkarıp sancakları omuzlara alıp kale kapısından içeri girdik, gerçekten kapısı küçük imiş. Hemen yine sancakları açıp "Allah'tan yardım ve ya-km bir fetih" [Kur'ân, Saff 13] âyetleri zerdûz kâr ile gözükerek giderken Beç Kalesi'nin tüm sokakları, bütün dükkânları ve altışar yedişer kat yüksek saraylarının pencereleri, damları, çatıları, bütün balkonları ve taraçaları insan deryası olup alaylarımızı seyrederlerdi.
Bu hâl üzere kale içinde bizi bir saat boyunca kâh kuzeye ve kâh güneye sokak sokak gezdirdiler. Daha sonra kütür kütür mehterhanemizi çalarak şehir içi güm güm öterek Beç Kalesi'nin kuzey tarafında üç kat demir kapılardan dışarı çıkıp Tuna Nehri üzerinde bir ağaç gemi direklerinden yapılmış köprüden hepimiz geçtik. Ada varoşunda paşayı konağına koyup tuna ağa ve 6 adet kral vezirlerine ki onlar bizi alay ile kılavuz olup getirmişlerdi, onlara ve prenslere paşanın büyük bir ziyafeti olmuştur ki yemeklerin misk ve amber kokusundan kâfirlerin ve diğerleri beyinleri kokulandı. Yemekten sonra kraldan baş komiser ve Meykel tercüman gelip,
"Çasar size bol bol selâm ettiler, yoldan gelmişlerdir, şu meyveleri, şekerli macunları, içecekleri, bu zerdûz dîbâ, şîb ve zerbâf çarşaf, yorgan ve pijamaları kabul edip bir hafta istira-
1 at edip yine gelesi Pazar günü inşaallah onlar ile görüşürüz" Hedi diye bu haberle 400 adet kefereler ile bu kadar yiyecekler, ■recekler, değerli giyecekler ve az bulunur meyveler geldi ki he-•mrıiz ondan yararlanıp zevk ettik.
Sonra paşa bu hediyeleri getiren keferelerin her birine onar altın bahşiş verip bütün kâfirler gittiler. Bizler de konaklarımızda huzur içinde olup her gün türlü türlü seyirler ile eğlenip Beç Kalesi'ni gezip dolaşırdık. Ama bu hakirin Tuna kenarında bir şahane geniş konağım var idi.
Dostları ilə paylaş: |