İfrâd:
Tek, yalnız manasına gelen ferdle alakalı olarak ayırmak demektir. Belli bir konudaki hadisleri ayn bir kitapda toplamak veya hadis ilminin belli bir konudaki hadisleri ayn bir kitapda toplamak veya hadis ilminin konularından birine dair müstakil kitap telif etmek manasında kullanılmıştır. İfradu'l-hadîs tabiri ise başlangıçta sahabe kavilleri ve tabiî fetvaları ile birlikte tedvin edilmiş olan hadisleri ayırarak ayn kitaplarda toplamak işine denilmiştir. 447
İhâle:
Sözlükte bir nesneyi boşaltıp dökmek manasına gelen bir tabirdir. 448Hadis Usulünde bir hadisin illetini beyan etme yollarından birine denir. 449
İhbar:
Haber vermek, bir haberi nakletmek manasına “habera” aslından if’al babına aktarılmış masdardır. Hadis Usûlünde tahdîs müradifı olarak bir ravinin rivayet etüği her hangi bir hadisi ahberanâ, ahberanî lafızlarından biri ile nakletmesine denir.
Rivayette kullanılan ihbar ile tahdis, bir başka deyişle hadisi haddesena veya ahberane lafızlarından birini kullanarak rivayet etmek arasında umum-husus münasebeti görülmeye başlanmıştır. Buna göre her tahdise ihbar denilebilmiş ise de her ihbara tahdis denilememiştir. 450
İhrâc:
Bk. Tahrîc.
İhticâc:
Bir meseleyi açıklığa kavuşturup isbat etmek üzere hüccet getirmeye, bir şeyi delil getirerek hüküm vermeye denir.
Hadis ilminde bu manada herhangi bir şer'i meselede hadisi delil olarak kullanmaya, diğer bir deyişle hadisten hüküm çıkarmaya denilmiştir.
İhtilâfu'l-Hadis:
Sözlük manasıyla hadislerin ihtilafı demek olan ihtilafu'l-hadis tabiri esas itibariyle dış görünüş bakımından birbirine zıt görünen ve sahih olarak rivayet edilmiş hadislere denir. Hadis ilminin önemli konulamıdan biridir.
Hz. Peygamber (s.a.s)'den sahih olarak rivayet edilen hadisler arasında dışardan birbirlerine aykırı görünenler vardır. Meselâ, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, hadislerinin yazılmasına izin vermediğini gösteren hadislerle müsaade ettiğin bildiren hadisler birbirlerine aykırıdırlar. Bazı sebeplerden doğan bu aykınlığa ihtilafu'l-hadis adı verilir. Muhtelefu'l-hadîs denildiği de olur. Böyle hadisleri inceleyen hadis âlimleri aralan birleştirilenlerle birleştirilemeyenleri ayırmışlar; birleştirilemeyenlerden birini tercih edebilmek için gerekli kaideleri tesbit etmişlerdir. Bunların hepsi hakkında muhtelefu'l- hadis maddesinde yeterli bilgi verileceğinden burada bu kadarla yetiniyoruz. 451
İhtilât:
Karıştırmak manasına “halt” aslından iftial babında mastardır. Karışmak demektir. Kişinin akıl ve şuuru bozulmak manasında kullanılır.452 Usulü hadis terimi olarak, metain-i aşeredan sû'u'l hıfz (kötü ezberleme) ve kesretu'l-galat (çok hata yapmak) la ilgilidir ve ravinin aklî melekelerinin zayıflaması sonucu şuurunun karışmasıyla rivayet ettiği hadislerin farkında olmamasıdır. İhtilat sonucu hafızasını kaybeden, hadislerini karıştıran raviye muhtelit denir.
İhtilat, hadis rivayetinin sağlam bir şekilde yapılabilmesi açısından muhaddislerin üzerinde dikkatle durdukları önemli bir konudur; zira sika olarak bilinen bir ravinin ihtilata maruz kaldığı bilinmezse, ihtilattan sonra rivayet ettiği hatalı hadisler, ravi sika olarak bilindiğinden, sahih kabul edilir. Halbuki ravi ihtilattan sonra sikahk vasfını kaybetmiştir.
Ravide ihtilat daha çok yaşlanmak yüzünden hafıza kuvvetinin zayıflaması üzerine görülür. Aklı oynatmak veya hastalık da ihtilat sebebidir.
Aslında sika oldukları halde ömürlerinin sonlarına doğru ihtilata maruz kalan ravilerin en meşhurları Ata İbnu's-Sâ'ib es-Sekafî, Ebu İshâk Amr b. Abdillah es-Sebî'î, Sa'id b. Ebî Arûbe, İmam Mâlik'in şeyhi Rebî'atu'r-Rey, Sufyân b. Uyeyne, Abdurrezzâk b. Hemmâm, Süheyl bir Ebî Salih, Abdurrahmân b. Abdillah el-Mes'ûdî gibileridir.
Ata İbnu's-Sâ'ib, Enes b. Mâlik ve babasından rivayetleri olan tabiidir ve hadiste sikadır.453 Fakat ömrünün sonlarında ihtilata uğramış ve hıfzı bozulmuştur. Bu sebepten dolayı Ahmed b. Hanbel, Atâ'dan ihtilata uğramasından önce rivayet edilmiş olan hadislerin sahih; son günlerinde işitilenlerin ise işe yaramaz olduklarını söylemiştir. 454Süheyl b. Ebî Salih de ihtilata maruz kalmadan önce hadisleri makbul tutulan bir ravidir. Ancak kardeşinin ölümü üzerine çok üzülmüş ve ezberlediği hadislerin çoğunu unutmuştur. 455Rivayete göre Abdurrahmân b. Abdillâhi'l-Mes'ûdî de önceleri hadis imamı sayılırken kölesinin on bin dirhem parasını çalarak kaçtığını haber verdiklerinde aklını bozmuş, şuuru karışmıştır. 456
İhtilata uğramış ravilerin hadisleri merduddur. Bunda âlimlerin görüş birliği vardır. Ancak ihtilat vaki olmadan önce sika olan ravinin hadisleri ihtllattan önce rivayet edildiği bilinirse makbul olur. Eğer ihtilattan sonra rivayet edildiği malum olursa reddedilir. Bunda da âlimlerin görüş birliği vardır. İhtilattan önce mi, sonra mı rivayet edildiği bilinmeyen hadisleri hakkında tevakkuf edilir; yani kabul veya red hükmü verilmez. Aynı şekilde ihtilafında şüphe edilen; bir başka deyişle ihtilata ma'ruz kalıp kalmadığı kesin olarak bilinmeyen ravinin hadisi hakkında da kabul veya red hükmü verilmez.
İhtilata ma'ruz kalan raviden rivayet edilen haberin ihtilattan önce mi sonra mı rivayet edildiği hakkındaki hüküm ondan vasıtasız olarak hadis alanların hallerini araştırmakla bilinir. İhtilata uğramış muhtelif raviden rivayet edenlerin nerede, ne zaman ve nasıl rivayette bulundukları bilinirse verilecek hüküm kolaylaşır. Bunlar şüpheli veya müphem kalırsa yine tevakkuf hükmü devam eder. Muhtelitten rivayet edenlerin kimi yalnız ihtilattan önce; kimi sadece ihtilat vaki olduktan sonra; kimi de her iki devrinde rivayette bulunmuş olur. Bu durum ekseriya hadis münekkidlerinin malumudur. Her iki halde hadis alanlar içinde rivayetini” bunu ihtilattan evvel aldım”; yahut “İhtilattan sonra aldım” diyerek açıklayanlar vardır. 457Meselâ sika ravilerden olup da ihtilat yüzünden zayıf durumuna düşenlerden yukarıda adı anılan Atâ İbnu's-Sâib'den Şu'be, Sufyân'u's-Sevri ve Hammad b. Zeyd'in rivayetleri ihtilattan öncedir. Bu itibarla bu üç ravinin Atâ'dan rivayetleri makbuldür. Yalnız Şubenin ihtilattan sonra dinlediği iki hadis ayrıdır. Cerîr b. Abdülhamîd, Abdulvâhid b. Zeyd, Huşeym b. Beşîr es-Sulemî ve Hâlid b. Abdillah el-Yeşkurî ise hem ihtilattan önce, hem de sonra Atâ'dan hadis dinlemişlerdir. Ne var ki Ebu Avâne ondan hangi devrinde rivayette bulunduğunu açıklamamıştır. Bu itibarla onun tankından gelen Atâ rivayetleriyle ihticac uygun görülmemiştir. Önceki üç tarîktan gelenlerse makbul tutulmuştur. 458
Sa'îd b. Ebî Arûbe de ezberinden rivayette bulunan ve zamanında Basra'da önde gelen muhaddislerdendir. Bir rivayete göre 145 yılında diğer bir rivayete göre ise vefatından 20 yıl kadar önce ihtilata maruz kalarak hafızası bozulmuştur. Bu yüzden kendisinden ihtilattan önce rivayet eden meselâ Yezid b. Zurey'in rivayetleri makbuldür. Abde b. Süleyman'ın rivayetleri ihtilattan sonra olduğu için reddedilir. 459
İhtilata maruz kalmış raviler hakkında müstakil kitaplar tasnif edilmiştir. Bunlar arasında anılmaya değer olanlar Ebu Bekr Muhammed b. Musa'l-Hâzimî'nin, Salâhuddin Ebu Saîd Halil b. Keykeldi'l-Alaî'nin tasnifleri ile Sıbtubnu'l-A'cemî lakabiyle meşhur Burhanuddîn, İbrahim b. Muhammed (Burhanu'l-Halebî)'nin el-İğtibât bi-ma'rifeti men Rumiye bi'l-ihtilat'ıdir. 460
İhtisâr-ı Hadis:
İhtisar, sözlük bakımından kısaltmak, bir nesneyi sadece bir şeye mahsus kılmak manalarına gelir. İhtisâr-ı hadis ise bir hadisin bir kısmını alıp bir kısmını bırakmaya denir. Harm ve taktî, ihtisar-ı hadis şekillerindendir.
Bir hadis bazen çok uzun olur. Bazen vurud sebebi veya başka olayla birlikte rivayet edilir. Bunun sonucu olarak metinde Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait kısımla beraber başkalarına ait sözler de bulunur. Bazen de bir hadis içinde birkaç konuda hükümler yer alır. Bir muhaddis böyle bir hadisi kitabına yazarken duruca göre bir kısmını alır, bir kısmını bırakırsa buna hadisin ihtisar edilmesi adı verilir.
Bir hadisin ihtisar edilerek sadece belli bir bölümünü alıp kalan kısımlarını bırakmak metod yönünden faydalı görülmüş ve bu yüzden muhaddisler tarafından çokça tatbik edilmiştir. Hükmü, başka deyişle caiz olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır ve neticede dört görüş ortaya çıkmıştır:
Birinci görüşe göre hadisin ihtisar edilmesi caiz değildir. Bu, hadislerin manasıyla rivayet edilmesini caiz görmeyenlerin görüşüdür. Bu görüşde olanlara göre hadisin bir kısmını hazfeden muhaddis mânâsını bozabilir ve kimse bunun farkına varmaz. Nitekim meşhur muhaddislerden Utbe, Abdullah İbni'l-Mubârek'e Hammad b. Seleme'nin bile hadisi ihtisara kalkıştığı zaman manasını bozduğundan bahsetmiş, Abdullah “farkına vardın mı?” sorusuyla onu doğrulamıştır. Demek oluyor ki, Hammad b. Seleme çapında bir muhaddis bile hadisi ihtisar ettiği zaman manasının, en azından esprisinin bozulmasına mani olamamaktadır. Bu önemli sebepten, İmam Malik Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözü olan hadislerin ihtisar edilmesine cevaz vermemiştir. Abdulmelik b. Umeyr ise hadisin tek harfinin bile hazf edilmesini caiz görmemiştir.
İkinci görüşe göre ihtisar, mutlak olarak caizdir. Ancak şu kayıtla ki hadisin alınan kısmı istisna, şart ve ceza gibi hazfedilen kısımla alakalı olmamalıdır. Bir diğer ifadeyle ihtisar alınmayan kısımda, alınan kısmın manasına tesir edecek bir harf dahi olmamak şartiyle caizdir. Hazfedilen kısmın özellikle hadisin taşıdığı hükmü ihlal edecek mana bozulmasına yol açması halinde ihtisarın memnu olduğunda ittifak vardır.
Üçüncü görüşe göre ise ravinin ya kendisi ya da başkası hadisi daha önce tam olarak rivayet etmişse ihtisar edilmesi caizdir. Ne kendisi ne de bir başkası önceden rivayet etmediği takdirde caiz değildir.
Dördüncü görüşe gelince buna göre hadisi ancak, alim bir muhaddisin ihtisar etmesi caizdir. Bu halde de hazfedilen kısmın nakledilen kısımla mana bakımından hiç bir ilgisi olmaması, hadisin mana bütünlüğünün bozulmaması ve delâletinde ihtilaf hasıl olmaması şarttır. 461Bu görüş Cumhurun, muhakkik fkıh ve usul alimlerinin görüşüdür. Abdullah İbnu'l-Mübârek'in “hadis ihtisar etmeyi bize Sufyan öğretti.” sözü bu manaya alınmalıdır. 462
Bu şartların söz konusu olduğu yerde hadislerin manasıyla rivayetini caiz görmeyenlere göre de ihtisarın caiz olması icap eder; zira bu takdirde hadisin hazfedilen kısmı ile alman kısmı ayrı ayrı iki müstakil haber hükmünde olmuş olur. Yine bu takdirde rivayette ihtisar ancak, işitmediğini ziyade yahut işittiğini eksik rivayet etmesi hatıra gelmeyen hadis ümindeki mevkii yüksek, zabt ve itkan ile meşhur olan muhaddis için caiz görülmüş demektir. 463
İhtisâru'l-Hadîs:
Bk. İhtisâr-ı Hadîs.
İhve Ve Ahavât:
Kısaca “Kardeş raviler” manasına gelir. Baba isimleri bir olan ravilerin hangilerinin kardeş olduklarını, hangilerinin olmadığını açıklayan ilim dalıdır.
İsnadlarda yer yer rastlanan baba isimleri aynı olan raviler konusu, hadis ra-vilerinin isim ve neseblerinin tesbiti yönünden önemlidir; zira nice raviler vardır ki, baba isimleri aynı olduğu halde kardeş değildirler. Buna göre denilebilir ki, ravilerin kimliklerinin tesbiti biraz da aralarında baba isim benzerliği bulunanların kardeş olup olmadıklarının açıklık kazanmasiyle kolaylaşır.
İbnu's-Salâh, kardeş ravilere ayırdığı bölümde misalleri vermiştir:
Sahabeden iki kardeş olanlar: Abdullah b. Mes'ud, Utbe b. Mes'ud; Zeyd b. Sabit, Yezîd b. Sabit.
Tabî'înden iki kardeş olanlar: Ebu Meysere Amr b. Şurahbîl, Erkam b. Şurahbîl. Her ikisi de İbn Mes'ûd'dan hadis alanların başında gelir. İbn Mes'ud ashabından Hüzeyl b. Şurahbil ve Erkam b. Şurahbîl isimli iki kardeş daha vardır.
Üç kardeş olan raviler: Sehl b. Hanûf, Abbâd b. Hanûf, Osman b. Hanûf; Amr b. Şu'ayb, Ömer b. Şu'ayb, Şu'ayb b. Şu'ayb.
Dört kardeş olan raviler; Süheyl b. Ebî Salih ez-Zeyyâd; Abbâd da denilen Abdullah b. Ebî Salih; Muhammed b. Ebî Salih; Salih b. Ebî Salih.
Beş kardeş olanlar: Adem b. Uyeyne, İmrân b. Uyeyne, Muhammed b. Uyeyne, Sufyân b. Uyeyne, İbrahim b. Uyeyne.
Altı kardeş olan ravilere misali ise Sîrîn'in Muhammed, Enes, Yahya, Ma'bed, Hafsa ve Kerîme adlı altı çocuğu
teşkil eder. 464
“Gerçekten emrine uydum huzuruna geldim. Sana kul olarak ibadet için huzuruna geldim ya Rab” hadisi Muhammed - Yahya - Enes - Enes b. Mâlik isnadıyla rivayet edilmiştir ki, üç kardeş birbirlerinden nakletmişler demektir.
Yedi kardeş olan ravilere misal olarak ise en-Nu’man b. Mukarrin ile beş kardeşi Ma'kil, Akil, Suveyd, Sinan, Abdurrahman verilmiş, yedinci kardeşin ismi zikredilmemiştir. 465
İklâl-i Hadîs:
“Kalle” fiilinin ifal babından mastarı olan iklâl, azaltmak manasına gelir. İklâl-i hadis ise iksâr'ın zıddı olarak az hadis rivayet etmek anlamında bir tabirdir. Başta sahabîler olmak üzere ravilerin az sayıda hadis rivayet etmelerini ifade eder. Söz gelimi İbn Sa'd'a göre Havtu'1-Abdi isimli ravi kalîlu’l-hadîstir. 466Bu demektir ki Havt, hadisle az meşgul olmuş; birkaç hadis rivayet etmekle yetinmiştir.
Kesin olmamakla beraber azlık konusunda ölçü olarak bin rakamı esas alınmış ve bu rakamın altındaki sayıda hadis rivaveti iklâl sayılmıştır. Nitekim rivayet ettiği hadislerin sayısı bin rakamına ulaşmayan sahabîlere el-Mukillûn denilmiştir.
İkrâr:
Kabul ve ikrar etmek anlamını veren bu tabir hadis usulü ilminde muhaddisin kendisine okunan hadisleri kabul etmesine denir.
Şeyhe okunan hadisler, okuyan kimsenin (karinin) şeyhten icazeti yoksa rivayet edilemez. Ancak şeyh o hadislerin o kari tarafından kendisine okunduğunu ikrar ederse o zaman kârinin o hadisten rivayet etmesi mümkün hale gelir. el-Hatîbu'l-Bağdâdî bu konuya yer vererek şöyle der:
“Bazı hadiscilerle zahirî alimler şeyhe hadislerini okuyan karinin okuduğu hadisleri rivayet etmesinin ancak şeyhin ikrarından sonra caiz olacağını ileri sürmüşlerdir. Bu konuda bizim görüşümüz şudur:
Karinin şeyhe okuduğu hadîsleri ondan rivayet etmesi ancak şeyhin kendisini hadis kıraatine vermesi, okunanları zorla değil kendi isteğiyle dinlemesi ve gafil olmayıp uyanık bulunması halinde - kendisine okunması sebebiyle - caiz olur. Bu durumda şeyhin kendisine okunan hadisleri dikkatle dinlemesi onun ikrarı yerine geçer. Bununla birlikte kari, hadis okumayı bitirince kemâ kara'tu aleyke (sana okuduğum gibi değil mi?) der de şeyh ikrar ederse kanaatimizce daha uygun olur.” 467
İksar-ı Hadis:
İksâr, çoğalmak, çok olmak, artmak manasında “kesure” kök fiilinin ifal babındandır.
İksâr-ı hadis, iklâl-ı hadisin zıddıdır ve fazla hadis rivayetini dile getiren bir deyimdir. Özellikle bir kısım sahabenin Hz. Peygamber (s.a.s)'den fazlaca hadis rivayet etmelerini ifade eder.
kesin olmamakla birlikte fazlalık konusunda ölçü olarak bin rakam esas alınmış; bu rakamın üstünde hadis rivayeti iksâr kabul edilerek binin üzerinde rivayeti olan sahabeye el-Muksirûn (çok sayıda hadis rivayet edenler); rivayet ettiği hadisler binin altında olanlara ise el-Mukilûn (az sayıda rivayet edenler) denilmiştir. (Bk. el-Muksirûn).
İlâhî Hadis:
Bk. Kudsi Hadis.
İlhak:
Lazım (geçişsiz) ve mütea'ddî (geçişli) olarak kullanılır. Sözlükte ardından yetişmek ve yetiştirmek manalarına gelir. 468
Hadis ilmi deyimi olarak ilhak, hadis yazarken yazılması icap ettiği halde yanlışlıkla yazılmayan kelime ve cümleleri sonradan sayfa kenarına yahut satır aralığına yazmaya denir. (Bk. Lahak.)
İ'lâl:
İlletini ortaya çıkarmak anlamına gelen tabirdir. Hadis Usulünde bir hadisin senedinde veya metninde bulunan ve dışardan farkedilemeyen illet denilen gizli kusuru ortaya çıkarmaya veya onda böyle bir kusurun olduğuna hükmetmeye denilmiştir.
İ'lâmu'ş-Şeyh:
Hadis şeyhinin bir hadisin veya hadislerin yazılı olduğu kitabın falan şeyhden rivayeti olduğunu talebeye bildirmesinden ibaret tahammulu'1-ilm metodlarından biridir. Şeyh yazdırdığı hadisi veya içinde rivayet ettiği hadisler bulunan bir yazılı metni “bu benim falandan rivayetimdir” diyerek talebeye ilan eder. Şu var ki gerek icazet, gerekse mukâtebe yoluyla hadis rivayetinde açıkça veya zımnen rivayete izin bulunduğu halde i'lâmu'ş-şeyh böyle değildir. Bunda icazete, yani hadisleri rivayete izin verildiğine işaret eden bir husus yoktur.
İ'lâmu'ş-şeyh, hadis rivayetine izin vermek manasına gelmediğinden şeyhin “bu benim rivayetim” diyerek şeyhinden rivayetini açıklamasının talebenin rivayetine yeterli olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır. Nitekim hadis alimleri, fakihler ve usulcülere göre talibin, şeyhinin kimden rivayet ettiğini bildirdiği hadisi rivayet etmesi caizdir. İbn Cureyc, Abdullah b. Ömer el-Umeri, er-Râmehurmuzî, Şafiilerden Ebu'n-Nasr es-Sabbağ, Mâlikilerden Ebu'l-Abbas el-Velîd b. Bekr el-Gamrî ve Abdulmelik b. Habib ve usul âlimi Fahruddin er-Razî bunlardandır. Hatta er-Râmehurmuzî ile bazı zahirî alimler şeyhin “bu benim rivayetimdir” dedikten sonra “onu benden rivayet etme” veya “bunu benden rivayetine izin vermiyorum” diyerek rivayete müsaade etmese bile yine de talibin ondan rivayeti caiz olur” demişlerdir. Kadı İyad ise bu görüşü naklettikten sonra şöyle der: “Bu görüş sahihtir. Başka nazar gerektirmez; çünkü şeyhin hadisde hiçbir illet veya şüphe yokken talibi onu rivayetten men etmesi müessir değildir; zira hadisi ona tahdis etmiştir. Bundan dönmesi olmaz.” 469
Bununla birlikte şeyhin hadisin ve kitabın kimden rivayet edilmiş olduğunu mücerred i'lam etmesi ile rivayet caiz olmaz. Nitekim İmam Gazâlî, İbnu's-Salâh ve ona tabi olarak en-Nevevî bu görüştedirler. İmam Gazâlî şeyhinle rivayetinin caiz olmayabileceğini söyler. İbnu's-Salâh ile en-Nevevî ise şeyhin kimden rivayeti olduğunu mücerred bildirdiği hadislerin senetleri sahih olduğu takdirde bunlarla amel etmesinin vacip olduğuna kaildirler. 470
İlhâm:
Aslı bir nesneyi yutturmak manasına if’al babından masdardır. Dinî terim olarak Allah Teâlâ'nın kulun kalbine bir nesneyi ilka ve telkin etmesi manasınadır. 471Özellikle Peygamberlerin kalbine bir şeyin bir defada ve süratle bildirilmesi olup, vahy mertebelerindendir.
Hadis İlminde Allah'ın Peygamberlerinin kalbine bir fikri ilka etmesi vesilesiyle geçer. Hz. Peygamber (s.a.s) kalbine ilka edilen fikri dile getirmiştir. Böyle Allah'tan ilham yoluyla kalbine koyduğu fikri Peygamberin dile getirmesi şeklinde oluşan hadislere kudsî hadis adı verilmiştir.
İlelu'l-Hadîs:
İlelu'l-hadîs, hadislerin illetleri manasına gelir. Terim olarak hadislerde bulunan herkesin anlayamayacağı ve dışardan fark edilmeyen, illet denilen gizli kusurları konu olarak alan, bunları inceleyen ilme denir.
İllet maddesinde söz konusu edildiği gibi, dış görünüşü itibariyle herhangi bir kusur taşımayan hadisin, gerçekte sıhhatine zarar verecek gizli kusuru isnadında olabildiği gibi metinde de bulunabilir. Her iki halde de dışardan fark edilemez. Böyle olunca hadis illetlerini farketmek kadar açığa çıkarmak çok zor bir iştir. İbn Haceri'l-Askalâni merhum “illet, hadis ilimlerinin en karışık ve en ince kısımlarından biridir. Bunu ancak Allah'ın geniş bir anlayış, güçlü bir hafıza, ravilerin dereceleri hakkında tam bir bilgi, isnad ve metinler hakkında kuvvetli bir meleke bahşettiği kimseler anlayabilir” diyerek bu zorluğa işaret etmiştir.
Ne kadar zor olsa da, hadis illetim öğrenmek erbabına zevkli gelir. Nitekim Abdurrahman b. Mehdi, “Bir hadisin illetini öğrenmek bende olmayan yirmi hadisi yazmaktan daha ziyade hoşuma gider” demiştir.
Hadis illetini açığa çıkarmak da erbabına kolay gelir. Bunun için hadisde en az hafızlık derecesine yükselmiş, keskin zekâ ve ihata kabiliyetine sahip mutkin bir muhaddis illetini tesbit etmek istediği hadisin bütün tarîkları bir araya toplanmadıkça hadisdeki illet açığa çıkmayacağından kendisine ulaşan bütün tarîklannı bir araya getirir. Her birinin ravilerini teker teker gözden geçirir. Adalet, zabt, hıfz, itkan durumlarını inceler. İsnadlarını, şeyhlerinin isnadlarını ele alır. Bu araştırma sonunda ravinin hadisi rivayette tereddüd edip etmediğini, kendisinden daha kuvvetli ravilere muhalefetinin olup olmadığını tesbit eder. Aym şekilde ravinin vehmini, mürsel veya munkatı rivayetleri muttasıl göstermesi yahut da hadisleri birbirine karıştırması gibi bir kusuru varsa açığa çıkarır. Bu merhaleden sonra hadisde illet varsa açığa çıkarmış ve hadis hakkında “illetli” hükmünü vermiş olur.472
Hadis âliminin bir hadis hakkında verdiği “illetlidir” hükmü bir paranın ayarını bilen sarrafınki gibi, bilgi, mümarese ve ustalık işidir. O para sanatıdır. Beriki ise haber ve hadis sanatı; Abdurrahman b. Mehdi bu konuda da “hadis ilmini bilmek bir ilhamdır. Hadis illetlerini iyi bilen birine “fülan sözü neye göre söylüyorsun?” diyecek olursan seni ikna edecek hüccet bulamaz. Halbuki o, nice muhaddislerin vakıf olamadıkları illete vakıf olmuştur” demiştir. İkinci hicri asrın bu meşhur muhaddisi ile birisi arasında geçen şu konuşma da hadis ilmiyle fazlaca meşgul olmanın hadis illetleri konusunda tecrübe kazandıracağına dairdir. Adam soruyor:
“Sen şu hadis sahihdir; bu hadis sabit değildir deyip duruyorsun. Bunları neye göre söylüyorsun?” diyor. Cevaba dikkat edelim. “
Paralarını muayene için sarrafa götürsen o da “şu para iyidir, bu para kalpdır” dese “bunu neye dayanarak söylüyorsun” mu dersin, yoksa dediğine itirazsız inanır mısın?”
“Dediğine inanırım.”
“İşte bu da öyledir. Sarrafda para ile fazlaca meşgul olmanın verdiği bir ustalık olduğu gibi hadis âlimi de erbabı ile uzun rnuddet oturup görüşmüş, uzun boylu tartışmış ve Hadis İlminde büyük bir tecrübe ve derin bilgi sahibi olmuştur.”
Benzeri bir olay da Rey'de geçmiştir. Ebu Zur'ati'r-Râzî'nin hadis meclisinde bir gün Muhammed b. Sâlihi'l-Kıylîni isminde biri ona,
“Siz fülan hadisin, falan hadisin gizli illeti vardır der durursunuz. Deliliniz nedir?” diye sorar, Ebu Zur'a,
“Delilimiz şudur: Sen bana illeti olan hadisi sorarsın. Ben de sana illetini söylerim. Sonra Muhammed b. Müslim b. Vare'ye gider, bana sorduğunu söylemeden ona da sorarsın. O da sana diyeceğini der. Daha sonra Ebu Hâtim'e gidersin. O da sana hadisin illetini söyler. Nihayet o hadis hakkında her üçümüzün söylediği sözleri karşılaştırırsın. Eğer aralarında ihtilaf bulursan anla ki herbirimiz kendi keyfince söz söylemiş. Sözlerimizde birlik bulursan bil ki bu ilmin bir hakikati vardır” cevabını verir. Muhammed b. Salih söyleneni yaptıktan sonra üçünün de sözlerinin aynı olduğunu görünce “Bu ilmin ilham olduğuna ben de şehadet ederim” der. 473
Hadis alimleri, hadis ilminin her dalında olduğu gibi ilelu'l-hadîs konusunda da değerli eserler vermişlerdir. Daha çok 2. 3. ve 4. hicri asırlarda te'lif edilen ve bir kısmı elimize geçmemiş olan bu eserlerin belli başlıları şunlardır:
1. İlelu Şu’be İbni’l-Haccâc
2. İlelu Yahya b. Sa'îd el-Kattân
3. el-İlelu’l-Menkûle an Yahya b. Ma'în
4. el-ilel: Ali İbnu'l-Medînî
5. Kitabu'1-İlel ve Ma'rifeti'r-Ricâl: Ahmed b. Hanbel. Ayasofya kütüphanesinde mevcut tek nüshasından Prof. Dr. Talat Koçyiğit ve Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu tarafından neşre hazırlanan bu eser iki cilt halinde neşredilmiştir.
6. el-İlel: Muhammed b. İsmail el-Buhâri.
7. el-İlel: Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî.
8. el-Musnedu'l-Kebîril-Muallel: Ya'kub b. Ebî Şeybe. Tamam değildir. Küçük bir bölümü Beyrut'ta basılmıştır.
9. el-İlel: Ebu Bekri'l-Esrem.
10. el-İlelu's-Sağîr: (Kitabu'1-İlel, İlelu't-Tirmizî): Ebu İsa Muhammed b. İsa't-Tirmizî. Sunenu't-Tirmizî sonunda Hindistan ve Mısır'da defalarca basılmıştır. İbn Receb lakabiyle meşhur Abdurrahman b. Ahmed b. Receb tarafından şerhedilmiştir. İbn Receb Şerhi de Bağdad'da basılmıştır.
11. el-İlelu'l-Kebîr: et-Tirmizî. (Dr. Muhammed Mustafa'l-A'zamî son zamanlarda bir nüshasının keşfedildiğini kaydediyor. 474
12. el- Musnedu'l-Kebîru'l-Muallel: el-Bezzâr.
13. Kitabun fî heli'1-Hadîs: Zekeriya b. Yahya es-Sâci.
14. el-İlel: Ebubekr Ahmed b. Muh. b. Hârûn el-Hallâl.
15. İlelu'l-Hadîs: İbn Ebi Hatim er-Râzi. İki cilt halinde 1343 de Kahire'de basılmıştır.
16. el-İlel: Ebu Ali en-Nisâbûrî
17. Kitabun fil-İlel: Ebu Ali el-Hüseyn b. Muhammed b. Ahmed el-Mâsercisî.
18. el-hel: ed-Dârekutnî 475
Dostları ilə paylaş: |