İcâze Âmme Mukayyede:
Bk. İcâze Âmme.
İcâze Âmme Mutlaka:
Bk. İcâze Âmme.
İcâze Li’l-Ma'dûm:
Henüz hayatta olmayan bir kimseye verilen icazettir. Şeyh, eceztu li-men yûledu 1i-fulânin (falanın doğacak çocuğuna icazet verdim) gibi bir dea sîgası kullanarak ismini andığı kişinin ilerde doğacak çocuğuna hadislerini rivayet etmesi için izin verir.
İcazet çeşitleri arasında sayılan bu şekilde bir icazetin caiz olup olmadığında ihtilaf vardır. Nitekim Şafiî âlimlerinden Ebu't-Tayyib et-Taberî ile Ebu'n-Nasr İbnu's-Sabbâğ'a göre hayatta olmayana icazet bâtıldır; zira icazet, mucâzı haber vermek hükmündedir. Henüz hayatta olmayan bir kimseye bir şey haber vermek ise sahih değildir. Bunun gibi hayatta olmayan icazet vermek de sahih olmaz.
Hak ve gerçek olan budur. 417
el -Hatîbu'l- Bağdadî de, bütün şeyhlerinin hadis meclislerinde bulunmayan çocuğa yaşını başını sormadan icazet vermeyi caiz gördükleri halde hayatta olmayana icazete cevaz vermediklerini söylemiştir. 418
Buna karşılık ma'dûma icazeti caiz görenler olmuştur. Bunlar cevaza Hanefilerle Mâlikîlerin ma'dûma vasiyeti caiz görmelerine kıyas ederek hükmetmişlerdir.
Bundan başka bir de ma'dûmu maluma atfederek icazet vardır, böyle icazette şeyh, eceztu li-fulânin ve li-akîbihî mâ tenâselû (falancaya ve soy sürdürdükleri sürece çocuğuna ve torunlarına icazet verdim) gibi bir eda lafzı kullanır. Şafiî'ler, ma'dûma icazetin bu türünün caiz olduğu görüşündedirler. Ancak, kabul etmek gerekir ki, böyle bir icazet zayıftır. 419
İcâze Li'l-Mechûl:
İcazet çeşitlerinin dördüncüsü olup icâze meçhule adiyle de bilinir. İsmi ve mahiyeti belirlenmemiş meçhul bir kitabı rivayet etmesi için belli bir şahsa yahut belirli bir kitabı rivayet için meçhul bir şahsa icazet vermek şeklinde uygulanmıştır. İlk uygulama icâze li'l-Mu'ayyen bi'1-mechûl; ikincisi ise icâze li'1-mechûl bi'1-mu'ayyen isimleriyle bilinir.
Meçhule veya meçhul için icazet verirken şeyh, söz gelimi, birkaç sünen kitabı rivayet etmiş de hangisinin rivayetine izin verdiğini açıklamaksızın eceztuke kitabe's-sunen (sana sünen kitabını rivayet etmene izin verdim) yahut eceztu (leke) (ba'da) mesmû'âtî (işitmiş olduğum hadislerin bir kısmını rivayet etmene icazet verdim) yahutta ismiyle nisbeti müşterek birkaç kişiden hiçbirini tayin etmeden mesela “Eceztu li-Muhammed b. Hâlid ed-Dimeşkî” derse gerek mucâzı, gerekse mucâz lehi meçhul bırakmış olur. Böyle bir icazet batıl olduğu gibi bu şekildeki icazetle rivayet de haramdır. Şu var ki, icazeti veren yalnızca söz gelimi Sünen Ebî Dâvudu rivayet eden kişi olarak bilinir yahut ismini andığı şahsın kim olduğu başka bir surette açıklanır ve bu karine ile cehaleti zail olursa icazet sahih olur. Bunun gibi bir kimseden şahsını görmediği diğer birine icazet vermesi istenir, o da şüpheye yer bırakmayacak şekilde icazet verdiği kimsenin adını tasrih ederek hadislerini rivayete izin verirse, verdiği icazet yine sahihtir. Böyle bir durumda mucîzin icazet verdiği kimseyi görmesi şart değildir. Şahıslarını bilmediği, fakat verdiği icazetnamede isimleri şüphe götürmeyecek Şekilde açık olan bir gruba icazet vermesi de böyledir.
İcâze Li’l-Mechûl Bı'l-Mu'ayyen:
Bk. İcâze li’l-Mechûl.
İcaze Li’l-Mıtayyen Bıl-Mechûl:
Bk. İcâze li'l-Mechûl.
İcaze Li'l-Mu'ayyen Fî Gayrı Mu'ayyen:
İsmi ve künyesiyle belirlenmiş bir kimseye, icazete konu olan hadisler veya kitap belirtilmeden verilen icazettir. Bir başka deyişle, mucâz leh belirtildiği halde mucâz belirtilmeksizin uygulanan icâze mücerrede ani'l-munâvele şekillerindendir. Böyle icazette şeyh, eceztu (leke) cemî'a mesmû'âtî veya eceztu (leke) cemî'a merviyyâtî gibi bir eda lafzı kullanarak talebesine icazet verir. Böylelikle icazet verdiği kimseyi açıkladığı halde rivayetine izin verdiği şeyi açıklığa kavuşturmamış olur.
Bu şekildeki bir icazet caiz görülmüştür.
İcâze Li'l Mu'ayyen Fi'l-Mu'ayyen:
Bk. İcâzetu'l-Mu'ayyen Li'1-Mu'ayyen Fi'1-Mu'ayyen.
İcâze Mâ Lem Yesmahu'l-Mucîz:
Bk. İcâze Mâ Lem Yetehammelhul-Mucîz.
İcâze Mâ Lem Yetehammelhu'l-Mucîz:
İcazet verenin ilerde rivayet edeceği, başka deyişle icazet verdiği anda henüz rivayet etmemiş olduğu hadislerin, alınışından sonra rivayet edilmesi kaydiyle verdiği icazettir. İcazet şekillerinin sekizincisi sayılmıştır.
Bu yolla icazet vermek isteyen şeyh, talebesine eceztu leke mâ sahha ve mâ yesıhhu indeke min mesmû'âtî (Sana
işiteceğim hadislerin sahih olanlarını ve sahih kabul ettiklerini rivayete izin verdim) gibi bir dea lafzı kullanır.
Kadı İyad’ın söylediğine bakılırsa kimi alimlerce Endülüs'te uygulanmıştır. Ne var ki ona göre böyle bir icazet, kendinde olmayanı bağışlamak gibidir ve batıldır; çünkü böyle icazet veren bir şeyh, henüz rivayet etmediği hadislerin rivayet edilmesine izin vermiştir. Dolayısiyle iczeti haberi olmadığı bir şeyi rivayete vermiş demektir.420
en-Nevevî de Kadı İyad'a katılır ve bu şekildeki bir icazetin sahih olmadığını söyler. Ona göre bir hadis talibinin bütün işittiği hadisleri rivayet etmesine icazet veren şeyhinden herhangi bir şey rivayet etmek istediği zaman, o şeyin şeyhi tarafından icazetten önce rivayet edilip edilmediğini araştırması gerekir. 421
İcâze Mechule:
Bk. İcâze li'1-mechûl.
İcâze Mu'allaka:
İcazetin beşinci nevidir ve tayin edilmiş yahut edilmemiş bir kimsenin arzusuna bırakılmış şeklidir. Böyle bir icazeti şeyh eceztu li-men yeşâ'u fulânun (falanın dilediği kimseye (veya kimselere) icazet verdim) gibi bir eda lafzı kullanarak verir. Hadislerinin rivayet edilmesi iznini kendi insiyatifinden çıkararak bir başkasının arzusuna bırakır.
İbnu's-Salâh'a göre bu kabil icazette rivayeti şarta bağlamak ve mucâzun lehin cehaleti söz konusudur. Bu itibarla kuvvetli olan görüşe bakılırsa caiz değildir. Nitekim öyle olduğundan buna ta'lîku'l-icâze (icazeti başkasının arzusuna bırakmak da denilmiştir. Şafii âlimlerden Ebu't-Tayyibi't-Taberî bu görüştedir. Gerekçesi, mechûl bir kimseye icazet kabilinden olmasıdır. Bu yönden tıpkı mucâzun lehi tayin etmeden eceztu li-ba'di'n-nâs veya eceztu ba'da'n-nâs (bazılarına icazet verdim) gibi bir ifadeyle icazet vermeye benzer. Dolayısiyle batıl olur. Batıl olmasının bir sebebi de vekâleti ta'lik etmeye benzemesidir. İcazetin şarta bağlanmış olması da icâze li'1-mechûlün sahih sayılmayış sebeplerindendir; zira kaide olarak cehaletin ifsat ettiğini şarta bağlamak da ifsat eder.422
Bununla birlikte hanbelî âlimlerden Ebu Ya'la İbni'l-Ferrâ ile mâlikilerden Ebu'l-Fadl Muhalled b. Ubeydillah b. Umrûs bu nevi icazeti caiz görümşlerdir. İbn Umrûs'a göre muallak icazette her ne kadar cehalet varsa da, bu cehalet, isteğine bırakılan kimsenin dilemesi halinde kalkar, mucâzun leh tayin edilmiş olur. Bu itibarla batıl olması lazım gelmez.
Hanefîlerden Ebu Abdillah'a göre ise bu türlü icazetin muallak bırakılmış vekâlete kıyas edilmesi sahih değildir; zira vekil, kendisine vekâlet verenin azletmesiyle vekâletten düşer, oysa mucâzun leh, icazet verenin rücu etmesiyle rivayetten men edilmiş olmaz. 423
İcazet veren şeyh bazen icazet verdiği kişiyi belirtmekle birlikte rivayeti onun arzusuna bırakır. Bu da bir nevi icâze mu'allaka sayılır. Böyle durumda mucîz, eda sırasında eceztu fulânen in şâ'e'r-rivâye (falancaya rivayet istediği takdirde icazet verdim) gibi bir eda lafzı kullanılır.
İcâze Mücerrede Ani'l-Munâvele:
Kısaca münavelesiz icazet, elden vermek olmaksızın verilen icazet manasınadır. İcazet şekillerinden biridir. Hadis şeyhinin hadislerinin yazılı olduğu kitabı elden vermesi söz konusu olmadan sadece rivayetine izin vermesi şeklinde uygulanmıştır. Asıl itibariyle şeyhin muayyen bir kimseye muayyen bir hadis kitabını rivayet etmesi için izin vermesinden ibarettir. (Bk. icâzetu'l-mu'ayyen li-mu'ayyen fi'1-muayyen).
İcazete konu olan hadislerin yazılı olduğu kitabı elden vermeksizin yalnızca rivayetine izin vermenin değişik uygulamaları vardır, söz gelimi şeyh, muayyen bir talibe eceztu leke'l-kitâbe'l-fulânî (falancaya ait kitabı rivayet etmene izin verdim), veya eceztu leke me'ştemelet aleyhi fihristi hâzihî (şu fihristimin şamil olduğu yazılı metinleri rivayetine izin verdim) gibi bir eda lafzı kullanarak belirli kimseye belirli kitaptaki hadislerin rivayetine icazet verir. Bazen mucâzun leh belirtildiği halde mucâz belirtilmeden icazet verilir. Bir başka deyişle şeyh söz gelimi, eceztu (leke) cemî'a mesmû'âtî (işitmiş olduğum bütün hadisleri rivayet etmen için (sana) icazet verdim) veya benzeri lafızlarla muayyen birine belirlenmemiş şeyleri rivayet etmesi için icazet verir. (Bk. İcâze li-mu'ayyen fî gayri mu'ayyen).
İcâze âmme, icâze li'1-mechûl, icâze mu'allaka, icâze li'l-mâdûm dahil olmak üzere münavelesiz icazetin başka şekilleri de vardır. Şeyhin henüz işitmemiş veya almamış olduğu hadisleri işittikten ya da aldıktan sonra rivayet etmesi için birine izin vermesi; eceztu leke mâ sahha ve mâ yesihhu indeke min mesmû'âtî (sence sahih olan veya sıhhati sonradan açığa çıkacak mesmuatımı rivayet etmene icazet verdim); eceztu leke mucâzâtî, eceztu leke mâ ucîze lî rivâyetuhü (rivayeti için bana icazet verilen hadisleri rivayet etmene izin verdim) gibi eda lafızlarıyla verilen icazetler münavele olmadan icazetin değişik uygulamalarıdır. Sonucu uygulama icazetle rivayet edilen hadislerin yine icazetle başkasına rivayetidir. Bunun üzerinde hayli münakaşalar edilmiştir. Bununla birlikte İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu kabil icazetin caiz olduğu görüşündedirler. Hatta üç veya dört nesilden ravılerin birbirlerinden hep icazetle nvayet etmelerini caiz görenler bile olmuştur.
Hangi şekilde uygulanırsa uygulansın, münavelesiz icazetin caiz olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre bu yolla rivayet caizdir. Bir rivayete göre İmam Şâfıî buna kail olmuştur. Nitekim el-Huseyn b. Ali el-Kerâbisî, kitaplarını kendisine arzetmek istediğinde dinlemeye lüzum görmeyerek “git ez-Za'ferânî'nin kitaplarını al, istinsah et. İşte sana kitaplarımı rivayet etmen için icazet veriyorum” demiştir. İcazeti caiz görmeyenlere göre haliyle münavelesiz icazet de caiz değildir.
İcâze Mukterine Bi'l-Munâvele:
Münavele yani, rivayete esas olan hadislerin yazılı olduğu kitabı elden vermekle birlikte verilen icazet çeşididir. Şeyh, muayyen bir talibe icazet verirken mucâz olan kitabı da elden verir ve eceztu leke en terviye annî hâze'l-kitâbe (bu kitabı benden rivayet etmen için sana icazet verdim) der. Böylece talibin o kitapta yazılı olan hadisleri rivayet etmesine izin vermiş olur.
Münaveleye bağlı icazette şeyh başka yerde, talib başka yerde olabilir. Bu takdirde şeyh, rivayete esas olan kitapla birlikte bir de yazılı icazet gönderir. Böyle icazete münavele ile icazet denildiği gibi mukâtebe ile icazet de denir. Her iki metot geniş çapta uygulanmıştır.
Münavele ile birlikte icazet, mucâz belli olduğu cihetle münavelesiz icazeten daha sahih sayılmıştır.
İcazet:
Türkçede icaze de denilen icazet, sözlükte bir adamı bir yerden öteye savuşturmak, tarlayı yahut hayvanı suvarmak için su vermek manasındadır. Bu nesneyi reva ve akla uygun görmek, destur vermek, münasip tutmak, emri yerine getirmek, bir maddenin caiz olduğuna imza koymak, bir yerden geçip gitmek gibi muhtelif manalarda kullanılır. 424
İlimde icazet, arabm hayvan ve ekin suladıkları su manasına “cevzu'1-mâ” tabirinden alınmadır. Bir kimse diğerinden hayvanını veya tarlasını suvarmak için su isteyip de aldığında isteceztu fulânen fe-ecâzenî (falancadan su istedim; verdi) der.425 İlim talibinin âlime başvurup ondan ilim istemesi, âlimin de ona ilim aktarması bu manadan ıstılah olmuştur.
Hadis Usulünde icazet, tahammülü'1-ilm veya tahammulu'l-hadîs denilen hadis rivayet metodlarından biridir. Semâ, arz (veya kıraat) den sonra üçüncü sırayı alır.
İcazet semâ' ya da arz yani şeyhden işitme veya şeyhe sunma olmaksızın bir muhaddisin rivayet ettiği hadislerin tamamını veya bir kısmını talibin rivayet etmesine izin vermesi olarak tarif edilir. Açıklamak gerekirse kaide olarak tâlib denilen ravi, hadislerini rivayet etmek istediği şeyhe başvurarak onun şeyhlerinden rivayet etmiş olduğu hadislerin hepsini veya bir kısmını -mesela sadece kitabında yazılı olanlarını- rivayete izin ister. İcazetin sahih olması için konulmuş kaidelere riayet şartiyle şeyh, o ravinin rivayet hakkını istediği hadislerini rivayet etmesine izin verir. Böylece hadis tahammülü gerçekleşmiş olur.
İcazet veren şeyhe mucîz, şeyhden icazet yoluyla rivayet edilen hadis ya da habere mucâz, şeyhinden icazet metoduyla hadis rivayet etmiş olan talibe ise mucâzun-leh adı verilir.
İcazetin kaideleri dahilinde gerçekleşmesi için önce muciz denilen ve hadislerinin rivayet edilmesine izin veren şeyhin icazete konu olan hadisleri iyi bilmesi aranır. Bunun gibi mucâzun leh de ilim ehlinden olması gerekir; zira icazet, sema ile arzın altındadır ve sırf ilim ehline kolaylık olması bakımından ihtiyaca binaen verilmiş bir ruhsattır. Buna bağlı olarak İmam Mâlik, icazet veren şeyh ile hadislerini rivayete izin verdiği talibin ilim ve ehliyet sahibi olmalarını şart bile koşmuştur.
İcazet eğer yazılı olarak verilmiş ise şeyhin bunu sözle de belirtmesi münasiptir. Yalnız yazılı olarak verilmiş olan icazet sahih ise de hem yazılı olarak, hem de sözle verilmiş olan icazetten daha aşağı derecededir.
Hadisciler, Fakihler ve usul âlimlerinden bir grup icazet yoluyla hadis rivayetinin caiz sayılmasına karşı çıkmışlar; bu yolla rivayet edilen hadislerle amel etmenin caiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre içlerinde el-Huseyn b. Muhammed, Ebu'l-Huseyn el-Mâverdî'nin de bulunduğu bir grup Şafiî âlim bu görüştedirler. İmâm Şafiî'den gelen iki rivayetten biri de bu doğrultudadır. Bu görüşte olanlar “icazet caiz olsa, ilim talebi uğruna yapılan bunca seyahatler batıl olurdu, demişlerdir. Muhaddislerden İbrahim b. İshak el-Harbi, Ebu'ş-Şeyh lakabiyle meşhur Abdullah b. Muhammed el-Isbehanî, Ebu Nasri'l-Vâilî gibi âlimler de aynı görüştedirler. Bunlara göre muhaddisin “benden rivayet etmene izin verdim” demesi, “sana şeriata göre caiz olmayan bir iş için izin verdim” manasına gelir. Oysa İslâm Şeriatı işitilmeyen bir haberin rivayetini mubah saymaz.” 426
Bazı rivayetlere göre icazet yoluyla rivayeti caiz görmeyenler arasında İmâm Şâfîî'den başka Ebu Hanîfe, Ebu Yusuf, İmam Mâlik de vardır. Hanefî bir âlim bu konuda şöyle diyor: “Bir başkasına benden işitmediğin hadisleri rivayet etmene izin verdim” diyen biri bir manada” benim ağzımdan yalan söylemene müsade ediyorum” demiş gibi olur.” 427İbn Hazm'a göre icazet bid'attir. Daha sonraki zahirîlere göre ise icazetle rivayet edilen hadisler mürsel veya mechûl ravilerden rivayet edilmiş hadisler mesabesindedir. Şu halde onlarla amel edilemez.428
Buna karşılık icazet yoluyla hadis rivayetini caiz, bu yolla rivayet edilen hadislerle amel etmenin mubah olduğu görüşünde olanlar da vardır. el-Hatîbu'1-Bağdâdî icazeti kabul edenlerin daha çok olduğunu söylemiştir. İbnu's-Salâh ise hadis alimlerinin çoğunlukla kabul ettikleri ve uygulamada esas aldıkları görüşün icazetin caiz olduğu görüşü olduğunu söylemiştir. 429
İcazet yoluyla hadis rivayetini caiz görenler Hz. Peygamber'in bir uygulamasını delil olarak alırlar. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.s) Abdullah b. Cahş'ı Nahle denilen yere göndermiş ve
“Bize Kureyş'ten bir haber getirinceye kadar orada kal” demiş; haram ayda olduklarından savaş emri vermemiştir. Abdullah'a nereye gideceğini bildirmeden önce mühürlü bir yazı vererek
“Adamlarınla beraber çık. İki gün gittikten sonra yazıyı aç, bak. Sana emrettiklerimi yap. Adamlarından kimseyi seninle gitmeye zorlama” buyurmuştur. Abdullah iki gün gittikten sonra Hz. Peygamber'in emirnamesini açmış; “Nahieye kadar gidip Kureyş hakkında bilgi edinerek kendi sine ulaştırmasını” emrettiğini öğrenmiştir. Mektubu okuyup emri öğrenince adamlarına” Hz. Peygamber'in emri baş üstüne... Ben O'nun emrini yerine getirmek üzere yola devam edeceğim. Şehit olmak isteyen benimle gelsin. Benimle gelmek istemeyen geri dönsün; çünkü Hz. Peygamber “İçinizden kimseye karşı zor kullanmaktan men etti” demiştir. Bu sözler üzerine adamlarının hepsi onunla birlikte yola devam etmişlerdir. 430Bu hadise bazı âlimlere göre icazete, bazılarına göre ise münâvele ile icazete delildir.
El-Hatîbu'1-Bağdâdî'ye göre, el-Hasenu'l-Basri, Nâfi, İbn Şihâb ez-Zuhrî, Rebîa b. Abdirrahman, Yahya b. Saîd el-Ensârî, Katâde, Mekhûl, Ebân İbn Ebî Ayyaş, Eyyubu's-Sahtiyânî, Hişam b. Urve, Yahya b. Ebî Kesir, Mansûr İbnul-Mu'temir, Ubeydullah b. Ebî Ca'fer, Hayve b Sureyh, Şu'ayb b. Ebî Hamze, el-Evzaî, İbn Ebi Zi'b, Mâlik b. Enes, Sufyan es-Sevrî gibi mütekaddimîn, icazeti kabul eden ve icazetle rivayet edilen hadislerle amelin sahih olduğu görüşünde olan alimlerdendir. 431Bu görüşte olanlar Hz. Peygamberin tatbikatından ve sahabe ile mütekaddim âlimlerden misaller gösterirler. Konuyu uzatmamak için bunları vermekten vazgeçildi.
Şu da var ki icazetten hoşlanmayanlar bu rivayet yolunun ilim elde etmek uğruna hiçbir meşakkate katlanmaksızın kolayca hadise konmak sayılacağı için itiraz ederler. Nitekim İmânı Mâlik'e bir âlimin birine bir kitap vererek “Bu benim kitabımdır. Onu al ve içindekileri benden rivayet et” demesini nasıl karşıladığı sorulunca “Ben bunu caiz görmüyorum. Yapanlar da hoşuma gitmiyor. Bu şekilde hadis almak isteyenler ancak kısa zamanda çok hadis elde etmek istiyorlar” demiştir. 432Onun bu sözleri ehil olmayan, ilim uğruna sıkıntıya girmeyen, meşakkate katlanmak ve ilme hizmet etmek istemeyen birine icazet yoluyla hadis rivayetinin yerinde olmadığını belirtmek üzere söylenmiştir. Bu yüzden O, böyle birine icazet vermek istemediği zaman “Biri Kiliseye hizmet etmeden papaz olmak sevdasında” der; ve bunu hadis talebi uğruna zorluk çekmeden, seyahat güçlüklerine katlanmadan ülkesinin fakihi, şehrinin muhaddisi olmak isteyenler için mesel olarak irad ederdi. 433
Lehinde veya aleyhinde neler söylenmiş olursa olsun, icazetin hadis rivayetini kolaylaştırdığına şüphe yoktur. Öte yandan aynı usulle hadis elde etmek imkanı hadis talebi uğruna yapılan meşakkatli yolculukları da geniş ölçüde azaltmıştır.
İcazet çeşitlerine gelince, el-Hatîbu'l-Bağdâdî birbirlerine yakın olanları ayırmaksızm beş; İbnu's-Salâh ve ona tâbi olarak en-Nevevî yedi çeşit icazet izah ederler. 434
Bunların belli başlıları İbnu's-Salâh’ın tertibine göre, icâze li muayyen fî muayyen; icaze-li muayyen fî gayri muayyen; icâze âmme, icâze li'l-mechûl; icâze li'1-ma'dûm, icâze mâ lem yesma'hu'l-mucîz, icâzetu'l-mucâz.
Üzerinde hayli söz edilmiş rivayet metotlarından icazet yoluyla alınmış hadislerin edasında kullanılan lafızlar değişiktir. Bir kısım alimler bu konuda icazet açıklamak kaydiyle haddesenâ icâzeten, ahberanâ icâzeten, enbe'enâ icâzeten gibi eda lafızlarını kullanmışlardır.
İmam Evzâ'î misali kimi hadisciler de habberanâ gibi özel lafızlar kullanmayı tercih etmişlerdir.
İcâzetu'l-Mu'ayyen Li'l-Muayyen Fî'l-Mu'ayyen:
İcâze li'1-mu'ayyen fî mu'ayyen tabiriyle de bilinir. Herhangi bir yazılı metni elden vermemek kaydıyla muayyen bir şeyhin muayyen birine, belirli bir kitabı rivayet etmesine izin vermesi manasına icazetin ilk nevidir. Bu nevi icazetin belirli bir özelliği icazet verenin (mucîz), kendisine icazet verilen talibin (mucâzun leh)'e icazete konu olan hadislerin yazılı olduğu kitap veya fihrist denen defterin (mucâz) belli oluşdur. Bu itibarla bu çeşit icazet, münâvelesiz icazet çeşitlerinin en üstünüdür. 435
Bu neviden icazette muhaddis, eceztu leke'l-kitâbe'l-fulânî (falancanın kitabını rivayet etmen için sana izin verdim); eceztu li-fulânin me'ştemelet aleyhi fihristi hâzihî (su fihristimde bulunan hadislerin rivayeti için falancaya icazet verdim) ve benzeri ifadeleri kullanır.
Bu şekildeki bir icazetin kabul edilebilir olması için, icazet veren muhaddisin, rivayetine izin verdiği kitap veya fihristdeki hadisleri iyi bilmesi, icazet alanında ilim ehlinden olması aranır. Hatta İmam Mâlik mucîz ile mücâzun lehin ilim ve ehliyet sahibi olmalarını şart bile koşmuştr. İbn Abdilberr ise isnadı müşkil olmayan muayyen şeyleri rivayet için yalnız hadis ilminde mahareti olan kimseye icazet verilebileceği görüşündedir.
Muayyen bir kimseye, muayyen şeylerin rivayeti için verilen icazet eğer yazılı olarak verilmiş ise verenin sözle te'yid etmesi münasiptir. Şayet yalnız yazı ile yetinirse zahire göre icazeti sahih olur. Şu var ki böyle bir icazet öbüründen yani yazılı olarak verilen, sözle teyid edilenden daha aşağı mertebededir. 436
İcâzetu’l-Mucâz:
İcazetle rivayet edilmiş hadislerin yine icazetle rivayet edilmesine izin vermekten ibaret icazet çeşitlerindendir. Şeyh, kendi şeyhinden icazet yoluyla aldığı hadislerin rivayet edilmesine icazet verir. İcazetinde bunu belirtecek şekilde eceztuke mucâzâti veya eceztuke cemî'a mâ ucîze lî rivâyetuhû gibi eda lafızları kullanır. Caiz oluşu ihtilaflıdır.
İdâl:
Bk. Mu'dâl.
İdrâc:
Sözlükte dürmek, birikmek, bir şeyi bir şeye eklemek, bir nesneyi başka bir nesneye katmak, sokmak manalarına gelir. 437
Hadis terimi olarak idrac, ravinin rivayet ettiği hadisin metnine veya senedine aslından olmayan sözler sokmasına denir. Ravinin bilerek veya bilmeyerek hadise ilave ettiği bu sözler başka raviler tarafından rivayet edilir ve hadisin aslında olmadığı halde ona eklenmiş olur. Bir başka deyişle bir hadisin ravilerinden biri herhangi bir maksatla onun metni veya senedine bazı sözler katar. Bu katma işine idrac adı verilir. Hadisi o raviden rivayet edenler bunun farkına varmazlar. Sanırlar ki o ilave hadisin ashndandır. Hz. Peygambere veya ilk kaynağına aittir. Dolayısiyle hadisi, ilave edilen sözlerle birlikte rivayet ederler. Böyle rivayet edilen hadislere mudrec adı verilir.
Bu tariften anlaşılacağı gibi idrac hadisin isnadında veya metninde yapılır. Hadisin isnadına başka sözler sokulmasının belli başlı sebepleri şunlardır:
a) Ravi çeşitli isnadlarla bir hadis işitir. Bir başka ravi o hadisi senedleri arasındaki farkı belirtmeden bütün isnadlarını birleştirerek rivayet eder. Dolayısıyla rivayet ettiği isnadda olmayan öbür isnadlara ait sözleri de ona katmış olur.
b) İsnadde açıklama yapmak maksadıyla başka sözler ekler.
Metinde idracın belli başlı sebepleri ise şunlardır:
a) Metinde açıklama yapmak,
b) Ravi iki ayn senedle iki ayn hadis rivayet eder. Ondan rivayette bulunan bir başkası aynı hadisi senedlerden biriyle ve iki metni birbirine katarak nakleder. Bu durumda isnadıyla naklettiği hadise ikinci hadisin metninden eklemiş olur.
c) Şeyh senedi söyler, durur. Bir açıklama yapar veya başka bir şey söyler. Hadisi işitenler o sözü hadisin metninden sayar ve rivayette bulunurlar. Böylelikle isnada aslında olmayan metni idrac etmiş olurlar. Bunun mühim bir misalini el-Hâkimu'n-Nîsabûrî'nin naklettiği şu olay teşkil eder:
Meşhur hadiscilerden Şerik bir gün taleberine hadis yazıdrmaktadır. Önce, “A’meş-Ebu Sufyân - Câbir Kale, Kale Resûlullah (s.a.s)” diyerek isnadını söyler ve talebelerinin yazması için susar. Tam bu sırada hadis meclisine Sabit b. Musa isimli biri girer. Sabit, nur yüzlü bir gençtir. Şerik, sustuğu an onu görür. Yüzünün parlaklığını kasdederek “Gece namazını çokça kılanın yüzü gündüzleri parlak olur.” der. Sabit, isnad söylenip tam, “Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki” dendiği an içeri girip böyle bir sözle karşılaşınca zanneder ki bu sözler Şerik'in daha önce söylediği isnadın metnindir. Dolayısıyla Şerik'in bu sözünü yazdırdığı isnadla rivayet eder. 438
Bir hadise ravisi tarafından bazı sözler sokularak idrac yapıldığı dört şekilde anlaşılır:
1. İdrac edilen kısmı belirleyen bir başka rivayetin bulunmasıyla, Meselâ, Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir:
“Abdesti güzelce alınız... O abdest alırken iyice yıkanmayan topukların Cehennemden çekeceği var!”
Bu hadisin ilk kısmı ravi Ebu Hureyre'nin sözüdür. Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait ikinci kısma idrac edildiği başka rivayetlerden anlaşılır. Bunlardan Buhâri'nin rivayeti şöyledir:
“... Muhammed b. Ziyad anlatır: Bir gün mataradan abdest alıyorduk, Ebu Hureyre yanımıza uğradı. Şöyle dedi:
“Abdesti güzelce alın; çünkü Ebu'l-Kasım (Hz. Muhammed (s.a.s) şöyle buyurdu: “Abdest alırken güzelce yıkanmayan topukların Cehennemden çekeceği var!” 439Müslim'in İbn Amr'dan rivayeti ise şöyledir:
“Abdullah b. Amr'dan rivayete göre şöyle demiştir: “Yaptığımız seferlerden birinde Hz. Peygamber (s.a.s) bizden geri kadı. İkindi vakti girmişti ki bize yetişti. Biz hemen abdest almaya başladık. Acele ediyor; ıslak elle ayaklarımızı sıvazlıyorduk. Hz. Peygamber bu halimizi görünce (yüksek sesle),
“O iyi yıkanmayan topukların Cehennemde çekeceği var!” diye bağırdı.” 440
Her iki rivayet de idrac edilenle karşılaştırılırsa “abdesti güzelce alın” manasına gelen kısmın hadisin aslından olmadığı anlaşılır.
Hz. Aişe'nin Hz. Peygambere ilk vahiy gelişine dair meşhur hadisin bir fıkrası şöyledir:
“Sonra Hz. Peygamber (s.a.s)'e yalnız kalmak sevgisi verildi. Artık Hira (Dağındaki) mağaraya çekilir; birkaç gün tehannüs ederdi. Tehannüs ibâdet demektir.” 441Bu hadisdeki “ve huve't teabbudu” sözleri İbn Şihab ez-Zuhrî'nin idracıdır. “fe-yetehannesu” kelimelerinin manasını açıklamak i
Dostları ilə paylaş: |