Gayruhû Evsak Minhu:
“Başkası ondan daha sağlam” karşılığıdır ve es-Sehâvî'ye göre hafif cerhe delâlet eden altıncı mertebe cerh lafızları arasında yer alır.
H
Ha:
Arap alfabesinin altıncı harfi olan “ha” hadis kitaplarında isnaddan isnada geçişte işaret olarak kullanılmıştır.
Muhaddisler hadislerin yazılışında birtakım rumuzlar kullanırlar. Bunlardan biri olan ha, birkaç isnadı olan hadislerin yazılışında isnadın birinden diğerine geçerken birinci isnadla ikincisi arasına konur. Buhâri'nin şu hadisi bu işaretin kullanılış şekline misaldir:
“... Hz. Peygamber (s.a.s) “Ben kendisine ana-babasından çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili gelmedikçe sizden birinizin imanı kemale ermiş olmaz” buyurdu. 302
Görüldüğü gibi hadisin Enes b. Malik'e varan iki isnadı yazılırken aralarını ayırmak ve ikisinin de aynı hadisin isnadları olduğunu göstermek üzere araya bir “ha” harfi konulmuştur.
Bu harfin hangi kelimenin kısaltılmış şekli olduğu konusunda bir açıklık yoktur. Ancak bazı muhaddisler kullanıldığı yeri dikkate alarak olmalı, bu harfin “tahvil” kelimesinin; bazıları ise iki isnad arasını ayırdığı için hail kelimesinin remzi olduğunu söylemişlerdir. Bazılarına göre mağriblilerin isnadın bittiği yere geldiklerinde söyledikleri el-Hadis'in kısaltmasıdır. 303
İbnu's-Salâh, Ebu Osman es-Sâbûnî, Ebu Müslim Umer b. Ali el-Leysî gibi muhaddislerle Ebu Sa'd el-Halîlî gib muhaddis fakihlerin iki isnad arasına “ha” harfi yerine “Sad-ha” harflerini remiz olarak koyduklarına kendi el yazılarıyle yazılmış metinlerde muttali olduğunu, bunun Saha'nın remzi olduğu intibaını verdiğini kaydeder. Ona göre bu şekilde iki isnad arasına “sh” remzinin konulması, birbiri ardına zikredilen iki isnaddan birincisine ait metnin düştüğü vehmine kapılınmaması; öte yandan ikinci isnadı birinciye katıp ikisini tek isnad haline getirilmemesi bakımından daha doğru olur. 304
Haber:
Sözlükte herhangi bir olay, nesne veya konuya dair elde edilen bilgi ve Türkçe anlamiyle haber manasına gelir. Terim olarak hadisle eş manalıdır; hadis demektir ve Hz. Peygamber (s.a.s), sahabe ve tabiûndan nakledilen rivayetlere denir. Buna göre gerek isnadı Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaşan merfû. gerek sahâbîye kadar varan mevkuf, gerekse tabiiye erişen maktu, bütün rivayetlere haber adı verilir. Bu tarife göre haber, hadisten daha şümullü addedilmiştir; zira hadis, sadece Hz. Peygamberle ilgili rivayetler olduğu halde, haberin şümulüne hadislerle birlikte sahabe ve tâbi'ûndan, hatta daha sonrakilerden nakledilen rivayetler de dahildir. Her hadis haberdir; fakat her haber hadis değildir. Bir diğer ifadeyle haber umumidir. Hadis ise, Hz. Peygamber'e ait hususi bir haber türüdür.
Bununla birlikte bazı hadisciler hadis ile haberin birbirinden farklı olduklarını ileri sürerek az önceki tarifte olduğu gibi Hz. Peygamber'd en merfû rivayetlere hadis, buna karşılık sahabe ve tâbi'ûndan nakledilenlere haber demişlerdir. Bu tarifte hadis ile haber birbirlerinden tamamen ayrılmıştır. Aralarında hiçbir ilgi yoktur. Nitekim hadisle meşgul olanlara muhaddis denildiği halde tarih gibi şeylerle uğraşanlara ahbarî denilmiştir.
İster Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinden ibaret hadis şeklinde olsun, isterse sahabe ve tâbi'în ile daha sonraki tabakalardan birine mensup birinden rivayet edilenler olsun, haberler tariklarına, öteki deyişiyle ravilerin sayısına göre mütevâtir, meşhur ve âhad olmak üzere üç kısma ayrılırlar, Bunların herbi-ri hakkında kendi başlıklarında yeterli bilgi verildiği için burada ayrıca üzerinde durulmayacaktır.
Habberenâ:
Bk. İcazet.
Haber-i Âhad:
Bk. Âhad.
Haber-i Aziz:
Bk. Aziz.
Haber-i Hâssa:
Bk. Âhad.
Haber-i Meşhur:
Bk. Meşhur
Haber-i Mütevâtir:
Bk. Mutevatir.
Haber-i Vâhid:
Bk. Âhad.
Hadara:
Gelmek, hazır olmak, bulunmak manasına gelen fiildir. İbnu's-Salâh’ın kaydettiğine göre hadis ravilerinin. rivayetin sahih sayılabilmesi için bazı muhaddislerce sınır kabul edilen beş yaşını tamamlamadan hadis meclislerine devam etmelerini ifade etmek için kullanılır. 305Buna göre rical kitaplarında bir raviden söz edilirken “falancanın meclisinde hazır bulundu” denilmişse de bu ifade onun o şeyhin hadis meclislerine henüz bu yaşa gelmeden götürüldüğünü ifade eder. Kelime meçhul olarak uhdira şeklinde de kullanılır ve aynı manayı verir.
Haddesenâ:
“Bize tahdîs etti” sözlük manasıyla eda lafızlarındandır. Kavinin şeyhinden rivayet ettiği hadisleri talibine rivayet ederken kullanılır.
Haddesena lafzının hadis rivayet yollarından özellikle hangisiyle rivayet edilen hadislerin naklinde kullanılacağına dair hadisciler arasında birlik yoktur. Bu lafzın yalnızca semâ' yoluyla alınan hadislerin edası sırasında kullanılması gerektiği görüşünde olanlarla birlikte arz, münâvele, icazet ve kitabet yollarıyla alınan hadislerin rivayetinde de kullanılmasını uygun görenler olmuştur. Ne var ki, semâdan başla yolla rivayette rivayet şeklinin belirtilmesi gerekir. Söz gelişi, arz veya kırâ'at denilen hadisleri şeyhe okumak suretiyle alınan bir hadisin edası sırasında haddesena fulânun kırâ'aten aleyhi ve benzeri lafızlar kullanmak adet olmuştur. Ancak, tekrar kaydetmek gerekir ki, bu konuda hadiscilerle usul alimleri arasında birlik yoktur.
Haddesenâ Fulân Bi-Kırâ'atı Aleyhi:
Bk. Haddesena fulân kırâ'aten.
Haddesenâ Fulân Kırâ'aten:
Haddesena eda lafzının, özellikle arz veya kırâ'a denilen metotla alınan hadislerin rivayetinde kullanılan şeklidir. “Bize falanca (kendisine) okumak suretiyle tahdis etti” demektir.
Arz başlığı altında söz konusu edildiği üzere muhaddisler, şeyhe okumak suretiyle rivayet edilen hadislerin edası sırasında esas itibariyle semâ yoluyla rivayette kullanılan haddesena lafzını da kullanırlar. Ancak arz yoluyla aldığı hadisleri herhangi bir metotla başkalarına rivayet eden ravinin eda esnasında kırâ'at kaydını eklemesi gerekir. Bu kaydı eklemek üzere haddesena fulanun kıra1 at en (veya kırâ'aten aleyhi; yahutta bi-kırâ'atî aleyhi gibi eda lafızları kullanır. Sonuncusunu kullanmakla hadisi şeyhe bizzat kendisinin okumuş olduğunu belirtmiş olur. Eğer başkası okumuş, kendisi dinleyerek rivayette bulunmuşsa -ki bu şekilde rivayet caizdir ve çok uygulanmıştır- o zaman eda lafzı olarak haddesena fulanun kırâ'aten aleyhi ve ene esme'u (bize falanca kendisine okunmak suretiyle tahdis etti. Ben de dinledim) veya kuri'e aleyhi ve ene esme'u (ben dinlerken falancaya okundu) lafızlarından birini kullanır.
Haddesenâ Fulân Kıra'aten Aleyhi:
Bk. Haddesena Fulân Kırâ'aten.
Haddesenâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi Ve Ene Esme'u:
Bk. Haddesena Fulân Kırâ'aten.
Haddesenâ İcazeten:
Bk. İcazet.
Haddesenâ Mukâtebeten:
Haddesena eda lafzının mukâtebe (veya kitabe) yoluyla alınan hadislerin rivayetinde kullanılan şeklidir ve “falanca bize yazışma suretiyle rivayet etti” manasına gelir.
Muhaddisler, esas itibariyle semâ metoduyla rivayet edilmiş olan hadisleri başkalarına rivayet ederken kullandıkları haddesena eda lafzını, hadisin hangi yolla alındığını belirtmek suretiyle başka şekillerde rivayette de kullanırlar. “Haddesena fulanun mukâtebeten” böylece hadisi alma usulü açıklanmak suretiyle semâda kullanılan eda lafzını mukatebede kullanılmasından başka bir şey değildir. (Bk. Mukâtebe).
Haddesenâ Muzâkereten:
“Bize müzakere yoluyla rivayet etti” manasına eda lafızlarından biridir. en-Nevevî'nin, hadis imamlarının öyle yaptıklarını kaydederek belirttiğine bakılırsa rivayet şartlarındandır. Açıklamak gerekirse, bir şeyhin sema’ında vehn denilen gevşeklik hali veya sahih rivayet şartlarına uymayan bir durum varsa onu rivayetinde bildirmek zorundadır. Bu cümleden olarak ravi, şeyhinden hadisi rivayet metotlarından birisiyle değil de söz gelişi müzakere esnasında hıfzıtmişse rivayet ederken bunu söylemesi gerekir. Haddesena müzakereten eda lafzını bu durumu bildirmek üzere söyler. 306
Haddesenâ Sâhibun Lenâ:
“Bize ashabımızdan biri rivayet etti” manasına ibhâm lafızlarındandır. Sika bir ravinin, kendisi gibi sika olan şeyhini isnadında ismiyle anmayıp mübhem bırakmasında kullanılır. (Bk. İbhâm).
Haddesenî:
Sözlük yönünden “bana tahdis etti” manasına haddesena lafzının müfred zamiriyle gelen şeklidir ve eda lafızlarındandır.
Haddesena maddesinde söz konusu edilen, bu lafzın, hadis rivayet metotlarından hangisiyle rivayet edilen hadislerin rivayetinde kullanıldığı konusunda birlik olmayışı haddesenî için de geçerlidir. Bununla birlikte bu lafzın daha çok ravinin şeyhten tek başına işittiği hadislerin edasında kullanıldığı dikkat çekmektedir. Nitekim el-Hâkîmu'n-Nîsâbûrî, haddesenî lafzının, ravinin bir şeyhten yalnız başına rivayet ettiği hadislerin rivayetinde kullanılmasının kendi tercihi olduğu gibi, şeyhlerinin ve asrında yaşayan hadis imamlarından çoğunun üzerinde ittifak ettikleri görüş olduğunu kaydetmiştir. Hadis kitaplarında en çok haddesena kullanılırken arada bir haddesenî denilmesi, ikisi arasında bir fark olduğunu gösterir. Bununla birlikte her muhaddis, belli bir yolla rivayet ettiği hadisleri eda ederken çok kere başka muhaddislerden ayrı eda lafızları kullanır. Bu itibarla haddesenî lafzının hadis alimleri arasında ne dereceye kadar kullanıldığım söylemek güçtür.
Haddesenî Ba'du Ashâbinâ:
“Ashabımızdan bazısı bize rivayet etti” manasına, sika ravinin sika olan şeyhini isnadında ismiyle söylemeyip ibhâm etmesini ifade eden eda lafızlarındandır. (Bk. İbhâm).
Haddesenî Gayru Vâhid Min Ashâbinâ:
“Ashabımızdan birçok kimse bana tahdis etti” demek olup sika ravinin kendisi gibi sika olan şeyhini isnadında ismiyle söylemeyip ibhâm yederken kullandığı eda lafızlarından biridir. (Bk. İbhâm).
Haddesenî Men Lâ Ettehimu:
Daha çok İmam Şafl'î'nin sıkça görülen ibhâm rivayetlerinde sıkça görülen ibhâm lahzlarındandır. Talebesi er-Rebî” b. Süleyman'dan rivayete göre Şâfi'î bu lafzıyla şeyhi İbrahim b. Yahya'yı ibham etmiştir.
Haddesenî's-Sika:
Aynı yerde aynı manada ahberanî's-sika lafzı da kullanılır. Her ikisi de “bana sika rivayet etti” anlamına gelir. İbham lafızlarındandir. (Bk. İbham).
Hadis:
Sözlükte birinci babtan çekimi yapılan “hadese” kök fiilinden türemiş bir kelimedir. Eskinin zıddı olarak yeni, önceleri yokken sonradan olan, yeniden meydana gelen manalarına gelir. Nitekim” sevbun hadîsun”, “sevbun cedîdun” demektir, aynı kelime çağdaş Arapçada modern karşılığı olarak kullanılmaktadır. Çoğulu kıyas dışı olarak ahâdîs şeklinde gelir.
Kur'ân-ı Kerim'de hadis kelimesi söz ve haber anlamında varid olmuştur. Şu ayetlerde bu mânâya olup Kur'an-i Kerim kasdedilmiştir:
“(Kur'an-ı Kerim'i Muhammed kendisi uydurdu diyenler) eğer bu sözlerinde doğru iseler ona benzer bir söz getirsinler.” 307
“(Kur’ân-ı Kerim'i inkâr edenler) artık ondan sonra hangi söze inanacaklar?”
Mürselât: 308
Şu iki ayette de hadis kelimesi söz ve haber anlamınadır:
“(Peygamber'in evine yemeğe çağrıldığınızda girin). Yemeği yeyince, söze dalmadan hemen dağılın.” 309
“Sana Musa'nın haberi gelmedi mi?” 310
Hadis kelimesi, hadislerde de umumiyetle söz karşılığı olarak kullanılmıştır. Nitekim Ebu Hureyre'nin sorduğu bir soruya Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği cevapta bu kelime söz manasına kullanıldığı görülür.
“Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Ya Resûlallah diye sordum; Kıyamet Günü şefaatinle en çok kim mutlu olacak?” Şu cevabı verdiler:
“Hadise karşı sendeki iştiyaki bildiğim için bu sözü senden önce kimsenin sormayacağını biliyordum. Kıyamet Günü şefaatimle en mes'ud olacak kişi gönlünün derinliklerinden gelerek “lâ ilahe illallah” diyendir.” 311
Kur'ân-ı Kerim ve hadislerde söz ve haber manasında kullanılmış olan hadis, bu manasiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözlerine denilmiş ve terim haline gelmiştir. Tarifi şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s)'e nisbet edilen söz, fiil ve takrirlere hadis denir.312 Bazı alimlere göre Hz. Peygamberin fizyonomik özellikleri ile Hıra Mağarasında ibadete çekilmesi gibi peygamberlik öncesi davranışları da hadisin tarifine girer. Aynı tarife Hz. peygamber'in mübarek ağızlarından çıkan sözleri ve fiillerinin yanısıra huzurunda işlenip gördüğü veya gıyabında işlenip de kendisine haber verildiğinde bir şey demediği sahabîlere ait fiiller (takrirler) de dahildir.
Bazı âlimler ise hadisi sünnetle eş manalı olarak görürler. Onlara göre hadis sünnet ile birdir ve Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri ve takrirleridir.
Bu tariflerin hepsi muhaddislerin tarifidir. Gerek söz, gerek fiil, gerekse takrir şeklinde gelen veya vasıf bildiren Hz. Peygamberle ilgili bütün rivayetlere şamildir.
Fıkıh Usulü âlimlerine göre ise hadis, Hz. Peygamber'in sözleri ve fiilleridir. Takrirleri de fiillerine dahildir.
Son iki tarifin karşılaştırılması halinde görülür ki muhaddislerin tarifi daha şümullüdür. Fıkıh Usûlü alimlerinin tarifinde ise hadisin şer'î delil olabilme özelliği ön plana alınmıştır. Onlar, Hz. Peygamber'in vasıfları ile Peygamberliğinden öncesine ait bir halini hadisin tarifinde dikkat almamakla esas itibariyle bu özelliğini esas almışlardır.
Hadisler genel olarak iki kısma ayrılırlar. Birincisi, nebevi hadisler; ikincisi kudsî hadîslerdir. Hadis denince kasdedilen birincisidir ve sened yahut rivayet yahut da ravilerinin durumlarına göre kısımlara ayrılır.
İbnu'l-Cevzî, mevzular dahil bütün hadisleri altı kısma ayırmıştır. Bunlardan birincisi Buhârî ile Müslim'in sıhhati üzerinde ittifak ettikleri; ikincisi Buhari ya da Müslim'den birinin sıhhatine hükmettikleri; Üçüncüsü Buhârî ve Müslim'den birine göre senedi sahih olanlar; dördüncüsü muhtemel bir zayıflığı bulunan hasen hadisler; beşincisi şiddetli zayıflık taşıyanlardır. Âlimlere göre bunlar değişik mertebededirler. Kimi âlimler bunları şiddetli bir zayıflık bulunmadığını zannederek hasene dahil etmiştir. Kimi de aşırı zayıf olduklarına hükmederek mevzu hadislere katmıştır. Altıncısına gelince mevzu hadislerdir. 313
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm Dini'nin esaslarını, emir ve yasaklarını, dinî, içtima'i ve ahlâkî prensiplerini Allah Te'âlâ'dan vahiy yoluyla almış ve insanlara ulaştırmıştır. O, peygamberlik vazifesi icabı Allah'tan aldıklarını noksansız bir şekilde tebliğ ettiği gibi herbirinin uygulamasını da yapmıştır. Hadisler İslâm esaslarının tebliğ ve' uygulaması sonucu oluşmuştur. Herbiri İslâm Dini'nin temel taşlarını teşkil eder. Kaldı ki, dinî konularda Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikinci delil kaynağı Sünnet, dolayısiyle hadislerdir. Bu itibarla hadislerin İslâm Dini'nde büyük önemi vardır. Özetleyecek olursak:
a) Hadisler kur'ân-ı Kerim'i açıklar. Kur'ân-ı Kerim, bilindiği gibi Hz. Peygamber'e zaman zaman inmiştir. Sure ve ayetler her indiğinde o, bunları sahâbilere tebliğ etmiş, ezberlenmelerini sağlamıştır. Ayrıca vahiy kitaplerine yazdırmıştır. Bazen sahabîlerin sormaları üzerine, bazen de kendiliğinden inen ayetleri açıklamış, hükümlerini nasıl uygulayacaklarını kendisi uygulamak suretiyle göstermiştir. Onun Kur'ân-ı Kerim'i açıklamak üzere söylediği sözlerle hükümlerini uygulamasından doğan fiilleri Tefsir ilminde en önemli yeri alırlar. Buna misal olarak aşağıdaki rivayetler üzerinde durulabilir.
Oruç tutarken sahurda yeme-içme müddetinin bitişini belirleyen “... fecirde beyaz iplik size siyah iplikten seçilinceye kadar yeyin, için...” 314, ayetindeki “beyaz iplik”ten maksadın gündüz aydınlığı, “siyah iplik” dense gece karanlığı olduğunu hadislerden öğreniyoruz. 315Aynı şekilde her namazda okunan Fatiha Süresindeki, “(Ya Rabbi!) Bizleri doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gazab(ın)a uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil!” ayetlerinin sonuncusundaki “gazaba uğrayanların yahudiler; “sapıkların” hristiyanlar olduğunu hadisler açıklamıştır.
“İman edenler, bununla birlikte imanlarını zulme bulaştırmayanlar... İşte onlar (korkudan) emin olmak hakkına sahip olanlardır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır” ayetindeki 316 “Zulm”ün şirk manasına olduğu hadislerden anlaşılmıştır. 317
Aynı şekilde:
“O tevbe edenler, ibadette bulunanlar, hamdedenler, seyahat edenler, (Allah huzurunda) eğilenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülüğe karşı çıkanlar ve Allah'ın hududunu koruyanlar (yok mu? İşte onlar Cennet ehlidirler. Habibim) Sen o mü’minleri (Cennetle) müjdele.” ayetindeki 318“es-Sâihûne” nazmına “oruç tutanlar” manası yine hadise dayanılarak verilmiştir.
b) İbadetlerin yapılış şekillerini açıklar. Kur'ân-ı Kerim, müslümanlara namazın farz olduğunu bildirmiş ise de nasıl, hangi vakitlerde ve kaç rekat kılınacağını etraflı bir şekilde ve açıkça bildirmemiştir. Farz namazların günde beş vakit; öğle, ikindi, yatsı dörder; akşam üç, sabah iki rekat olarak kılınacağını hadisler bildirmiştir. Namazın nasıl kılınacağını, ayakta duruşun, rüku ve secdelerin nasıl yapılacaklarını, namaz esnasında neler okunacağını Hz. Peygamber bizzat kendisi yaparak müslümanlara göstermiş ve “namazı benim kıldığım gibi kılınız” buyurmuştur. Hz. Peygamber'in namaz kılış şeklini yine hadislerden öğreniyoruz. Aynı şekilde abdest alış şekline, abdest organlarının yıkanış biçimine ve sırasına ait bilgileri de Hz. Peygamber'in abdest alış şeklini bildiren hadislerden alıyoruz. Farz olan Cuma namazının kaç rekat kılınacağı, hutbe okunması, haccın yapılışı, zekâtın hangi mallardan ne miktarda verileceği gibi ibadetlerin yapılışına dair pek çok hususlar da hadislerden alman bilgilere dayanmaktadır.
c) Hadisler Fıkıh ilminin Kur'an-ı Kerim'den sonra ikinci kaynağıdır. Hakkında Kur'an-ı Kerim'de hüküm bulunmayan konularda Hz. Peygamber'in sünnetine başvurulur. Hadisler, Sünneti aksettirdikleri için Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikinci hüküm kaynağı olmuş olur. Meselâ abdest alırken mestler üzerine meshetme sünnete; dolayısiyle hadislere dayanır. Denizden çıkan ölü balığın yenilebileceği; katır, ehlî eşek, aslan, kaplan, fil, kurt, maymun, köpek gibi hayvanlarla; doğan, şahin, atmaca, karga gibi yırtıcı ve tırnaklı kuşların etlerini yemenin haram olduğu hükmü de hadislerden çıkarılmıştır.
d) Sünnetin koyduğu Kur'ân-ı Kerim'de olmayan dinî hükümler hadislerden öğrenilir. Mesela, hırsıza verilecek el kesme cezasının, sağ elin bilekten kesilmesi şeklinde uygulanması hükmü ile normal bir şekilde kesilmiş hayvanın kamından ölü olarak çıkan yavrusunun boğazlanmış sayılacağı hükmünü Sünnet koymuştur. Bunları hadislerde buluyoruz.
Hz. Peyygamber'in Sünneti ile koymuş olduğu hükümler, dinimizin hükümleri sayılır; çünkü ona itaat farzdır. Ona itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Bu konudaki bir ayette, “Kim Allah Resulüne itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.”319 buyurulmuştur. Onun getirdiklerine uymak, yaptıklarını yapmak, men ettiklerinden sakınmak da Allah'ın emridir. Bu konudaki bir âyette ise, “Allah Resulünün size getirdiklerini alınız; men ettiklerinden de sakınınız” 320buyurulmuştur.
e) Peygamberimiz bütün insanlara örnektir. Onun dünya ve ahiret mutluluğu için güzel bir örnek olduğunu şu ayet açıkça belirtmektedir:
“Andolsun ki sizin için, Allah'ı ve Ahiret Gününü umanlar ve Allah'ı çokça ananlar için Allah Resulünde uyulacak güzel bir örnek vardır.”321 Güzel bir ahlaka sahip olmak, böylece dünya ve ahiret saadetine ulaşmak isleyenler onu kendilerine örnek almalıdırlar. Hz. Peygamber'in güzel ahlakını da yine hadisler yansıtır. 322
İslâm Dini'nde bu derece mühim bir yeri olan hadislere sahabeden itibaren misli görülmemiş büyük bir ilgi duyulmuş her asırda yüzlerce hadis alimi yetişmiştir. Bunların yılmak bilmez yoğun gayretleri sonucu hadislerin isnad, metin ve ravilerini çeşitli yönlerden ele alan eserler telif ve tasnif edilmiştir. Hz. Peygamberle ilgili olmaları dolayısiyle hadisler bugün de önemini kaybetmiş değildir. İster dinî, İster sosyal, isterse ahlâkî konularda müslümana yakışır şekilde yaşamak isteyen herkes için hadisler, günümüzde de eşsiz bir hazine olma vasfından bir şey kaybetmemiştir.
Hadis İlmi:
Hz. Peygamber (s.a.s) 'in hadislerini konu alan eski deyimiyle ilm-i hadis veya ilmu'l-hadîs, Türkçesi Hadis İlmi, İslâm alimleri, bilhassa muhaddisler tarafından değişik şekillerde tarif edilmiştir. Söz gelişi en-Nevevi'ye göre Alemlerin Rabbi olan Allah'a en üstün manevi yakınlık vesilelerinden biri olan Hadis İlmi, hadis metinlerinin sahih, hasen, zayıf, muttasıl, mürsel, munkatı, mu'dal, maklûb, meşhur, garîb, azız, mütevâtir, âhad, ferd, ma'rûf, şâz, münker, mu'allel, mevzu, müdrec, nâsih-mensûh, hâs, âm, mücmel, mübeyyen, muhtelif ve benzeri nevilerinin bilinmesidir. Aynı şekilde isnadlarının yani ravilerinin hallerine vakıf olmak, bir de ravilerin isnadlarda ve metinlerdeki ihtilaflarının hükmünün bilinmesidir.323 Hadis ilminin ilimlerin en önemlilerinden biri oluşunun delili, İslâm Şeri'atının Kur'ân-ı Kerim ile Hz. Peygamber'den rivayet edilen sünnetlere dayanması, fıkhî hükümlerden çoğunun Sünnet etrafında dönmesidir; zira fürû'a dair ayetlerin ekseriyeti mücmeldir. Açıklaması sünnettedir. Müctehid kadı ile müftünün ahkâm hadislerini bilmelerinin şart olduğunda bütün İslâm âlimlerinin ittifakı vardır. 324
İzzu'ddin İbn Cemâ'a ise Hadis İlmini sened ve metnin hallerini bildiren kaidelerden ibaret bir ilim olarak görür. Ona göre Hadis İlminin konusu sened ve metin, gayesi sahih hadisleri sahih olmayanlardan ayırt ederek bilmektir. 325
Buharı Şârihi Muhammed b. Yusuf el-Kirmânî'ye göçe Hadis İlmi, Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri ve hallerinin bilinmesidir. Konusu Allah Resulü olarak Hz. Peygamber; gayesi dünya ve ahiret saadetini kazanmaktır. Ancak bu tarife itiraz edilmiştir. es-Suyûtî, Mısır'da yerleşmiş Türk asıllı şeyhi Ebu Abdillah Muhammed b. Süleyman el-Kâfiyeci'nin el-Kirmânî'nin Hadis İlminin konusuna dair söylediklerine hayret ettiğini ve “Hadis İlminin konusu Hz. Peygamber (s.a.s)'in şahsıymış. Onun şahsı olsa olsa tıbbın konusudur; hadisin değil” dediğini nakletmiştir. 326
Muhammed b. İbrahim el-Ekfânî'ye göre ise Hadis İlmi, rivayet ve dirayete has olmak üzere iki kısımdır. Rivayete has olan kısmı Hz. Peygamber'in sözleri ve fiilleri ile bunların rivayetini, zabtını ve lafızlarının tesbit edilerek yazılmasını içine alan bir ilimdir. Dirayete has olan kısmı ise rivayetin hakikati, şartları, çeşitleri, hükümleri, ravilerin halleri, şartları ve rivayetin sınıflarını bildiren ilimdir. 327
el-Efkânî'ye göre Hadis İlminin bu ikinci kısmının tarifindeki rivayetin hakikatinden maksat sünnetin nakli ile onu tahdîs, ihbar ve benzeri yollarla söyleyene nisbet etmek; şartlarından kasıt, ravisinin naklettiklerini semâ', arz, icazet ve benzeri tahammül yollarından birisiyle alması; nevileri ile söylenmek istenen ittisal, inkıta ve benzerleridir. Rivayetin hükümleri kabul ile reddir. Ravilerin halleri adalet ile cerh; şartları ise hadisleri tahammül ve edada yerine getirmek zorunda oldukları şartlardır. Merviyyâtın kısımlarına gelince bunlar musned, mu'cem, cüz ve benzeri tasniflerdir. 328
el-Irâkî, Hadis İlmini mertebesi yüksek, son derece faydalı bir ilim olarak tarif eder ve şer'î hükümlerin çoğunun ona dayandığını, helal ve haramın onunla bilindiğini kaydeder. 329
İbn Haceri'l-Askalânî'ye gelince o, hadis ilmini senet ve metnin hallerini bildiren kaideler ilmi olarak tarif etmiştir. 330
Birbirinden farklı görünen bu tariflerin birleştiği nokta, hadis ilminin Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz, fiil ve hallerini, bunlar hakkında nakledilen rivayetlerle rivayet sonucu tesbit edilen hadislerin zabtedilmesini ve nihayet sahih olanlarının olmayanlardan ayrılmasını konu almış olmasıdır. Hadis İlminin özünü hepsi birbirine bağlı bu konular ve etrafında yazılan eserler teşkil eder.
el-Ekfâni’nin taksiminde de görüldüğü gibi hadis ilmi iki kısma ayrılır. Birincisi rivayette ilgili rivâyetu'l-hadîs ilmidir. İkincisi dirayetle ilgilidir ve dirâyetul-hadîs adını alır.
Hadis İlmine rivayet ilmi (ilm-i rivayet); haberler ilmi (ilm-i ahbâr), eserler ilmi (İlm-i âsâr) diyenler de olmuştur.
Dostları ilə paylaş: |