EBU BEKİR DÖNEMİNDE İMAM ALİ (A.S) İktidarın Muhalefete Karşı İzlediği Adımlar
Egemen zümre, yoğun çabalar ve plânlamalardan sonra ele geçirdiği iktidarı bırakacak değildi. Sakife'de ileri sürdüğü ve iktidar aracı olarak kullandığı görüşlerini ısrarla savundu ve bunun için çeşitli yöntemler kullandı. Bu bağlamda kullandığı yöntemlerin ya da savunduğu görüşlerin meşruluğunu, İslâm davetini koruma özelliğine sahip olmasını göz önünde bulundurmadı. Nitekim egemen zümrenin, Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehlibeyt'ini nihai olarak iktidardan uzaklaştırmak, Haşimîlere güç veren düşünceyi bir daha dirilmemek üzere gömmek, daha doğrusu gelecekte ortaya çıkabilecek her türlü muhalefetin önünü kesmek için bazı siyasî adımlar ve taktikler geliştirdiğini görüyoruz:
1- Yeni yönetim, muhaliflere, yeni halifeye muhalefet etmelerinin İslâm şeriatında haram olan fitneye, kargaşaya sebep olmaktan başka bir şey olmadığını söylemeyi esas alan bir söylem geliştirdi. Bunu söylerken şu argümanı ileri sürüyorlardı: İslâm devleti henüz tam anlamıyla oturmuş değildir. Dış düşmanlar devletin varlığını tehdit ediyorlar. Öte yandan Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra genç İslâm devletinin sınırları içinde dinden dönme olayları da baş göstermiştir. Dolayısıyla bu koşullarda yeni halifeye muhalefet etmek fitne çıkarmaktan başka bir şey değildir.
2- Yeni halife ve partisinin Sakife'de Sa'd b. Ubade'ye karşı uyguladıkları şiddet ve sertlik esasına dayalı politikayı İmam Ali'ye (a.s) karşı da uyguladılar. Hatta Ömer, içinde Fatıma (a.s) dahi olsa İmam Ali'nin (a.s) evini yakma tehdidinde bulunmuştu.[236] Bunun anlamı şudur: Fatıma ve Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehlibeyti'ne mensup diğer kimselerin, yönetim erkinin kendilerine karşı şiddet esaslı politikayı izlemesini engelleyecek bir dokunulmazlıkları yoktur.
3- Ebu Bekir ve yanındakiler Haşimoğulları'ndan hiç kimseyi devletin önemli bir görevine getirmediler. Çünkü Haşimîlerin halifeliği ele geçirmelerinden korkuyorlardı.[237] Geniş İslâm devletinin en küçük bir bölgesine bile, bir tek Haşimîyi dahi vali olarak tayin etmediler.
4- Halifeliği ve yüksek yönetim merkezini ele geçirmek hususunda Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehlibeyti'yle rekabet edecek, onlara düşmanlık besleyecek güçlü bir siyasî kitlenin hazırlanması. Nitekim biliyoruz ki, iki yüzlü ve çeşitli siyasî beklentileri olan Emevîler, Ebu Bekir ve Ömer zamanında devletin önemli makamlarını ele geçirmişlerdi. Öte yandan ikinci halifenin icat ettiği şûra olgusu da, Osman b. Affan'a diğer rakiplerine oranla daha şanslı hale gelmesini sağlamıştır.
Bu siyasal kitle büyüyecek ve gelişecekti. Çünkü bir şahıs tarafından değil, bir hanedan tarafından temsil ediliyordu. Dolayısıyla Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehlibeyti'nin hilâfeti ele geçirmesi de gün geçtikçe imkânsız hale gelecekti. En azından zor olacaktı.
5- Haşimoğulları'na eğilimi bulunan tüm görevlilerin görevlerinden uzaklaştırılması. Rivayet edilir ki, Ebu Bekir Şam bölgesini fethetmek üzere gönderdiği ordunun komutanı Halid b. Sa'd b. As'ı görevden almıştı. Bunun tek nedeni de Ömer'in, onun hakkında Haşimîlere ve Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehlibeyti'ne eğiliminin olduğunu söylemiş olmasıydı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra kendilerine karşı muhalif bir tutum takınmış olduğunu hatırlatmış olmasıdır.[238]
6- İmam Ali'nin (a.s) meşru hakkı olan halifeliği geri almak için yararlanmasın diye onun ekonomik olarak zayıf bırakılması. Bu amaçla halife Fedek arazisini Hz. Fatıma'dan (a.s) aldı. Çünkü Hz. Fatıma'nın (a.s) eşinin davasını yürütmesi eyleminde onun arkasındaki en büyük destek olduğunu biliyordu. Öte yandan bazı siyasal grupların, destek ve oylarını parayla sattıklarını da biliyoruz. Bu gruplar daha fazla para veren bir başkasına da oylarını satabilirlerdi. Nitekim halife Ebu Bekir de parayı ve malı insanları ayartmak ve desteklerini sağlamak için kullanmıştı.[239]
Öte yandan Hz. Fatıma (a.s), İmam Ali'nin (a.s) arkadaşları açısından, Ali'nin halifeliğe daha çok hak sahibi olduğunu gösteren bir kanıt konumundaydı. Bu yüzden halife, Emir'ül-Müminin'in (a.s) en büyük destekçisi Fatıma'nın (a.s) konumunu nötrleştirme hususunda önemli bir adım attı. Dolaylı ve yumuşak bir üslupla Fatıma'nın (a.s) da herhangi bir kadın olduğunu, bırakın halifelik gibi önemli bir meseleyi, Fedek gibi basit bir meselede dahi görüşünün delil olamayacağı anlayışını Müslümanların zihinlerine yerleştirdi. Bu açıdan şöyle bir sonuç kendiliğinden ortaya çıkıyordu: Fatıma (a.s) hakkı olmayan bir toprağı isteyebildiğine göre, kendilerini Resulullah'ın (s.a.a) halifesi makamına lâyık gören ve iktidarı ele geçiren bu sahabelerin savunduğu gibi, hiçbir hakkı olmadığı halde kocası için de İslâm devletinin tümünü isteyebilir![240]
Rivayet edilir ki, Ebu Bekir halife olunca adamlarını Fedek arazilerini Hz. Fatıma (a.s) adına kontrol eden vekilinin yanına gönderdi. Onu oradan uzaklaştırarak araziye el koydu. Bu arada kendisinden başka kimsenin rivayet etmediği bir hadisi zikretti. Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini duymuştu: "Biz Peygamberler topluluğu miras bırakmayız. Bizden geride kalan mallar, sadakadır." Şu halde Hz. Peygamber (s.a.a) de miras bırakmamıştı. Ondan geriye kalan mallar Müslüman yoksullara ve miskinlere sadaka olarak dağıtılmalıydı.[241]
Sakife Halifeliğinin Aleyhindeki Kanıtlar
Sahabeler içinde seçkin bir zümre İmam Ali'nin (a.s) yanında yer aldı. Meşru halifelik iddiasını sonuna kadar savundu. Bunlar kararlı ve kendilerine güvenerek, açıkça Ali'nin haklılığını ilan ettiler. Kesin ve tayin edici kanıtları vardı. Şer'î naslara dayalı tartışılmaz argümanları bir bir sıralıyorlardı. Bunların üslubunda hakkı bulma, İslâmî yönetimi sapmalara karşı koruma hırsı kendiliğinden belli oluyordu. Nitekim Hz. Peygamber'in (s.a.a) mescidinde toplanmışlardı. Seçkin sahabelerden biri olan Huzeyme b. Sabit kalkmış ve şöyle demişti: "Ey insanlar! Bilmez misiniz ki, Resulullah (s.a.a) bir konuyla ilgili olarak benim tek başıma yaptığım şahitliği kabul ederdi ve ikinci bir kişinin daha bu konu hakkında şahitlik etmesini istemezdi?" Evet, dediler. Bunun üzerine şöyle dedi: "O zaman şahitlik ederim ki, ben Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: 'Benim Ehlibeyti'm hak ile batılı birbirinden ayırır. Onlar, uyulan imamlardır.' Ben bildiğimi size söyledim. Elçiye düşen, apaçık bir duyurudan başka bir şey değildir."
Ammar b. Yasir de kanıtlarını ortaya koydu ve şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu! Ve ey Müslümanlar! Şayet biliyorsanız, ne ala! Eğer bilmiyorsanız, bilin ki, Peygamber'inizin (s.a.a) Ehlibeyti ona daha yakındırlar, onun mirasçısı olmaya daha uygundurlar. Dinî hususları daha iyi ayakta tutabilirler. Onlar, müminler için daha güvencelidirler. Peygamber'in (s.a.a) getirmiş olduğu dini, daha iyi korurlar ve ümmet için en hayırlısını isterler. Gidin arkadaşınıza söyleyin; ipiniz iyice bir kör düğüme dönüşmeden, işlerinizde zayıflık baş göstermeden, aranızda ayrılıklar çıkmadan ve başınızdaki fitne iyice büyümeden hakkı sahibine iade etsin."
Sehl b. Huneyf de şunları söyledi: "Ey Kureyş topluluğu! Ben şahidim; Resulullah (s.a.a) şûrada -Peygamber mescidini kastediyor- durdu Ali b. Ebu Talib'in (a.s) elinden tutarak şunları söyledi: "Ey insanlar! Bu Ali, benden sonra sizin imamınızdır. Ben yaşarken de, benden sonra da benim vasimdir. Borcumu ödeyendir, sözlerimi yerine getirndir. Havuzumun başında ilk önce benimle musafahalaşacak olan da odur. Ne mutla ona uyan ve ona yardım edenlere. Yazıklar olsun ona karşı çıkanlara, onu yalnız bırakanlara."
Sonra Ebu'l-Heysem b Teyhan söz aldı ve şunları söyledi: "Ben şahidim; Resulullah (s.a.a) Gadir-i Hum günü Ali'yi ayağa kaldırdı ve insanlara gösterdi. Ensar dedi ki: Resulullah (s.a.a) onu halife olarak tayin etmek için ayağa kaldırdı. Bazıları da şöyle dedi: Resulullah (s.a.a), kendisini mevla edinenlerin onu da mevla edinmesi için onu kaldırdı. Bu konuyla ilgili çok tartışma çıktı. Sonra aramızdan biri adamı Resulullah'a (s.a.a) gönderdik ve bunun ne anlama geldiğini sorduk. Buyurdu ki: "O, benden sonra müminlerin velisidir ve insanlar içinde ümmetimin hayrını en fazla düşünen kimsedir." Ben bizzat yaşadığım bu olaya şahitlik ederim. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. Hiç kuşkusuz hak ile batılın ayrılacağı hüküm günü, vakit olarak belirlenmiştir."
Başkaları da kalkıp konuştular. Bunlar arasında Ebuzer, Ebu Eyyub el-Ensarî, Utbe b. Ebu Leheb, Nu'man b. Aclan ve Selman-i Farisî gibi isimler vardı. Her biri karşı tarafın aleyhine somut kanıtlar ortaya koydular.[242]
Dostları ilə paylaş: |