SİLİVRİ
dan vazgeçildiği 6. yy'ın yazarlarının ondan bahsederken antik devirdeki adı olan Selimbria'yı kullanmalarından anlaşılmaktadır. Bu durum İstanbul'un I. Theodosi-us dönemi kara surlarında daha önce Pü-le tes Peges (Pınar Kapı) olarak adlandırılan kapının adının, Selimbria'ya yönelen yolun şehirden çıkışı olması nedeniyle, Silivri Kapısı (Püle tes Selübrias) olarak değiştirilmesiyle de belgelenmektedir. Selimbria'ya, ortaçağın son dönemlerine kadar, başkente yakınlığı dolayısıyla önemli tarihi olaylarla bağlantılı olarak değinilmektedir. Haçlı seferleri sırasında Selimb-ria, Godfreoi de Bouillon komutasındaki birlikler tarafından yağma edilmiş; 1204'te Latinlerin eline geçmiştir.
Bizans imparatorlarından İoannes Kan-takuzenos'un kızı Prenses Theodora 1345' te Selimbria'da Sultan Orhan ile evlenmiştir. 15. yy tarihçilerinden M. Dukas'ın(->) bildirdiğine göre, Selimbria İstanbul'un fethi öncesinde Osmanlı ordu birliklerine karşı direnmiş, ancak fetihten kısa bir süre sonra teslim olmak zorunda kalmıştır. Evliya Çelebi ise Silivri'nin I. Murad (hd 1361-1389) tarafından fethedildiğini, ancak L Murad'ın öldürülmesinden sonra tekrar Bizanslıların eline geçtiğini yazmaktadır. Evliya Çelebi ayrıca Silivri'nin ikinci kez I. Bayezid (Yıldırım) zamanında (1389- . 1402) fethedildiğini, ancak onun Timur'un eline düşmesinden sonra kentin de bir kez daha Bizanslıların eline geçtiğini belirtmektedir.
Selimbria'nın antik dönemini belgeye-bilecek mimari anıtlardan herhangi biri günümüze ulaşamamıştır. Helenistik ve Roma dönemlerine ait kültür belgeleri, zaman zaman Silivri'nin içinde ve çevre köylerinde bulunan, genellikle cenaze ziyafeti sahnesi kabartmalı mezar stelleri, yazıtlar ile sikkelerdir. Günümüzde büyük bir kısmı kaybolmuş olan bu eserleri, Silivri'de yaşayan Stamulis isimli bir Rum, evinde toplamış ve böylece bunlar 19. yy'da ve 20. yy'ın başlarında Silivri'ye gelen bilim adamları tarafından görülerek yayınlara geçirilebilmiştir.
Bizans dönemi surlarının ise bugün sadece batıya bakan kısmının çok azı görülebilmektedir. J. von HammerC-0, Selimbria surlarının 1509'daki depremde büyük ölçüde tahrip olduğunu yazmaktadır.
Selimbria surları hakkındaki en ayrıntılı incelemeyi yapan Feridun Dirimtekin kalenin batı kenarının 370 m, kuzey kenarının 350 m ve doğu kenarının da 310 m uzunluğunda olduğundan bahsetmekte ve şehrin başlıca kapılarının kuzeyde bulunduğunu belirtmektedir. Bu kapılar, kuzey surlarının batı köşesindeki Çarşı Kapısı, surların ortasındaki Orta Kapı ve surların doğu ucu civarındaki Kır Kapısı olarak adlandırılmaktadır. Drakos tarafından 1892' de yayımlanan Silivri tarihinde, şehir içinde İoannes Prodromos, Spiridon, Demetri-os, Panteleymon, Theodosia ve Havariler kiliselerinin, şehir surları dışında da Agat-honikos, Eleutherius, Anna ve Blahernai kiliselerinin bulunduğundan bahsedilmektedir. Bunlardan Osmanlı döneminde Fatih
Osmanlı Döneminden Günümüze Silivri
Silivri yöresi, doğal bir limanı oluşu ve önemli ticaret yollarının üzerinde bulunması nedeniyle her dönemde önemini korumuştur. Kent, dik ve sarp bir tepe üzerinde kurulmuş ve böylece bugünkü Fatih Mahallesi oluşmuştur. Kentin kalesi üç duvarlıdır. Batı duvarı 370 m, doğu duvarı 310 m, üç kapının bulunduğu kuzey duvarı 350 m uzunluktaydı. Marmara'ya bakan dik yamaca, buradan kente ulaşılma-
sının olanaksızlığı nedeniyle sur yapılmamıştı. Bizanslılar, bu biçimdeki üç duvarlı kalelere "torba kale" adını vermişlerdi. Kale içindeki halkın zamanla surun dışına taşması, Silivri yerleşmesinin bugünkü durumunu almasını sağlamıştır. Kentin ilkçağ surlarından hiç iz kalmamış, ortaçağ kale duvarlarınınsa, batıda çok az bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir.
Silivri, Türkler tarafından alınıncaya kadar bir Bizans kenti olarak varlığını sürdürdü. Bizans İmparatorluğu'nün sonlarına doğru, Selimbria, hanedan üyelerine "despotluk" olarak ayrılan mevkilerden biriydi. İstanbul'un alınmasından 20 gün kadar sonra kent, anahtarını Dayı Karaca Bey adlı Osmanlı komutanına teslim etti. Silivri, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İstanbul kapılarına dayanan Ruslar tarafından (1878) Balkan Savaşı'nda da 9 ay süreyle Bulgar-larca işgal edildi; Sevr Antlaşması'na göre 20 Temmuz 1920'de Yunanlılara bırakıldı. 2 yıl 3 ay süren Yunan işgalinden sonra 8 günlük bir İtalyan işgalinin ardından l Kasım 1922'de özgürlüğüne kavuştu.
Silivri'nin Fatih, Ali Bey ve Piri Mehmet Paşa adlı üç mahallesi vardır. Fatih Mahallesi, Silivri surları içinde olup, kalenin suriçi alanı 120.000 rrf'dir.
Silivri İstanbul'a E-5 (D-100) Karayolu ve TEM ile bağlıdır. 1940'lı yıllarda Denizcilik îşletmeleri'ne bağlı vapurlar da İstan-bul-Silivri seferleri yaparlardı; karayolu taşımacılığı kadar ekonomik olmadığı için bundan vazgeçildi.
1950'li yıllara kadar Silivri'nin başlıca geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktı. Daha sonra yavaş da olsa turizm ve sanayiye yönelme görüldü. Meraların azalması hayvancılığın; tarlaların yerine yapılan sitelerin, yazlık evlerin ve çiftlik evlerinin giderek çoğalması da tarımın olumsuz yönde etkilenmesine neden oldu. Son yıllarda 20'den fazla fabrika ve atölye ile 5 yıldızlı bir otel ve uluslararası standarttaki
golf tesisinin açılmış olması, Silivri'nin geleceğini sanayi ve turizmde gördüğünü kanıtlamaktadır.
Silivri'de yerli halka hemen hemen hiç rastlanmaz, yalnız bazı köylerde "Gacal" denilen yerliler az da olsa bulunmaktadır. Bunların kökeni, Orhan Gazi'nin oğullarının Trakya topraklarına geçip bazı köy ve kaleleri aldıkça, buraları elde tutabilmek için Anadolu'dan getirtip yerleştirdikleri Türklerdir. Bunlar Bursa civarı, Kastamonu, Konya ve Aydın'dan getirilmişlerdir. İlçenin bu birkaç aile dışında kalan halkı "93 muhaciri"dir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda işgale uğrayan yurtlarını terk eden bu muhacirler, Silivri'nin bugün "Ga-callar" dışındaki en eski halkıdır. Daha sonra, 1924'teki mübadele (değişim) sonucu kente Yunanistan'dan gelenler olmuştur. Bunların Yunanca konuşanlarına "Pat-riyot", Türkçe konuşanlarmaysa Silivri'de "Yörük" adı verilmiştir. Mübadelede Yunanistan'dan bunlarla birlikte Arnavut ve Makedon olan Müslümanlar da gelmiştir. Daha sonraki yıllarda zaman zaman Romanya ve Bulgaristan'dan gelenlerin bir bölümü de Silivri'ye yerleşmiştir. Bunların sonuncuları Mayıs 1989'da gelenlerdir. Silivri halkının diğer bir bölümü de Orta ve Doğu Karadeniz'den, Doğu Anadolu'dan ve Güney Anadolu'dan gelip yerleşen yurttaşlardır. Silivri'nin (merkezin) 1914'te 8.000 olan nüfusu, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve mübadele sonucu 1925'te 5.000'e düşmüştür.
Silivri'nin kendine özgü bir folkloru yoktur. Kente değişik yerlerden gelenler, geldikleri yörelerin folklorunu burada da sürdürmektedirler.
Silivri'de tarihsel kalıntılar az sayıdadır. Antik çağı belgeleyebilecek mimari anıtlar acımasızca tahribe uğrayıp günümüze ulaşamamış; kabartmalı mezar stelleri, yazıtlar ve sikkeler gibi antik kültür belgeleri de çoğunlukla yurtdışına kaçırılmıştır. Bugüne gelebilen tarihi anıtlar, İmparator I. Anastasios'un 507-512 arasında yaptırdığı ve Karadeniz'den Silivri'nin batısında Marmara'ya uzanan ünlü Anas-tasios Suru'nun(->) ilçenin kuzeyindeki bazı küçük parçalan; bugün Fatih Mahal-lesi'ni çevreleyen eski Selimbria surlarının birkaç bölümü; Fatih Mahallesi'nde Aleksios Apokaukos'un 14. yy'ın ilk yarısında yaptırdığı kilisenin günümüze gelebilen sarnıcı (Fatih Camii altında, 50x10 m boyutunda); kent surları dışında Pirî Mehmed Paşa'nın 1530-1531 yıllarında yaptırdığı cami; Mimar Sinan'ın eseri olan 33 gözlü uzun köprüdür.
Silivri'nin en meşhur ürünü Silivri yoğurdudur. İlki 1962'de düzenlenen Silivri Yoğurt Festivali, son yıllarda kültür ve sanat etkinlikleriyle zenginleştirilerek sürdürülmekte ve festivale uluslararası boyut kazandırılması planlanmaktadır. Belediyenin 1990'da kurduğu kültürevi, halkoyunları, müzik, edebiyat, tiyatro, satranç vb çok yönlü etkinlikler göstermektedir.
Silivri'de 40-50 yılda bir sel felaketi görülür. Özellikle temmuz ayı içinde, ortalık günlük güneşlikken birden yağmur bo-
sanır, seller ortada ne varsa sürükler. 12. yy'm ortalarında, II. Haçlı Seferi'nde Kral III. Konrad komutasındaki Alman ordusu kentin 4 km batısındaki Çamurludere mevkiinde konaklamış; ansızın yağan yağmur sonucu bir sel baskınına uğrayan ordunun birçok asker ve mühimmatı sellerle denize sürüklenmiştir.
Silivri'nin tanığı olduğu bir diğer tarihi olay da, Sultan Orhan'ın 1346'da Bizans imparatorlarından İoannes Kantakuze-nos'un kızı Prenses Theodora ile evlenmesidir. O zamanlar Bizans dışına gelin gidecek prenseslerin düğünleri Silivri'de yapılırdı.
Eskiden başkentin bir sayfiyesi olan Silivri, günümüzde de kıyılarındaki dinlence alanlarıyla İstanbulluların ilgisini görmektedir. Kıyı şeridindeki birçok tatil sitesi, otel, motel ve yazlık konutlar, iç kesimdeki çiftlik evleri sayesinde yazın nüfusu birkaç kat artan Silivri'de, yazın ticaret de canlanarak esnafın yüzünü güldürür. Bibi. S. Eyice, "Alexis Apocauque et l'eglise byzantine de Selymbria (Silivri)", Byzantion, XXXIV (1964), s. 78-104; ay, "Trakya'da Bizans Devrine Ait Eserler", Belleten, XXXIII (1969), s. 354-357; B. Tolun, Silivri'de Gelişen Şehirsel Fonksiyonlar Hakkında, İst., 1970; F. Dirimtekin, "Anastas Surları", Belleten, XXXXV (1948); ay, "Selymbira (Silivri) Bizans Kalesi", AMY, (1965), s. 19-34; N. Yarkın, "Eski Çağlarda Selymbria" (istanbul Üniversitesi Edebiyat .Fakültesi, lisans tezi), 1981; P. Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, İst., 1985; J. Covel, "İstanbul ve Trakya Gezi Notlan", (Yımancadan Türkçe-ye çeviri: D. Raykonovski, yayımlanmamış). CEMAL KOZANOĞLU
SİLİVRİ İLÇESİ
İstanbul İli'nin batı kesiminde, Çatalca Yarımadasının güneybatısında yer alır. Silivri İlçesi kuzey ve doğuda Çatalca II-çesi'ne, güneydoğuda Büyükçekmece II-çesi'ne, güneyde Marmara Denizi'ne, ba-
557
SİLİVRİ İLÇESİ
tıda da Tekidağ İli'ne komşudur. Bu sınırlar içinde kapladığı alan 778 krrf'dir.
İlçe topraklan Çatalca Yarımadası'nın doğuya ve güneye doğru gidildikçe alçalan aşınım düzlüklerinden oluşur. Kuzey kesimini Istranca Dağları'nın güneydoğu uzantıları engebelendirir. ilçenin en yüksek noktası Sazlıtepe'dir (324 m). Başlıca akarsular Marmara Denizi'ne dökülen Çanta ve Kola dereleridir. Çorlu Çayı ve Karasu'nun bazı başlangıç kolları da ilçe topraklarından kaynaklanır. İlçenin Marmara Denizi kıyısının uzunluğu 36 km'dir.
İlçe topraklarında MÖ 13. yy'da Trak-ların yaşadığı bilinir. MÖ 7. yy'ın ilk yarısında Yunanistan'dan gelerek Marmara Denizi kıyısında bazı ticaret iskeleleri kuran Megaralılar bu topraklara da geldiler. MÖ 675'te bu kıyıdaki Selimbria'da bir Me-gara ticaret kolonisi vardı. Ama bu kıyı yerleşmesinin Megaralıların gelmesinden daha önce kurulmuş olduğu sanılmaktadır. Çünkü Selimbria sözcüğündeki "-bria" so-
neki, Trakça "kent" anlamına gelmektedir. İlçe topraklarında Selimbria kadar eski ya da onunla yaşıt başka bir yerleşmenin varlığı hakkında bilgi yoktur. Odris Kral-lığı'nın denetlediği alanlar arasında bulunan bu topraklar, Perslerin istilasına uğradıktan sonra Makedonyalıların ve Romalıların eline geçti. Trakya, Avrupa ve Balkanlar ile Anadolu arasında bir geçit oluşturduğundan birçok kez kuzeyden gelen istilacı kavimler tarafından işgal edildi. Konstantinopolis'i batıdan gelen istilalara karşı korumak amacıyla imparator I. Anastasios, Selimbria'nın batısından Karadeniz kıyısına kadar 60 km boyunca uzanan bir sur yaptırdı. MS 507-511 arasında inşa edilen ve Anastasios Su-ru(->) adıyla anılan bu yapının günümüzde küçük bir bölümü ayaktadır. Selimbria'nın ve çevresindeki toprakların Osmanlıların eline geçmesi istanbul'un fethinden sonraya rastlar.
Osmanlı döneminde istanbul'un besin depolarından biri de Silivri'ydi. Yüksek miktarda tahıl üretimi yapılan Silivri yöresinin irmiği ve unu ünlüydü. Silivri'nin aranan ürünlerinden biri de şaraptı. Ünlü Silivri yoğurdunun ilk kez ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
Silivri yöresi Osmanlı-Rus Savaşı sırasında 1878'de Ruslar tarafından işgal edildi. Daha sonra II. Balkan Savaşı sırasında Bulgarların işgaline uğrayan bu topraklar, Sevr Antlaşması'na göre Yunanistan'a bırakıldı. Mudanya Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Silivri'yi boşaltan Yunanlıların yerini kısa bir süre için italyanlar aldı. Silivri yöresi l Kasım 1922'de TBMM'nin denetimindeki topraklara katıldı.
Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rumeli'den gelen göçmenlerin bir bölümü Silivri kasabası ve çevresindeki köylere yerleşti. Lozan Antlaşması hükümlerine göre buradan gitmek zorunda kalan Rumların yerine Yunanistan'dan gelen Müslüman göçmenler yerleştirildi. Daha sonraki yıllarda Romanya ve Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç edenlerden bazı aileler de bu yöreye yerleştiler.
Silivri Kazası, 19. yy'ın başlarında Vize Livası'na bağlıydı. Bir süre yönetim değişikliklerine uğrayan Silivri Kazası 1877' de bağımsız Çatalca Sancağı'na bağlandı. 1924'te bütün sancaklar vilayet yapıldı ve Silivri, Çatalca Vilayeti'nin kazalarından biri oldu. 1926'da Çatalca kaza yapılarak İstanbul'a bağlandı. Böylece Silivri de İstanbul Vilayeti'nin bir kazası haline geldi. Son yıllarda Anadolu'nun çeşitli yörelerinden gelenlerin de yerleştiği Silivri İlçe-si'nin nüfus gelişiminde oldukça dengeli bir artış göze çarpar. Önemli bir kırsal nüfusa sahip olan ilçenin yıllık nüfus artış hızında bir yükselme görülmektedir. Son iki nüfus sayımı arasında yıllık ortalama nüfus artış hızının yüzde 8!e ulaşması önemli bir gelişmedir. Aynı süre içinde bu hız kırsal kesimde yüzde 6 düzeyindeyken, ilçe merkezinde yüzde 13'e ulaşıyordu. 1990'da 77.000'i aşmış olan ilçe nüfu-
sunun özellikle Silivri kentinde olan nüfus artışlarıyla 1995'te 100.000'e ulaşması beklenmektedir. 1990'daki ilçe nüfusunun yüzde 53'ü erkeklerden, yüzde 47'si de kadınlardan oluşmaktaydı (bak. Tablo I).
1990'da ilçenin iki bucağına bağlı 26 köyde 51.550 kişi yaşıyordu.
Silivri ilçe merkezinde 6 ve daha yukarı yaştaki nüfus 1990'da 23.234'tü. Bu nüfus içinde okuryazar olanların oranı yüzde 91'di. Bu oran il ortalamasının üzerindedir. Okuma yazma bilenlerden yüzde 84'ü okul çıkışlıdır. Bunlardan yüzde 60,5'i ilkokul, yüzde 15'i ortaokul ve dengi meslek okulu, yüzde 16,6'sı lise ve dengi meslek okulu, yüzde 7,7'si de yüksekokul ve fakülte mezunudur.
Eskiden bitkisel üretim ve hayvancılığın egemen olduğu Silivri İlçesi'nin ekonomik yapısı 1950'den sonra önemli değişikliklere uğradı. Önceki yıllarda ilçede mandıracılık ve kerestecilikten başka herhangi bir sanayi etkinliğine rastlanmazdı. Ayçiçeği üretiminin yaygınlaşması ve tarımda modern yöntemlerin kullanılması, verimin artması ve tarımsal sanayinin kurulmasına yol açtı. Günümüzde en çok tahıl, şekerpancarı, üzüm, ayçiçeği, soğan, patates ve elma üretimi yapılır. İlçede kurulan seralarda önemli miktarda çiçek de yetiştirilir. Son yıllarda bazı çiftliklerde damızlık hayvan yetiştiriciliği ve süt inekçiliği yapılmaktadır. Eskiden kıyı halkının bir bölümü balıkçılıktan geçinirdi. Aşırı avlanma ve kirlilik nedeniyle eski önemini yitirmekle birlikte hâlâ ilçe kıyılarında balıkçılık yapılır. Silivri İlçesi'nde birçok sanayi tesisi vardır. Bunlardan başlıcaları bitkisel yağ, süt ürünleri, un ve yem fabrikalarıdır. İlçe kıyıları yazın tatil yapmak için gelen İstanbullularla dolar. Bu kıyıdaki birçok tarım alanı otel, motel, tatil sitesi ve konutlarla kaplanmış durumdadır. İlçe merkezinde yaşayanlardan çalışanların istihdam dağılımına göz atıldığında sanayi ve hizmet sektörlerinin ilk sıralarda yer aldığı görülür (Tablo II).
Silivri ilçe merkezinde 12 ve daha yukarı yaştaki nüfus 20.009'dur. Bunun yüz-
de 48,1'i iktisaden faaldir. Bunun dışındaki nüfusun yüzde 33,8'i ev kadınları, yüzde 11,7'si öğrenciler, yüzde 4'ü de emeklilerdir.
Avrupa ülkelerini ve Trakya'daki bazı önemli merkezleri İstanbul'a bağlayan demir ve kara yollan ilçe topraklarından geçer. Eskiköy ve Kapıkule sınır kapılarından gelen demiryolu hattının Çerkezköy'den sonra geçtiği merkezlerden biri de Sinek-li'dir. Çorlu'dan gelen D-100 Karayolu ile Tekirdağ'dan gelen D-llû Karayolu Silivri kentinin güneybatısındaki Kınalı'da kesişir. TEM de denen O-3 Otoyolu ilçe merkezinin kuzeyinden geçer. Bu otoyol, Kınalı'da ve Silivri'nin hemen doğusunda iki ayrı yolla D-100 Karayolu'na bağlanır.
ATİLLÂ AKSEL
SİLİVRİ KAPISI
bak. SURLAR
SİLİVRİKAPIHİPOJESİ
II. Theodosios surlarının kapılarından biri olan Silivrikapı'nın (Porta Pege) kuzeye doğru ilk burcunun dibinde, ön sur (ek-sotekheios) ile ana sur (esoteikhos) duvarları arasındaki peribolos içinde yer almaktadır.
Şubat 1988'de, sur restorasyonu sırasında bulunan bu hipoje iki bölümden oluşmaktadır. Bunlar 4,20x3,90 m boyutlarında bir gömü odası ve buna bir kapı ile bağlanmış olan 4,50x1,25 m boyutlarında enlemesine bir antredir. Yapı kuzey-güney doğrultusunda yönlendirilmiştir.
Üzerinde konsantrik bir kemer bulunan ve antreye geçişi sağlayan kapı, iki tane kabartma haç ile işaretlenmiş, dikdörtgen şekilli söveye sahiptir. Bir kilise narteksi-ni andıran bu hazırlık mekânı, iki kısa duvarındaki sığ nişler dışında özellik arz etmemektedir. Üzerinde kırmızı renkte kabartma bir haç bulunan mermer söveli bir kapı mezar odasına geçit verir. Bu şovenin doğu kenarına açılmış olan dairevi yuvalı mil delikleri hareketli bir kapı kanadının varlığına işaret ederken, inceleme sırasında bulunan çiviler bu kapının ahşap
olduğunu göstermektedir. Kapının üzerinde yuvarlak kemerli, ajurlu bir pencere yer alıyordu. Bu pencere, tıpkı kuzey duvarı gibi defineciler tarafından tahrip edilmiştir.
Üzeri bir beşik tonozla örtülü olan mezar odası içinde beş tane lahit bulunmuştur. Bunlardan biri kısa duvara paralel ve kapının tam karşısında, diğer dördü ise ikişer ikişer uzun duvarlara paralel durumda ve diğer lahte dik vaziyette yerleştirilmiştir. Lahitlerden dördü kalkerden, kapının karşısında olanı ise mermerden yapılmıştır. Mermer lahtin üzerinde bir mo-nogramdan başka şeye rastlanmaz; diğer dört lahit ince bir işçilikle işlenmiş rölyef kompozisyonlara sahiptir. Bu sahneler İsa ve On îki Havari, Musa'ya on emrin verilişi, İsmail'in kurban edilişi ve bir mimari içinde imparator, imparatoriçe ve hizmetkârlarını betimlemektedir. Bu kompozisyonlarda tavuskuşu, güvercin, sarmaşık dalları gibi bezeme elemanları da dikkati çeker.
Bu lahitler dışında, mezarın zemini altında, üzeri taş kapakla örtülü altı mezar bulunmaktadır. Aynı tipteki mezarlara antrenin altında da rastlanmaktadır, bu bölümdeki 4 mezar daha geç tarihli olabilir.
Mezar odasının dört duvarının tamamının fresko resimlerle bezendiği görülmektedir. Çok fazla tahrip olduklarından tam olarak teşhis edilemeyen bu resimlerin üzeri, yapıldıktan bir süre sonra kireç tabakasıyla örtülmüştür. Dökülen bu tabakanın altından yer yer bu resimler görülebilmektedir. Bunlar secco tekniğiyle yapılmıştır. Duvarların, yerden yaklaşık l m yüksekliğe kadar olan kısmı, sarı üzerine kahverengi çizgilerden oluşan mermer taklidi boyamaya sahiptir. Bunun üst kısmında ise bir kır manzarası içinde insan figürleri yer almaktadır. Boşlukları kırmızı renkte taç-yaprakları olan çiçek motifleri doldurmaktadır. Resimler en belirgin şekilde giriş duvarı üzerinde görülmektedir.
Yapı, inşa tarzı, taş işçiliği ve özellikle lahitlerin stili değerlendirilirse 4-5. yy'dan sonraya ait olmamalıdır. Fakat bir aile mezarı olarak daha geç tarihlerde de kullanılmıştır. Korumasız olduğundan mezarın içi defineciler tarafından tahrip edilmiş, lahitler dilimler halinde kesilerek ça-
lınmıştır. Bu parçalar bir süre sonra bulunarak İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne taşınmış ve restore edilmişlerdir. Hipojenin restorasyonu 1993'te yapılmış fakat şu güne kadar, İstanbul'da Bizans mezar odaları içinde daha mükemmeline rastlanmayan bu hipojeyi tanıtan bilimsel bir çalışma hazırlanmamıştır.
ENİS KARAKAYA
SİMAVİ, SEDAT
(1896, istanbul - 11 Aralık 1953, İstanbul) Gazeteci, yazar, karikatürist.
Daha Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) öğrenci iken çizmeye başladığı karikatürlerle basın dünyasına adımını attı. İlk amatör çizgileri çeşitli dergilerde yayımlandıktan sonra 19l6'da Hande adındaki mizah dergisini çıkardı. 1917'de de ilk konulu Türk filmleri olan Pençe ve Casus'u yönetti. 1918'de çıkardığı Diken adlı mizah ve 1919'da İnci adlı magazin dergileriyle kendini tamamen kabul ettirdi. 1921'de başlattığı Güleryüz adlı mizah dergisi ise, Milli Mücadele'yi savunarak ve Ankara karşıtlarını eleştirerek İstanbul halkı arasında önemli bir yer kazandı. Bunlardaki karikatürlerin çoğunu kendisi yapıyordu. 1922' den 1948'e kadarki dönemde dergicilik alanında Babıâli'nin en önde gelen isimleri arasında yer aldı. Altmış kadar imtiyaz aldığı ileri sürülür. Çocuk, sinema, magazin konularını içeren Hacıyatmaz, Hanım, Resimli Gazete, Yıldız, Meraklı Gazete, Yeni Kitap, Arkadaş bunlardan birkaçıdır. 1933'te yayımına başladığı Yedigün, 1930 ve 19401ı yılların en önemli yayınları arasında yer almıştır. 1935'te devraldığı Karagöz'ü^) de 1950'ye kadar yayımladı. Karikatür, Yeni Ev Doktoru, Model isimli dergi yayınları da vardır.
Simavi siyasetin dışında kalmaya özen göstermesi sebebiyle Babıâli'de saygın bir yere sahip olmuş, bu sebeple çok partili rejime geçildiğinde Gazeteciler Cemiyeti'ni iktidarın kontrolünden çıkarmak için başlatılan hareketin başına getirilmiştir. 1946-1949 arasında da cemiyetin başkanlığını yaptı, l Mayıs 1948'de ilk sayısı çıkan Hür-riyet(~>) gazetesi basına getirdiği dinamizmle onun en büyük eseri olmuştur. Görsel malzemeyi iyi kullanmak ve halkın kolay
Silivrikapı Hipojesi
Bekir Tosun
Sedat Simavi
Nesrin Bfilkan arşivi
anlayacağı bir üslup kullanmak sayesinde kısa sürede en çok satan gazete oldu. Ölümünden sonra kurulan Sedat Simavi Vakfı, çeşitli dallarda ödüller vermektedir. Yeni Zenginler(1918) ve Kadınlar Saltanatı (1920) adlı karikatür albümleri, Fuji Yama adlı romanı (1934), Hürriyet Apartmanı (1940) ve Ceza (1941) adlı oyunları vardır. Hürriyet Apartmanı sahneye konmuş ve filme alınmıştır.
ORHAN KOLOĞLU
SİMEON KALFA
(18. yy) Mimar.
Simon Kalfa olarak da bilinir. Hayatı ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Simeon adının Ermeniler tarafından da kullanılması Ermeni olabileceği konusunda kuşkular yaratmıştır. Kevork Pamukciyan'ın ışığında Rum asıllı olduğu kesinlik kazanmıştır. Pamuk-ciyan, Rum Patrikhanesi'nden aldığı iki kaynağa dayanarak Simeon Kalfa'nın Nu-ruosmaniye Külliyesi'nin(-») mimarı olduğunu ileri sürmüştür. Bu kaynaklardan birincisi, 1789'da Athanasiu Komninu İpsi-lantu tarafından yazılan Ta meta tin Alosin (Fetihten Sonra) adlı eserdir. Bu eserde geçen bir cümlede "aleyhinde meydana gelen hareketi haber alarak, halk temsilcisi olan ve o sıralarda Nuruosmaniye Camii'ni inşa eden mimar Simeon'un sayesinde..." ifadesi yer almaktadır. Pamukciyan'ın verdiği ikinci kaynak, ilk basımı 1800'de yapılan Manuil Gedeon'a ait Mnia ton Pro Emu (Benden Önceki Muhtıralar) adlı eserdir. Bu eserde Simeon Kalfa'yla ilgili bölümde şunlar yazılıdır: "On sekizinci asrın ortalarında, Türklerin nezdinde nüfuzlu olan muasır mimar, İstanbul'da muhteşem Nuruosmaniye Camii'ni inşa eden Simeon idi. Hassa mimarı olan Simeon dahi, Komnenos İpsilantis'in kaydettiğine göre... Patrik Beşinci Kirillos'u destekledi..."
Pamukciyan'la birlikte, Mustafa Cezar
SİMİTÇİLER
560
561-
SİNAGOGLAR
da Nuruosmaniye Külliyesi'nin mimarı olarak Simeon Kalfa'yı kabul etmektedir. Doğan Kuban ise, bu camiyle ilgili araştırmasında, 1753'te İstanbul'da bulunan Le Roi adında bir Fransız mimarın gözlemlerine dayanarak. Simeon Kalfa'nın inşaatın yönetiminde görev aldığını öne sürmektedir. Le Roi, inşaatın teknik sorumluluğunu bir Rum mimarın üstlendiğini bildirmiş ve kubbenin yapımında kullandığı basit ve kullanışlı yöntemi övmüştür. Bir başka görüş de, Tahsin Öz ve izzet Kumbaracılar tarafından ortaya atılmıştır. Bu görüşe göre, Nuruosmaniye Külliyesi'nin mimarı o yıllarda hassa başmimarı olan Hacı Mustafa Ağa'dır ve Simeon Kalfa'yla birlikte çalışmıştır. Simeon Kalfa'nın, tasarımdan tümüyle sorumlu olmama olasılığına karşın, Osmanlı mimarlığında dönüm noktasını belirleyen bu esere katkıda bulunduğu tüm araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir.
Nuruosmaniye Külliyesi'nin ana yapısı olan cami, "U" biçiminde bir avludan geçilen, tek kubbesinin yüksek bir tamburla dört büyük kemere taşıtıldığı kare bir mekân olarak tasarlanmıştır. Batı etkilerinin belirgin şekilde hissedildiği Nuruosmaniye Camii'nin önemli bir özelliği de bezemesine, konstrüksiyonuna verildiği kadar önem verilmiş olmasıdır. Aynı özeni külliyenin diğer yapılarında da görmek mümkündür. Kuban, barok niteliğini kuvvetle dışa vuran sebilin, Türk olmayan bir mimar tarafından tasarlandığı izlenimi verdiğini belirtmektedir.
Nuruosmaniye Camii'nin bina emini Simeon Kalfa için, "fen sanatında maharet-i tammı olan neccar kalfalarından kâr-ı az-mude (bu alanda deneyimi çok olan)" ifadesini kullanmıştır. Bu ifadeden, Simeon Kalfa'nın, başka eserlerin yapımında da görev alıp, kendini kanıtladığı anlamı çıkabilse de, Nuruosmaniye Külliyesi dışında katkısının olduğu başka bir yapı bilinmemektedir.
Dostları ilə paylaş: |