Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə58/980
tarix09.01.2022
ölçüsü8,43 Mb.
#92016
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   980
NAKŞİBENDÎLİK

36

37

NAKŞİBENDÎLİK

di'nin "Kaşgarî" lakabından alan tekke, tıpkı Buhara Tekkesi gibi Orta Asya Türk kültürünün Nakşibendîlik yoluyla İstanbul'da temsilini sağlayan tarikat merkezlerinden birisidir. Kaşgarî Tekkesi'nde odaklanan Nakşî kültürünün ilk bakışta dikkati çeken yönü, Kalenderhane Tekkesi'nde uygulanan "mücerredlik erkânı"nın burada geçerli olmayışıdır. Nitekim Abdullah Nidaî Efendi, daha önce bir süre Kalenderhane Tekkesi postnişinliği yapmış, fakat evlenmek suretiyle "mücerredlik erkâ-m"na uymadığı için tekkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bunun sonucunda Kaşgarî Tekkesi'ndeki postnişinliği döneminde Nakşîliğin, Kalenderi geleneklerinden kopmuş ve toplumsal örgütlenmesini aile kurumuna dayandırmış bir versiyonu ortaya çıkar. Tekkenin meşihatı, Abdullah Nidaî Efendi'den sonra oğlu Ubeydullah Efendi (ö. 1770) ve damadı Seyyid Meh-med Efendi (ö. 1794 ailesine mensup şeyhler tarafından 1903'e kadar yürütülmüş, daha sonra Nakşîliğin Halidî koluna mensup bulunan ve adı Cumhuriyet döneminde Menemen Olayı'na (1930) karışan Abdül-hakim Arvasî (ö. 1943) postnişin olmuştur.

Nakşibendîliğin istanbul'un gündelik hayatında Orta Asya kökenli tasavvuf kültürünü temsil ettiği iki önemli tekke daha vardır. Bunlardan birincisi Üsküdar Sultan-tepesi'ndeki Özbekler Tekkesi(->), diğeri de yine Üsküdar'da faaliyet göstermiş bulunan Afganîler Tekkesi'dir. Maraş Valisi Abdullah Paşa tarafından 1752'de inşa ettirilen Özbekler Tekkesi'nde Nakşîlik, ilk postnişin Seyyid Abdullah Efendi'den Mehmed Taşkendî'nin (ö. 1795) meşihat dönemi sonuna kadar atama yoluyla göreve gelen şeyhler tarafından temsil edilmiş, 1795'ten tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar ise Mehmed Receb Efendi (ö. 1816) ailesine mensup şeyhlerin idaresinde kalmıştır. Aile kurumuna dayalı meşihat modelini benimsemesi nedeniyle Özbekler Tekkesi'ni, daha önce bu modele göre örgütlenmiş olan Kaşgarî Tekkesi'nin Nakşî kültürü içindeki bir uzantısı saymak mümkündür. Diğer yandan Üsküdar'da 1792' de kurulan Afganîler Tekkesi, Eyüp'teki Kalenderhane Tekkesi ile Afife Hatun Tek-kesi'ndeki(->) "Mücerredlik" geleneğini Kalenden kültürüyle bütünleştirerek sürdüren bir Nakşî merkezi olarak dikkati çekmektedir.

İdari açıdan merkeziyetçi bir tarikat olmayan Nakşibendîlik, bu temel özelliği sayesinde İstanbul'daki örgütlenmesini daha ilk yıllardan itibaren kendi bünyesinden çıkardığı güçlü şeyh aileleri aracılığıyla gerçekleştirmiştir. Bu aileler içinde bilinen en eskisi, Ahmed Buharî'ye bağlı bulunan ve Horasan-Orta Asya tasavvuf geleneğini İstanbul'da temsil eden Nakşı grubudur. Şehir hayatındaki erken dönem Nakşibendî örgütlenmesini gerçekleştiren bu grubu, yine aynı tasavvuf geleneğini sürdüren Hâ-ce Mehmed Hüseynî ailesi izler. Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi meşihatını üstlenen bu aile, Ubeydullah Ahrar soyuna bağlı olup tekke yönetimini iki ayrı koldan yürütmüşlerdir. Birinci kol, Hâce Mehmed

Hüseynînin -büyük oğlu Hâce Ahmed Sa-dık'tan (ö. 1586) gelir. Bu kolun tekke meşihatını üstlenen ilk üyesi Hâce Ahmed Sadık olup vefatından sonra yerine oğlu Hâce Ziyaeddin Ahmed (ö. 1602) geçmiştir. İkinci kol ise Hâce Mehmed Hüseynî'nin küçük oğlu Hâce Mehmed Said'e bağlıdır. Hâce Mehmed Said tekkede postnişin-lik yapmamış, fakat oğlu Hâce Fazlul-lah'tan (ö. 1636) itibaren 19. yy'in başlarına kadar bu aileye mensup Nakşî şeyleri Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi'ni merkez alan tarikat organizasyonunu idare etmişlerdir. Bu şeyhler sırasıyla Hâce Abdullah (ö. 1669), Hekim Çelebi Tekkesi postnişinliği de yapan Hâce Fazlullah (ö. 1709), Hâce Abdurrahman (ö. 1719), Hâce Mehmed Refi (ö. 1720), Hâce Abdurrahman (ö. 1774), Hâce Hamdullah (ö. 1798), Hâce Mehmed Nesib (ö. 1813) ve Hâce Mehmed Şerefeddin'dir. Bu son şeyhin halifesi Seyyid Abdülhalim Efendi (ö. 1854), Edirnekapı dışındaki Emir Buharî Tekkesi'nde, Vekayiu 'l-Fuzalâ yazan Mehmed Şeyhî Efendi'den (ö. 1731) sonra tekkeyi 1731-1813 arasında Kadirîliğe bağlayan Abdurrahman Edirnevî (ö. 1749) ailesinin yönetimine son veren ve tekkeyi yeniden Nakşî meşihatına bağlayan kişi olarak tanınır. Seyyid Abdülhalim Efendi ailesine mensup bulunan Hasan Eşref Efendi (ö. 1865), Mehmed Tahir Efendi (ö. 1894) ve Hasan Efendi (ö. 1903) bu tekkede Nakşibendîliği temsil eden son şeyh ailesidir.

İstanbul'da erken dönem Nakşîliğin örgütlenme merkezleri olarak şehir hayatında yer alan üç ayrı Emir Buharî Tekkesi'nde meşihat makamını ellerinde tutan ve tarikatın Horasan-Orta Asya kökenli Ahra-rî kolunu temsil eden şeyh ailelerinin ya-nısıra, yine bu tekke organizasyonunda çok kısa bir dönem de olsa devam eden Müceddidî etkisinden söz etmek gerekir. "Ebu'l-emâne" lakabıyla tanınan ünlü Nakşî şeyhi Mehmed Emin Tokadî'den (ö. 1745) kaynaklanan bu etki, 1743-1745 arasında postnişinlik yaptığı Ayvansaray'daki Emir Buharî Tekkesi'nde başlamış ve kendisinden sonra meşihata geçen Halil Efendi (ö. 1749) ile İbrahim Sabî Efendi (ö. 1755) tarafından sürdürülmüştür.

19. yy'm başlarından itibaren İstanbul'un gündelik hayatına giren Halidîlik, sosyokültürel ve siyasi açıdan Nakşibendîliğin etkisini günümüze kadar taşıyan son büyük koldur. Kurucusu Mevlâna Hâlid-i Bağdadî (ö. 1826), Nakşî şeyhlerinden Abdullah Dihlevî'nin (ö. 1824) müritlerinden-dir. Halidîliğin ortaya çıkış nedenleri, Nakşibendîliğin daha önceki kollarının oluşma nedenleriyle aynı kültürel ve siyasi mirası paylaşır. Nakşîliğin Horasan'da geliştirdiği Safevî karşıtlığı Ahrarîliği, Ekber Şah ile Hindistan'da giriştiği mücadele Müced-didîliği ve son olarak Baban Emiri Abdurrahman Paşa'ya Irak'taki muhalefeti ise Halidîliği şekillendirmiştir.

Halidîlik, Ahmed Sırhindî'nin Müceddi-dîlik aracılığıyla Nakşî mistisizmi içinde başlattığı şeriat boyutu ön plana çıkarılmış tasavvuf anlayışına siyasi bir içerik kazandırmıştır. Nakşî mistisizmini hadis ve

fıkıh temeline dayandıran Halidîlik, aynı zamanda Batı sömürgeciliğine karşı güçlü bir siyasi programa da sahiptir. Bu program özellikle Batılı devletlerin Ortadoğu' daki çıkarlarını engellemek amacıyla, İslam şeriatını uygulayan güçlü bir devlet yapısının varlığını zorunlu görmektedir. Mevlâna Hâlid'in, Osmanlı Devleti'ni, öne sürdüğü bu koşulun ideal bir örneği olarak kabul ettiğini belirtmek gerekir.

Bağdat'ta Vali Said Paşa'nın yardımıyla 1813'te İhsaiye Medresesi'nde kurulan ilk Halidî tekkesini daha sonra Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu Süleyma-niye ve Şam'da faaliyete geçen diğer tarikat merkezleri izlemiştir. Gerek bu tekkelerde oluşan Halidî kültürü gerekse bizzat Mevlâna Halid tarafından etnik ve siyasi özellikleri dikkate alınarak belirlenmiş coğrafi bölgelere gönderilen halifelerinin faaliyetleri, tarikatın hızla yaygınlaşmasını sağlamıştır. Fıkıh ve hadis temeline dayalı tasavvuf anlayışı nedeniyle Osmanlı ilmiye sınıfı içinde geniş rağbet gören Halidîliğe, Şeyhülislam Mekkîza-de Mustafa Asım Efendi ile Şeyhülislam Mehmed Refik Efendi'nin intisap etmeleri dikkat çekicidir. Diğer yandan tarikatın, gösterdiği siyasi kararlılık ve modernleşme karşıtlığı nedeniyle Osmanlı asker-sivil bürokrat tabakasında ilgi gördüğü, Said Paşa, Davud Paşa, Necib Paşa ve Namık Paşa gibi üst kademe yöneticilerinin tarikata bağlanmalarıyla kendini açıkça belli etmektedir.

Halidîlik, İstanbul'un gündelik hayatına 19. yy'ın başlarında Mevlâna Hâlid'in halifelerinden Muhammed Salih aracılığıyla girmiştir. Ancak Muhammed Salih'in faaliyetleri halk arasında gereken ilgiyi bulmamış, hattâ onun Halidî zikri yaptırdığı camiye tarikat mensupları dışındaki cemaati almaması geniş tepki doğurmuştur. Bunun üzerine yine Abdülvehhab es-Susî halife olarak gönderilmiş, fakat bu Halidî şeyhi de bir süre sonra görevinden alınarak yerine İzmirli Ahmed Eğribozî atanmıştır. Bu halifelerin faaliyet dönemlerinde Halidîliğin özellikle İstanbul'un üst tabakasında yayıldığı görülmektedir. Örneğin Abdülvehhab es-Sûsî'ye intisap ederek Halidîliğe bağlananlardan Şeyhülislam Mustafa Asım Efendi ve Gürcü Necib Paşa dışında, Keçecizade İzzet Molla ve Musa Safvetî Paşa gibi tanınmış devlet adamları da vardır. Tarikatın bürokrasi içinde güçlenmesi ve siyasi bir baskı grubuna dönüşmeye başlaması, Halidîlere karşı olan Halet Efendi'nin (ö. 1823) yürüttüğü politika sonucu II. Mahmud'un da dikkatim çekmiş ve bunun üzerine önde gelen tarikat mensupları İstanbul'dan uzaklaştırılmıştır. 1828'de ise çok daha kapsamlı bir temiz- \ leme hareketi başlatılmış, İstanbul'daki Halidîlerin tamamına yakını sürgüne gönderilmiştir. Ancak 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırılırken Bektaşîliğin yasaklanması ve tekkelerin kapatılması, bu tarikat merkezlerine şeriata bağlılıklarıyla tanınan Nakşî şeyhlerinin atanmasını bir devlet politikası olarak gündeme getirmiş ve Halidî mensupları 1828 hareketinden hemen

sonra tekrar İstanbul'a getirtilmişlerdir. Halidîliğin siyasi iktidarla yakın ilişkileri II. Mahmud döneminden sonra da devam etmiş, özellikle Tanzimat modernleşmesini İslamiyete vurulmuş bir darbe şeklinde değerlendiren Halidîler, II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) panislamist politikalarını yakından desteklemişlerdir. Halidîliğin bir tasavvuf hareketi olduğu kadar bir ideolojik sistem âdına faaliyet gösteren bir siyasi zümre karekteri taşıdığı dikkate alınırsa, panislamist politikada gösterdiği kararlılığı Jön Türk karşıtlığında da ortaya koyacağı açıktır. Ancak bu konuda tanınmış Halidî şeyhlerinden Mehmed Esad Erbilî, faaliyetlerini daha farklı bir konumda sürdürmüş, Kenzü'l-lrfân adlı eseri bahane edilerek 1900'de Erbil'e sürülmüştür. II. Meşrutiyet döneminde İstanbul'a dönen Mehmed Esad Efendi'nin Kanun-ı Esasî hareketini destekleyen Tasavz;w/clergisin-de yazı yazdığı ve Jön Türk destekçilerinden Cemiyet-i Sufiyye'nin üyesi olduğu bilinmektedir. İstanbul'daki Halidî zümrelerinin devlet tarafından kontrol altında tutulmasının bir başka nedeni de bu tarikatın içindeki Kürt kökenli şeyhlerin faaliyetleridir. Tarikatın doğup geliştiği Süley-maniye ve Erbil gibi Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerden İstanbul'a gelen bu şeyhlerin Kürt milliyetçiliği adına Doğu-'daki bazı ayaklanmalara adlarının karışmış olması, Halidîler üzerindeki baskıyı artırmıştır.

Halidîliğin İstanbul'da gerçekleştirdiği tekke organizasyonu geniş ölçekli olmamıştır. Tarikat kendi adına bazı tekkeler kurarken diğer Nakşî merkezlerinde de faaliyetini sürdürmüştür. İstanbul'daki en eski tarihli Halidî tekkelerinden birisi Fatih Çarşamba'da Mustafa İsmet Efendi'nin (ö. 1872) kendi adına kurduğu İsmet Efendi Tekkesi'dir(->). Mevlâna Hâlid'in halifesi Abdullah Mekkî'den tarikat icazeti alan İsmet Efendi'nin Abdülmecid (hd 1839-18öl) ile yakın ilişkisinin bulunduğu bilinmektedir. Bu tekkede 1919-1925 arasında postnişinlik yapan Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ö. 1960) hem Halidîliğin hem de yakın dönem Türk kültür hayatının tanınmış simalarındandır.

İstanbul'un bir diğer önemli Halidî tekkesi, Sadrazam Koca Hüsrev Paşa tarafından Eyüp'te kendi adına inşa ettirdiği külliye bünyesinde faaliyet göstermiştir. Vakıf kaydı 1857 tarihli olan tekkenin son post-nişini, Mehmed Şefik'tir (Eryuvası). Mevlâna Hâlid'in halifelerinden Silistreli Feyzul-lah Efendi'nin (ö. 1875), 1865'te İstanbul'a gelerek Halıcılar mevkiinde kendi tekkesini açmasıyla tarikatın faaliyet alanı daha da genişlemiştir. Feyzullah Efendi'nin müntesipleri arasında Leskofçalı Galib ve Mehmed Emin Paşa gibi tanınmış isimler vardır. Musa Safvetî Paşa'nın Hocapaşa'da kurduğu ve Safvetî Tekkesi olarak tanınan Halidî merkezi ise, tarikata üst tabaka yöneticileri tarafından gösterilen yakın ilginin bir kanıtıdır.

Gerek İstanbul'un tasavvuf hayatı, gerekse günümüze kadar ulaşan siyasi etkileri bakımından Gümüşhanevî Tekke-

Bir Nakşibendî

şeyhine ait

mezar taşında

müjgânlı Nakşî

tacı ve


Nakşibendî

müntesiplerinin

mezar

taşlarında



bulunan

müjgânlı taç

şeklindeki

Nakşî sembolü.




Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   980




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin