Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə54/980
tarix09.01.2022
ölçüsü8,43 Mb.
#92016
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   980
NAKŞİBENDÎLİK

33

NAKŞİBENDÎLİK

birini izleyen mistik oluşum dönemlerine ayrılan Nakşibendîlik, aynı zumundu her oluşum dönemi için ayrı bir kol meydana getirmiştir. Nakşibendîliği tarih sahnesine çıkaran ilk iki oluşum dönemini, tarikat silsilesinin başlangıç halkaları saymak mümkündür. Bunlar sırasıyla Hz Ebu-bekir'den Tayfur el-Bistamî'ye kadar Sıd-dıkîlik ve Tayfur el-Bistamî'den Hâce Ab-dülhâlik Gucdüvânî'ye kadar da Tayfurîlik adını alırlar. Nakşibendîliği diğer tarikatlardan ayıran başlıca özellik ise, bu erken dönemde Sıddıkîlik şeklinde ifadesini bulan silsilesinin Hz Ali'ye değil, Hz Ebu-bekir'e bağlanmış olmasıdır. Diğer yandan tarikatın 11 temel ilkesini (Huş der-dem, Nazar ber-kadem, Halvet der-encümen, Sefer der-vatan, Yâd kerd, Bâz geşt, Nigâh daşt, Yâd dâşt, Vukuf-ı zamanî, Vukuf-ı adedî, Vukuf-ı Kalbî) tespit eden (bazı araştırmacılar son üç ilkenin Bahaeddin Nakşibend tarafından belirlendiğini kaydederler) Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (ö. 1260), Nakşibendîliğin "Hâcegânîlik" dönemini başlatan kişi olarak tanınır. Hâce Yusuf Hemedânî'nin (ö. 1141) ikinci kuşak halifelerinden Gucdüvânî, tarikatın Harezm ve Horasan sahasında yayılmasını sağlamıştır. Nakşîliğin Horasan kökenli bir tasavvuf akımı şeklinde gelişmesi onun zamanında başlamış olup tarikata "Hâcegân Yolu" ve silsilesine "Hâcegân Hanedanı" denilmesi de bu dönemin ürünü dür.. Hemedânî'nin diğer halifesi Ah-med Yesevî (ö. 1167) ise kendi adına kurduğu Yesevîliği bağımsız bir tarikat olarak Maveraünnehir'de yaygınlaştırmış ve özellikle Türklerin yoğun biçimde bulundukları bölgelerde Nakşibendîliği derinden etkilemiştir.

Bahaeddin Nakşibend, Hâcegânîliği izleyen dönemde tarikata ismini verip Nakşibendîlik olarak anılmasını sağlayan kurucu şeyhtir. Kendisinden bir yüzyıl kadar önce vefat eden Gucdüvânî'nin ruhaniye -tine bağlanarak Uveysî lakabını almış ve onun manevi etkisiyle "hafî zikr", Nakşibendîliğin temel ayin şekli olarak sistem-leştirilmiştir. Tarikat adap ve erkânını Emir KülâPden öğrenen Bahaeddin Nakşibend' in özellikle Kuşem Şeyh ve Halil Ata gibi Yesevî temsilcilerinin etkisinde kaldığı bilinmektedir. Halil Ata'nın 1347'ye kadar Çağatay Hanlığı'nda hüküm süren Gazan Han ile aynı kişi olduğu ileri sürülmüştür. Bahaeddin Nakşibend'in Halil Ata ile kurduğu bu yakın ilişki ise, tarikatın tarihi boyunca taşıdığı siyasi kimliğin şekillenmesinde bir dönüm noktasıdır. Vefatından sonra halifeleri Hâce Muhammed Parsa (ö. 1419), Hâce Alaeddin Attar ve Mevlâ-na Yakub Çerhî (ö. 1448), Nakşîliğin Orta Asya merkezli faaliyetlerini diğer İslam ülkelerine yayan mutasavvıflardır. Özellikle Çerhî'nin halifesi Ubeydullah Ahrar (ö. 1490), Nakşibendîliği hem mistik hem de siyasi açıdan kurumlaştırmış ve tarikat onun döneminde "Ahrarîlik" şeklinde tanınmıştır. Timur hanedanıyla çok yakın bir ilişkisi bulunan Ahrar'ın, Nakşibendîliğe tam bir siyasi kimlik kazandırdığı söylenebilir. Bu kimlik daha sonraki yüzyıllar-

da tarikatın belirleyici özelliği olacak ve Nakşibendîler toplum hayatını derinden etkileyen siyasi oluşumların içinde her zaman dinamik bir rol oynayacaklardır. Ubeydullah Ahrar'ın İstanbul Nakşîliği açısından da önemi vardır. Tarikatı 15. yy'm sonlarında şehir hayatına sokan Abdullah İlahî ile Ahmed Buharî, Ubeydullah Ahrar'ın halifeleri olup Nakşibendîlik İstanbul'da ilk defa bu Ahrarî şeyhleri tarafından temsil edilmiştir.

İstanbul Nakşîliğini etkileyen bir diğer mistik/siyasi oluşum, Ahrar'dan sonra tarikatın yayıldığı Hindistan'da meydana gelir. Tarikat bu kıtaya Hâce Muhammed Ba-kîbillah (ö. 1603) ile girmiş, fakat asıl yaygınlığını İmam Rabbânî olarak da tanınan halifesi Ahmed Sırhindî (ö. 1624) ile kazanmıştır. Sırhindî, Nakşibendîliğin siyasi mirasına sahip çıkarak bölgenin tek hâkimi Ekber Şah'a (ö. 1605) karşı mücadele etmiş, onun kozmopolit bir imparatorluk dini yaratma çabalarını eleştirerek şeriat temeline dayalı tasavvuf anlayışını savunmuştur. "Müceddîd-i elfi sânî" olarak nitelendirilen Sırhindî, Nakşîliğin Müceddidî kolunun kurucusu sayılır ve tarikat onun döneminde "Müceddidîlik" adını alır. Temelleri Hindistan'da atılan Müceddidîlik, Sırhindî'den sonra halifesi Hâce Muhammed Masum (ö. 1668) tarafından bu bölgenin dışına yayılmış ve müritlerinden Murad Buharî aracılığıyla 17. yy'm sonlarında İstanbul'a getirilmiştir.

Müceddidîliği, 18. yy'da Habibullah Mazhar'ın (Cân-ı Canan) (ö. 1780) kurduğu Mazharîlik izler ve Nakşîlik, tarikatın son büyük kol kurucusu sayılan Mevlâna Hâlid-i Bağdadî'ye kadar bu adla anılır. İstanbul'un mistik ve siyasi hayatında 19. yy'dan günümüze kadar etkisini devam ettiren son Nakşibendî kolu ise Mevlâna Hâlid-i Bağdadî'ye (ö. 1827) bağlı bulunan Halidîlik'tir. Bunun dışında üçüncü devre Melamîliği şeklinde tanınan Nurî-lik, bazı araştırmacılar tarafından Nakşibendîliğin bir kolu sayılmakta ise de aslında Melamîlik(-») bünyesinde kimliğini kazanan ve Nakşı özelliği çok daha geri planda kalan bir tarikat olarak dikkati çekmektedir.

Nakşibendîliğin İstanbul'daki ilk izlerine II. Mehmed (Fatih) döneminin (1451-1481) sonlarına doğru rastlanır. 1483'te kaleme alman Otman Baba Vüâyetname-sz'hde, Aksaray'da kurulan bir Nakşî tekkesinden söz edilmektedir. Tarihçi Ham-mer ise, bu tekkenin II. Mehmed tarafından İshak Buharî Hindî adına yaptırıldığını kaydeder. Günümüze Hindîler Tek-kesi(->) olarak gelen bu tarikat merkezindeki ilk Nakşî faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Diğer yandan II. Mehmed'in /Anadolu dışındaki Nakşîleri, özellikle İran ^kaynaklı Şiî tehdidine karşı siyasi açıdan koruduğu ve aralarında Molla Abdurrah-man Câmî (ö. 1492) ile Ubeydullah Ahrar gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu Nakşî şeyhlerini İstanbul'a davet ettiği bilinmektedir. Ancak II. Mehmed'in sağlığında bu şeyhlerden hiçbirisi İstanbul'a gelmemiş, padişaha bağlılıklarını bildir-

mekle yetinmişlerdir. Nakşibendîliğin İstanbul'un gündelik hayatına asıl girişi, II. Mehmed'in vefatından sonra II. Bayezid döneminde (1481-1512) gerçekleşmiştir.

Abdullah İlahî (ö. 1491), İstanbul'daki ilk düzenli Nakşî faaliyetlerinin başlatı-cısıdır. Zeyrek Medresesi'nde öğrenim görmüş ve daha sonra burasını şehrin en fa--al Nakşî merkezlerinden birisi durumuna getirmiştir. Tarikat hilafetini Ubeydullah Ahrar'dan alan Abdullah İlahî, aslen bir Ahrarî şeyhi olup Nakşîliğin Horasan kökenli Hâcegân koluna bağlıdır. Zeyrek Medresesi'nde odaklanan ilk Nakşî-Ahrarî faaliyetlerinin mistik kökeninde, Hâcegâ-nîliğin fütüvvet gelenekleri ve birinci devre Melamîliğinin tasavvuf anlayışının bulunması, tarikatın daha başlangıçta esnaf tabaka arasında güçlü bir çevre oluşturmasını sağlamıştır. Diğer yandan Nakşîlik, Sıddıkî silsilesinden ötürü ulema kesiminden de rağbet görmüş, ilmiye mensuplarının tasavvufa yönelmelerinde hep birinci derecede rol oynamıştır. Kazasker Muhyieddin Çelebi, bunun tipik bir örneğidir.

Nakşibendîliğin İstanbul'daki sosyal topografyasını esnaf-ulema koalisyonu çerçevesinde şekillendiren Abdullah İlahî, tekke kurmamış, hareketi daha çok Zeyrek Medresesi'nden yönetmiştir. Bayramî halifelerinden Akşemseddin'in daha önce ders verdiği bu medresenin, yine Ak-şemseddin adına tekkeye dönüştürüldüğü ve ilk postnişin olarak Abdullah ilahînin meşihata geçtiği bilinmektedir. Fakat bu meşihata çok kısa sürmüş ve Abdullah İlahî İstanbul'dan ayrılarak Vardar Yeni-cesi'nde Evrenoszade Ahmed Bey'in yaptırdığı tekkenin meşihatını üstlenmiştir. Bunun sonucunda Zeyrek Medresesi'nde-ki Nakşî faaliyeti sona ermiş, önce Halveti, ardından Celvetî ve Şabanî tarikatları, tarihsel süreç içinde bu merkezin denetimini ellerinde tutmuşlardır.

II. Bayezid döneminden itibaren İstanbul'da oluşmaya başlayan Nakşî çevresi, Abdullah İlahînin halifeleri tarafından şekillendirilmiştir. Diğer yandan Abdullah İlahî ile aynı dönemde yaşayan Ahmed İlahî ailesine mensup şeyhler, İstanbul'da Nakşîliği sürdüren bir diğer grup olarak dikkati çekmektedirler. Her iki şeyhin de aynı dönemde yaşayıp aynı lakapla tanınmaları, birbirleriyle karıştırılmalarına neden olmuş ve Ahmed İlahî'nin neslinden gelen İlahîzadeler, Abdullah İlahî'nin halifeleri sanılarak yanlışa düşülmüştür. İlahîzadeler daha çok ilmiye sınıfı içinde siv-rilmişler, Ali Çelebi (ö. 1618) ve Yusuf Efendi (ö. 1675) gibi bu aileye mensup müderrislerin yanısıra Şeyh Yakub Efendi de (ö. 1582) Hekim Çelebi Tekkesi'nde Nakşî meşihatını üstlenmiştir.

İstanbul'da erken dönem Nakşîliğini temsil eden Abdullah İlahîye bağlı zümre ise, kendi aralarında güçlü bir hilafet bağı kurmak suretiyle Ahrarî kolunu 18. yy'm başlarına kadar gündelik hayatta etkin kılmayı başarmışlardır. Abdullah İlahî'nin tespit edilebilen beş halifesi, İstanbul'daki bu ilk örgütlü Nakşî zümresinin

çekirdeğini meydana getirirler. Bunlardan Musliheddin Tavîl, Zeyrek Medresesi dönemindeki Nakşî faaliyetleri içinde yer almış, tarikatın II. Bayezid ile kurduğu ilişkide anahtar rol oynamıştır. Lutfullah Üs-kübî ve Bedreddin Baba'nın faaliyetleri ise daha çok Rumeli'de yoğunlaşmış, özellikle Bedreddinî zümreleri içindeki Nakşî mistisizminin güçlenmesi bu halifeler tarafından gerçekleştirilmiştir. Abdullah ilahînin İstanbul Nak|iliğini derinden etkileyen halifeleri ise, Abid Çelebi ile Ahmed Buharîdir.

Mevlâna Celaleddin Rumî (ö. 1273) neslinden olan Âbid Çelebi (ö. 1497), Abdullah İlahîye intisap ederek Nakşî hilafeti almış, faaliyetlerini Fatih'te kendi adına kurduğu Abid Çelebi Tekkesi'nde(->) sürdürmüştür. Fatih Mevlevîhanesi olarak da tanınan bu tekke, Mevlevî ve Nakşî kültürlerinin ortaklaşa temsil edildikleri bir merkez şeklinde gelişmiştir. İstanbul Nakşîliği bünyesindeki ilk Mevlevî etkisinin bu tekkede başladığı" varsayılabilir. Daha sonraki yüzyıllarda bu etki daha da yoğunlaşmış ve şehrin mistik hayatında ağırlığı hissedilen Mevlevî meşrep Nakşî mutasavvıflar, Mesnevi okutmayı amaçlayan tekkeler kurmuşlardır. Bunlardan en tanınmışı Murad Molla Tekkesi postnişi-ni Mehmed Murad Efendi'nin (ö. 1848) 1844'te inşa ettirdiği Mesnevîhane Tek-kesi'dir(->). Ayrıca ünlü Nakşî şeyhlerinden Mesnevihan Hüsameddin Efendi'nin (ö. 1864) şeyhliğini yaptığı Hatuniye Tek-kesi(->) de, bu geleneksel tasavvuf çizgisini sürdüren son dönem tarikat merkezleri arasındadır.

Erken dönem İstanbul Nakşîliğine damgasını vuran mutasavvıf, Ahmed Buharîdir (ö. 1516). Seyyid Mehmed Efendi'nin oğlu ve Emir Sultan'in amcazadesi olan Ahmed Buharî, Semerkant'ta Ubeydullah Ah-rar'a intisap etmiş ve burada tanıştığı Abdullah İlahî ile birlikte Nakşîliği yaymak üzere Anadolu'ya dönmüştür. Aile kökeni Bahaeddin Nakşibend'in mürşidi Emir Kü-lâl'e kadar uzanan Ahmed Buharî, Nakşî-Ahrarî geleneğini, kurduğu tekkeler aracılığıyla İstanbul hayatına yerleştiren mutasavvıf olarak tarikat silselesinde merkezi bir öneme sahiptir. İstanbul Nakşîliği ilk defa Ahmed Buharî tarafından kan bağına dayalı hilafet modeliyle idare edilmeye başlanmış, gerek halifeleri gerekse aile mensuplarının meydana getirdiği şeyh zümresi, tarikatın 18. yy'm ortalarına kadar etkinliği sürecek olan yönetim kadrosunu şekillendirmiştir.

II. Bayezid döneminin ilk yıllarında Fatih'teki evinde müritlerinin eğitimiyle meşgul olan Ahmed Buharî, buranın zamanla ihtiyaca cevap vermemesi üzerine İstanbul'daki ilk büyük Nakşî merkezi sayılan ve kendi adıyla anılan Emir Buharî Tekke-si'ni(->) Fatih'te kurmuştur. Bu merkezi daha sonra kısa aralıklarla Ayvansaray ve Edirnekapı dışında faaliyete geçen diğer iki Emir Buharî Tekkesi izler. 16. yy'm başlannda temelleri atılan bu tekkeler arasında, Ahmed Buharî halifeleri tarafından başlatılan yoğun ilişki, İstanbul'daki erken

istanbul'daki

Nakşibendî

tekkelerinden

Eyüp'teki

Şeyhülislam

Tekkesi (1744).




Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   980




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin