Osmanlı Dönemi
1453'te Konstantinopolis'in Osmanlılarca fethinden sonra Rumların yaşamında köklü değişiklikler oldu. Cemaatlerin varlığı, dinleri ve kimi hakları resmen tanındı; II. Mehmed (Fatih), Teodoros Agallianos'un söylevlerinden anlaşıldığına göre, Bizanslı danışmanlarının tavsiyesi doğrultusunda Ortodoks kilisesini yeniden kurdurdu. Kiliselerin birleşmesine karşı çıkmış olan II Gennadios Sholarios(->) köle olarak satılmış olduğu Edirne'de bulunmuş, İstanbul'a getirtilmiş, Bizans geleneklerine uygun bir biçimde yeniden toplanan sinod tarafından patrik seçilmiş ve (gene Bizans'ta olduğu gibi) devletin başı olan sultanın da onayı ile tahtına oturmuştu.
İki cemaat, yani egemen ve Müslüman olan "yöneticilerin cemaatiyle savaşta yenilmiş ama "boyun eğdikleri" için varlıklarına izin verilmiş olan Ortodoks cemaat. İstanbul'da bu eşitsiz ilişkileri sürdürüp yeniden üreterek yaklaşık 500 yıl bir arada yaşadılar. Hıristiyanlık, güçlü bir devletin karşısında güçsüz olanların dini olarak geliştiği, Müslümanların dini ise
farklı dinden kimseleri fetheden bir devletin dini olarak kurulduğu ve geliştiği için, bu iki dinin müminleri, bu karşıt ama tamamlayıcı gelenekleri yüzünden uyum sağlamakta zorluk çekmediler. İslamiyet başından beri "kitap" sahiplerine yaşam hakkını, Hıristiyanlar ise "Sezar'ın hakkını" hep tanımışlardı.
Sultanın bir beratla tanıdığı haklara "imtiyazlar" dendi. Bu haklar Rumlar için yeni bir yasal statü oluşturdu, Ortodoksların toplum içindeki yerlerini belirledi, Rum yöneticilerin yeni görevleri onlara saygınlık sağladı ama sorumluluklar da yükledi. Güçlenen İstanbul kilisesi, Batı'nın Katolik dünyasına karşı bir zırh gibi kullanıldı, devletle işbirliği içinde, Ortodoksların aralıklarla İslama geçmelerine engel olamamakla birlikte, kiliselerin birleşmesi hesaplarına son vererek Katolikleşmeyi engelledi. Ortodoks Patrikhanesi İstanbullu Rumların bugüne dek süren en eski kurumlarıdır. Bizans'ın devamı sayılırsa yaklaşık 17 yy'lık bir yaşamı olmuştur.
Ortodoks Kilisesi-Patrikbane: II. Mehmed'in sağladığı haklara göre kilisenin ve cemaatin başında sinod tarafından seçilen "millet başı" patrik vardı. Patriğin tüm Ortodoks hakların üstünde mutlak ruhani ve idari yetkileri vardı. Kilise, evlilik, miras gibi özel hukuk alanındaki davalara bakabilirdi. Sonraki yıllarda patrikler vergi işlerine de karışmaya başladılar; özel kimi vergileri toplama ve kimi vergileri de devletin ileri gelenlerine verme zorunluluğunda kaldılar.
Patrikhane üç yönetim biriminden oluşurdu: Sinod, sinodun seçtiği patrik ve Pat-rikhane'nin ileri gelenleri. Ancak yönetime, sonraları Fenerliler(->) sınıfını oluşturacak olan cemaatin zengin ve güçlü sivilleri (Şeytanoğlu lakabıyla da bilinen Mi-hael Kantakuzenos gibi), zaman zaman (1570-1670 arasında olduğu gibi) Katolik ya da Protestan yabancı büyükelçiler ve Osmanlı yöneticileri de karışırlardı. Çıkar kavgaları, rüşvet olayları, hizipleşmeler içinde sık sık patrik değiştirilirdi: 15. yy'ın ilk yarısında 4, ikinci yarısında 18, 16. yy'da 18 ve 17. yy'da 54 patrik değişikliği oldu. Sonraki yüzyıllarda loncaların temsilcileri de Patrikhane yönetiminde ağırlıklarını koymaya başladılar. "Yerel sinod" ismindeki yeni ve genişletilmiş bir kurulla ve sivillerin artan etkinlikleri ve kimi görevleri üstlenip özel unvan sahibi olmalarıyla patriğin gücü 17. yy'dan başlayarak zayıflamış oldu.
Patrikler genellikle devlete sadık kaldılar. Ancak özellikle 1565-1620 arasında, Venedik, İspanya, papa gibi Batıcı güçlerden yana bir tutum içine giren patrikler de görüldü. Bu yıllar Osmanlı Devleti ile Batı arasında toprak elde etme mücadelelerinin süregeldiği ve güç dengesinin, özellikle Akdeniz'de, henüz Osmanlılar lehine kesinlik kazanmadığı dönemdi. Başkaldırmalara katılan yöreler genellikle Venedik ile tarihsel bir ilişkide bulunmuş olan Mani (Güney Mora), Epir, Kıbrıs, Ye-diada, Rodos, Kiklad Adaları vb yerler, baş-kaldıran din adamları ise gene genellikle
Batı'da eğitim görmüş, Rönesans'ın da etkisinde kalmış olan kimselerdi.
Ortodoks kilisesinin bu yeni yaşamı düşünce ve kültürel katkı açısından pek parlak olmadı. Kentlerde ve büyük yerleşim merkezlerinde Hıristiyan cemaatlerin gittikçe seyrekleşmesi ve vakıflarına el konulması ruhban sınıfının ekonomik gelirlerinin azalmasına neden olmuş, devletin el değiştirmesi ise Rum milletini yönetici aristokrasisinin kültürel alandaki desteğinden yoksun bırakmış ve bu alanda geriletmiştir. "Aydın" sayılabilecek birçok kimse Batı'ya göç etmiş, eğitim kurumlan zayıflamış ve hemen hemen yok olmuştu. Bu yeni dönemin ilk yüzyılından başlayarak Patrikhane kurumu, eğitimsiz ve para bulup mevki satın alma yarışı içine giren ruhban sınıfıyla, büyük bir kültürel gerileme sergilemişti.
II. Mehmed'in sağladığı imtiyazlar da sonraki yıllarda aynı içtenlikle sürdürülmedi. 1521'de İstanbul'da zorla İslamlaştır-ma girişimleri oldu, 1586'da ise Patrikha-ne'nin kilisesi camiye dönüştürüldü. 17. yy'ın ikinci yarısında, Girit Savaşı (1645-1669), Venedik'in Mora seferi (1684) ve Avusturya Savaşı (1682-1699) yüzünden Osmanlı yönetimi Hıristiyanlara karşı tutumunu sertleştirdi. Bu dönemde iki patrik (II. ve III. Partenios) asıldı.
Osmanlı yönetimi Rumların Batı Avru-pa'daki Hıristiyan dünyası ile ilişkiler kurmasına, onlardan etkilenmesine ve özellikle onların inançlarım ve yöntemlerini benimsemelerine hoşgörüyle bakmadı. Zaten Rumlara sağlanan ayrıcalıkların temel amacı Ortodoksların Batı'yla olası bir işbirliğini engellemekti. 1484'te patrik, 1439'da varılmış olan kiliselerin birleşmesi kararım resmen bozdu. Katoliklerle ilişkiler koptu. Papanın eylem alam, Osmanlı topraklarının dışında tutuldu. Girit'te Katolik Venediklilere karşı iki Ortodoks ayaklanmasından sonra (1453-1454 ve 1460-1462) adada Latin baskısı arttı. Ortak düşman Ka-toliğe karşı Müslüman-Ortodoks ittifakı gündemdeydi.
Oysa Ortodoksların, Doğu Roma'nın (Bizans'ın) kuruluşundan beri Batı ile ilişkileri, tüm çatışmalara rağmen kesintisiz sürdürülmüştü. Özellikle kiliselerin birleşmesinden yana olanlar eğitim ve ideolojik destek için hep Batı'ya gitmişlerdi. Pat-rikhane'nin ve ruhani kesimin yoksullaş-tığı ve güçsüzleştiği 15., 16. ve 17. yy'lar-da Batı'daki Hıristiyan okulları, kurumları vb, göreli olarak Doğu'dakilerden daha üstündü. Katolik kilise, Ortodoksları kendisine bağlamak için uzlaşmacı formüller de gündeme getirmişti. "Unit" denen anlayışa göre Ortodokslar tüm geleneklerini, ayin biçimlerini, simgelerim aynen sürdürebilecekler ancak kilise başı olarak papayı tanıyacaklardı. Yüzyıllar içinde "unit" olan Ortodoks toplumlar ve kimseler pek çoktu. Batı'ya ilgi, hayranlık ve gıpta ile bakan Rumlar, Bizans'ta olduğu gibi Osmanlı döneminde de vardı.
Luther 1517'de papaya karşı çıktı ve Avrupa içinde üçüncü bir cephe açtı. Bu yeni mezhep Rumlar arasında taraftar bula-
Rum Ortodoks
Patrikhanesi'ni
betimleyen bir
resim.
M. And, 16.
Dostları ilə paylaş: |