Kitabının 71. sayfasında Turan Dursun, Hz. Muhammed'in, müşrik liderlerinin gönlünü Islama ısındırmak için, ganimet malından onlara, öteki sahâbîlerden daha fazla pay vermesini, rüşvet sayıyor. Zekâtla ilgili müellefe-i kulûb mes'elesini, ganimetin dağıtımıyla karıştırıyor, önce O'nun birkaç cümlesini aktaralım:
"Malik Ibn-Avf, Muhammed'e karşı savaşanların başkumandanıydı. 630 yılında Huneyn, bir başka adıyla Hevâzin savaşında Müslümanlara yenilmişti. Mekke ile Taif arasındaki Huneyn vadisinde yapılan savaş, Arapların Hevâzin ve Sakîf kabileleriyle, Müslümanlar arasında olmuştu. Malik İbn Avf, Huneyn'i terk ederek Taife gitmişti. Kendisi îslâm düşmanıydı. Ama öneriyi ilgi çekici buldu. Çünkü öneri peygamberden geliyordu. Eğer Müslüman olursa, tüm malları ve tutsak ailesi kendisine geri verilecek, ceza görmeyecek, dahası yüz deve alacak, bir de kendisine yönetimde yetki verilecekti. Hemen kabul etti ve Müslüman oldu.
Buhârî, Mütercimi Kâmil Miras'a göre bu öneri, "Şaheser bir Se-mahati Nebeviye" (olağanüstü peygamberlik cömertliği) idi. (Kaynak: Sahihi Buharı Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi c. 7, s. 101).
Ama temel tefsirlerden olan Taberî tefsirine göre ise bu düpedüz "rüşvcı"ti. (Kaynak: Câmiu'I-Beyan fi Tcfsiri'l Kur'ân c. 10, s. 113).
Peygamber, "Rüşvet verene de alana da Allah lanet etsin" demişti. (Kaynak: Ebû Dâvûd, Kiıâbu'l-Akdiye c. 4, Hadis 3580; Ibn Mâce Ahkâm, Hadis 2313, Tirmizî Ahkâm Hadis 1337) Rüşveti veren Islâmm peygamberiydi. Alan ise yeni Müslüman olmuş ya da müslüman olmak üzere olan Kureyş'in ileri gelenleri" Turan Dursun, hemen her konuda olduğu gibi burada da olayı çarpılmıştır. Güya Peygamber, Mâlik ibn Avfa, müslüman olduğu takdirde malının ve tutsak ailesinin kendisine geri verileceğini söylemiş, böylece adamın müslüman olması için rüşvet teklif etmiştir.
Hz. Pcyğamber'İn, Mâlik'e haber salması, konusunu temel kaynaklardan araştırdım. Hadis kitaplarının Mağâzî ve Zekât bölümlerinde bulamadım. Yalnız Ibn Hişâm, Sîresindc, Ibn İshâk'a dayanarak bu haberi nakletmiştir. Doğruluğu kuşkuludur. Haber doğru olsa bile, bunun sebebi ona rüşvet teklif etme değildir.
îbn Ishâk'ın anlatımına göre Arap kabilelerinin kumandanı oian Mâlik ibn Avf, Huncyn'de savaşı kaybedince korktuğu için Tâif varoşunda bulunan sarayında saklanıyordu. Peygamber de onun nerede bulunduğunu bilmiyordu. Mâlik'in kabilesinin adamları gelip müslüman olduktan ve esir düşen çoluk çocuklarını kurtardıktan sonra Peygamber onlara, Mâlik'in nerede olduğunu sordu. Onlar da Tâif te saklandığını söylediler. Peygamber de korkmasına gerek olmadığını, gelip müslüman olduğu takdirde kendisini ödüllendireceğini söyledi.
Bunun üzerine Mâlik, Tâiflilerin, kendisine engel olmalarını önlemek için geceleyin gizlice atma binip Peyğamber'İn yanına geldi, müslüman oldu. Kavminin başına da vâlî tayin edildi. Çünkü kendisi gayet zekî, becerikli bir kumandan idi. Nitekim müslüman olduktan sonra Islama büyük hizmetler etmiştir. (Sîre, 4/133-134).
Fakat Buhârî ve Müslim gibi temel kaynaklarda Peyğamber'İn Mâlik'e haber saldığından söz edilmez. Bu kaynaklara göre: Müslüman olan kavmine, ailelerinin ve mallarının geri verildiğini duyan Mâlik de müslüman olup Pcygamber'e gelmiş ve Peygamber kendisine bol ganimet malı vermiştir. Şimdi olayın aslını kaynaklardan izleyelim:
Allah'ın Elçisi, Tâif kuşatmasını kaldırıp bölgeden ayrılmağa karar verdi. Dönüşte Hcvâ/.İn'den alınan esirleri ve ganimetleri ashabına dağılmak için Ci'rânc'de durdu. Mekke'nin yeni müslüman olmuş eşrafına, kabile liderlerine, ganimetlen fazla pay verdi. Meselâ Ebûsüfyan'a ve oğlu Muâviyc'ye yüzer deve, başka birkaç kişiye de yüzer deve, kimine elli deve, kimine bir koyun, kimine bir gümüş verdi. Geri kalanın beşle birini Bcytu'l-mâl'e ayırdıktan sonra diğerini insanlara dağıttı. Esirleri de paylaştırdı.
Olaydan yirmi gün kadar sonra Hevâzin, elçi gönderip müslüman olduklarını, kendilerinden alınmış olan malların ve esirlerin geri verilmeşini istediler. Allah'ın Elçisi malları ve esirleri dağıttığını söyledikten sonra gelen hey'ete sordu:
Oğullarınızı ve kadınlarınızı mallarınızdan çok seversiniz, değil mi?
Evet, dediler.
Öyle ise öğle namazından sonra gelip cemâatin içinde kendisinden bunları istemelerini tenbih etti. Onlar da öyle yaptılar. Allah'ın Elçisi, herkesin içinde, kendisine ve Abdulmuttalib oğullarına âit esirleri geri verdi. Allah'ın Elçisinin esirleri geri verdiğini görünce muhacirler, ensâr ve Süleym oğulları da öyle yaptılar. Fakat bazı kabile liderleri buna yanaşmak islemediler. Allah'ın Elçisi:
Kim bana esirleri bırakırsa bundan sonra alacağım esirlerden ona, bıraktığı her insan yerine altı hisse vereceğim, dedi. Bunun üzerine onlar da biraktılar.135
Hevâzin kumandanı olup Taife sığınmış bulunan Mâlik ibn Avf de Allah'ın Elçisinin gönderdiği haber üzerine gizlice Tâiften çıkıp Ci'râne'ye gelmiş, müslüman olmuş ve Allah'ın Elçisi tarafından kendisine yüz deve verilip kavminin başına vâlİ yapılmıştır.
Görülüyor ki Hz. Peygamber, Mâlik'in müslüman olması için bir öneri yapmamış, bir rüşvet sunmamıştır. Çünkü müslümanhk, îmân işidir. Ne rüşvet ile, ne de zorla olur. Kişi çıkar karşılığında inandığını söylemiş olsa da Kur'ân'a göre mü'min sayılmaz. Ancak görünürde müslüman kabul edilir.,Gönülden değil, fakat dilden müslüman olduklarını söyleyen bedeviler hakkında Kur'ân şöyle diyor:
"Göçebe Araplar: 'İnandık' dediler. De ki: 'Siz inanmadınız, fakat 'İslâm olduk' deyin. Henüz îmân kalblerinize girmedi..." (Hucurât: 14)
Eğer ibn Ishâk'ın anlatımı doğru ise, Peygamber'i, öldürülme korkusu içinde bulunan Mâlik'e güvence vermiş, müslüman olmasını sağlamıştır. Güçlünün zayıfa verdiği güvence, yapüği iyilik rüşvet değil, ikramdır. Sonra Turan Dursun, Taberî'de geçen rüşvet kelimesinin, Mâlik olayı ile ilgili olduğunu ileri sürüyor ve Mâlik'e verilen fazla ganimetin, Taberî'ye göre düpe düz rüşvet olarak değerlendirildiğini belirtiyor.
Gerçekten Taberî, Mâlik olayı hakkında asla böyle bir şey söylememiştir. Ayrıca bu rüşvet sözü, Taberî'nin sözü de değildir. Taberî, zekât malının dağıtılacağı sekiz çeşit insan kesimini anlatırken bunlardan biri olan "müellefe-i kulûb" üzerindeki görüşleri veriyor.
Bu görüşlerden kimine göre müellefei kulûb mes'elesi Mekke'nin fethinden sonra da sürmektedir; kimine göre de Mekke'nin fethiyle artık müellefe-i kulûb (yani gönlü Islama ısındırılması gerekli olan kimse) kalmamış, bu iş bitmiştir. Bu görüşte olanlardan biri de Âmir'dir. Demiş ki: "Gönülleri Islama ıs indin I anlar, Peygamber (s.a.v.) zamanında idi. Ebûbckir (Allah rahmet eylesin) başa geçirilince artık rişâ yâni ısındırma işi bilti."136
Burada kullanılan rişâ, gerçi rüşvet anlamına gelirse de burada bu anlamda değildir, yapılan iyilikle kalb kazanma anlamınadir.
Esasen zekât âyetinde geçen bu müellefe-i kulûb mes'elesinin, Peygamber'in ganimet verdiği kimselerle karıştırılması hatâdır.
Bu anlayış, âyetin hükmünü şahıslara bağlamaktan doğmuştur. Evvelâ bu âyet, ganimet hakkında değil, zekât hakkındadır. Huneyn Savaşından çok sonra, Tebük seferi sırasında inmiştir. O halde bunun, Peygamber'in fazla ganimet malı dağıttığı kişilerle ilgisi yoktur. Kur'ân, mutlak olarak gönlü Islama ısındınlması gereken kişilere zekâttan bir fon ayırmıştır. Yalmz Peygamber'in devrinde değil, her zaman ve her yerde gönlünün Islama ismdmlmasında yarar bulunan kişiler bulunur, işte, bunları kazanmak için zekâttan pay verilir. Ama bunun her zaman belli şahıslara verilmesi gerekmez. Bir yıl falan yerdeki faîan kişilere, öbür yıl başka yerdeki kişilere verilebilir. Bu tıpkı çeşitli vesilelerle konulmakta olan ödüller gibidir. Şu var ki bu, Allah'ın koyduğu bir ödüldür. Bu ödül, Islama ve müslümanlara faydalı olan gayri müslim kişilere verilir. .
Hz. Ömer'in, yukarıda müellefe-i kulûb olarak gösterilen kişilere zekât vermemesi gayet yerindedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) onlara, Allah'ın emriyle değil, kendi ictihâdiyle ganimet vermiştir. Eğer Allah'ın emriyle vermiş olsaydı ashab itiraz edemezdi. Halbuki ensârın buna hayli gücendiği rivayetlerden anlaşılmaktadır. Demek ki bu tasarruf, Peygamber'in kendi içtihadıydı.
Âycue kasdedilen müellefe-i kulûb'un, onlarla ilgisi yoktur. Çünkü âyet, ganimet değil, zekât hakkındadır. Huneyn'dcki ganimet taksiminden çok sonra inmiştir. Demek ki Huneyn'de fazla ganimet alanların, bu âyeti kendi haklarında sanmaları ve buna dayanarak zekât almağa çalışmaları haksızlıktır. Hz. Ömer bu haksızlığı kabul etmemiştir.
Fakal kalbleri Islama ısındırılması gereken şahıslara her zaman bu zekât fonundan yardım edilmesi, Allah'ın emridir. Allah'ın koyduğu bu ödülün devam ettirilmesi farzdır, imanı Fahrcddîn Râzî de imamın (devlet başkanının) Islama ve müslümanlara yararlı gördüğü kimselerin kalbini ısındırmak için zekât verebileceğini söylüyor. Kalbleri kazanılacak kimselerin müslüman olmaları şart değildir. Müslüman olanlara da, olmayanlara da bu amaçla zekât vcrilebilir.
Zaferden sonra yenik düşmüş, ezik insanlara verilen mal, bir ikramdır, buna nasıl rüşvet denilir? Rüşvet, güçlü, iktidarda bulunan bir kimseye, iş yaptırabilmek için sağlanan çıkar, verilen para veya maldır. Islâmda bu, sonuçta başkalarının hakkına tecâvüz olduğu için haramdır. Çünkü rüşvete alışan kimse artık rüşvetsiz iş yapmaz olur. Rüşvet aldığı kimselere haksız çıkarlar sağlar, haklının iş hakkını haksızlara verir. Toplumun dirliği düzenliği bozulur. Dediğimiz gibi rüşvet, iş yapma mevkiinde olanlara verilen çıkardır.
Peygamberimizin ganimet malıyla ikramda bulunduğu kimseler, iktidarda değillerdi. Yenik düşmüş, ezgin liderlerdi. Peygamber isteseydi, bunları öl dürtebil irdi. Fakat O böyle yapmadı. Ömürleri boyunca kendisine kötülük yapmış bu insanları hükmü altına aldıktan sonra horlamadı, onurlarını okşadı, ganimetten fazla pay vererek onlara Islâmı sevdirmek isledi. Çünkü insan, ihsanın kuludur. İyilik gördüğüne karşı eğilim duyar. Bu liderler de peygamberin cömertliğini, kötülüğe karşı olağan üstü iyilik yaptığını görünce önceleri sadece yüzeysel müslüman görünürken sonraları gönülden müslüman olmuş, hattâ bazıları ileride İslama büyük hizmet etmişlerdir.
Fakal dediğimiz gibi, zekât âyetinde sayılan müellefe-i kulûb'un bu kimselerle ilgisi yoktur. Bu, dağıtımı Peygamber'in takdirine bırakılmış olan ganîmet malıyla ilgili bir tasarruf idi. Ve sadece peygamber'in kendi zamanına özgü bir olaydı. Ama zekâtta belirtilen müellefe-i kulûb fonu, tâ kıyamete kadar uygulanır bîr hükümdür. Bu, Islâmm da'vet yöntemlerinden birini oluşturmaktadır.
Aslında kötülüğe iyilikle karşılık vermek, Kur'ân'ın emridir. Peygamber, kendisinin Canına kasdedenlere bol ikramda bulunarak Kur'ân'ın şu emrini yerine getirmiştir: "iyilikte kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şeyle sav. O zaman senin düşmanın, sıcak bir dostun oluverir!" (Fussılet: 34). 137
Dostları ilə paylaş: |