Xxxıı-Nûh Tûfânı
Turan Dursun, Kur'ân'da anlatılan Nûh Tufanının bir efsane olduğunu, Tevrat'ın, bunu "Sümer Tufan Efsânesi"nden aldığını, Kur'ân'm da oradan aktardığını söylüyor.
"Bu öykünün kaynağı: Tevrat. Tevrat'ta ayrıntılar da var. "Ve Tanrı Nuh'a şöyle dedi: Tüm insanlığın sonu geldi. Çünkü onlar nedeniyle yeryüzü zorbalıkla doldu. İşte ben, onları, yeryüzüyle birlikte yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap..." diye başlar, sürüp gider. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 6: 13-22; 7-9.)
Ve tüm araştırmacılar, Tevrat'taki bu öykünün kaynağının da "SÜMER TUFAN EFSANESİ" olduğunda birleşirler. Tevrat'ları bin yılı aşkın bir zaman öncesinin ürünü olan "GILGAMIŞ DESTANI". "Nuh"un bu "efsane"deki adı: "Utnapişiim (Ut-Napishüm)"dir. (Karşılaştırmak için bkz. Gilgameş Destanı, Çev. M. Ramazanoğlu, MEB yayınlan, istanbul, 1989, s. 80-85.) "NUH TUFANI" öyküsünün, Gıl-gamiş Destanı'ndan alınma olduğunu, araştırmacı "ilahiyatçılar" da kabul etmek zorunda kalmışlardır. İlahiyatçı "Dinler Tarihi Müderris Muavini" A. Hilmi Ömer, bu konuya ayırdığı, gerçekten çaplı incelemesinde, gerçeği açık seçik yazmıştır. (Bkz.A. Hilmi Ömer, Tufan Hikayesi, ilahiyat Fakültesi Mecmuası, İstanbul, 1932, yıl; 5, sayı: 23, s. 53-64 sayı: 24, s. 33-45.)" (s. 210)
Kur'ân, olayı anlatırken bir tarih vermez, ayrıntıya da girmez. Peygamber Nuh'u dinlemeyenlerin, sonunda bir tufanla boğulduklarını anlatır.
Günümüzde bir depremin, Meksiko'da 25000 den fazla insanı birkaç saniye içinde toprağın altına gömdüğünü, Amerika'da bir Hügo kasırgasının nice beton binaları devirdiğini, kentleri yıktığım; Muson yağmurlarının binlerce Bangladeşli ve Doğu Hindliyi sular altında boğduğunu; Bopal felaketinde beş bin insanın zehirlenip öldüğünü; bir yanardağdan fışkıran magmaların, eteklerdeki köyleri silip süpürdüğü-nü; Bangladeştcki kasırganın ve yağmurların yüzbinden fazla canı telef edip belki de ikinci bir Nûh Tufanı yarattığını görüyor, gazetelerden okuyor, televizyonlardan seyrediyoruz. Günümüzde bu felâketlerin olduğunu kabul ediyoruz da Nuh'a inanmayan, Hakk'ın genel yasalarına ters düşen tedbirsiz kavmin, ansızın basüran yağmur sularıyle boğulmuş olduklarını neden uzak görüyoruz?
Sümer Efsanesi, Gılgamış Destanı diyoruz. Acaba bu destanın hiç gerçek olan yanı yok mu? Bilim adamları, destanın temelinde gerçek payı bulunduğunu söylüyorlar. Meydan Larous'lan bir iki cümle alalım: "Gılgamış, yalnız mitolojik bir kahramana benzemez. İki ırmak vadisinin güneyinde gerçek olarak hüküm sürdüğü sanılır. Papazların ve şâirlerin çabalarıyle bu destana birçok eklenti yapılmışsa da destandaki birçok bölüm gerçekle İlgilidir." (M. Larousse, 5/155)
Bu tufanın umumîliği tartışılabilir ama tümden inkârı, büyük cür'ettir, bilime de aykırıdır. Şimdi Tûfân hakkında Çağdaş Tefsirimizde yazdıklarımızın bir bölümünü aktaralım:
Nûh kıssası, Tevrat'ın Tekvin Kitabında vardır. Olay, bugünkü Tevrat'ta, Kur'ân'ın anlattığı biçimde geniş anlatılmaz. Nûh ile oğlu arasında geçen konuşmadan söz edilmez. Fakat geminin eni, boyu, odaları, binen hayvanların cinsleri hakkında teferruat vardır. Tevrat'a göre Nûh, kendisine vahyedildiği şekilde gemiye bindikten sonra kırk gün, kırk gece tufan olmuş, sular onbeş arşın yükselip dağlan örtmüş ve yer üzerinde hareket eden bütün beden sahipleri hep ölmüşler. Gemiye binerken altıyüz yaşında olan Nûh, beraberindekilerle gemide yüz elli gün yol almış, yedinci ayda, ayın onyedinci gününde Ararat Dağları üzerine oturmuş.198
Kur'ân, gereksiz olan böyle teferruata girmez. Ancak yukarıda işaret elliğimiz hususlar Tevrat'la yoktur. Bunlar teferruat değil, İslâm davetinin özüyle ilgili olduğu için anlatılmıştır. Herhalde Hz. Muham-med (s.a.v.) zamanındaki Tevrat nüshalarında bu hususlar vardı, zamanla kaybolmuştur. Nitekim Tabcrî, Ibn Kesîr ve Hazin gibi müfes-sirlcrin, Tufan olayı hakkında anlattıkları detaylı rivayetler, Ibn Abbâs, Ka'b el-Ahbâr gibi Pcygambcr'in çağdaşı olup yahudilerden haberler nakleden insanlardan gelir. Bunlar bu bilgileri kendileri uy-durmamışlardır. Demek ki bu teferruat, o zamanki yahudî Mukaddes Kitabında ve bunun şerhlerinde vardı.
Tevrat, geminin Araral dağlarına oturduğunu söylerken Kur'ân-ı Kerîm, Cûdî'ye oturduğunu söylemektedir. Bundan da Kur'ân'ın indiği sırada yahudîicrin ellerinde bulunan Tevrat nüshalarında geminin Cûdî üzerine oturduğunun söylendiği anlaşılmaktadır. Aksi takdirde yahudiler, Kur'ân'ın söylediğine itiraz ederlerdi. Böyle bir itiraz varid olmamıştır. Gılgamış Destanında ise geminin Nisir dağının tepesinde olduğu anlatılır.
Nûh Sûresinin 25. âyetinde Nûh kavminin, günâhları yüzünden boğulup ateşe sokuldukları ve kendilerini kurtaran olmadığı vurgulanmakla; onlar gibi davrananların da onların sonucuna uğrayacakları îmâ edilmektedir.
Sûrenin: "Biz, Nuh'u kavmine gönderdik" mealindeki birinci âyetinden, Nuh'un, yalnız kendi kavmine elçi olarak gönderildiği anlaşılır. Nûh, yalnız kendi kavmine gönderildiğine göre, kendisini dinlemeyenlere ceza olarak verilen Tufan'm da kendi kavmine mahsus olması gerekir. Çünkü: "Biz elçi göndermedikçe azâb edici değiliz" 199 âyetinde buyurulduğu üzre Allah elçi gönderip uyarmadıkça bir kavmi helak etmez.
Meşhur kavle göre Hz. Nûh, Irak'ta yaşamıştır. Bundan Tûfân'ın, Dünyânın her yanında değil, Irak bölgesinde vukubulmuş bir felâket olması lâzım gelir. Nitekim o bölgede bir tufanın olduğu, kazılardan çıkan yazıtlardan da anlaşılmıştır.
Olayın temeli Gılgamış Destanına dayansa bile, yine de bir aslı vardır. Zîrâ Gılgamış Destanı da Irak'taki Uruk krallığında vukubulmuş bîr felâketi anlatmaktadır.
Daha önce söylediğimiz gibi Kur'ân'ın kıssa anlatmasından amacı, hikâye anlatmak değil, hikâye yoluyla öğüt vermektir. Bundan dolayı Kur'ân, Peygamber kıssalarının, Hz. Muhammcd'in davetiyle ortak olan yönlerini seçerek anlatır. Şimdi bu kıssanın, 27-30 ncu âyetlerinde kavminin, Nuh'a, kendisine uyanların basit düşünceli, ayak takımı kimseler olduğunu, onların üstün bir yanlan bulunmadığım söyledikleri anlatılmaktadır. Âyetlerin sözgeliminden anlaşılıyor ki zenginler, Nuh'tan, bu yoksul kişileri yanından kovmasını islemişler, Nûh da onları yanından kovmayacağını söylemiştir.
îşte bu olay Pcygamber'in kendi hayaliyle yakından İlgilidir. Çünkü Hz. Muhammed'in kavmi olan Kureyş liderleri, Peygamber'in çevresinde toplanan yoksullarla beraber oturmağa tenezzül etmiyor, kendisiyle oturup konuşmaları için onlan yanından kovmasını öneriyorlardı, işte bu kıssa yoluyla geçmiş peygamberlerin kavimlerinin de aynı şeyleri yaptıkları, fakat zayıfların kovulmadığı, haksızlık eden zenginlerin ise boğulduğu anlatılarak Peygamber'e ve mü'minlere karşı böbürlenen kimselere, yaptıklarının kötülüğü anlatılmakta ve onlar bu yolla uyan 1 maktadır.
En'âm Sûresinin 52-53 ncü, Kehf Sûresinin 26 ncı âyetlerinde Peygamber'e, yoksulları yanından kovmasını isteyen müşriklerin sözlerine uyarak o zavallıları kovmaması, onlarla beraber oturması emre-dilmektedir.
Nûh kavmi Nuh'tan birçok mu'cize istemişler ki Nûh onlara: "Ben size: 'Allah'ın hazineleri benim yanımdadtr' demiyorum. Caybi de bilmem, 'Ben meleğim' de demiyorum" diye cevap vermiştir. Hz. Muhammcd'in kavmi de aynı şeyleri istiyorlar: "Ona melek indirilmeli, Mekke'den dağları kaldırıp arazimizi ziraate uygun düz bir arazi yapmalı, nehirler fışkırlmalısın; üslüne bir hazine düşmeli, ölüler diril-tilmcli" diyorlardı. Onların bu işleklerine karşılık şöyle demesi emredilmiştir: "Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum, Gay-bı da bilmem. Ben size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum" 200
Görülüyor ki Nûh olayında anlatılanların hepsi Peygamber'in kendi davetiyle ilgilidir. Bu kıssa yoluyla müşrik Araplara, tutumlarının yanlış olduğu, kendilerini kötü sonuca sürükleyeceği anlatılmakladır, işte diğer kıssalar da hep böyledir. Yani bu kıssalar mazi olmaktan çok haldir. Hz. Muhammcd'in kavminin tulumları, bu kıssalarda sembol leştirilmekicdir. 201
Dostları ilə paylaş: |