Xxıv- Hz. Muhammed'in Sözlerini Yanlış Değerlendirme
Turan Dursun, 131-139. sayfalarda, "Muhammcd'in Doktorluğu" başlığı altında, tıb ve tedâvî hakkında Hz. Muhammed'den rivayet edi-'cn bazı sözleri, alaylı bir tarzda eleştirmekte, bunların bilime ters olduğunu söylemektedir.
Ona göre Muhammed, herşeyi Allah'ın kaderi görmekte ve kaderin değişmeyeceğine inanmaktadır. Bunun için: "Hastalığın bulaşması olmaz." (Buhârî, Tıb: 19, 25,43-46; Müslim, Selâm: 102-109)
Önce bu hadîs, son derece karışık ve sakat bir rivayet zincirine sahiptir. Hadisçilere göre ma'lûldür. Ebûhüreyre'nin kendisi, rivayetinde tereddüdlüdür. Çünkü aynı Ebuhüreyre, Peygamber'in, tam bunun tersi bir söz söylediğini:. "Hastacı (devesini) sağlamcının yanına koymasın" dediğini rivayet etmiştir (Fethu'1-Bârî: 10/244). Müslim, selâm: 104; îbn Mâce Tib: 24,43) "hastalık bulaşması olmadığı" şeklindeki hadîsi rivayet eden Ebûhüreyre, sonra bu sözü söylemekten vazgeçmiş ve "Hasta deve sahibi, develerini, sağlam deve sahibinin develerinin yanına götürmesin," hadîsini rivayet etmeğe başlamıştır. Ebûhüreyre'nin amcası oğlu Haris ibn EbîZiâb kendisine:
- Ey Ebûhüreyre, ben senden, bundan başka bir hadîs de işitiyordum, aruk ondan söz etmiyorsun. Derdin ki: Allah'ın Elçisi (s.a.v.): 'Hastalık bulaşması yoktur' dedi.
Ebûhüreyre, böyle bir şey bildiğini kabul etmemiş; sadece: "Hasta deve sahibi, (develerini) sağlamcının (sağlam deve sahibinin develerinin) yanına sokmasın' hadisini rivayet etmiştir,
Hârİs, Ebûhüreyre'nin, ötekini de rivayet ettiğinde ısrar edince Ebûhüreyre kızmış, Habcşçe söylenmiş, ve Hâris'e:
- Ne dedim, biliyor musun? demiş. Haris:
- Hayır, demiş. Ebûhüreyre:
- Vazgeçtim, dedim, demiş." (Müslim, Selâm: 104)
Buhârî şârihi İbn Hacer şöyle diyor: "Bazı hadisçiler, bu (hastalık bulaşması yoktur) rivayetini reddetmişler (doğru olmadığını söylemişlerdir. Çünkü Ebûhüreyre bu rivayetinden dönmüş, tersini rivayet etmiştir. Ya tereddüdünden, ya da tersinin doğruluğunu anladığından. Hastalık bulaşmasından sakınma konusundaki hadisler daha sağlam ve daha çoktur. Daha çok olan o rivayetleri buna yeğlemek gerekir." (Fet-hul-Bâit* 10/160) Kaldı ki bu rivayetin son kısmı da baş tarafıyla çelişkilidir. Çünkü baş tarafında "Hastalık bulaşması, şûm, baykuş karın kurdu diye bir şey yoktur" denilirken, devamında: "Aslandan kaçar gibi cüzamlıdan kaç." denilmektedir. Hastalık bulaşması yoksa cüzamlıdan niçin kaçma emredilmiştir?
Peygamber hem hastalık bulaşmaz diyecek, hem de cüzamlıdan kaçmayı emredecek. Ve aynı peygamber, karantina usulü belirleyecek: "Bir yerde veba çıktığını duyarsanız, oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan çıkıp gitmeyiniz." (Buhârî, Tıb: 30).
Hz. Ömer, Şam'a gidiyordu. Sarğ denilen yerde kendisini karşılayan ordu kumandanı Ebü Ubeyde ve maiyetindekiler, Şam'da veba bulunduğunu söylediler.
Bunun üzerine Şam'a girip girmeme konusunda ihtilâf belirdi. Ar-kadaşlarıylc istişare eden Hz. Ömer, Kureyşin tecrübeli, yaşlı adamlarına durumu danıştı. Onlar, veba çıkan yere girmemeyi önerdiler. Şâm kumandanı Ebû Ubeyde:
- Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun? dedi. Ömer:
- Bunu senden başkası söylese ne İse ey Ebû Ubeyde, dedi. Evet, Allah'ın bir kaderinden, Öteki kaderine kaçıyoruz. Senin develerin olsa, onları bir kıyısı otlak, öteki kurak bir vadiye indirmiş olsan; şimdi onları otlak kıyıda otlatsan da Allah'ın kaderi, çorak kıyıda otlatsan da Allah'ın kaderi değil mi?
O sırada Abdurrahman ibn Avf geldi, kendisi orada yoktu, bir yere gitmişti. Şöyle dedi: "Ben bu konuda bir şey biliyorum. Allah'ın Elçisi (s.a.v.)in (Bir yerde veba çıktığını işitirseniz oraya gitmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba çıkarsa ondan kaçmak üzre oradan çıicma-yınız) dediğini işittim. Ömer Allah'a hamdederek oradan geri döndü."
(Buhârî, Tıb: 30; Fethu'1-Bârî: 10/179) Mehmet Akif, bu olayı şürleşlirmiş:
Kader deyince ne anlardı, dinle bak ashâb:
Ebû Ubeydc'ye imdada eylemişti şitâb,
Maiyyetindeki askerle bîr zaman Fârûk.
- Tereddiid etme sakın, çünkü vak'a pek mevsûk-
Tarîk-ı Şam'ı tutup doğru "Surg"a indi Ömer.
Ebû Ubeyde hemen koştu almasiyle haber.
Halîfe, Hazret-i Serdâra: "Nerdedir ordu?
Ne yaptınız? Yapacak şey nedir?" deyip sordu.
Ebû Ubeyde: "Veba var!" deyince, askerde;
Tevâbiiyle Ömer durdu, kalkacak yerde.
"Vebaya karşı gidilmek mi, gitmemek mi iyi?"
Muhâcirîn-i Kiramın soruldu hep reyi.
Bu zümreden kimi: "Maksad mühim, gidilmeli" der;
"Hayır, bu tehlikedir" der, kalan Muhacirler.
Halife böyle muhalif görünce efkârı; Çağırdı: Aynı tereddüdde buldu Ensarı.
Dağıttı hepsini, lâkin sıkıldı... Artık ona, Muhacirîn-i Kurcyş'in müsin olanlarına 162 Müracaat yolu kalmıştı; sordu onlara da. Bu fırka işte bilâ -kayd-ı ihtilâf orada: "Vebaya karşı gidilmek halâ olur." dediler; "Yarın dönün!" diye Ashaba emri verdi Ömer. Ales-seher düzülürken cemâaü'yie yola, Ebû Ubeyde çıkıp: "Yâ Ömer, uğurlar ola! Firarınız kader-ul-Iahlan mıdır şimdi?"
Demez mi, Hazret-i Fârûk döndü: "Doğru" dedi, "Şu var ki bir kader-ul-lahtan kaçarken biz, Koşup öbür kader-ul-laha doğru gitmedeyiz. Zemini otlu da, etrafı taşlı bir derenin İçinde olsa deven yâ Ebâ Ubeyde, senin; Tutup da onları yalçın bayırda sektirsen, Ya öyle yapmıyarak otlu semte çektirsen, Düşün: kaderle değildir şu yaptığın da nedir?" , Ömer bu sözde iken Ibn-i Avf olur zahir, Hemen rivayete başlar hadîs-i tâûn'u. 163 Ebû Ubeyde tabîî susar duyunca bunu. Muhâcirîn-i Kurcyş'in, kİbâr-ı Ashabın, Şerîalin koca bir rüknü: İbn-i Hattâb'ın; Kader denince ne anlardı hepsi, anladın a!...
Utanmadan yine kalkışma Hakk'a bühlâna.164
Görülüyor ki Pcygambcr'in söylediği ileri sürülen, hastalığın bulaşmayacağı hakkındaki bu söz, gerçekte onun sözü değildir. İnsanlar, kendi düşüncelerine geçerlilik kazandırmak için, sözlerini Pcygam-ber'c dayandırmışlardır.
Ayrıca bilinmesi lâzımdır ki Hz. Muhammed de bir insandır. Vahy dışındaki söz ve eylemlerinde o da bir İnsan olarak yanılabilir. Kur'ân-ı Kerîm, vahyin haricinde, onun da öteki insanlar gibi olduğunu, kendi düşüncesiyle vardığı bazı kararlarında yanıldığını belirtmiştir. Yalan özür bahane ederek savaşa katılmak islemeyenlere inanıp izin vermesinin bir yanılgı olduğunu hatırlatmış ve kendisine hitaben:
"Allah seni affetsin, doğru söyleyenleri anlamadan, yalancıları bilmeden niçin onlara izin verdin?" (Tevbe: 43) buyurmuştur.
Demek ki Peygamber onlara izin vermekle yanılmıştır. Çünkü o da insandır: "Ben de sizin gibi bir insanım, ancak bana vahyolunuyor, de." (Kehf: 110; Fussıİet: 41) âyeti, vahy dışında Peygamberin, öteki insanlardan farkı olmadığını bildirmektedir.
Bu durumu bilen sahâbîler, Hz. Muhammed'in, bazı konularda kararlarını uygun bulmayınca bunun kendi düşüncesi mi, yoksa vahy sonucu bir karar mı olduğunu sorarlar, şayet kendi düşüncesi olduğunu söylerse onun uygun olmadığını; şöyle yapılmasının daha uygun olacağını söylerlerdi. Hz. Muhammed de onların düşüncesini daha uygun bulursa öyle yapardı. Nitekim Bedir Savaşı Öncesinde Peygam-ber'in seçtiği karargâhı (konuşlanma yerini) uygun bulmayan sahâbîler, kendilerince uygun yeri göstermişler, Peygamber de onların dediği yeri karargâh yapmıştı.
Medine'ye hicret ettiği zaman Medine halkının, hurmaları tozlandırdıklarını (erkek tomurcuktan bir parça aîıp dişi tomurcuğun içine soktuklarını) gören Peygamber:
- Ne yapıyorsunuz? dedi.
- Biz böyle yaparız, dediler.
- Yapmasanız daha iyi olur, dedi.
Mçdinelilcr o yıl tozlandırma yapmadılar. Verim düştü, kalite bozuldu. Bu durumu kendisine anlattıkları Peygamber:
- Ben de sizin gibi bir insanım. Size dininiz hakkında bir şey emredersem buyruğumu tutunuz. Ama kendi düşünceme göre bir şey emredersem, ben de insanım.
Bu hadisin başka rivayetine göre Hz. Muhammed'in, hurmayı aşılamamanın daha iyi olacağım söylemesi üzerine hurmada kalitenin düştüğü, yine onların yanma uğrayan Pcygamber'in:
- "Hurmalarınıza ne oldu?" diye sorduğu, onların da:
- "Sen, şöyle, şöyle söyledin" dedikleri,' bunun üzerine Peygamber'İn:
- "Siz, dünyâ işinizi daha iyi bilirsiniz!" dediği belirtilmektedir. (Müsüm, Fadâil: 140-141; eş-Şifâ' fî Ta'rîfi Hukuki'l-Mustafâ, s. 178).
Başka bir rivayette de Peygamber: "Ben, sadece bir tahminde bulundum. Zannımdan ötürü beni kınamayın!" demiştir (eş-Şifâ': 178).
Kendisi: "Yanılmamı bağışla!" (Müsned: 4/37, 444), "Günahımı, yanılmamı ve bilmezlikle yaptığım halâları bağışla!" diye duâ etmiştir (Müsned: 4/55, 217). Başka bir sözünde de:
"Ben de sizin gibi bir insanım. Size Allah'tan gelen bir şeyi söylersem, bu gerçektir. Ama kendiliğimden bir şey söylersem, ben de insanım, yanılabilirim de, isabet de edebilirim." buyurmuştur (eş-Şifâ: 179)
Kadî îyâd, bu hadîse şu açıklamayı yapıyor: "tşte dünyaya ilişkin işlerde kendiliğinden, ve tahminine göre söylediği sözler böyledir."
Görüldüğü üzre dîn ile bir ilgisi olmayan bu tür sözler, Hz. Muhammed'in, normal bir insan düzeyinde söylediği sözlerdir. Bunları değişmez Tanrı sözü, dîn kuralı gibi kabul etmek yanlıştır. Çünkü o da bir insandı. Yetiştiği ortamın kültürüyle yoğrulmuş, onların lıb ve tedâvî hakkındaki görüşlerini duymuş, öğrenmişti. Bunlardan beğendiklerini tavsiye etmiştir. Dînî niteliği olmayan tıb ve tedâvî yöntemlerini, o zamanın şartlarını göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. Bunların, pozitif bilime yüzde yüz uygun düşmesi şart değildir. Bunlar içinde şayet modern tıbbın verilerine aykırı olanlar görülürse bu durum, Hz. Muhammed'in peygamberliği hakkında asla kuşku uyandırmaz. Çünkü biraz önce izah eniğimiz gibi o, bunları vahyen almış değil, çevresinden duyarak, görerek Öğrenmiş, kendi düşüncesine göre iyi bulduğunu anlatmış, tavsiye etmiştir. Yapılmaz olan, bu tür sözler değil, vahy ile aldığı sözlerdir. Bundan dolayı Kur'ân'da onun: "Öteki insanlar gibi bir insan olduğu, ancak kendisine vahy geldiği" vurgulanmıştır. Âyette sadece vahyen bildirilenlerin yamlmaz olduğu anlatılmıştır.
Peygamber (selâm ona), bir hadislerinde: "Ben de sizin gibi bir insanım. Siz, aranızdaki anlaşmazlıkları bana getirip, aranızda hüküm vermemi istiyorsunuz. Olabilir ki biriniz, güzel konuşmasıyle, kanıtını daha iyi anlatabilir, kendisini haklı gösterir, ben de duyduğuma göre hüküm veririm. Her kime, (yanılarak) kardeşinin hakkını vermiş olursam, onu asla almasın. Zira ben o kimseye cehennem ateşinden birparça kesip vermişimdir!" (Buharı, Mezâlim: 16, Ahkâm: 29, 31; Müslim, Akdıye: 5; Ebû DavÛd,Edcb: 187; eş-Şifâ: 180)
Bundan dolayıdır ki sahâbîler, Hz. Muharîımed'in vahye veya ilhama dayalı sözlerini, normal bir insan olarak söylediği sözlerden ayırmışlar; -birincisini uygulamayı gerekli görmüşler; ikincisini seçime bırakmışlardır. Onun için Ölüm döşeğinde yalarken Hz. Muhammed, ümmetinin kendisinden sonra anlaşmazlığa düşmelerini önlemek ama-cıylc bir vasiyyct yazdırmak istemiş: "Geliniz, size bir yazı yaz(dır)ayım da benden sonra şaşırmayasınız!" demiş. Peygamber'in ağır hastalığını düşünenler, buna gerek görmemişler. Hz. Ömer: "Allah'ın Kitabı bize yeter!" demiş. Sahâbîlcrİnin tartıştığını gören Peygamber, vasîyyeti yazdırmaktan vazgeçmiştir (Buharı, llm: 39, Cihâd: 176; Müslim, Vasryycl: 20-23; cş-Şifâ': 186).
Müslim'in rivayetinden, vasiyyclm yazılmasına gerek görmeyenler, hastalığın etkisi altında olan Peygamber'in, o durumda yanilabilc-ceğini düşündükleri için bunu İstememişlerdir.
Peygamber'in vasiyyet yazdırma istemi üzerine, orada bulunanlar:
"- Acaba durumu nasıl? Yoksa kendinde değil mi? Bunu kendisinden sorun!" demişler. Peygamber:
"- Beni halime bırakın, benim durumum iyidir, (aklım basımdadır). Size üç vasiyyetim var: Müşrikleri Arap Yarımadasından çıkarınız. Elçi olarak gelen delegelere, benim yaptığım gibi ikramda bulununuz," dedi. Üçüncüsünde sustu. Ya da -râvînin anlatımına göre- nesöylediği bana unutturuldu. (Burada sustuğu bildirilen, Peygamber değil, Ibn Abbas'tır. Unutturulan da bu sözü îbn Abbâs'tan aktaran râvî Saîd Ibn Cübeyr'dir. Müheİleb'e göre Peygamber'in üçüncü vasıyyetİ de Üsâme ordusunun donatılıp yola çıkarılmasıdır (Müslim: 3/1258, not: 165
Dostları ilə paylaş: |