Xxıı- Mecazî Anlatımları Çarpıtma
Turan Dursun, 159. sayfada, Kur'ân ve hadîste geçen bazı mecazî anlatımları, kelimenin sözlükteki mânâsına göre değerlendiriyor. Bilmediğinden değil, kasden böyle yapıyor ki Kur'ân'da Tann'nm, bir insan gibi düşünüldüğünü anlatsın ve böylece Kur'ân düşüncesi hakkında kuşku uyandırsın. Diyor ki:
"Kur'ân'ın, Muhammed'in anlattığına göre: "Tann'nın terazisi" vardır. Hem bu dünyada, hem de "Âhiret"te.
Terazi, bildiğimiz bir tartı aygıtıdır. Farsça bir sözcüktür. Kur'ân'da "mîzân" diye geçer. 16 kez.
"Terazi" bir simgedir de. "Hak ve adalei"İn simgesi. Çok "doğru tutulması" gerekiyor "adalet" için.
Böyle dedikten sonra Mâide Sûresinin 64. âyetinin anlamını yazıyor: "Yahudiler: 'Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır)' dediler. Kendi elleri bağlandı ve söyledikleri sözden ötürü lanetlendiler. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi (nzık) verir..."
Görüldüğü üzre âyette terazi kelimesi geçmemekle, sadece "Allah'ın elinin açıklığından" söz edilmektedir. Kur'ân'ın amacı, Yahudilerin sözünü kötülemektir. Onlar: "Allah'ın eli bağlıdır" yani Allah cimridir demişler, Allah da onların bu sözlerini reddederek Allah'ın elinin açık olduğunu, dilediği gibi vereceğini, İhsanda bulunacağını söylemiştir. Burada el tabiri, gerçek mânâda bir organ olan eli ifade etmez. Bu tabir, mecazî bir anlam taşır. İnsanlar eli bağlılık deyimini cimrilik anlamında, eli açıklık deyimini de cömertlik anlamında kullanmışlardır. Allah da kendi sözlerini, insanlann anlayacakları kavramlar ve üslûplarla ifade etmiştir. Aksi takdirde insan ile Allah arasında iletişim mümkün olmazdı. Bu ifadeden, Allah'ın, insanlar gibi elleri olduğu anlamı çıkmaz. Allah, gerçekte harflerden ve kelimelerden yüce olan sözünü, insanların anlayış düzeyine indirerek vahyetti-ğine ve sözleri de Pcygambcr'e doğrudan değil, fakat melek aracılığı ile verildiğine göre "Allah'ın eli açıktır" sözü, insanların kullandığı cömertlik anlamındadır. Bundan maksat, Allah'ın eli olduğunu anlatmak değildir. Nasıl ki birinin cömertliğini anlatmak için "Onun eli çok açıktır" denilir. Bu sözden o kişinin eli değil, fakat cömertliği düşünülür. İşte âyetin anlatmak istediği de Allah'ın son derece cömert olduğudur.
insanlar, cimrilik ve cömertlik kavramlarını "eli bağh ve eli açık" deyimleriyle anlatırlar. Bu, tasvirî ifadedir. Kur'ân da bu tasvîrî ifadeyi kullanarak Allah'ın cimri değil, cömert olduğunu belirtmek üzre "O'nun iki eli de açıktır" demiştir. Bundan Allah'ın iki eli olduğu değil, fakat cömert olduğu anlaşılır. Nitekim falanın eli açıktır demek, gerçeklen onun elleri uzanmış, açılmış demek değildir. Hattâ elleri, kollan olmayan cömert kimseler için de "eli açık" tabiri kullanılır. Çünkü bu deyim, gerçek anlamını kaybedip başka bir anlam kazanmıştır ki o da cömertliktir. İşte "Allah'ın elleri açıktır" demek de Allah cömerttir, demektir. Cenabı Hak, insanların kavrayabilmesi İçin onların kullandıkları deyimi kullanmıştır. Allah'ın yüzü, yanı, bacağı gibi tabirlerin esprisi de budur. Bu gibi tabirleri, maksadı dışına çıkarıp bunlardan Allah'ı bir insan gibi elli ayaklı düşünmek halâdır.
Dursun'un eleştiri konusu ettiği (s. 159) Allah'ın elinde terazi olduğundan söz eden hadîse gelince Buhârîdc'kİ ifade aynen şöyledir: "Yüce Allah buyurdu: Allah yolunda harca, yardım et ki sana da verilsin.' ve buyurdu: 'Allah'ın eli doludur, gece gündüz sürekli vermek, O'nun elindekini eksiltmez (harcamakla hazinesi eksilmez).' ve buyurdu: 'Göğü yeri yarattığından beri harcamasını düşünsenize, bu (harcaması) elindekini eksilttnetniştir. Tahtı su üstündedir, elindeki terazi durmadan iner, kalkar." (Buhârî, Tefsir: ll;Tevhtd: 19; Fethu'l-Bârî: 13/395).
Hattâbî'nin de dediği gibi bu hadiste terazi, Allah'ın bol lütuf ve ihsan dağılımını anlatan bir temsildir. Bunu anlamayan, hiç edebiyat bilmeyen ümmî, incelik ve zerâfetten yoksun kimseler olabilir. Bu zevkten yoksun insan, şöyle demekten çekinmez:
"Tanrının elindeki terazide bir bozukluk mu var?"
Oysa hadis metninde "elindeki terazi durmadan iner kalkar" ifadesi yani sürekli olarak tartıp tartıp yaratıklara dağıtır, rızik verir, demektir. Ama bu verme de ölçüsüz, rastgele, başı boş değil; bir hesâb ile yapılmakta, tartılarak verilmektedir. Allah, herkese ne miktar nzık vereceğini bilir ve her kula verilmesi gereken ölçüde verir. Her kula verilen, ölçülüdür, takdir edilmiş, ölçülmüş biçilmiş, tartılıp verilmiştir, işte hadiste mîzân, yaratıklara verilenin başı boş değil, bir ölçü ve miktar İle verildiğini anlatan bir temsildir. Bunun anlaşılmayacak bir yanı yok. Ama bunu anlayabilmek için biraz zerâfet, edebî zevk gerekir.
Turan Dursun, 161. sayfada yine bu terazi ile ilgili olarak: "Öyleyse Tanrının elinde terazi neden var? Eşitlik gözetmediğine, herkese eşit ölçüyle nzık dağıtmadığına göre teraziyi niye kullanıyor?" diyor.
Şimdi herşeyi maddî açıdan değerlendiren bu zâta kendi mantığıyla sormak lâzım: Bakkal, manav, herkese eşit ölçüde mal vermediğine göre tcra/.i niçin kullanıyor? Neden marketlerde terazi var, mağa^ zalarda metre var? Nasıl olsa herkesin aldığı mal birbirine eşit değil.
Kur'ân ve hadîste birçok soyut kavram, mesellerle somutlaştırıla-rak anlatılır. Kur'ân tasvir yani somutlaştırma üslûbunu kullanır. Böylece en soyut kavramları, âlimlere olduğu gibi ümmîlere de anlatma gücü verir sözlere. Bir iki örnek verelim:
"Dizim âyetlerimizi yalanlayan ve onlara İnanmağa tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete girmeyeceklerdir," (A'râf: 40)
Bu âyette, inkarcılar için cennete girmenin imkânsızlığı, devenin iğne deliğinden geçmesi örneğiyle canlandırılmaktadır. Devenin iğne deliğinden geçemeyeceğini düşünen insan, inkarcının da cennete giremeyeceğini anlar.
"Gökten bir su indirdi de dereler, kendi ölçüşünce çağlayıp aktı. Sel, üste çıkan köpüğü yüklen(ip götüt)dü. Süs, yahut eşya yapmak için ateşte yakıp erittikleri madenlerde de bunun gibi bir köpük vardır. Allah, hak İle bâtılı böyle bir benzetme ile anlatır. Köpük yok olup gider, insanlara yararlı olan ise yeryüzünde kalır. îşte Allah (böyle güzel) benzetmeler yapar." (Ra'd: 17)
Bu âyette köpük, bâtılı, su hakkı temsil etmektedir. Köpük bir süre suyun üstüne çıksa da sonunda kenarlara yapışır, dağılıp gider ama su kalır, tarlaları sular, insanlara yararlı şeyler bitirir, işte hak da tıpkı su gibi kalıcıdır, yararlıdır.
Hakka îmân, tıpkı madenlerin halisi gibi kalıcı, yararlıdır. Küfür ve inkâr da tıpkı eritilen madenlerin üstüne çıkan tortu gibi yararsızdır, kaldırılıp atılır. Âyette köpük sözü geçmektedir ama kasıt köpük değil, küfür ve inkârdır. Su ve madenden kasıl da kalıcı olan hak ve hakka îmândır. Bu tür anlatımlara istiare, mecaz denilir. Kur'ân'm hemen her sayfasında böyle edebî sanatlar mevcuttur.
Her edebî sözde mecâz, istiare, teşbih gibi sanallar büyük yer tutar. Bunlar olmayınca edebiyat da olmaz. Hattâ halk da bunları farkında olmadan kullanır. "Dünyanın dengesi bozuldu" denilir. Herhalde bu sözden kimse, dünyanın bir terazi olduğunu, bu terazinin kefeleri arasındaki dengenin bozulduğunu anlamaz. Dünyâ düzeninin bozulduğunu anlar. Mehmet Akif, bayrağımızdaki hilâl için:
"Çalma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!" derken, Hilâli, dargınlıktan kaşlarını çatan bir insana benzetmiştir. Şimdi Turan Dursun kalkıp da "Canım Hilâlin suratı, kaşı olur mu? Hilâl insan mı ki çehresini çatsın, suratım ekşitsin?" deyip edebiyatın doruğunda olan bu ifade ile alay mı edecek? Bu tür ifadelerin amaçladığı yüksek mânâyı anlamayanlar, edebî zevkten yoksun sayılırlar. Bunlar için eskiler haşvi (kabukçu, kalıpçı) deyimini kullanmışlardır. İmam Gazâlî Kur'ân'm mecazî anlamlarını düşünmeyen kuru sofular için bu ta'bîri kullanmaktadır. Demek ki Allah'ın, kâinatı yarattığından beri yaratıklarına durmadan nîmet ve rızık verdiğini anlatan bu hadisin içindeki terâzî sözünden, Tanrının elinde tıpkı insanların kullandığı gibi maddî bir terâzî olduğu anlamını çıkarmak, haşviyye denilen edebî zevkten anlamaz kimselerin işidir. 148
Dostları ilə paylaş: |