Ahiret Azabı:
Âhiret azabı muhakkaktır. Bu azâb, gerçekte AHâh'ın rahmetinin bir tecellîsi sayılır. Çünkü bu suretle kulunun ruhunu olgunlaştırıp belirli bir sâfiyycle kavuşturur.
Esasen bu azâb, bir yakıttan değil, insanın kendi eylemlerinden oluşur, insan kendi azabını beraberinde götürür. Kötülük yapan, yaptığı kötülüğün oduna yanar.
Âhiret saadeti, insanların değerlendirmelerine göre değildir. Allah'ın acıması, yaratıkların acımasından doksandokuz kat fazladır. Hadiste belirtilen bu sayı da temsilî bir anlam taşır. Yoksa O'nun acımasının sının yoktur.
Allah, kullarına acıdığından dolayı, elçiler göndererek onları cennet yoluna çağırmıştır. Ruhun selâmeti, Allah'ın elçilerinin izinde gitmektir. Onların yolundan ayrılan ruh, kendi kendisini azaba tutsak etmiş olur. Hâşâ Allah, kullarına zulmetmez. Kul, kendi yanlış davranışlarının oluşturduğu azabın içine düşer:
"Evet kim kötülük yapar da günâhı, kendisini kuşatırsa, işte onlar ateş halkıdır, orada sürekli kalacaklardır." (Bakara: 81).
"O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; işlediği her kötülüğü de. O kötülükle kendisi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah sizi, kendisinin buyruklarına karşı gelmekken sakındırır. Allah, kullarına şefkatlidir." (ÂI-i îmrân: 30).
"... Bir kişi, yaptığı işin eline teslim edilmeyegörsün. Yoksa Allah'tan başka onun ne bir dostu, ne de bir yardımcısı olmaz. (Eyleminin elinden kurtulmak için) her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. îşte onlar, yaptıklarının eline teslim edilmişlerdir. Onlar için
kaynar sudan bir içki ve inkârlarından dolayı da acı bir azâb vardır!" (En'âm: 70)
insanın yaptığı her eylem, ruhta bir iz bırakır. Güzel eylemler ruhta ışık olurken, kötü eylemler ruhu karartır, güzelliğini bozar, çir-kinleştirir. Mahiyeti bilinmeyen azâblara dönüşür. İnsanın âhiretteki ışığı, güzel eylemlerinin eseridir:
"O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, Önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Kendilerine): 'Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacağınız cennetlerdir!' (denilir), işte büyük başarı budur. O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar, (aydınlık içinde cennete giden) mü'minlere derler ki: 'Bize bakın da sizin nurunuzdan yararlanalım. (Çünkü mü'minlerin gözleri, münafık ve kâfirler tarafına çevrildikçe o lâtîf nûr ışıldar. Karanlık içinde kalan insanlar, o nurdan yararlanıp yola gitmek isterler ama bu mümkün değildir. Çünkü aydınlanmanın vakti geçmiştir arük.) Onlara: 'Arkanıza dönün de nûr arayın denilir." (Hadîd: 12)
Yapılan kötü eylemlerin, ruhu nasıl karanlıklar içine düşürdüğünü, şu âyet daha açık ifade etmektedir: "Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler; kalblerinin üzerine pas olmuştur. Hayır, doğrusu o gün onlar, Rablerinden perdelenmişlerdir." (Mutaffifîn: 14-15)
Demek ki her eylemin, ruh üzerinde bir izi kalmaktadır. Yani ruh, insan eylemlerinin tulanağı olmaktadır. Kalblcrin üzerinden perdenin kalktığı âhiret âleminde, ruhun taşıdığı bütün eylemlerin iyi veya kötü izleri görünecektir. Herkes neler yaptığını görecek, sonucuna da şâhid olacaktır:
"Her insanın amel kuşunu boynuna doladık. Kıyamet günü, onun için açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız: 'Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter!' (deriz)." (Isrâ: 13)
Âhiret âlemi, ilâhî adaletin tam ortaya çıkacağı, görüneceği bir âlemdir. Orada herkes ruhsal değerini görür ve o değere göre yerini bulur. Orada ne rüşvet, ne iltimas vardır.
islâm, îmân ve sâlih amel çizgisi içinde bulunan herkese ebedî saadeti va'detmekledir. Kur'ân'ın istediği eylem, sadece içi boş şekil değil, içi îmân ve ruh dolu eylemdir. Islâmda buna ihlâs denilir. İslâm mutasavvıfları, hep eylemde ihlâsı aramışlar ve eylemleri ihlâsa çıkarmanın yöntemlerini aramışlardır. Hasan-i Basrî Hazretlerinin: "Zerre miktar» salim vera'ın, yıllarca yapılmış ruhsuz ibâdetten hayırlı" olduğunu söylediği rivayet edilir. 140
Xvı- Allah, Her Yerdedir
Turan Dursun, kitabının 141-143 ncü sayfalarında "Kur'ân'tn Tanrısı Nerede?" başlığı altında, bazı âyetleri kanıt göstererek Kur'ân'ın, Allah'ı gökte, tahtında oturur biçimde takdim ettiğini söylüyor.
Oysa Kur'ân, Allah'ın, Arşa kurulup kâinatı yönettiğini söyler ama Arşının gökte olduğunu söylemez, Allah'ın Arşa kurulması, insanların kavrayışına göre söylenmiş mecazı bir anlam taşır, insanlar, ülkeleri pâdişâhın yönettiğini, pâdişâhın tahtta oturduğunu düşünürler. Onlara, kâinatın yöneteisinin de Allah olduğu, kâinatı yönelme tahtında yalnız O'nun oturduğu, O'ndan başka mülk sahibi, yönetici olmadığı vurgulanmaktadır. Allah, Tahtından kâinatı yönetmektedir ama O'nun Arşını (tahtını) gökte sanmak hatâdır. Kur'ân, böyle bîr şey söylemiyor. Tersine, Allah'ın her yerde, gökte de, yerde de olduğunu belirtiyor:
"O'dur ki gökte de Tanrı'dır, yerde de Tanrıdır. O, hükümdardır, Wten<#r. "(Zuhruf: 84).
"Doğu da, batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kendisi) oradadır."(Bakara: 115).
"Nerede olsanız, O sizinle beraberdir." (Hadîd: 4)
"Üç kişi gizli konuşsa dördüncüleri O'dur; Beş kişi gizli konuşsa mutlaka altıncıları O'dur. Bundan az, bundan çok da olsalar, nerede bulunsalar O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara, ne yapmış olduklarını haber verir." (Mücâdele: 7).
"Biz, insana şâh damarından daha yakınız." (Kaf: 16).
Allah, Tahtından evreni yönetmektedir ama, insanların kavrama düzeyine indirilerek anlatılmış olan bu ifadelere bakıp Allah'ı, tıpkı bir kral gibi maddî bir tahla olurmuş biçimde düşünmek yanlıştır. Zira O, hiçbir şeye benzemez, insanın hatırına gelen her benzetmeden yücedir.
"Sübhânehâ ve te'âlâ amma esıfûn: O, insanların nitelendirmelerin* den ulu ve yücedir.!" (En'âm: 100)
Allah'ı en güzel anlatan, yine O'nun indirdiği küçük, fakat çok kapsamlı Ihlâs Süresidir: "De ki: Allah birdir. Allah sameddir (hiçbir eksikliği yoktur). Kendisi doğurmamıştır ve doğurultnamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır." (îhlâs: 1-4).
insanın bilmediğine göre bildikleri, denizden bir damla kadar azdır. Kendi beyninin sırlarını dahi çözmekten âciz insanın, uçsuz bucaksız evrenin yaratıcısı ve yöneticisi Allah'ın mâhiyetini bilip kavraması elbette mümkün değildir.
"tdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez; Zîrâ bu tcrâzû'o kadar sıkleti çekmez." 141
Dostları ilə paylaş: |