Vııı- Kadının Uğursuz Sayıldığı Îddiâsı
Hangi kitapla olursa olsun, bir hadis rivayeti, ancak mütevâtir olduğu takdirde inanmayı gerektiren kesinlik ifade eder. Buhârî ve Müslim'de bulunan hadislerin sağlamlık bakımından dereceleri farklıdır. Fakat bunların çoğu, pek çoğu vâhid (tek veya bir iki kişi) haberidir. Buhârî ve Müslim'de yer almış olsa da tevatür derecesine erişmemiş kişi haberleri, yakın (yani kesinlik) değil, zan (sanı) ifade eder. içinde kuşku bulunduğu için kesin hüküm bildiremez. Bu tür rivayetler, ancak Kur'ân'm ve Peygamber'in dünya görüşüyle ölçülerek değerlendirilmelidir.
Turan Dursun, kitabının 110-112 nci sayfalarında, Peygamber'e nisbet edilen "Atta, evde, bir de kadında uğursuzluk" olduğu yolundaki bir rivayeti ele almakta ve Buhârîde yer almış bulunan bu hadisin sağlamlığında hiç kuşku bulunmadığını ileri sürmektedir.
Bu hadis de Ebû Hüreyre'den gelmektedir. Fakat tam bunun tersi bir hadis vardır: "Hastalığın sirayeti ve şum yoktur." (Buhârî, Tıb: 19,,43,44,...)
Buhârî'nin Ebûhüreyre'dcn rivayet ettiği bu hadisi duyan Hz. Âişe son derece kızmıştır: "Katâde'nin rivayetine göre: Amir oğullarından iki kişi Hz. Âişe'nin yanına geldiler, dediler ki: Ebûhüreyre, Allah'ın Elçisi (s.a.v.)in, (atta, kadında ve evde uğursuzluk vardır) dediğini söylüyor. Âişe çok kızdı ve dedi ki: Peygamber öyle söylemedi. Ancak (Câhiliyyet halkı, bu şeylerde (yani atta, kadında ve evde) uğursuzluk sayarlardı) dedi." fCihâd: 47, Nikâh: 17, Tıb: 43, 54; Müslim: Selâm: 115-120; Fethu'1-Bârî: 3/61)
Düşünün bir kerre, kadını insanın mutluluk kaynağı sayan peygamber, onu uğursuz sayar mı? Kendisi: "Kişi üç şeyden mutlu olur ve üç şeyden bahtsız olur. Âdem oğlu sâlİha (iyi huylu) kadınla, iyi ev ile ve iyi binek ile mutlu olur. Keza Âdem oğlu kötü (huylu) kadınla, kötü (dar) evle ve kötü binek ile mutsuz olur." (İbn Hanbel, Müsned: 1/168)
işte Peygamberin söylediği söz budur. Ötekiler, ona yamanmıştır. Hâşâ o, çelişkili sözler söylemez. İnsanın mutluluk kaynağı saydığı, cenneti ayaklarının altına serdiği kadını uğursuz saymaz. Zaten o, uğursuzluk inancını reddetmiştir. Allah'ın kaderinden başka bir şey olmaz.
Hz. Mııhammed, Allah'ın, erkeğe bir emâneti saydığı kadına iyi bakılmasını, şefkatli, yumuşak davranılmasını emretmiş, kendisi hiçbir hanımına bir fiske dahi vurmamıştır.
Bir de Kur'ân'a bakınız: Yüce Allah: "Dilediğine kızlar, dilediğine erkekler hibe edeceğini" bildiriyor (Şûra: 50) Âyette, gerek kızın, gerek oğlanın, Allah'ın bir bağışı, lutfu olduğunu belirtirken önce kızın zikredilmesi düşündürücüdür. Kur'ân'da asla kadınla erkek arasında bir ayırım yapılmamıştır. Yüce Allah buyurur:
"Ben sizden erkek ve kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz..." (Âli İmran: 194)
"İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin ve/ta'(kor uy u-cu$[i)dirler. iyiliği emreder, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Elçisine itaat ederler, işle Allah onlara edecektir." (Tevbc: 71)
"Erkek veya kadından her kim inanarak güzel işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar."
(Nisa': 124)
"Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, tâale devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarım koruyan erkekler ve ırzlarım koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; işte Allah, bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 35)
Kur'ân, erkeğin yanında kadına da oy hakkı tanımaktadır: "Ey peygamber, inanan kadınlar, bey'at etmek için sana geldiklerinde, onların bey'atini, aşağıdaki biçimde al..." (Mümtehine: 12)
Abdullah ibn Mes'ûd, Hz. Muhammed'e, kiminle beraber bulunması, kime hizmet etmesi gerektiğini sorunca Hz. Muhammed, üç kez "annenle" dedikten sonra, "sonra babanla",- demiştir. (Buhârî, Edeb: 2; Müslim, Birr: 1)
Hz. Muhammed, o zamana dek hemen hiçbir insanın değer vermediği ölçüde kadına değer vermiş, o kadar ki onları naziklikte ve zerâfette camlara benzetmiştir. Bir gün yolculuk esnasında develeri hızlandırmak için hidâ yapan, yani türkü söyleyen sahâbîsine, biraz yavaş olmasını, şişeleri (yani hanımları) incitmemesini emretmiştir.
Şayet Peygamber, kötü huylu veya kırıtkan bir kadın hakkında: "Şeytân, kadın şeklinde görünür" demişse, bunu genelleştirmenin anlamı var mı? Pekala o, şeytânın erkek şeklinde göründüğünü de söylemiştir. Bedir Savaşı sırasında Bekr oğullarından Sürâka ibn Mâlik ibn Cu'şum adında bir kişi Kureyşlilere katılmış, onları savaşa teşvik etmiş, sonra iki ordu karşılaştığında işin ciddiyetini anlayan Sürâka, kışkırttığı adamları bırakıp gitmişti, işte bu adam, Kur'ân'da şeytan olarak takdim edilmektedir:
"O zaman şeytân, onlara, yaptıkları işi süslemiş: 'Bugün İnsanlardan, sizi yenecek kimse yoktur. Korkmayın, ben de sizin yanınızdayım!' demişti. Fakat iki topluluk birbirini görünce ardına dönüp: 'Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'tan korkarım, zira Allah'ın cezası çetindir!' dedi." (Enfâl: 48)
Nâs ve En'âm sûrelerinde hem cinlerden, hem de insanlardan şeytanlar bulunduğu belirtilmektedir (Nâs: 4-6; En'âm: 112) Bu âyetler de, kötü huylu, bozguncu insanların şeytan tabiatlı olduklarını söylüyor. Şimdi bu âyetlerden, bütün erkeklerin şeytân olduğu anlamı çıkarılabilir mi? insan, önyargılı olunca herşeyi kendi düşündüğü gibi anlıyor. 110
Ix- Hadis Rivayetlerinde Olmayan Şeyleri Araya Sokması:
"Peygamberin döneminde "gece baskınları" düzenlenirdi. Peygamberin emriyle "Öldür, Öldür!" şiarları haykırılırdı. Sonra da yağmaya girişilirdi. (Ebû Dâvûd, Cihâd/102, hadis 2638; ibn Mace, Cihâd/3O, hadis 2840).
Filistin'de "Übnâ (sonraları 'Yübnâ')" denen bir yere Peygamber bir baskın düzenlemişti. Baskını yapacaklara da şu buyruğu veriyordu:
Sabahleyin Übnâ'ya (ansızın) baskın yap ve orayı yak! Ve "Übnâ" köyü yakılıyordu, içindekilerle birlikte. (Ebû Dâvûd, Ci-nad/91, hadis 2616, c. 3, s. 88, ayrıca s. 124'teki 2'nolu not: ibn Macc, Cihâd/31, hadis No: 2843, c. 2, s. 948).
Düşmanın bulunduğu yerdeki ağaçlar, ürünler de yakılır, ya da kesilirdi.
Peygamber Benû Nadir kabilesinin hurmalıklarını yaktırmiştı, ayrıca kestirmişti. Haşr Suresinin 5. ayetinde bu olaya kısaca değiniliyordu: "İnkâra Kitap Ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız, Allah'ın izniyle ve (O'nun),yoldan çıkanları cezalandırması içindir."
Bu ayette geçmeyen "yakma olayı", hadislerde yer alıyordu. (Buharı, Cihâd/154, Hars/6, Meğazi/14, Tesir/59/2, Tecrit, hadis 1576; Müslim, Cihâd/29-31, hadis 1746; Ebû Dâvûd Cihâd/91, hadis 2615; Tirmizî, Siyer/4, hadis 1552; İbn Mace, Cihad/3I, hadis 2845; Dârimi, Siyer/22; Ahmed İbn Hanbel, 2/8, 52,80)."
Übnâ baskını, durup dururken yapılmış bir şey değildir. O bölge halkı müslümanları sürekli rahatsız ediyordu. Peygamberin elçilerini Öldürmüşlerdi. Onlara bir ders vermek gerekince Peygamber, Üsâme kumandasında bir ordu göndermek istedi. Üsâme Peygamber'in, kendisine şöyle emrettiğini söylemiştir:
Sabahleyin Übnâ'ya baskın yap, sonra yak!" (Ebû Dâvûd, Cihâd: 91; İbn Mâce, Cihâd: 31). Hadisin metninde olan sadece budur. Hadiste kasdcdilen, köylülerin evlerini ve ekinlerini yakmaktır, ibn Mâce'nin yaptığı açıklama böyledir (2/948, not: 2843). Turan Dursun, hadis metninde olmayan şu ilâveyi yapıyor: "Übnâ köyü yakılıyordu, köy halkıyla birlikte." Halbuki hadiste köy halkının yakıldığından söz edilmez ve Üsame'nin gidip köyün ekinlerini yaktığı da anlatılmaz. Sadece Peygamber'in, kendisine böyle emir verdiği anlatılır. Düşmanın evlerini ve ekinlerini ateşe vermekten maksat da korkutarak halkı teslim olmaya zorlamaktır. Maamâfîh bu, sadece bir kişi haberidir. Doğruluğu kuşkuludur. Peygamber asla köy halkını yakurmamıştir.
Nadir oğullarının birkaç hurma ağacını kestirmesi onları korkutup kan dökülmeden teslim olmağa zorlamak idi. Gerçekten adamlar savaşsız olarak Peygamber'in şartlarını kabul edip, taşınır mallarını develere yükleyip gitmeğe razı olmuşlar ve bu toprak müslümanlann eline geçmiştir. Fakat Peygamber bütün hurmaları kestirmiş değildi. Sadece birkaç ağaç kestirdi. Bunu görenler, şartlan kabul ettiler.
Kuşatılan ülkenin evlerini veya ağaçlarım yaktırma, sadece çok zorunlu hallerde uygulanır. Bu mes'elenin uygulanıp uygulanmayacağı da ihtilâf konusudur. Bilginlerin kimine göre düşmanı teslim olmaya zorlamak için bu yola başvurulabilir. Kimi de bunu caiz görmez. Zaten savaşın sonucuna katkısı yoksa ağaçlara, ekinlere dokunulmaz, ağaçlara, hayvanlara dokunmama hususunda Hz. Ebûbekir'in emri de vardır. 111
Dostları ilə paylaş: |