ŞENGÜL HAMAMI
160
161
ŞENLİKLER
yadını Şen olarak değiştirdi. 70 yaşında öldüğünde evli ve çocuksuzdu. Feriköy Ermeni Mezarlığı'na defnedildi.
Nota bilmeyen ve herhangi bir saz çalmayan Bimen Şen'in şarkılarını başkaları notaya aldılar. Notaya alınmayan yüzlerce eseri ise unutuldu. Yaşadığı dönemin musiki dünyasına damgasını vuran Bimen Şen tam anlamıyla halka mal olmuş ender sanatçılardan biriydi.
Şarkılarının hepsi kendine özgüdür. Ezgi örgüleri çok kere bestekârını hatırlatır. Fasıl repertuvarının vazgeçilmez nitelikteki eserleri onun imzasını taşır. Bestelediği 1.000'e yakın eserin büyük bir bölümü kaybolan Bimen Şen'den bugünkü Türk musikisi repertuvarma ulaşan eser sayısı 250 civarındadır.
Eserlerin tamamı istanbul halkına mal olmuş ender bestekârlardan biri olan Şen'in istanbul'u doğrudan ele aldığı şarkıları da vardır. Uşşak "Ada'dan gitti seninle bütün ezvak-ı safa" ve şehnaz "Bir yaz gecesi Çamlıca'da yâr ile kaldım" şarkıları buna örnektir. Eserlerinin hemen tamamı içli aşk şarkılarıdır. En tanınmış eserlerine hicaz "Firkatin aldı bütün neşve vü tabım bu gece", "Yıllar ne çabuk geçti o güzel günler arasından", "Acaba şen misin kederin var mı"; hüzzam "Sabrımı gamzelerim sihr ile târâc edeli", "Bilirim daha sen pek küçüceksin" ve "Dil-hûn olurum yâd-ı cemalinle senin ben"; hüseyni "durmadan aylar geçer yıllar geçer gelmez sesin"; acemaşiran "Bir haber ver ey saba n'oldu gülistanım benim"; hicazkâr "Kırsa bin tel ile terk-i esaret eylemem"; segah "Bensiz ey gül gülşen-i âlemde mey-nuş eyleme"; yegâh "Ne gülün rengini sevdim ne de bülbül sesini"; sultaniyegâh "Al sazını sen sev-diceğim şen hevesinle" güfteli şarkıları örnek gösterilebilir.
Bibi. inal, Hoş Şada; S. K. Aksüt, 500 Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, ist., 1967; M. Rona, 50 Yıllık TürkMukisiki, ist., 1960; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1989; Öztu- na, BTMA, II. MEHMET GÜNTEKlN
ŞENGÜL HAMAMI
Eminönü Ilçesi'nde, Alemdar Mahalle-si'nde, Alay Köşkü Caddesi üzerinde, Hacı Beşir Ağa Külliyesi'nin(-») yakınında bulunmaktadır. 1962'den beri, bugünkü sahibi tarafından konulmuş olan "Köşk Hamamı" adını taşımaktadır. Evliya Çelebi'nin Seyahatname 'sindeki, hamam listesinde Şengül Hamamı'nın da adı vardır.
Sadrazam Mahmud Paşa'nın (ö. 1474) vakıfları içinde bu hamamın adı bulunmaktadır. E. H. Ayverdi, bu yapının Mahmud Paşa Sarayı'nın hamamı olduğunu yazar. Şengül Hamamı klasik Türk hamamlarının mimari özelliklerini taşımakla birlikte, örneğine çok sık rastlanmayan sıcaklık bölümündeki düzenlemesiyle ilgi çekici bir örnektir. S. Eyice tarafından yapılan sınıflamaya göre, ortası kubbeli enine bir sıcaklığı olan çifte halvetli hamam tipine dahil edilebilir.
Üzeri düz bir çaü ile örtülü olan came-kânda (soyunmalık), camlı ahşap bölmelerle birtakım soyunma kabinleri yapılmış-
Şengül
Hamamı'
nın
planı.
Ayverdi,
Fatih
tır. Kapının sağına rastlayan yerden, taş basamaklı bir merdivenle üst kattaki soyunma odalarına (şırvan) çıkılır. Ana kapının karşısındaki duvarda bulunan bir başka kapı ise külhanı ateşlemeye yarayan ocağın bulunduğu yere açılmaktadır.
Camekâna sivri kemerli dar bir kapıyla bağlanan sıcaklığın sağ tarafında, üzeri birer kubbecikle örtülü iki tane ufak mekân bulunur. Bunlardan ilki hela, ikincisi ise usturalık olarak düzenlenmiştir. Orta mekânı oluşturan sofa büyükçe bir kubbe ile örtülmüş, bunun sol kısmındaki nişin içi ortadan bir duvarla bölünerek iki kısım halinde kurnalı birer yıkanma bölmesi haline getirilmiş, girişin hemen sol yanındaki sığ nişe de iki kurna yerleştirilmiştir. Sıcaklık, üzeri birer kubbe ile örtülü olan iki halvet hücresine birer kapı ile bağlanır. Ortasında aydınlık feneri bulunan halvet kubbeleri, köşelerde tromplar aracılığı ile -duvarlara oturur. Soldaki halvet dört, sağdaki halvet ise üç kurnalıdır. Mermerden yapılmış olan kurnaların üzerinde rölyef olarak yapılmış neoklasik bezemeler bulunmaktadır.
Soyunmalık kısmı ve dış cepheleri oldukça yenilenmiş olan Şengül Hamamı, eski halinden çok şey yitirmesine rağmen, istanbul'un en eski hamamlarından biri olarak varlığım ve işlevini koruyabilmiştir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, II, ist., 1970, s. 34; S. Eyice, "iznik'te Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme", TD, XI/15 (1960), 99-120; Barkan-Ayver-di, Tahrir Defteri, 45; Ayverdi, Fatih Devri IV, 608-609; Müller-Wiener, Bildlexikon, 324; N. Köseoğlu, "istanbul Hamamları. Principaux bains pubîics turcs du cöte d'Istanbul", TTOK Belleteni, S. 128 (1952), 45.
ENiS KARAKAYA
ŞENLİKLER
istanbul, tarihi boyunca değişik sebeplerle düzenlenen çok sayıda şenliğe tanık olmuştur. Osmanlı dönemindeki şenlikler, devletin ihtişamını yansıtacak biçimlerde
düzenlenirdi. Şenliklerin bir bölümü Ramazan ve Kurban bayramları, mevlit kandili ve kadir gecesi, nevruz, hırka-i şerif ziyareti ve surre alayının yola çıkışı gibi yılın belli günlerinde, takvime bağlı olarak yapılırdı; bir bölümünün de belirli bir günü yoktu. Bunlar padişahların tahta çıkışı, şehzade ve sultanların doğumu, şehzadelerin sünnetleri ve derse başlamaları, sefer ve zafer kutlamaları gibi sebeplerle düzenlenirdi.
istanbul'da yapılan şenliklerin başlıca yeri 16. yy'dan itibaren Topkapı Sa-rayı'na yakın oluşu dolayısıyla Atmeyda-nı'ydı(->). Daha sonraki yüzyıllarda Ha-liç(->), Kâğıthane(->), Okmeydanı(->) ve Boğaziçi(-+) de şenlik yeri ya da şenlik dolayısıyla düzenlenen gösterilerin sergilendiği yerler olarak dikkati çekti.
Şenlikler, istanbul'a toplumsal anlamda canlılık kazandırdığı gibi, her yaş, cins ve soydan insanın gösterileri izlemek amacıyla rahatça sokaklara, alanlara dökülmesine sebep olur ve büyük bir kaynaşma, dalgalanma görülürdü.
Şenliklerin halk açısından önemli bir yönünü de alanlara kurulan, herkese açık sofralar oluştururdu. Padişahın bir ihsanı olmak üzere kurulan sofralar "çanak yağması" da denilen bir geleneğin doğmasına yol açmıştı. Halka açık ziyafetler günlerce sürer, davul, zurna ile haber verilen yemek, sofraların saldırıya uğrayıp yağma-lanmasıyla son bulurdu.
istanbul'da şehzadelerin sünnet olmaları dolayısıyla düzenlenen sur-ı hitanların (sünnet şenlikleri) davetlileri arasında çocuklar da bulunurdu. Bunların bir kısmı hayır için sünnet ettirilecek, bir kısmı da seyir için getirilen her din ve mezhepten çocuklardı. Özellikle çeşitli gayrimüslim okullarından gelen çocuklar kendi giysileriyle şenliklere katılırlardı.
Sumame-i Hümayun'Az yer alan bir minyatürde III. Murad'm oğlu Mehmed'in sünnet düğünü şenlikleri. TSM/ Cengiz Kahraman fotoğraf arşivi
Günlerce süren şenliklerin, eğlence ve gösteriler dışında, padişaha sunulan ve dolayısıyla hazineye kalan armağanların oluşturduğu birikimle ilgili ekonomik yönleri de vardı. Devletin para darlığı çektiği dönemlerde sık sık düğünler yapılması ve bunlar dolayısıyla da şenlikler düzenlenmesi, yüksek devlet görevlilerinin, yabancı devlet adamlarının ve esnaf loncalarının sunacağı değerli armağanlardan elde edilecek gelire duyulan ihtiyaçla ilgiliydi.
Şenliklerde düzenlenen esnaf alaylarında, istanbul'daki loncaların kendi mesleklerine göre sergiledikleri hünerlere, gösterilere, sembolik üretim sahnelerine yer verilirdi. Esnaf zümrelerini özel olarak düzenlenmiş hareketli işyerleri üzerinde, mesleklerini icra ederken gösteren çok sayıda minyatür surnamelerde bulunmaktadır (bak. esnaf alayları).
Osmanlı şenlikleri, başta şiir, düzyazı ve resim olmak üzere birçok sanatın gelişmesinde etkili olmuştur. Özellikle manzum surnameler, şenlikleri şairler açısından sözle, nakkaşlar açısından minyatürle kalıcı kılmanın güzel örnekleriyle doludur.
Şenlikler, mimarlık, dekor ve süsleme sanatçıları açısından da hünerlerin ortaya konulduğu ortamlardır. Bir şenlik için ya eski yapılar süslenip kullanılıyor ya da başta padişah olmak üzere derecelere göre görkemli çadırlar kuruluyordu. Osmanlı tarihçilerinin eserlerinde ve yabancı gezginlerin notlarında bu görkemli çadırlara ilişkin bilgi ve çizimlere rastlanılmaktadır.
Geniş çayırlıklarda, şenlikler için özel olarak yapılan bayram yerlerindeki eğlence araçları; Boğaziçi'nde sallar üzerine yerleştirilip yüzdürülen ve burçlarından toplar atılan büyük kaleler, ışıklarla donatılmış köşkler, devrin teknik özelliklerini de yansıtan tekerlekler üzerine yerleştirilmiş işlikler, şenliklerin ilginç yönlerinden birini oluştururdu.
Ses, ışık ve ateş gösterisi esasına dayanan ve gece yapılan donanmaları süsleyen fişekler, ateşle oynayarak gösteri yapan ateşbazlar, minarelere asılan kandiller, mahyalar, bu tür sanatların şenlikler içindeki yerini göstermeleri bakımından ilginçtir.
Şenlikler dramatik savaş gösterileri, sirk sanatlarının her türüne ilişkin gösteriler, gözbağcılık, musiki, raks, Karagöz, ortaoyunu ve kukla gösterileri, çok çeşitli na-hıl(-») örnekleri, şeker bahçeleri gibi ilginç sanat olaylarına da sahne olurdu. (Ayrıca bak. sur-ı hümayun; şehrayinler.)
istanbul
Musiki
Osmanlı şenliklerinde pek çok gösteri yer almış, birçok sanat türü bu gösterilerin ayrılmaz bir parçası olarak şenliklerin oluşmasında başrolü oynamıştır. Bu sanatlar arasında en önemli yeri musiki almıştır. Şenliklerde "donanma" denilen eğlenceler dışında bir de esnaf geçit törenleri düzenlenirdi. Bu geçit törenlerinde "musiki esnafı" da içinde olmak üzere çeşitli sanatlar-
la uğraşan esnaf ya bir araba içinde, ya atlı ya da yaya olarak mesleklerini icra ederek geçerlerdi.
istanbul'da düzenlenen şenlikler arasında üçü gerek kapsamı bakımından, gerekse şenliklerin düzeni konusunda sağladığı bilgi yönünden ayrı bir önem taşır. 1582'de düzenlenen sünnet düğünü istanbul şenliklerinin ilk büyük uygulamasıdır. III. Murad'm oğlu Mehmed'in sünnet düğünü dolayısıyla Atmeydanı'nda düzenlenen şenliklere devlet erkânının yamsıra yabancı devletlerin istanbul'daki elçileri de davet edilmiş, başta sultan olmak üzere hanedan üyeleri ile konuklar şenliği Sultanahmet'teki ibrahim Paşa Sarayı'ndan(->) seyretmişlerdir, ikinci büyük şenlik 1720' de III. Ahmed'in oğullarının sünnet düğünü şenliğidir. Okmeydanı'ndan başlayıp Tersane Sarayı'nda ve Haliç'te devam eden şenlikte pek çok gösteri düzenlenmiş, esnaf alayları da geçit töreninde yer almışlardır. Tam bir şenlik olmamakla birlikte, esnaf alaylarının geçmesi dolayısıyla bir tür gösteriye dönüşen, IV. Murad dönemindeki geçit töreni de bu çerçevedeki etkinlikler dizisine girer.
Gerek açık havada düzenlenen düğün ya da sünnet şenliklerinde, gerekse sarayların, konakların harem bölümlerinde düzenlenen eğlencelerde musiki en önemli yeri alıyordu. Musikinin işlevi çok yönlüydü. Musiki ilkin dinlemek için icra ediliyordu; sadece bu amaca yönelik musiki söz konusu olduğunda fasıl ya da mehter musikisi dinleniyordu. Konser niteliğindeki bu tür musiki kapalı mekânlar dışında açık havada da icra ediliyordu. Musiki ile raks bu ortamda iç içeydi. Vurma çalgılar çalan kimi sazendelerin aynı zamanda rakkas olmaları da bu işlevin somut bir ifadesidir. Şenliklerde musikinin bir de görsel yanından söz edilebilir; sazendelerin gerek sazları, gerekse kıyafetleri şenlik alaylarına renkli, göz okşayıcı bir görünüm kazandırıyordu.
1582 şenliğini anlatan Surname-i Hümayun adlı eseri resimleyen Nakkaş Osman ekibindeki nakkaşlar gösteriye katılan musikicileri tasvir etmişlerdir. Özellikle eski Türk çalgıları bakımından son derece önemli bir belge niteliği taşıyan bu yazmada anlatılanlardan anlaşıldığı üzere, zaman zaman şenlik meydanına gelen sazendeler ile hanendeler musiki icra ettikten sonra rakkasların, cambazların, hokkabazların gösterileri sırasında da çalıp söylüyorlardı. Aynı törene katılan Mevlevîlerin geçişlerinde de dervişlerin ney üfledikleri görülür.
Levnî'nin(-t) minyatürlerini yaptığı, Vehbînin yazdığı Surname-i Vehbî, 1720 şenliğini konu alır. Burada da benzer bir şenlik düzeni ve görünümü vardır. Gene esnaf mesleklerini icra ederek sultanın ve seyircilerin önünden geçmekte, bu arada musiki tıpkı 1582 şenliğinde olduğu gibi bu geçişe eşlik etmektedir. Her iki şenlikte de sultana ve konuklara konser niteliğinde musiki dinletilmektedir. Surname-i Vehbî'nin sonundaki iki atlı mehter minyatüründen 1720 şenliğinde mehtere daha çok yer verildiği, mehterin güreş, canbaz-
III. Ahmed'in şehzadelerinin sünnet düğününü konu alan Sumame-i Vehbî'de yer alan Levnî'nin bir minyatüründe Okmeydam'nda düzenenlenen şenlikler. TSM/Ersu Pekin
lık gösterilerine de eşlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bu iki şenliğe katılan çalgıların incelenmesi arada geçen iki yüzyıla yakın zamanda Osmanlı musikisinin geçirdiği değişimler konusunda ipuçları verir. 1582 şenliğiy-le ilgili minyatürlerde çengin bol bol görülmesi, buna karşılık 1720'de bir tek cenk resminin bile bulunmaması dikkat çekicidir. Öte yandan, 1720'deki birçok gösteride tanbur yaygın biçimde kullanılmıştır, ancak 1582 minyatürlerinde bir tek tanbur resmi bile yoktur. Bu tanınmış çalgılar dışında, 1582 şenliğinde bugüne hiçbir örneği kalmamış, adının belirlenmesinde bile güçlük çekilen, soyu tükenmiş çok çeşidi çalgılar da kullanılmıştır. Oysa 1720 şenliği çalgılar yönünden daha sade, günümüz çalgılarına daha yakın görünüm içindedir.
Adı geçen iki şenlik arasında geçen sürenin aşağı yukarı ortasında, IV. Murad zamanında Bağdat seferinden önce 1638'de Topkapı Sarayı Alay Köşkü önünde düzenlenen ünlü geçit törenini Evliya Çelebi bütün ayrıntılarıyla anlatır. Seyahatname'sin-de törene katılan musikicileri sazendeler, hanendeler, çalgı yapımcıları, calici meh-.terler gibi kümelere ayırarak sıralar, ayrıca esnaf sınıfına giren başka musikicileri de kaydeder. Pek çok sazın ayrıntılı tanımını veren ünlü gezgin bu çalgılardan bir bölümünün Osmanlı ülkesinde çalındığım, bir bölümünün ise başka ülkelerin çalgıları olduğunu belirtir. Bu kayıt, şenliklerde her kültürden, her milliyetten ve her dinden unsurların toplandığını gösterir.
Şenliklerde yer alan musiki gerek göz-
ŞEREF HANIM
162
163
ŞERİFLER YALISI
lemcilerin ve surnamelerin anlatımı, gerekse gösterilerin resimli tasvirleri incelendiğinde, Osmanlı klasik musikisi ile eğlence musikisi ve halk musikisi arasında organik bir bağ olduğu ortaya çıkmaktadır. Şehir musikisi bu organik bağın bir sonucu olarak toplumun değişik katlarında biçimsel değişiklikler göstererek aynı kültürün bir parçası olarak oluşmaktadır. Sultanın huzurunda klasik fasıl musikisi icra eden, halka oynak havalar çalan, canbaz, hokkabaz gibi hünerbazların da gösterilerine eşlik eden mehter bu oluşumda bir köprü işlevi görmektedir. Bu bakımdan, şenliklerde öne çıkan musiki her şeyden önce bir şehir musikisi olarak değerlendirilebilir.
Bibi. Mustafa Âli, Mevâid-ün Nefâisfî Kavâid-ilMecâlis, (tıpkıbasım), İst., 1956 (günümüz diline çevirisi O. Ş. Gökyay, Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları, I-II, İst., 1987); Vehbî, Surname-i Vehbî, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp, A. 3593; Evliya, Seyahatname, I; M. K. Özergin, "Evliya Çelebi'ye Göre XVII. Yüzyılda Osmanlı Ülkesinde Çalgılar", İFA, 262-265 (1971); And, Şenlikler.
ERSU PEKİN
ŞEREF HANIM
(1809, İstanbul -1861, istanbul) Divan şairi.
Babası şair Nebil Bey'dir. Kültürlü bir aileden gelir. Evlenip evlenmediği belli değildir. Kendisine 200 kuruş maaş bağlanmışsa da ömrünün çoğu sıkıntı içinde geçmiştir. Mevlevi tarikatına bağlı, dindar bir kişiydi. Mezarı Yenikapı Mevlevîhanesi ha-ziresindedir.
Şeref Hanım'ın şiirleri bir Divan'dz (İst., 1867) toplanmıştır. Şiirlerinde yenilik bulunmamakla birlikte kadın Divan şairleri arasında önemli bir yere sahiptir.
Şeref Hanım, ömrünü İstanbul'da geçirmiştir. Onun kadın gözüyle irdelediği ve beyitlerine konu edindiği İstanbul, çok zaman canlı tablolar halinde görünür. Şiir-lerindeki kişilerin çoğu, gerçek insanlardır (Cihanda bî-misl meddah idi fevt oldu Kız Ahmed/ Nedîm etse Rasûl-i Kibriya ferda değil ib'âd// Buna sânîidi on bir yıl evvel Pîç Emin/iki merhuma şimdi kimse sâlis olamaz her çend). Özellikle kıt'a ve şarkılarında geçen tabiat ve mekânlar, İstanbul'un ta kendisidir (Genc-i uşşâka safa İstanbul/ Cem'i irfan u safa İstanbul / Olmasa muztaribü'l-hâl Şeref / Sadr-t büldân-ı cefâ İstanbul).
İstanbul bir özleme dönüşmüş olarak daima onun dudaklarındadır. Galata, Bebek, Boğaz, Yakacık gibi semtler onun dilinden birer kıta veya şarkı olup mısrala-ra dökülürler (Yâda geldikçe gönül zevk ü safâ-yı Yakacık / Haşre dek eyleyelim medh ü senâ-yı Yakacık/Bu letafet bu kü-şâyiş birisinde yoktur / Hep seyir yerlerini eylefedâ-yı Yakacık). Şeref Hanım'ın şiirlerinde İstanbul bir kadın zarafetine bürünür ve semt semt, muhit muhit dillenir. Sanki şehrin hayatı, bir kafes arkasında seyredilerek şiire yansır ve kadın dünyasının mahremiyeti ile dile getirilir. Nitekim oradan ayrı kalmak, hemen orayı öz-lemeyi gerektirir (Gencîne-i irfan olan İs-
-
-;
' ''" ~ -''
'"
jSjt 4 k
. ._; <& 'iJf Û:
Divan-ı
Şeref
Hanım'ın
başlık
sayfası.
M. Sabri
Koz
lambol /Mahbûbe-i buldan olan Islam-bol/Müştak seni görmeye gayetle Şeref/Ey mecma-i yaran olan İslambol).
Şeref Hanım, 19. yy'ın bütün o değişkenlik ve kargaşa dolu İstanbul'unda ince epizotlar yakalayıp tabiatı, coğrafyası, sanatı, sanat zevki, eğlencesi, folkloru vb ile bir saltanat merkezinin ihtişamlı dünyasını terennüm etmiş ender bir İstanbul hanımefendisi olarak edebiyat tarihindeki yerini almıştır.
İSKENDER PALA
ŞEREF STADYUMU
Beşiktaş'ta Çırağan Caddesi üzerindeydi. Bugün yerinde Çırağan-Kempinski OteB yer almaktadır.
Stadyumun bulunduğu alan Çırağan Sa-rayı'nın(-0 bahçesiydi. 19 Ocak 1910 günü çıkan büyük bir yangın sonucu harap olan Çırağan Sarayı'nın bahçesi de uzun yıllar tamamen bakımsız bir halde kalmıştı. Beşiktaş Jimnastik KulübüO) yöneticilerinden Ahmed Şerafeddin Bey (Şeref Bey) Çırağan Sarayı harabesinin yanındaki bu ala-
Şeref Stadyumu
Tamer Güvenç/
Eser Tutel
koleksiyonu
nı futbol sahası ve stadyum olarak kazandırmak için 1932'de faaliyete geçmiş ve Beşiktaş kulübü fahri başkanı bulunan Recep Bey'in de (Peker) hükümet nezdin-deki girişimleriyle burayı Milli Emlak İda-resi'nden kiralamayı başarmıştı. Şeref Bey, yakalandığı kanser hastalığının büyük ıstırabına rağmen defalarca Ankara'ya giderek bu işi takip etti. Ancak bu arada hastalığı da büyük bir hızla ilerlemişti. Şeref Bey, kazandırdığı stadın açılışını göremeden hayata gözlerini yumdu.
Temeli 11 Ocak 1933 günü atılan stadın hafriyatı işinde Beşiktaşlı yönetici ve sporcular bilfiil çalıştılar. 110x75 m boyutlarındaki sahanın cadde tarafındaki yüksek duvarının önüne tribünler yapıldı, deniz tarafındaki alçak duvarın önüne de birkaç basamaktan ibaret açık tribün kuruldu. Beşiktaşlılar bu stada, onu hayatı pahasına kulübe kazandıran Şeref Bey'in anısına Şeref Stadyumu adını verdiler. Stadyumda 1947'de İnönü Stadyumu(-») açılana kadar pek çok lig maçı ve yabancı maçlar oynandı. 1947'den sonra Beşiktaş kulübünün antrenman sahası hüviyetine bürünen stadyumda amatör küme maçları da oynandı. 1987'de Çırağan Sarayı'nın otele dönüştürülmesi kararlaştmlınca stadyum Beşiktaş kulübünden geri alındı ve böylece tarihe karışırken yerine Çırağan-Kempinski Oteli inşa edildi.
CEM ATABEYOĞLU
ŞEREFÂBÂD KASRI
Üsküdar'da, Rum Mehmed Paşa Camii(-») ile sahil arasında bulunmaktaydı. Burada ilk yapıyı Şemsi Paşa Külliyesi'nin(->) banisi Şemsi Paşa yaptırmıştır. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da 1580 tarihini taşıyan külliye ile ya da biraz daha önce inşa edilmiş olması mümkündür. Şemsi Paşa Sarayı olarak tanınan bu yapıya ilişkin bilgimiz yoktur. Yalnız köşkte zaman zaman bazı elçilerin kabul edildiği, özellikle İranlı elçilerin bu yapıda misafir edildiği bilinir. Daha sonra buradaki yapıya bazı kaynakların verdiği Acem Kasrı adı bununla ilgili olmalıdır. III. Ahmed dönemin-
Flandin'in bir gravüründe Şerefâbâd Kasrı. Necla Arslan a^ivi
de (1703-1730) aynı mevkide yeni bir köşk inşa edildiğine göre bu köşk yıkılmış veya yıktırılmıştı.
ikinci yapı Damat İbrahim Paşa(->) tarafından inşa ettirilip Şerefâbâd adı verilmiştir. İbrahim Paşa 1709-1710'da Üsküdar'a su getiren tesisleri inşa ettirirken kasrı da yaptırmış olmalıdır. Bu suyolunu gösteren Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki bir haritada kasır geniş bir bahçe içinde sahildeki duvarların üzerine oturtulmuş, iki katlı bir yapı olarak görülür. Haritada ayrıca kasrın bahçe duvarlarına bitişik klasik formda iki çeşme görülür ki bunlar III. Ahmed'in şehzadeleri Mehmed ve Süleyman adına yaptırılmıştır. Aynı yerde Şerefâbâd su maksemi de görülür.
Kasrın 1775'te esaslı bir tamir geçirdiği kaynaklardan anlaşılmaktadır. Yapının bu görünümü ile ilgili üç resim tespit edilmiştir. Fresk tekniğindeki iki resim İstanbul'dadır. 18. yy'ın sonlarına ait fresklerden biri Çengelköy'deki Sadullah Paşa Ya-lısı'nda(->), diğeri Topkapı Sarayı başkadın dairesinde bir hücre içinde bulunur. İkisi arasında çok az fark vardır. Bu yapıya ait suluboya tekniğindeki bir resim de 1825-1826 yıllarında İstanbul'da İsveç elçiliği görevinde bulunan Löwenhielm'a aittir. Her üç resimde de bahçe yoğun bir servilik olarak gösterilmiştir. Bu resimlere göre yapının planı ortada bir sofa, dört cephede birer çıkmanın bulunduğu merkezi sofalı tiptedir.^
II. Mahmud'un (hd 1808-1839) kasırda yaptığı yenileme ise 18l6'da semtin yeniden itibar kazandığı bir zamanda olmuştur. Kasrın bu durumunu gösterir karakalem tekniğinde bir resim Flandin tarafından 1849'da yapılmıştır. Buna göre II. Mah-mud döneminde kasrın eski planı genel hatlarıyla korunmuş, yapı ampir üslubunda yeni bir görünüme kavuşmuştur. S. H. Eldem yapıyı bu görünümü ile Halıcıoğ-lu'ndaki Kumbaracı Kışlası'run(->) hünkâr kasrına benzetir.
Yapının ne zaman ortadan kalktığı kesin olarak tespit edilmemiştir. Flandin'in 1849 tarihli resminde iyi durumda görü-
nen kasrın 1865 tarihli bir fotoğrafta arkasındaki büyük havuz ve rıhtımı dışında tamamen yok olduğu görülür. Büyük havuz birkaç sene sonra doldurularak ortadan kaldırılmıştır. Rıhtım kalıntıları ise 1945'te toprakla örtülerek kapatılmıştır. Sahil yolu, sarayın alanını ikiye ayırmaktadır. Sahil tarafında kalan kısım düzenlenerek park haline getirilmiştir. Şemsi Paşa Külliyesi yakınlarında görülen bazı kalıntılar Şe-refâbâd'la ilgili olmalıdır. Sahil yolu ile Rum Mehmed Paşa Camii arasında kalan alan ise bugün mezbelelik halindedir. Şerefâbâd Kasrı ile ilgili tek kalıntı Rum Mehmed Paşa Camii'nin bitişiğinde bulunan su deposudur.
Bibi. Çeçen, Üsküdar, 87-89; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 374-388; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 254-263; M. Sözen, Devletin Evi Saray, İst., 1990, s. 182-195; A. S. Ünver, "Şerefâbâd", Şehremaneti Mecmuası, S. 67 (1930), s. 241-245.
HAYRİ FEHMİ YILMAZ
Şerifler
Yalısı'nın
zemin
kat planı:
1. Sofa,
2. altın ve
gümüş tezhipli
başoda,
3. Küçük
hizmet odası,
4. giriş
direkliği.
Eldem, Köşkler ve
Kasırlar
ŞERİFLER YALISI
Sarıyer İlçesi'nde, Emirgân'da, Boyacıköy-Emirgân yolundadır.
Bugün Boğaziçi'nde 18. yy'da gelişen sivil mimarlığın temsilcisi olarak ayakta duran nadir yalılardan olan yapı, yanındaki harem yalısı ile bir bütün olarak inşa edilmişti. Yalı 1850-1860 arasında tamamen değiştirilmiş ve eski külliyeden bugüne yalnız selamlık divanhanesi kalmıştır. Köşkün yanındaki büyük harem dairesi 1940'larda sahil yolunun genişletilmesi sırasında yıktırılmıştır. Her iki daire 19001ü yıllarda bir asma galeri ile bağlanmış bulunuyordu.
Emirgân Mahallesi'nin I. Abdülhamid'in (hd 1774-1789) emri üzerine 1778'de ihdas edilmesi ile bu mevkide ilk yalılar yapılmıştı. 1781'd.e inşa edilen Emirgân Ca-mii'nin(->) hemen yanında bulunan Şerifler Yalısı aynı şekilde 18. yy'ın son çeyreğine tarihlenmektedir.
1718'de Emirgân Korusu'nda(->) bulunan köşklerden 16, yy çinilerinin sökülerek Topkapı Sarayı'ndaki III. Ahmed Kü-tüphanesi'nde(-t) kullanıldığı bilinmektedir. Yalının kısa sürede bu köşklerin yerini aldığı akla gelmekteyse de banisi kesin olarak saptanamayan yalının Bostan-cıbaşı Defterleri'nden anlaşıldığı gibi 1791-1810 arasında sahibi olan Hazine-i Hümayun Başyazıcısı Feyzibeyzade Mehmed Bey tarafından yaptırılmış olması da olası 'görülmektedir. Daha sonra defalarca el değiştiren yalı, 19. yy'da burayı yazlık köşkü olarak kullanan Mekke Şerifi Abdüli-lah Paşa'nın (1845-1908) adıyla Şerifler Yalısı olarak tanınagelmiştir.
Köşkün bulunduğu bahçenin zemini rıhtımdan 3 m kadar yüksektedir. Sahil yolu yapılmadan önce bahçenin ve köşkün rıhtımdan bir kat daha yüksekte tutulmuş olmaları ilginçtir. Merkezdeki cumba eskiden ahşap furuşlar üzerinde doğrudan sahile oturan kaide duvarı üzerinden deni-
Dostları ilə paylaş: |