I d I n I a V a 3IV1ho nin


ŞEVKİ BEY 164 165 ŞEVKİYE KÖŞKÜ



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə41/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   140

ŞEVKİ BEY

164


165

ŞEVKİYE KÖŞKÜ

ze taşmaktaydı. Selamlık dairesine, denize bir kanalla bağlı olan kayıkhaneden doğrudan ulaşılabildiği gibi, cami tarafındaki bahçe girişinden rıhtım hizasında olan kayıkhane ve Emirgân Deresi'ni örten tonozlar ile ağa odalarının önünden geçilerek ve bir rampa ile bahçe seviyesine varılarak burada yer alan kapıdan da girilebiliyordu. Emirgân Deresi'ni örten tonozlu kanal ile kayıkhanenin çift gözlü kemerleri tespit edilerek kaide duvarını restitüe eden S. H. Eldem bahçenin deniz cephesinde muhtemelen pencereli bir duvar ile çevrilmiş olduğunu ileri sürmektedir.

Köşkün planı aksiyal bir sistem üzerine kurulmuştur. Ancak simetrik değildir. Divanhane, eksen üzerinde bulunan mermer döşeli fıskiyeli orta sofası ve üç koluyla tipik bir yapıya sahiptir. Üç yönden manzaraya açılan köşk, bu niteliğiyle Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı(-0 ve Tersane Bahçesi'ndeki Aynalıkavak Sarayı'mn Hasbahçe Kasrı'nda görülen plan özellikleri taşır. Köşkün arka tarafına, uzun bir sofa boyunca sonradan yapılan ekler bu bölümün karakterini bozmuştur. Bu sofanın

Şerifler Yalısı'nın 1930'lardan (üstte) ve günümüzden iki görünümü. Salâhattin Giz/ Eser Tutel koleksiyonu (üst), Firdevs Sayılan

bir ucunda, divanhanenin tam karşısında, revaklı giriş bulunmaktadır.

Salonun duvar ve pencereleri de çeşitli onarımlar sırasında özgün karakterini kaybetmiştir. Divanhanede tavan baskısı altındaki friz boydan boya köşk ve bahçe tasvirleriyle süslüdür. Yalnız tavanlar ve kasrın en iyi korunmuş bölümü olan ocaklı odada bazı duvar kısımları kalmış, ancak eski nakışlar üzerine çekilen boyalarla altın tezhipler kapatılmış bulunmaktadır. Ahşap elemanlar bir ölçüde özgün karakterini korumuştur. Dış cephe elemanları, yani pencere düzeni, duvar yüzeyleri, saçaklar ve cumbayı bir zamanlar taşımış olan furuşlar ise zaman içinde değiştirilmiştir.

Kültür Bakanlığı'nca 1969-1980 arasında onarılan yalı Topkapı Sarayı Müze-si(-»), Türk ve islam Eserleri Müzesi(->) ile Divan Edebiyatı Müzesi'nden(->) sağlanan eşyalarla döşenmiş ve müze haline getirilmiştir.



Bibi. Eldem, Türk Evi, II, 198-199; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 274-283.

TÜLAY ARTAN



ŞEVKİ BEY

(1860, İstanbul - 20 Temmuz 1891, istanbul) Bestekâr.

Fatih'te, Pirinççi Sinan Mahallesi'nde doğdu. Tarakçı esnafından Ahmed Efen-di'nin oğlu ve bestekâr Tarakçı Servet Efendi'nin kardeşidir, ilk musiki derslerini Necmeddin Bey adlı bir amatör musi-kiciden aldı. Rüştiyeyi bitirdikten sonra Muzıka-i Hümayun'a(->) girerek Hacı Arif Bey'in(->) öğrencisi oldu. Musiki eğitimini tamamladıktan sonra aynı kurumda bir süre hanende olarak çalıştı. Ancak, protokol kurallarıyla uyuşmayan mizacı dolayısıyla sıkılarak bu görevinden istifa etti. Gümrük Nezareti'nde kâtiplik görevi aldı. Aşırı içki düşkünlüğü yüzünden henüz 31 yaşındayken bir arkadaşının Beylerbe-yi'ndeki evinde kalp krizi geçirerek öldü. Nakkaştepe Mezarlıgı'na(->) gömüldü.

Bestekârlığının yanında ud ve lavta sazlarını da çalan Şevki Bey, 21 yaşlarında başlayıp 10 yıl devam eden bestekârlık hayatında 1.000'den fazla şarkı besteledi. Ancak, eserlerinin yaklaşık yüzde sekseni, hemen notaya alınmadığı için kendisi tarafından dahi unutuldu.

Şevki Bey, dönemin ünlü kantocusu Peruz'a âşıktı. Hicaz "Severim can ü gönülden seni tersa çiçeğim" gibi birçok şarkısını bu aşkın ilhamıyla bestelediği söylenir. Hacı Arif Bey üslubunun yaşatılmasında birinci derecede payı olduğu kabul edilen Şevki Bey, eserlerinde aşk konusunu en küçük ayrıntılarına kadar işlemiş bir bestekârdır. Besteleniş tarzlarından, bestekârlarının kendine has özelliklerinden ve musiki yapılarından doğan genel özellikleriyle Şevki Bey'in eserleri, doğal, içten ve dinlendiği anda kendi iklimi içine çeken etkileyici nitelikte eserlerdir. Toplumun bütün kesimlerince sevilmiş ve tutulmuştur. Her şarkısı yaşanmış bir acının, aşkın yer yer mahzun, yer yer sitemkâr bir küçük hikâyesidir. Bu kadar acı dolu temayı işlerken, hiçbir eserinde bayağılığa düşmez. En sarsıcı musiki cümlelerinde bile yapmacıktan tamamıyla uzak, ağırbaşlı bir eda vardır.

Şevki Bey'in sayılamayacak kadar çok eseri halk arasında yaygınlaşmış, bestelendiği günden başlayarak günümüze kadar sevilerek icra edilmiş ve dinlenmiştir. Hicaz "Ülfet etsem yâr ile ağyare ne", "Zan-nım bu cana beni kurban edeceksin", "Af-feyle suçum ey gül-i ter başıma kakma" ve "Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz"; bayati "Emel-i meyl-i vefa sende de var bende de var"; karcığar "Emel-i aşk u safa sende de yok bende de yok"; hüseyni "Hicran oku sinem deler" ve "Nedir bu haletin ey meh cemalim"; hüzzam "Küşade taliim hem bahtım uygun"; muhayyer "Ol .gonca-dehen bir gül-i handan olacaktır", "Şeb-i yelda-yı hicran içre kaldım"; rast "Nedendir bu dil-i zarın figanı"; uşşak "Esir-i zülfünüm ey yüzü mâhım", "Gül-zare nazar kıldım virane-misal olmuş", "Kimseler gelmez senin feryad-ı âteş-bağ-rma" ve zeybek ezgilerinin ağırlıklı olarak işlendiği "Zeybeklerle gezer dağlar başında" ile "Bıçak düşmez belinden efe" gibi



Şevki Bey

Cengiz Kahraman arşivi

daha çok sayıda eseri, Şevki Bey'e ait olduklarını hemen hissettiren, istanbul musikisine tam anlamıyla mal olmuş şarkılardır.

Bibi. inal, Hoş Şada; Ergun, Antoloji, II; R. F. Kam, "Şevki Bey", Radyo, S. 28; M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikisi, İst., 1960; S. K. Aksüt, 500 Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, ist., 1967; B. S. Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, ist., 1962; Musiki Mecmuası, (Şevki Bey özel sayısı), no. 387-388 (1982); Y. Öztuna, Şevki Bey, Ankara, 1988; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, I, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, II; S. Aksüt, Türk Musikisinin 100 Bestekârı, ist., 1993.

MEHMET GÜNTEKlN



ŞEVKİ EFENDİ

(1829, Kastamonu -17Mayıs 1897, İstanbul) Hattat.

Oğlundan alınan bilgiye göre Kastamonu'da doğdu. Hattatın kızının oğlu Süheyl

iÜ' "*'""

Şevki Efendi'nin bir muhakkak-sülüs-nesih

bilyesi.

U. Derman, Hat Sanalının Şahaserleri, ist, 1982

Ünver ise İstanbul'da Haseki semtinde doğduğunu bildirir. Babasının adı Ahmed Ağa'dır.

istanbul'da Aksaray'da Yusuf Paşa Sıb-yan Mektebi'ni bitirdikten sonra Ragıb Paşa Kütüphanesi(-») müdürü olan dayısı hattat Hulusi Efendi ile onun damadı Hoca Ishak Efendi'den de özel olarak dersler aldı. Hat sanatını da dayısı Hulusi Efendi'den öğrendi ve 12 yaşında icazetname aldı. Dayısının tavsiyesine rağmen devrin büyük hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efen-di'ye(->) gitmemiş, kendi kendini yetiştirmiştir. Şevki Efendi, Harbiye Nezareti'ne bağlı Menşe-i Küttâb-ı Askeri'de yazı hocalığı dışında, Yıldız'da şehzadeler ve mevki sahibi kişilerin çocukları için açılmış olan okulda da dersler verdi.

Büyük hattatlardan ders görmemesine rağmen, Şeyh Hamdullah(-»), Hafız Os-man(~») ve ismail Zühdî gibi ünlülerin yolundan yürüyerek devrinin büyük hattatları arasına katılmış olmanın yanında sanatındaki üstünlüğü bakımından Hafız Osman'ın bir kolunu kuracak kadar ileri gitmiştir. Yetiştirdiği öğrencilerinin de en değerlisi Bakkal Arif Efendi'dir(->). Vefatında Merkez Efendi Mezarlığı'nda hocası Hulusi Efendi'nin yanına gömülmüştür.

1873'ten sonraki yazılarında mükemmelliğe ulaşan Şevki Efendi'nin eserleri camilerde, Topkapı Sarayı Müzesi(->) ile Türk ve islam Eserleri Müzesi'nde(->) ve özel koleksiyonlardadır. 1881 tarihli bir hil-yesi de E. H. Ayverdi'nin(->) koleksiyonunda bulunmaktadır.

BibL Habib, Hat veHattatân, ist., 1306, s. 178; C. Huart, Leş Calligraphes et leş Miniaturistes de l'OrientMusulman, Paris, 1908, s. 203; inal, Son Hattatlar, 397-399; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982, levha 23, 42; ay, islam Kültür Mirasında Hat Sanatı, ist., 1992, levha 125, 126, 129, 131, 132, 139, s. 214, 215, 218; Rado, Hattatlar, 225.

Ali ALPARSLAN



ŞEVKİYE KÖŞKÜ

Sarayburnu'nda, Topkapı Sarayı'na adını vermiş olan Topkapı Sahilsarayı'nın yanında yer almaktaydı.

İli. Selim tarafından annesi Mihrişah Valide Sultan (ö. 1805) için saltanatının ilk yıllarında 1789-1791 arasında yaptırılan köşkün adı, burada daha önce mevcut olan Şevkiye Ocağı'ndan kaynaklanmakta, söz konusu yapı ayrıca "Serdab Köşkü" ve "Yeni Köşk" olarak da anılmaktadır. 1862'deki Sarayburnu yangınında ya da 1871'de saray arazisinden tren hattının geçirilmesi sırasında tarihe karışan Şevkiye Köşkü'nün planı ve cepheleri S. H. Eldem tarafından, bazı Batılı yazarların (Clarke, Pouqueville, Hammer, de Beaumont) tariflerine, birtakım görsel belgelere (Melling'in gravürü ile çeşitli haritalar) ve temel izlerine dayanılarak restitüe edilmiştir.

Marmara surlarının üzerine oturan ve batıya (Anadolu yakasına) yönelik olan köşk, arkasındaki bahçeyle aynı kottaki, ahşap duvarlı bir esas kat ile kagir duvarlı bir bodrum katından meydana gelmektedir. En geniş yerinde 33x26 m boyutla-

rında olan esas katta, Türk sivil mimarisinin en köklü ve yaygın geleneğine bağlanan, sofalı-eyvanlı divanhane tasarımı Batı kökenli barok etkilerle yorumlanarak uygulanmıştır (bak. divanhaneler). Yapıyı doğu-batı ekseninde kat eden divanhane, beyzi planlı ve kubbeli bir sofa ile batı yönünde buna saplanan ve cepheden ileri çıkan, dikdörtgen planlı, tavanlı ve sedirli bir eyvandan oluşmaktadır. Sofanın doğuya açılan girişine, bahçeden üç adet kavisli mermer basamakla çıkılmakta, gerek kapı, gerekse de bunun yanındaki pencereler icabında bezemeli perdeler ile örtülebilmekteydi. Köşkün kurşun kaplı kırma çatısı altında gizlenen sofa kubbesi, bazı benzer örneklerde gözlendiği gibi, beyzi bir göbekten kubbe eteğine doğru yayılan ışınlarla süslenmiş olmalıdır. Kubbenin merkezinde, ingiliz büyükelçisinin hediyesi olan bir avizenin asılı olduğu, eyvanda da daha ufak boyutlu ancak daha kıymetli diğer bir avizenin bulunduğu bilinmektedir.

Sofanın sağında (güney yönünde), ufak bir aralığın arkasında hünkâra ait oda, solunda da (kuzey yönünde) bunun simetriği olan valide sultan odası yer almaktadır. Cepheden ileri taşan bu iki oda merkezi sofadan soyutlanmışlarsa da, köşkün mimarisinde üç eyvanlı ("T" planlı) tasarımdan ilham alındığı anlaşılmakta, içeriden tam olarak uygulanmamış olan söz konusu şema yapının dış hattına ve cephelerine yansımaktadır. "T"nin kolları arasına batı (Marmara) yönünde ufak boyutlu odaların, doğu (arka bahçe) yönüne de helaların yerleştirildiği tahmin edilmektedir. Gerek sofanın eyvanı, gerekse de sofayı kuşatan odalar iki katlı, dikdörtgen açık-lıklı pencerelerle aydınlatılmış, sedirlerle ve yüklüklerle donatılmıştır. Köşkü gezmiş olan yazarlar, sofa duvarlarının, Batılı ustalar eliyle, bir direkliği tasvir eden bezemelerle donatıldığını, pilastr niteliğinde bezeme öğeleri olduğu anlaşılan bu direklerin arasındaki yüzeylerin, yaldızlı silmelerle, aynalarla ve çiçek motifleri ile süslendiğini, eyvandaki ve odalardaki sedirlerin beyaz ipek üzerine sim işlemeli minderlere sahip olduğunu, zeminin de aynı türde nihalilerle kaplandığını nakletmektedir. Ayrıca sofaya açılan kapıların arasında "şerbetlik" denen kemerli nişlerin bulunduğu, sofa ile eyvanın sınırında bir "billur çeşmenin" yer aldığı anlaşılmaktadır.

Esas kata göre daha basık olan bodrum katında, tonozlarla örtülü, zemini mermer döşeli mekânlar bulunmakta, esas kat sofasının altına, köşeleri pahlı, kare planlı diğer bir sofa isabet etmekteydi. Bodrum kat sofasının merkezinde fıskiyeli bir havuzun, duvarlarında da bu havuzla bağlantılı sel-sebillerin mevcut olduğu tespit edilmekte, söz konusu mekân, bu yönüyle Türk saray mimarisinin kadim bir geleneğine bağlanmaktadır. Sıcak yaz günlerinde harem halkının serinlemek için sığındığı bu loş ve serin bodrum kat birimleri yapının "Serdab Köşkü" olarak adlandırılmasına sebebiyet vermiştir.

Şevkiye Köşkü, Osmanlı sivil mimari-



ŞEYH CAMÜ TEKKESİ

166


167

ŞEYH HÜSEYİN EFENDİ

sinde 19. yy'm ortalarına kadar uygulanan beyzi planlı sofaların ilk defa görüldüğü yapı olmalıdır. Ayrıca "Yeni Bahçe" olarak anılan arka bahçesi de Fransız bahçelerini taklit eden geometrik düzeni ile dönemine göre önemli bir yeniliğe işaret etmektedir. Şevkiye Köşkü, tasarımının esası ve ayrıntılarının birçoğu açısından, kökleri Osmanlı dönemi öncesine giden sivil yapı geleneklerini yaşatmakla birlikte, yukarıda değinilen yönleriyle Osmanlı sivil mimarisinde ve bahçe düzenlemesinde yeni bir çığır açan, önemli bir eserdir.



Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 329-336; Eldem-Akozan, Topkapı Sarayı, levha 14.

M. BAHA TANMAN



ŞEYH CAMÜ TEKKESİ

bak. DEVATÎ MUSTAFA EFENDi TEKKESİ



ŞEYHGAIİB

(l 757, İstanbul - 4 Ocak 1799, İstanbul) Mevlevi şeyhi ve Divan şairi.



Asıl adı Mehmed'dir. Şiirlerinde "Es'ad" ve "Galib" mahlaslarını kullanmıştır. İstanbul'un köklü bir Mevlevî ailesine mensup bulunan Şeyh Galib, şehrin kara surları tarafındaki Mevlevîhanekapısı semtinde doğdu. Babası, Kasımpaşa ve Yenikapı mevlevîhanelerinde postnişinlik yapan Musa Safî Dede'nin dervişlerinden Mustafa Reşid Efendi, annesi ise Emine Ha-tun'dur. Tasavvuf konusunda ilk eğitimini babasından aldı. Bu eğitim, onun kişiliğini ve sanatını hayatı boyunca şekillendiren başlıca dinamiklerden birisi oldu. Daha sonra 18. yy'ın tanınmış sufîlerin-den Mevlevî ve Nakşibendî tarikatlarına müntesip Hoca Neş'et Süleyman Efen-di'nin (ö. 1749) derslerine devam etti. Şeyh Galib'e "Es'ad" mahlasını veren Neş'et Süleyman Efendi, buna ilişkin olarak yazdığı bir şiirinde: Neş'et dedipîrân zebanından edip gûş / Mahlas ana Es'ad ne sa'âdet bu ne sândır diyerek öğrencisini övmektedir. Şeyh Galib 1785'e kadar bu

Şevkiye Köşkü'nün restitüsyon planı:

A. Valide Sultan Dairesi,

B. Hünkâr Dairesi,

C. orta sekilik,

D. sofa,


E. billur çeşme,

F. alt kata inen merdiven,



G. hela, H. üç basamak. Eldem, Köşkler ve Kasırlar

mahlası kullanmıştır. 24 yaşında iken Di-van-ı Hümayun Beylikçi Odası'na memur olan Şeyh Galib, bir süre burada görev yaptıktan sonra, Ebubekir Çelebi'nin (ö. 1784) postnişinliği döneminde Konya'ya giderek Mevlâna âsitanesinde girdiği çilesini, İstanbul'da Yenikapı Mevlevîhane-si'nde(-0 tamamlamıştır. 1790-91'de Galata Mevlevîhanesi(->) postnişinliğine atanan Şeyh Galib, vefat ettiği 1799'a kadar şeyhlik görevini sürdürmüştür. Mezarı, Galata Mevlevîhanesi'nde kendi adıyla anılan türbede, İsmail Rüsuhî Dede'nin (ö. 1631) ayakucundadır.

Şeyh Galib, İstanbul Mevlevî kültürü içinde yetişmiş, ortaya koyduğu eserlerinde bu mistik anlayışın 18. yy'a özgü zengin senbolizmini yansıtmıştır. 18. yy, İstanbul Mevlevîliğinin kendi tarihi içinde geçirdiği başlıca dönüşüm dönemlerinden biridir. 17. yy'da tarikatın yönetimini ele alan şeyh aileleri, şehrin bellibaşlı kültür üretim odaklan haline gelmeye başlamışlar, Kasımpaşa Mevlevîhanesi'nde(->) Sırrî Abdî Dede ailesi ile ağırlığı hissedilen bu yeni dönem, Şeyh Galib'in yetiştiği 18. yy'da Musa Safî Dede ailesi ile aynı tekkede canlı bir tasavvuf hayatına sahne olmuştur. Bu

Şeyh Galib'in

sandukasının

bulunduğu

Galata

Mevlevîhane-



sindeki

İsmail Rusuhi

Dede Türbesi.

Ekrem Işın

dönemin bir diğer bir özelliği, Mevlevî kültürü içinde tarikatın kuruluşundan itibaren var olan rint-meşrep hayat tarzının bireysel plandan çıkıp, kalabalık şeyh aileleri bünyesinde kuşaktan kuşağa aktarılarak genelleşmeye başlamasıdır. Şeyh Galib'in babası Mustafa Reşid Efendi'nin Kasımpaşa Mevlevîhanesi postnişini Musa Safî Dede'nin dervişi olduğu dikkate alınırsa, onun bu süreç içinde edindiği ve oğluna miras bıraktığı kültürün rint meşrep Mevlevîlik olduğu daha iyi anlaşılır. İstanbul'da Divanî Mehmed Dede (ö. 1529) ile başlanıp Yusuf Sineçak'ın kişiliğinde olgunluğa erişen bu Mevlevî kültürü, Mustafa Reşid Efendi'nin yanısıra Yenikapı Mevlevîhanesi postnişini Ali Nutkî Dede(-0 aracılığıyla da Şeyh Galib'i etkilemiştir. Konya'da başladığı çilesini Yenikapı Mevlevîhanesi'nde tamamlayan Şeyh Galib, burada Ali Nutkî Dede'ye (ö. 1804) intisap etmiş, "dedelik" icazetini 18. yy'ın tanınmış bu ünlü şeyhinden almıştır. Mustafa Reşid Efendi'nin Şeyh Galib'e aktardığı ikinci önemli kültür mirası, Melamîliktir(->). Özellikle 18. yy'ın başlarında Lale Devri'nde İstanbul'un üst tabakasını derinden etkileyen Melamîlik, dönemin aydın zümresi için bir çeşit dünya görüşü ve sanat faaliyetlerine yön veren temel bir çıkış noktası olmuş, söz konusu yüzyılın sonlarına doğru Şeyh Galib'in kişiliğinde en başarılı estetik ürünlerini vermiştir.

Çilesini Yenikapı Mevlevîhanesi'nde tamamlayan Şeyh Galib, burada intisap ettiği Ali Nutkî Dede ve onun dervişlerinden Halet Efendi aracılığıyla dönemin reformcu padişahı III. Selim (hd 1789-1807) ile tanışmıştır. III. Selim'in başlattığı modernleşme hareketini, Konya'da Mevlevîliği temsil eden el-Hac Mehmed Emin Çelebi'nin (ö. 1815) şiddetli muhalefetine rağmen destekleyen Şeyh Galib, gerek Ali Nutkî Dede, gerekse Halet Efendi'nin (ö. 1823) saray üzerindeki nüfuzu sayesinde Galata Mevlevîhanesi postnişinliğine atanmış, İstanbul'un bu en önemli kültür merkezinde Mevlevîliğin toplumsal değişime açık yönünü temsil etmiştir. Şeyh Galib'in Galata Mevlevîhanesi postnişinliğini üstlenmesi, Halil Numan Dede'nin meşihattan ayrılarak Üsküdar Mevlevîhanesi'ni(-t) kurma-

sıyla başlayan kritik döneme rastlar. 1790-1791'de Galata Mevlevîhanesi yönetimi Bakkalzade Ali Dede ve ardından Şemsî Dede'nin (ö. 1790) atandığı halde görevine başlayamadan vefat ettiği için gerçekleşmeyen meşihatı sırasında ortaya çıkan bir idari düzensizlik dönemine girmiş, fakat kısa süren bu karmaşa sonrasında Şeyh Galib'in 1791'de postnişinliğe atanmasıyla III. Selim, Galata Mevlevîhanesi'nde Mevlevîliğin yakın desteğim bulmuştur.

1791-1799 arasını kapsayan Şeyh Galib'in Galata Mevlevîhanesi'ndeki postnişinlik dönemi tekkeyi, aralarında Aşçıbaşı Hulusî Dede ve tanınmış tezkireci Esrar Dede'nin de bulunduğu Melamî- meşrep Mevlevîlerin toplandığı İstanbul'un önde gelen kültür merkezlerinden birisi durumuna getirmiştir. Şeyh Galib'in III. Selim'e olan yakınlığı, bu dönemde İstanbul mev-levîhanelerinin maddi açıdan destek görmesini, tamir ve restorasyonlarla ihya edilmelerini sağlamıştır. Bu tamirlere ilişkin Şeyh Galib tarafından düşürülen tarihler, Divan'mda mevcuttur.

Şeyh Galib, aynı zamanda Divan şiirinin 18. yy'daki en önemli temsilcisidir. İçinde doğup büyüdüğü mistik geleneğin zengin sembolizmim Divan şiirine taşımış, "sebk-i hindî" tarzının başarılı örneklerini vermiştir. Şeyh Galib'in şiirleri, İstanbul'un tarihi topografyası açısından da ayrıca üzerinde durulması gereken eserlerdir. III. Selim tarafından yaptırılan Mühendishane-i Berri-i Hümayun, Baruthane-i Âmire, Kumbaracı Kışlası, Topçu Dökümhanesi, Top Arabacıları Kışlası gibi askeri tesislerin yanısıra Naşid İbrahim Ağa Konağı, Beyhan Sultan Sahilsarayı, Hatice Sultan Sahil-sarayı türünden sivil yapılar ile Mihrişah Sultan Camii, Valide Sultan Sebili ve Valide Sultan Çeşmesi'nin yapımına tarihler düşürmüştür. Tarih düşürdüğü tarikat yapıları arasında ise Galata Mevlevîhanesi, Kasımpaşa Mevlevîhanesi ve Okçular Tekkesi bulunur.

Divan'mdan başka, Şeyh Galib'in en önemli eseri 2101 beyitlik Hüsn ü Aşk adlı mesnevisidir. Tasavvufi sembolizmin doruk noktası olarak kabul edilen bu eser, Divan ile birlikte Bulak'ta basılmıştır. Ayrıca Yusuf Sineçak'ın Cezire-i Mesnevi'sine yaptığı Şerh-i Cerire-i Mesnevî ile Ahmed Dede'nin Sobbetü's-Sufiye'si için kaleme aldığı Risaletü'l-Behiyefî Tarikat-ı Mevle-viye başlıklı şerhi vardır.

Bibi. Esrar Dede, Tezkire-i Şuara-i Mevlevi-ye, istanbul Üniversitesi Ktp, TY, no. 3894; Sâ-kıb Dede, Sefîne-i Nefise-iMevlevîyân, I-III, Kahire, 1283; Fatin, Tezkire-i Hatimetü'l-Eş'ar, İst., 1271; Ali Enver, Semahane-iEdeb, ist., 1309; A. Hikmet (Müftüoğlu), "Eslâfda Dekadanlık ve Şeyh Galib", Servet-i Fünûn, XVI/393 (1314); Ferid Vecdî, "Şeyh Galib", Donanma Mecmuası, S. 18 (1327); F. Köprülü, "Şeyh Galib'e Kadar Osmanlı Şiiri", Servet-i Fünûn, 44 (1328); 1. Kutluk, "Şeyh Galib ve as-Sohbet-üs Safiyye", TDED, III/1-2 (1948); M. Ziya, "Şeyh Galib İhtifali Münasebetiyle", ikdam, (25 Kânunısani 1336); Veled Çelebi (tz-budak), "Şeyh Galib Kimdir?", Mve-iHak, S. 2 (1328); S. Nüzhet (Ergun), Şeyh Galib, İst., 1932; A. Gölpınarlı, Şeyh Galip. Hayatı. Sanatı. Şiirleri, İst., 1953; S. Yüksel, Şeyh Galip.

Eserlerinin Dil ve San'at Değeri, Ankara, 1963; A. Alparslan, Şeyh Galib, Ankara, 1988; A. Gölpınarlı, "Şeyh Galib", lA, XI, 462-467.

EKREM IŞIN

ŞEYH HÜSEYİN EFENDİ TEKKESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Beylerbeyi'nde, İstavroz Deresi'nde, Abdullah Ağa Mahallesi, Bedevi Tekkesi Sokağı'nda yer almaktadır.

Bedevî tarikatı şeyhlerinden Seyyid Hüseyin Hıfzı Efendi tarafından 1271/1854-55'te kurulan tekke başta tevhidhane, selamlık ve harem bölümlerinden oluşmaktaydı. 1335/1916-17'de V. Mehmed'in (Re-şad) dördüncü hazinedarı ve bu tarihte postnişin bulunan Şeyh Seyyid Mehmed Said Efendi'nin müridi olan Dürefşan Kalfa türbe ile mutfak bölümlerini tekkeye ilave etmiştir. Muhtemel bazı ufak tamirler dışında tekkenin ilk şeklini koruduğu anlaşılmaktadır. Kapatıldığı 1925'e kadar faaliyetim sürdüren tekke, bu tarihten sonra metruk kalmış, harap olmuş ve 1938-1940 arasında bir kar fırtınasında tevhidhane ile selamlık kısımları çökmüş ve enkazı kaldırılmıştır. Günümüzde Vakıflar İdaresi tarafından cami olarak kullanılmak üzere restore edilmektedir.

Sonuna kadar Bedevî tarikatına bağlı kalan tekkenin ayin günü perşembeydi. Postuna oturmuş olan şeyhler, aynı aileye mensup olan Seyyid Hüseyin Hıfzı Efendi, Seyyid Mehmed Said Efendi, Seyyid Mehmed Nesib Efendi ve Seyyid Mehmed Efendi'dir.

Tekkenin arsası Küplüce'den İstavroz Deresi'ne inen yamaç üzerinde olup doğrudan batıya doğru meyillidir. Bu sebepten ötürü tekkeyi meydana getiren bölümler Bedevi Tekkesi Sokağı'ndan yukarıya (doğuya) doğru yükselen kademeler üzerinde

Şeyh Hüseyin

Efendi

Tekkesi'nin



zemin kat planı

resti tüsy onu.

M. Baha Tanman,

1979


inşa edilmişlerdir. Bu yönde sokaktan başlayarak önce harem ve selamlık, sonra tevhidhane ile türbe ve en üst seviyede ise mutfak yer almaktadır.

11,5x11 m boyutlarında, kareye yakın dikdörtgen bir alanı kaplayan tevhidhane fonksiyon açısından olduğu gibi mimari düzen açısından de tekkenin çekirdeğini oluşturmaktadır. İki kat yüksekliğindeki bu kısmın çatısı çöktükten sonra zamanla duvarları da harap olmuş, günümüze ancak bazı parçaları kalabilmiştir. Aslında güney yönünde türbe ile aralarında ayırıcı bir duvar olmaksızın doğrudan bir ilişki içinde bulunan tevhidhanenin bu yönde muh-des bir duvar ile bu tarihlerden sonra boydan boya kapatıldığı, bu şekilde türbenin harap olmasına mani olunmak istendiği anlaşılmaktadır. Bu muhdes duvarın arkasında, ortada kagir mihrap kitlesi tek başına yer almaktadır. Bunun sağında ve solunda korkuluk duvarları ve ahşap sütunlar uzanır. Bu parapet duvarlarının üstünden ve sütunların arasından türbenin sandukaları tevhidhaneden görülebilmektedir.

Batı yönünde haremin ahşap kitlesi ve buna bitişik olarak, kare kesitli ahşap sütunlar üzerine oturan kafesli kadınlar mahfilinin ayakta kalabilmiş bir kanadı göze çarpar. Sütunların arası ahşap korkuluklar ile kapatılarak ve bir seki ile tevhidhane zemininden yükseltilerek erkek seyirci mahfilleri meydana getirilmiştir. Bu mahfiller üç yönde (doğu, kuzey ve batı) tevhidhaneyi kuşatmaktaydı. Kuzeyde tevhidhane ile selamlığı ayıran kagir duvarın yıkıntıları bulunur. Buradaki izlerden, bu duvarların ortada bir kapı ve yanlarda ikişerden dört pencere ile donatılmış olduğu anlaşılmaktadır. Doğuda ise, mutfağın ve altındaki sarnıcın kagir duvarları tevhidhaneyi sınırlar.


Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin