I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə67/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   140

TIHE

İyi Talih Tanrıçası Tihe, bir kentin ya da bir kişinin özel tanrıçası idi. Geç antik dönemde Bizantion'un ve erken Bizans döneminde Konstantinopolis'in Tihe'si, paraların üstünde, madalyonlarda, kitap süslemelerinde ve kenti kişileştirmek amacıyla yapılmış anıtsal eserlerde defalarca betimlenmiştir.

Konstantinopolis'in Tihe'si genellikle bir tahtta oturan, başında sur dişi şeklinde taç, ellerinde ise başaklardan bir demet taşıyan tanrıça olarak sembolize edilmiştir. Bazen -özellikle de paraların üstünde- Tihe, bir geminin pruvasında, sağ ayağını küpeşteye dayamış olarak, bazen de başının üstünde iki küçük meleğin tuttuğu çelenkle ya da kendi elinde bir çelenkle tasvir edilmiştir.

Konstantinopolis'in Tihe'si bir dönemler Anthusa (Serpilen, Gelişen) adıyla anılmıştır. Tihe kültünün 330'da şehrin kuruluş töreninde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bu törenin sembolik olarak tekrar edildiği yıllık alaylarda, sağ elinde küçük bir Tihe heykeli taşıyan, yaldızlarla bezenmiş Constantinus heykeli, bir araba ile Constantinus Forumu'ndan(->) Hippod-rom'a(-») getirilir ve burada imparator tarafından kutsanırdı. Bu seremonilerin ne zaman yapıldığına ve ne zaman ortadan kalktığına ilişkin açık bilgiler yoktur fakat büyük olasılıkla bu tarih 4. yy'ın başları olmalıdır.

Augusteion(->) civarındaki Milion, imparatorluğun Hıristiyanlaşması sürecinin tamamlanmasına dek Konstantinopolis'in Tihe'sine adanmış bir tapınak olarak hizmet vermişti. Tihe'yi simgeleyen heykel ve rölyefler Milion'un, Constantinus Foru-mu'nun, Strategion'un(->) ve olasılıkla Büyük Saray'ın(->) giriş kapısı üzerinde yükseliyordu. Zafer Tanrıçası Nike de aynı biçimde sembolize edildiği için, zaman zaman Tihe ile karıştırılmıştır. Bu nedenle Theodosius Kara Surlan'mn üzerindeki Altın Kapı'nm(-0 üstünde bulunan kadın figürünün Tihe'ye mi yoksa Nike'ye mi ait olduğu belli değildir.

Orijinali 4. yy'ın son dönemlerinde yapılan ve günümüze dek ulaşan bir kopyası Tabuta Peutingeriana adıyla tanınan Roma haritasında, Konstantinopolis'i simgeleyen Tihe resmi ve Constantinus Sütunu görülebilir (bak. Çemberlitaş). 5. yy'dan sonra Tihe'nin yeni bir tasvirine rastlanmamakla birlikte, eski tasvirlerin kenti koruyucu bir tılsım olarak kullanıldıkları bilinmektedir.

Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 438; G. Dagron, Naissance d'une capitale, Paris, 1974, s. 43-45.

ALBRECHT BERGER



TİMURTAŞ MESCİDİ

Eminönü İlçesi'nde, Kantarcılar'da, Hallaç Abdurrahman Sokağı'nda yer almaktadır. Yapının diğer adlan "Hacı Timurtaş Mescidi" ve Demüıaş Mescidf'dir. Mescit II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) Timurtaş Ağa tarafından yaptırılmış



Timurtaş Mescidi

Müller-Wiener, Bildlexikon

olup minberini Mahzenci Hacı Ahmed Ağa koydurmuştur. Yapı zamanla harap olmuş, bir süre kadro harici kalmış, son zamanlarda tamir edilerek yeniden ibadete açılmıştır, istanbul Ansiklopedisi, 1938-1964 arasında ibadete kapalı olduğunu ve 1964-1965 yıllarında esnafın çalışmalarıyla tamir ettirildiğini kaydetmektedir. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde 872/1467 tarihli vakfiye sureti bulunmaktadır.

Mescidin altında iki dükkân yer alır. Yapının duvarları bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğladan yapılmıştır. Mescide sonradan eklenen beton üzeri ahşap kaplama bir bölüm vardır. Kapıdan girişte tuvaletler ve abdest alma musluklarının olduğu yer bulunur. Burası mermerle kaplı olup döner merdivenle yukarıya çıkılır ve beş pencere ile aydınlanan son cemaat yerine varılır. Harime giriş kapısının sağında ve solunda birer dikdörtgen pencere açılmıştır. Ha-rimde, güney cephede, eksende dikdörtgen şeklinde, içten köşeli mihrap yer alır. Mihrap sivri kemerli olup içi ve etrafı renkli, bitkisel motifli çinilerle kaplanmıştır. Mihrabın iki yanında üstte iki tane ufak, dikdörtgen üzeri sivri kemerli pencere yer alır. Doğu ve batı cephesi simetrik olup aynı özellikleri gösterirler. Eşit aralıklarla açılmış altta üç tane dikdörtgen, üstte ise üç tane daha ufak dikdörtgen, üzeri sivri kemerli pencere bulunur. Doğu cephedeki alttaki ve üstteki üçüncü pencereler kapatılarak dolap haline getirilmiştir. Vaaz kürsüsü ve minberi ahşap olup vaaz kürsüsü güneydoğu köşede duvara bitişik olarak yapılmıştır.

Kadınlar mahfili düz, dikdörtgen şeklinde balkon çıkması yapmaktadır. Altına gelen yer müezzin mahfilidir. Harim, içten birinci sıradaki pencerenin üstüne kadar bitkisel motifli çinilerle kaplıdır. Harimin tavanı, düz beton olup tahtalarla dokuz tane dikdörtgene ayrılmıştır. Yukarıya sonradan eklenen kadınlar mahfili yedi tane dikdörtgen pencere ile aydınlanır. Orijinal kadınlar mahfiline iki tane dikdörtgen üzeri sivri kemerli açıklıkla geçilir. Buranın batısında kapıdan minareye geçiş sağlanır.

Yapının sağ tarafında bulunan minarenin yukarı kısmı küfeki taşından yapılmış olup şerefesizdir. Minarenin, ezan okumak için dört penceresi bulunmaktadır. Yapının üstü çatı ile örtülü olup çatının altında yapıyı iki sıra kirpi saçak dolaşmaktadır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 70; İSTA, VIII, 4391; Öz, istanbul Camileri, I, 47; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 250; Ayverdi, Fatih III, 415; Eminönü Camileri, 199.

N. ESRA DİŞÖREN



TİRYAKİ ÇARŞISI

Süleymaniye Külliyesi'nde Evvel Medrese-si'nin altında, Sıbyan Mektebi ile Darü't-Tıb (Şifahane Sokağı) arasında bir sıra dükkândır.

Tiryaki Çarşısı'nda uzun süre tiryak, kahve, çay, tütün, afyon ve esrar gibi alışkanlık yapan maddeler satılmıştır. "Tiryaki" kelimesi Farsça kökenli olup genel olarak afyon kullanmaya alışmış kişiler için kullanılır.

Tiryak ve tiryak macunu (Electuarim theriaca, Theriaca) 50-80 kadar bitkisel, hayvansal veya madensel madde taşıyan, bal ile yapılmış bir macundur. İlk formülünün ünlü Pontus Kralı Mitridates (MÖ 114-63) tarafından hazırlandığı sanılmaktadır. Giritli Andromakos formülden bazı mad-

Tiryaki Çarşısı

Cengiz Kahraman, 1994



TOKATLIYAN OTELİ

272


273

TOKLU DEDE MESCİDİ

deleri çıkarmış ve örneğin engerek yılanı eti gibi bazı yeni maddeler ilave etmiştir. Zamanla formüldeki maddelerin miktarı 80 adedi geçmiştir. Tiryak terkibinde genellikle şu maddeler bulunmaktadır: adasoğa-m, afyon, arapzamkı, bal, centiyane kökü, gül çiçeği, kakule, kediotu kökü, kil, kunduz hayası, maydanoz tohumu, ravent kökü, süsen kökü, şarap, tarçın kabuğu, uzun biber ve zencefil.



islam hekimleri de terkipte değişiklikler yapmışlar ve bazı maddeleri çıkararak yeni maddeler eklemişlerdir. Avrupa'da hazırlanan bazı tiryakların terkibinde engerek yılanı ( Vipera türleri) eti bulunmasına karşılık Osmanlı tiryaklarının terkibinde bu madde yoktur. 17. yy'ın ortalarından itibaren tiryak Fransa'da ve İtalya'da özel formüller ve törenler ile toptan hazırlanıp eczacılara devredilmeye başlanmıştır. Bu kârlı uğraş 1850'lere kadar devam etmiştir.

Tiryak uzun bir süre panzehir ve her derde deva bir ilaç olarak kabul edilmiştir. Terkibindeki esas etkili madde afyondur. Genellikle 4 gr tiryak 0,05 gr ham afyon taşır. Günlük alınacak miktar 1-4 gr arasındadır.

Osmanlı döneminde 19. yy'ın sonlarına kadar, Paris ve Venedik'ten gelen tiryaklar başta Tiryaki Çarşısı olmak üzere aktarlarda satılır ve halk tarafından kullanılırdı.

Bibi. Baytop, Eczacılık, 82; B. N. Şehsuva-roğlu, Eczacılık Tarihi Dersleri, ist., 1970, s. 103; O. Erdenen, istanbul Çarşıları ve Kapa-hçarşı, ist., 1965, s. 14.

TURHAN BAYTOP



TOKATIIYAN OTEIİ

Beyoğlu İlçesi'nde, İstiklal Caddesi'nde, Solakzade Sokağı ile Çiçek Pasajı(->) arasındadır.

Tokatlıyan Oteli'nin arsası daha önce, "Üç Horan" adını taşıyan Ermeni kilise vak-

Sebah &Joaillier'in bir.fotoğrafmda Tokatlıyan Oteli. Tuğrul Acar fotoğraf arşivi

finin malıydı. Otel yapılmadan önce kilise vakfına gelir getirmesi için buraya 1884'te gösterişli bir tiyatro binası inşa edilmişse de tiyatronun ömrü sadece 8 yıl olmuştur. Tiyatro yanarak ortadan kalktıktan sonra, kilise vakfı burada yine bir tiyatro binası yapmak istemiş, bunun için gerekli izni de almıştı. Ancak, nedeni bilinmeyen bir şekilde bu girişim sürüncemede kalmış, buraya yapılacak otelin işletmesi de 60 yıl süreyle Mıgırdıç Tokatlıyan'a verilmiştir. Otel, Kasım 1897'de açılmıştır.

Otelde kullanılan bütün servis aksesu-varları Avrupa'dan özenilerek seçilmiş, "Christophle" olan çatal, kaşık ve bıçaklarla servis takımları markalanmış, tüm beyaz eşyalar yurtdışından getirtilmişti. Mobilyalar özel olarak hazırlanmış, otelde mevcut 160 oda her türlü ihtiyaca cevap verecek biçimde donatılmıştı. 1897 içinde kendisini tanıtan otel, zaman içinde, bulunduğu yerin merkeziliği nedeniyle çevredeki tüm otellerden daha ön plana geçti. Ayrıca, alışveriş merkezinin Grand Rue de Pera üzerinde bulunmasının etkisi de büyüktü. Çarşıya çıkanlar, gelip geçenlerin salondan rahatça görülebildiği bu lokali Pera Palas'a(->) yeğliyorlardı. Hem daha fazla bohem havası vardı, hem de gidiş geliş Pera Palas'a göre daha kolaydı.

Otelin ana kapısı Solakzade Sokağı'na açılıyordu. İçeri girildiğinde, sağda resepsiyon, daha sonra, hemen sol tarafta merdiven ve asansör bulunuyordu. Merdivenin yanında, ana salona girilen bir kapı göze çarpardı. Bu kapıdan girildiğinde iki salon görülürdü. Sağ taraftaki salon, balo, kokteyl, nişan ve ziyafet gibi toplantıların yapıldığı yerdi. Caddeye bakan bölüm ise müşterilerin yemek ve kahve salonlarıyla lobiyi oluşturmaktaydı.

PELİN AYKUT

TOKGÖZ, AHMET İHSAN

(1868, Erzurum - 28 Aralık 1942, Değir-mendere/İzmit) Gazeteci, yazar.



1887'de Mekteb-i Mülkiye'yi(-0 bitirdi. Hariciye Nezareti Tercüme Bürosu'nda çalıştığı sırada yazılar yazarak gazeteciliğe adım attı. 1891'de II. Abdülhamid'in maddi desteğini sağlayarak Servet-i Fü-«««(->) dergisini yayımlamaya başladı. Modern makinelerle temiz bir baskı sağlamanın yanısıra, gerek roman ve gerekse resim olarak iyi malzeme kullanması sayesinde kısa zamanda büyük ilgi topladı. Sarayla arasını dengeli götürmeye çalışırken bir yandan da Mekteb-i Mülkiye'den arkadaşı olan Jön Türk çevreleriyle ilişkisini sürdürdü. Bu sebeple II. Meşrutiyet'in ilanında tepki gösterilenler arasında olmadı. Servet-i Fünun'u bir ara günlük gazete yaptıysa da tekrar dergiye çevirdi. 1909-1917 arasında Ticaret Mektebi'nde öğretmenlik yaptı. 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgalinden sonra Ankara'ya hizmet veren Değirmendere'deki örgüte katıldı. Daha sonra Avrupa'ya kaçtı ve Almanya ile Avusturya'da kurduğu haber ajansı kanalıyla Milli Mücadele'ye ait haberleri Avrupa kamuoyuna ulaştırmaya çalıştı. Zafer-

Ahmet

İhsan

Tokgöz

Gövsa, Türk Meşhurları

den sonra istanbul'a döndü, Servet-i Fü-nun'un yayımına devam etti. 1931'de CHP'den milletvekili seçildi. Bu görevini sürdürürken Servet-i Fünun'u yayımlamaya da devam etti. Fransızcadan romanlar çevirdiği gibi, Avrupa izlenimlerini içeren Avrupa'da Ne Gördüm (İst., 1891) ve Mat-buatHatıralarım (2 c., İst, 1930-1931) adlı kitapları yayımlandı.

ORHAN KOLOĞLU



TOKLU DEDE MESCİDİ

Fatih İlçesi'nde Ayvansaray'da(->), surlara paralel olarak kıvrılarak uzanan Toklu Dede Sokağı'nın, Haliç kıyısına paralel kesiminde, Kafesçi ile Ayvansaray Kuyu sokakları arasında bulunuyordu. Küçük bir Bizans kilisesinden dönüştürülen Toklu Dede Mescidi Mühendishane öğrencileri tarafından çizilerek 1264/1847-48'de taş-basması olarak yayımlanan camiler haritasında, l no'lu olarak işaretlenmiştir. Burada sokak dokusunun o vakitten bu yana hemen hemen hiç değişmediği dikkati çeker.

Bu küçük mescidin esası bir Bizans kilisesi veya şapeli olmakla birlikte eski adı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Türk döneminde buraya Toklu denildiği için bazıları burasının Aya Tekla (Hagia Thekla) Kilisesi olduğunu sanmışlar ve İmparator Te-ofilos'un (hd 829-842) aynı adlı kızının Aya Tekla için yaptırdığı kiliseye bağlamışlardır. Bir Bizans kaynağının bildirdiğine göre, 10. yy'da, şehrin kuzeybatısındaki Blahernai Sarayı'nda Azize Tekla adına bir şapel vardır. Teofilos'un kızı Tekla, bu küçük kilisenin olduğu yerde özel bir ibadet yeri yaptırmıştır. İmparator I. Aleksios Komnenos'un (hd 1081-1118) kızı Anna Komnena, babasının hayatına dair yazdığı kitapta, dedesi L İsaakios Komnenos'un (hd 1057-1059) bu ibadet yerini daha büyük olarak yeniden yaptırdığını, hattâ büyükannesi Anna Dalasse-na'nın ibadetleri için buraya sık sık geldiğini yazar.

İstanbul'un eski Bizans kiliselerine dair etraflı ilk incelemeyi yapan A. G. Pas-patis(-») kesin ifade ile Toklu adının Grekçe Tekla'dan geldiğine inandığını bildirmiştir. Ondan sonra pek çok araştırmacı tarafından kontrolsüz kabul edilen bu görüş, yerli ve yabancı İstanbul tarihçileri tarafından benimsenmiştir. Ancak aynı yıllarda

basılan, İstanbul kara tarafı surları haritasında (1880) Toklu Dede Mescidi aynı bölgede olduğu bilinen Ayios Nikolaos Kilisesi olarak teşhis edilmek istenmiştir.

A. van Millingen (1840-1915), î. Papa-dopulos(->) Tekla=Toklu yaklaşımına karşı çıkmışlar, sonra aynı görüş A. M. Schne-ider(->) ve bu satırların yazarı tarafından da desteklenmiş ve Tekla Kilisesi'nin ancak az doğudaki Atik Mustafa Paşa Camii(->) olabileceği ileri sürülniüştür. R. Janin(->) de bu görüşe katılmışken, A. Pasadaios yeniden Tekla Kilisesi=Toklu Dede Mescidi hipotezine dönmüştür.

Toklu Dede Mescidi'nin Ayios Nikolaos Kilisesi olabileceği hipotezi, A. van Millingen ve A. M. Schneider tarafından olumlu karşılanırken, B. Meyer-Plath ile R. Ja-nin, Nikolaos Kilisesi'ni, Toklu Dede Mescidi olarak değil, fakat o bölgede rastlanan bazı duvar kalıntıları ile ilgili görmüşlerdir. Bu duruma göre mescit 9- yy'da yapılan ve 11. yy'da muhteşem biçimde ihya edilen Tekla Kilisesi değildir, fakat hangi ibadet yeri olduğu da bilinemez. Binanın eski bir • Bizans yapısı olduğundan şüphe edilemez. Tekla hipotezini kabul edenlerin burayı 9-

11. yy'lara bağlamalarına, hattâ 6. yy'a ka dar indirmelerine karşılık, N. Brunoff bu yapının, Komnenoslar dönemine, yaklaşık

12. yy'a ait olabileceğini ileri sürmüştür. Pasadaios ise, 7-9. yy'ları teklif etmekte ve Teofilos'un kızının yapısı olduğuna inandığından 9. yy üzerinde durur. Fakat bu kilisenin İsaakios Komnenos tarafından 11. yy'da "muhteşem" surette yeniden ya pıldığını hiç hesaba katmaz.

Bugün en ufak izi kalmayan bu yapının, esasının belki Komnenoslar dönemine ait olduğu, fakat Paleologoslar döneminde, 14. yy'a doğru önemli ölçüde değişikliğe uğradığı, bu satırların yazarı tarafından ileri sürülür. Esas adı bilinmeyen, Bizans'ın son yıllarında ne durumda olduğu da anlaşılamayan bu küçük kilise, fetihten bir süre sonra zaviye-mescide çevrilmiştir. 953/1546 .tarihli istanbul Vakıfları Tahrir Defteri''nde bu mescidin adının bulunmayışı şaşırtıcıdır. Ancak Hürrem Sultan^) vakfiyesinde bir Toklu Dede zaviyesi gösterilmiştir. Defteri yayımlayanlar zaviyenin Aksaray pazarında olduğunu bildirirler. Öyle sanılır ki, burada bir hata yapılarak Pazar-ı Ayvansaray, Pazar-ı Aksaray olarak okunmuştur. Böyle bir hata olmuş ise, 16. yy'da Toklu Dede Mescidi bir zaviyedir. Öteden beri eski, harap Bizans kiliselerinin zaviye olarak îslamiyetin kullanımına geçirildiği bilindiğine göre, bu küçük yapı da zaviye-mescide dönüşmüş olmalıdır. Vakıflar arşivindeki 1341/1922-23 tarihli Tekkeler Defteri 'nde ise 1168/1754-55'te Vildan Hatun vakfı olarak Ayvansa-ray'da Toklu Dede zaviye veya tekkesinin adı geçer. Meşrutası da olduğu bildirilen bu müessesenin o sırada faal olup olmadığı hakkında bir kayıt düşülmemiştir.

İstanbul camilerine dair ana kaynak durumundaki Hadîkatü'l-Cevâmi, buranın kiliseden çevrildiğini bildirerek, "Hazret-i Halid ile... gazaya gelen", Ebu Şeybetü'l-Hudrî'nin türbesinin bulunduğu mahal-

Paspatis'in

çizgileriyle

Toklu Dede

Mescidi.

TED, S. 12

lenin mescidi olduğunu, türbenin fethin arkasından türbedarı olarak görevlendirilen Şeyh Toklu İbrahim Dede adlı gaziden adını aldığını açıklar. Mescidin bakım geliri II. Bayezid evkafından sağlanmıştır. Toklu Dede ise Şeybetü'l-Hudrî'nin türbesi dışındaki hazirede gömülüdür. Ayvansara-yî'nin, burada hazirede yatanları ayrıntılı olarak yazması, babası Hacı İsmail Efen-di'nin (ö. 1165/1751-52) burada yatması, kendi evinin de Toklu Dede Mahallesi'nde olmasından dolayıdır. Kendisi de buradaki baba evinde dünyaya gelmiş, 1201/ 1786-87'de aynı evde ölmüştür.

Mescide adını veren Toklu İbrahim Dede hakkında ise açık bilgi yoktur. Yalnız Toklu'nun çok eski bir Türk terimi olduğu bilinir. Şimdiki halde şu söylenebilir: Toklu İbrahim Dede, Türk ordusu ile İstanbul'un fethine katılan dervişlerdendir ve şehre yerleşildikten sonra buradaki sahabe türbesine türbedar olmuş ve öldüğünde o da veliler arasına geçmiştir. Mescidin gelirinin Sultan Bayezid vakfından oluşu, bu işlemin II. Bayezid döneminde (1481-1512) olduğunu gösterir. Bu padişah döneminde, harap veya yarı yıkık Bizans kilise ve şapellerinin, viraneleri "şenlendirme" politikası uyarınca, mescit veya zaviye haline getirilerek yıkılmaktan kurtarıldıkları bilinmektedir. Bu küçük kilise de böylece İslam ibadetine tahsis edilmiş olmalıdır.

Toklu Dede Mescidi, herhalde komşusu olan zaviye ile birlikte 18. yy'da önemli bir kültür merkezi durumundaydı. Az ilerisindeki hazirede bulunan mezarlar bunu belli eder. Darphane kâtiplerinden Hacı Mustafa Efendi tarafından bazı vakıflar yapılan mescit, bu bölgede sık sık tekrarlanan büyük yangınlardan zarar görmüş olmalıdır. 1729, 1755, 1772, 1861, 1863 ve 1878'de Ayvansaray ve çevresinde büyük yangınlar olmuştur. Bunlardan birinde zaviyenin, belki de ahşaptan olduğundan, kaybolduğuna ihtimal verilir. Mescit, 19. yy'ın ikinci yarısında harap bir görünüş almıştı. E. Grosvenor'un yazdığına göre bu durumun sebebi, binanın bazı "ruh'ların hâkimiyetine girmiş olması ve burayı temizleyenin öleceğine inanılmasıdır. 1890' da birisi cesaret gösterip Toklu Dede Mes-cidi'ni tamir ettirerek, yeniden ibadete açmıştır.

I. Dünya Savaşı sırasında 1915'te içinde asker barındırılan mescit, bundan sonra tekrar kullanılır duruma sokulamamış-tır. Mescidin sahibi olduğunu veya burayı Vakıflar İdaresi'nden kiraladığım iddia eden bir kişi Haziran 1929'da, burayı yıktırmaya başlamış, müze ve Eski Eserler Encümeni tarafından karşı konulmasına rağmen, eski eserin kuzey duvarı, apsisin yarısı ve giriş cephesi olan batı duvarı bütünüyle indirilmiştir. Kalan duvarlar 1929' dan 1980'e kadar durdu. Güney duvarın iç yüzünde, dökülen Türk devri badana tabakası altından pek çok fresko resmi de meydana çıktı. 1970'lerde bu güney duvarına bitişik bir ev yapıldı. Kısa süre sonra da 1979'da veya 1980'de, son duvar parçalarını da yok eden başka bir bina inşa edilerek, Toklu Dede Mescidi, İstanbul'un tarihi topografyasından silindi.

Toklu Dede Mescidi, günümüze kadar gelen elemanları ile dikdörtgen biçimli ve doğu tarafında ileri taşan bir apsise sahip küçük bir bina idi. Dıştan dışa ancak yaklaşık 14 m uzunluğunda olan şapelin üstü, çift meyilli ahşap bir çatı ile örtülü bulunuyordu. A. Pasadaios, çizdiği restitüs-yonda, mevcut olmayan bir narteks bölümünü işaret ettikten başka, ortadaki kare mekânın yüksek pencereli, kasnaktı bir kubbe ile örtülü olabileceğini ileri sürmüş ve bunu gösteren çizimler yapmıştır. Bütünüyle tahminlere dayanan bu çizimlerin, yapının orijinal mimarisine ne dereceye kadar uydukları, artık tartışılamaz.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 143-146; 1. Erzi, Camilerimiz Ansiklopedisi, I, ist., 1977, s. 197-198; J. P. Richter, Quellen der Byzantinischen Kunstgeschichte, Viyana, 1897, s. 124-125; Ja-nin, Eglises et monasteres, 141-142; Anna Komnena (Anne Comnene), Alexiade, (yay. B. Le-ib), Paris, 1937, I, s. 127, 129; The Alexidd of Anna Comnena, (yay. E. R. A. Sewter), Midd-lesex, 1969, s. 122-123; A. G. Paspatis, "Rec-herches sur leş eglises byzantines transformies en mosquees", L'Univers-Revue Orientale, S. 6 (1875), s. 345; ay, ByzantinaiMeletai, ist., 1877, s. 357-360; Mordtmann, Esquisse, 38; E. Bouvy, Souvenirs chretiens de Constantinople et deş environs, Paris, 1895, s. 64-65; E. Mam-boury, Constantinople, guide touristique, îst., 1925, s. 288-289; Mamboury, Rehber, 532; Millingen, Byzantine Churches, 207-211; Ğurlitt, Baukunst, 36; M. Alpatoff-N. Brownoff, "Üne nouvelle eglise de î'epoque deş Paleologu-es...", Echosd'Orient, XXIV (1925), s. 15-16, 18;

TOPÇU KIŞLASI

274


275

TOPHANE

özelliğini sürdürmüştür. Hükümdarlar da son yıllara kadar cuma selamlığına genellikle bu camiye gelmişlerdir. Özellikle yeni Dolmabahçe Sarayı 1856'da bittikten sonra, Tophane Camii daha da rağbet kazanmıştı.

Caminin arkasında halen gümrük ambarlan içinde kalmış bulunan saat kulesi de II. Mahmud eseridir (bak. Tophane Saat Kulesi). Cami avlusunda bulunan sebil ve muvakkithanenin yine II. Mahmud tarafından ve 1825'te yaptırıldığı söylenir. Nitekim bunların stili, cami ile uyuşur. Fakat bilinmeyen bir şey, bunların şimdi olduğu gibi, Nusretiye Camii'nin avlusunda değil, karşı sırada ve Tophane Meydanı'nda dört yol ağzında, 1956'da yıkılan müşirlik binasının önünde, yani Boğazkesen'e çıkan caddenin köşesinde ve top dökümhanesinin alt ucunda bulunduğudur. İngiliz fotoğrafçı Robertson tarafından çekilmiş olan fotoğraf da bunu doğruluyor.

Nusretiye Camii'nin, Tophane tarafının önünde, II. Abdülhamid'in 1901'de yaptırdığı güzel bir Hamidiye Suyu çeşmesi vardı ki 1956 genişletmesinde Maçka Par-kı'ndaki şimdiki yerine nakledilmiştir (bak.



A. M. Schneider, "Die Byzantinischen Presken der Toklu Dede Mescidi", Byzanz. s. 15-16; Ziya. İstanbul ve Boğaziçi, I, 55-56, İl, 117; Gros-venor, Constantinople, II, 440-442; M. Senede, "Archâologische Funde: Türkei", Archaolo-gischer Anzeiger, (1930), sütun 443-444; (Ül-gen), İstanbul ve Eski Eserleri. 137; Ebersolt, Monuments, 131; S. Eyice, "İstanbul'un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri", TED, XII (1982) s. 853-870, resimler s. 880-886, resim 18-31; Müller-Wiener, Bildlexikon, 206-208; T. F. Mathews, The Byzantine Churhes of istanbul, Pennsylvania, 1976, s. 376-382; Barkan-Ayver-di, Tahrir Defteri, 435; A. Pasadaios, "To phe-ron eponimian Toklu ibrahim Dede Mescidi byzantinon kterion", ArkheologikeEphemeris, (1969), s. 80-124; S. Eyice, "istanbul'da ihmal Edilmiş Tarihi Bir Semt", TAÇ, II/5 (1987), s. 38. SEMAVt EYlCE

TOPÇU KIŞLASI

Beyoğlu Ilçesi'nde, Taksim'de, bugün Taksim Gezisi'nin olduğu yerde bulunmaktaydı. 1940'ta Lütfi Kırdar(->) dönemindeki meydan düzenlemeleri sırasında yıktırılmış olduğundan günümüze ulaşamamıştır. Taksim Kışlası, Beyoğlu Kışlası veya Topçu Kışlası olarak da bilinen yapının inşa tarihinin günümüze yakın olmasına karşılık hakkında en az bilgi sahibi olduğumuz kışlalardan biridir.



Son araştırmalar ışığında kışla III. Selim döneminde (1789-1807) kapıkulu askerlerinin topçu sınıfı için inşa edilmiş olduğu ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde-ki 14409'no'lu hatt-ı hümayundan yapımına 1218/1803-04'te başlandığı, Cevdet Askeri tasnifindeki 6236 no'lu belgeden de "ilk şekle ait inşaatın" 1806'da tamamlandığı öğrenilmektedir. Kışlanın Krikor Balyan tarafından tasarlandığı yolundaki görüşe, oryantalist üslupta süsleme biçimine sahip olması ve bu üsluptaki yapıların istanbul'da ancak 19. yy'm ikinci yarısı içerisinde gerçekleştirilmiş olmaları nedeniyle aykırı düştüğü yolunda bir yorum vardır.

1807 Kabakçı İsyanı sırasında tahrip edilen yapı, II. Mahmud zamanında (1808-1839), 1227/1812'de dönemin başmimarı Hafız Mehmed Emin Ağa tarafından yenilenmiştir. BOA Cevdet Askeri 7070 no'lü belge günümüze ulaşamadığı için tanımı genellikle görsel malzemeler yardımıyla yapılabilen kışlanın isyan sonrasında Ed-hem Efendi gözetiminde onarıldığına da-

ir emiri içerir. Edhem Efendi tarafından yapılan onarım "bazı mahallerin sıvaları ile odaların sakfı ve saçakları ve suyollarmı" kapsar. Aynı tasnif 321 no'lu belgede ise (1818 tarihli) kalfa olarak Marki, Nikola ve Komyanos'un adlan geçmektedir. Abdüla-ziz döneminde (1861-1876) tamamen elden geçirilmesiyle II. Mahmud dönemindeki görünümünü kaybetmiş, ancak klasik plan şemasını korumuştur. II. Mahmud dönemi yapısı ise ancak Pertusier'nin 1817'de basılan albümünde yer alan Preault'un gravürü ile tanımlanabilmektedir.



Pertusier'nin dekorasyonu ile diğer kışlalar arasında ayrı bir yeri olduğunu belirttiği yapı, klasik şemada ve iki katlı olarak inşa edilmiştir. Köşeler ise âdeta kule görünümü verilmek istenircesine ana cepheden biraz daha dışa taşkın ve üç katlı olarak tasarlanmıştır. Kat ayrımları silmelerle belirlenirken, yuvarlak alınlıklara sahip dikdörtgen pencereler birbirlerinden pi-lastrlarla ayrılırlar. Yapının cephesi birbirine yuvarlak kemerli galerilerle bağlanan üç bölümden oluşur ve ortada kalan bölüm ayrıca üç çıkmalı bir mekân şeklinde düzenlenerek bir hünkâr kasrı elde edilmiştir. Hünkâr kasrının tabanlarının mermer olduğu arşivdeki bir onarım belgesinden öğrenilir. Genel hatlarıyla ampir üs-lubunu(->) yansıtan kışlanın bir de camii vardır ki, BOA Dahiliye İradeleri 7164 no'lu 1263/1847'ye ait bir belgede tuğla malzemeden inşa edildiği ve fırtınada hasar gördüğünden kagir olarak yeniden yaptırıldığı belirtilmektedir. Cami 1893'te yine bir onarım geçirmiştir.

Abdülaziz dönemine gelinceye dek birkaç onarım daha geçiren kışlanın 1847'de bir yangın sonrasında yeniden onarıldığı ve bu onarımın 1849-1862'de yapıldığı yine belgelerden öğrenilmektir. Tarib-i Lut-fî'de de bu onarımdan söz edilmektedir.

Mimari açıdan bakılacak olursa, dönemin kışla yapılarının klasik şeması olan, ortada dikdörtgen bir avlu ve yan kanatlardan oluşan plan, avluda bulunan cami ile tamamlanır. Ancak bezeme ve mimari ayrıntılarda uygulanan biçimler 19. yy'm ikinci yarısında ortaya çıkan oryantalist üslubun etkisindedir. Bu dönemde İstanbul'da bulunan Edmondo de Amicis(-»), kışlanın



20. yy'm başından bir kartpostalda Topçu Kışlası. Ayşe Yetişkin Kubilay

Türk-Mağrip üslubunda, dikdörtgen şemada yapılmış olduğunu belirtir ve sütunlara dayanan kapısı ve çıkıntılı galerilerin, arma ve arabesklerle süslü küçük pencerelerden oluştuğunu belirtir.

Yapının ana kitlesi, girişleri ve köşede kuleler şeklinde yapılmış çıkmaları hariç, iki katlı olarak düzenlenmiş ve diğer bölümlerden daha sade ve az süsleme uygulanmıştır. Selimiye Kışlası(->) ve Kuleli Kışlası ile Maçka Silahhanesi'nde(-») etkisi açıkça görülen kule uygulaması Topçu Kışlası'nda, köşelerin ana kitleden taşkınca olması ve kat yüksekliğinin üçe çıkarılmasının yamsıra yoğun bir bezeme programıyla vurgulanarak elde edilmiştir.

Dikdörtgenin ana yönlerinde yer alan cephelerinde ise kasr-ı hümayun şeklinde ancak farklılaştırılmış biçimde öne çıkan bölümler, girişleri oluşturur ki bunlar dekoratif bezemelerin yoğunluğuyla da belirginleştirilmiştir. İki yanda bulunan soğan biçimli sembolik kubbeli kuleler köşelerde yer alan mekânlarda olduğu gibi yapının ana kitlesinden biraz daha önce çıkarlar.

Kuleler aslında iki katlı olmalarına karşın üst kat yüksek tutularak köşe bölümleri ile aynı hizaya getirilmiştir ve bir anlamda simetrik bir düzen elde edilmiştir. Yedi açıklıklı olan girişin orta açıklığı yatık formludur. Kemerin yatık formunun geniş tutulması ve yanlarda yer alan dar açıklıkların geçilme biçimi burada aslında düz atkılı bir yapım sisteminin uygulandığı ve kemerlerin konstrüktif olmadığı yolunda bir yorum vardır. Kapı anıtsal görünümüyle taç kapı şeklinde sonlanır.

Topçu Kışlası'nın yapımı sırasında, Gümüşsüyü Kışlası ve Hastanesi'nin yapımında olduğu gibi, büyük bir istimlak yapılmıştır. Büyük bir alanı kaplayan kışla 1900' lerden itibaren stadyum olarak kullanılmaya başlanmış, stadyumun setleri üzerine de gazinolar ve tamir atölyeleri yapılmıştır. 1940'ta ise yıktırılmıştır.



Bibi. Amicis, istanbul, 65; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde İstanbul, İst., 1992; Ce-zar, Beyoğlu, 143; Tarih-i Lutfî, IX, 20; T. Sa-ner, "İstanbul 19. Yüzyıl Osmanlı Mimarlığında Oryantalist Akım", (İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü yayımlanmamış lisans tezi), 1988; M. "Şimşek, Batılılaşma Sürecinde İstanbul'da II. Mahmud Dönemi İmar Faaliyetleri", (Mimar Sinan Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), 1993; İstanbulBüyük-şehir Başkanlığı Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Proje Yarışması, İst., 1987.

AYŞE YETİŞKİN KUBİLAY



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin