THEODOSİUS I FORUMU
bak. TAURİ FORUMU
THEODOSİUS I OBELİSKİ
bak. DİKİLİTAŞ
THEODOSİUS LİMANI
Marmara kıyılarındaki geniş körfezdeki büyük Bizans limanı. Zamanla birikintilerle doldu ve günümüzdeki Langa Bostanı haline geldi (bak. Langa).
Bizans döneminde Konstantinopolis'in limanları genellikle Haliç sahillerinde yer
alırken, erken dönemlerde Mısır'dan gelen tahılların boşaltılması için, pek de uygun olmamasına karşın, şehrin bu yakasına iki büyük liman yapılması gerekli olmuştu. Bunlardan biri Sofia Limanı(-0, diğeri ise Theodosius Limanı idi.
Theodosius Limanı'na ilk kez 420'lerin ikinci yansında yazılmış Notitia Urbis Cons-tantinopolitanae(->') adlı resmi tanıtım kitabında rastlanır. Kitaba göre kentin XII. bölgesinde yer alan liman şehir surlarının dışında uzanıyor ve biri bugünkü Davutpa-şa Kapısı'na, diğeri de Yenikapı'dan güneye doğru uzanıp sonradan batıya doğru kıvrılan iki mendirekle korunuyordu. Her iki mendirek de deniz surları ile kara surlarının kavuştuğu noktaya yakın yerde bulunan gözetleme kulelerine sahipti. Limanın, IX. bölgede bulunan doğu ucundaki deponun adı (İskenderiye Hububat Ambarı anlamına gelen) "Horrea Alexandrina" idi. Sözcükten de anlaşıldığı gibi burada Mısır'dan gelen hububat stoklamrdı.
Mısır'ın 64l'de Arapların eline geçmesi üzerine Bizans başkentine hububat şevki kesintiye uğrayınca, liman da önemini hızla yitirdi. O yıllarda Kaisarios Limanı denen Theodosius Limanı'na değinen son belgeler 673 tarihini taşımaktadır. Limanın büyük depoları ise kullanılmaya devam etti. Bu yapılar büyük olasılıkla belgelerde bugünkü Bodrum Camii'nin(-0 civarında bir yerlerde olduğu söylenen ve onu süsleyen bir heykel ya da kabartmadan dolayı Lamia (cadı) diye anılan bina ile aynı şey idi. Lamia'ya, yazılı verilerde 10. yy'a kadar değinilmiştir, ama limanın bu tarihten çok önceleri harabe haline gelmiş olması muhtemeldir.
Surların dış tarafında biriken alüvyonlu topraklar üzerinde Langa Bostanı denilen yerin ne zaman oluştuğu kesin olarak bilinmemektedir. Molozların bir bölümü Osmanlılar tarafından şehrin alındığı 1453'te hâlâ mevcut olup, bu molozlar 15. yy'da Langa Bostanı etrafında yükseltilen yeni surların yapımında kullanılmıştı.
Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 225-228; R. Guilland, Etudes de topographie de Constantinople, II, Berlin-Amsterdam, 1969, s. 92-103; A. Berger, "Der Langa Bostanı in istanbul", ist. Mut., S. 43 (1993), 467-477.
ALBRECHT BERGER
THEVENOT, JEAN
(1633, ?-l667, Isfahan-Tebriz arasında) Fransız gezgin.
Seyahat kitapları yayımcısı Melchise-dech Thevenot'nun yeğeni olan Jean The-venot'nun bilinen tek mesleği gezginliktir. 18 yaşında öğrenimini bitirir bitirmez Avrupa'yı gezmeye başlar ve İngiltere, Hollanda ve Almanya'yı gördükten sonra İtalya'ya gelir. Venedik'ten Roma'ya geçer ve oradan denizyoluyla ve Malta üzerinden 2 Aralık 1655'te İstanbul'a varır.
30 Ağustos l656'ya kadar burada kalan Thevenot kentin, Köprülü Mehmed Pa-şa'nın sadrazamlığa getirilmesinden önceki karışık dönemini görür, ancak gözlemleri daha çok günlük hayata, örf ve âdetlere yöneliktir. Önce kentin genel bir tas-
viri yapılır, sokaklar dar ve düzensizdir ancak önemli binalar vardır. Bunların başında Ayasofya gelir. Ondan sonra Ayasofya modelinde yapılmış olduğu yazılan Süley-maniye Camii ve I. Süleyman Türbesi'nden, Sultanahmet Camii ve Türbesi'nden, Fatih, Sultan Selim, Şehzade ve Bayezid camilerinden kısaca söz edilir. Bizans döneminden kalan sütun ve dikilitaşlara ayrılan kısa bir bahisten sonra sıra Topkapı Sara-yı'na gelir. Burada dışarıdan görülebilenler ve genel bilgiler aktarılır. Hanlar ve kervansaraylar bölümünde Büyük Valide Ha-nı'ndan söz edilir.
İstanbul evlerinin ahşap ve dayanıksız olduğunu yazan Thevenot İstanbul'a geldiği gün büyük bir yangının 8.000 evi yaktığını ve burada kaldığı sürece iki yangının daha çıktığını ekler. Galata taraflarında evler çok daha sağlamdır. Pera'da ise yabancı elçiler ve zengin Rumlar oturur. Tasvir Üsküdar, Adalar ve Boğaziçi hakkında verilen bazı bilgilerle sona erer. Bundan sonraki bölümler ise Türklerin örf ve âdetlerine, giysilerine, yemeklerine, hamamlara, oyunlara aittir. İslama ait oldukça uzun bir bölüm ayıran Thevenot, bu konuda oldukça doğru ve yansız bilgiler verir.
Thevenot İstanbul'dan ayrıldıktan sonra karayoluyla, Bursa üzerinden İzmir'e ve oradan gemiyle İskenderiye'ye gider. Mısır'da bir yıldan fazla kalır. Mart l658'de Kudüs'e doğru yola çıkar ve haziranda Ka-hire'ye döner. 4 Şubat l659'da ise İskenderiye'den gemiye binerek Tunus'a uğradıktan sonra 12 Nisan'da Livorno'ya varır.
Bu ilk yolculuğun izlenimleri 1665'te Rouen'de Relation d'un voyagefait au Le-vant adıyla basıldığında Thevenot ikinci Doğu yolculuğuna çıkmıştı. Ekim l663'te Marsilya'dan Mısır'a, oradan Suriye ve Mezopotamya üzerinden Basra'ya ve Hindistan'a, dönüşte Bender Abbas'tan Şiraz'a giderken bir kaza sonucu yaralanır, İsfahan'a uğradıktan sonra Tebriz yolunda 1667 sonbaharında ölür. Bırakmış olduğu notlardan yayımlanan ikinci yolculuğun günlüğü iki cilt halinde 1674 ve 1684'te basılır.
STEFANOS YERASİMOS
TIBBİ MÜSTAHZARLAR
Hazır ilaçlar da denen tıbbi müstahzarlar belirli bir formüle uygun olarak, büyük miktarlarda hazırlanan ve özel bir adı olan ilaçlardır. 1820'lerden önce İstanbul'da ilaçların tümü eczanelerde, hekim reçetesine göre, kişiye özel olarak hazırlanıyordu. Bu tarihlerde İstanbul eczanelerinde Avrupa'dan getirilmiş olan tiryak (theriaque) ve oğulotu ruhu (espirttde me-lisse) gibi ancak birkaç hazır ilaç bulunuyordu. 1848'de İstanbul'da yayımlanan Journal de Constantinople'de yalnız 15 hazır ilaç ilanı vardır. 1880'lerde eczanelerdeki hazır ilaç miktarı 100 civarına erişmiştir. Bunların hemen tümü Avrupa ülkelerinden, özellikle Fransa, İngiltere ve Almanya'dan geliyordu.
istanbul'da hazır ilaç yapımına 1850'ler-den itibaren eczane laboratuvarlarında, ya-
TD3HANE-İ ÂMİRE
264
265
TİCAKET
P31VILEGIJT4
SL SEGRO te r«/a «fora
Lc ramide de lı Tlıirtyut, «mı u si «Tantasıîiısamcnt d!» 1» pluslııute anlu]uil£, ilant en Turquie l'objct de jıomtreuses rjlsificûiîons, ıtoıss prıŞrenong le publtc
Ucp 61 pour toat rörleot i lı dboouslıue centkiu, JSUıııUoe! N" 33 e
'
, DEtU SUDDA i.Pe'r»
5 Safer 1252/22 Mayıs 1836 tarihli Tıbhane-i
Âmire hocalarının maaş listesi.
BOA, Cevdet Sıhhiye, no. 463/Numn Yıldırım arşivi
bancı tıbbi müstahzarlar taklit edilerek başlanmıştır. Müstahzarat-ı tıbbiye-i Osmaniye denilen bu ilaçların yapımında kullanılan ilkel ve yardımcı maddeler (etkili madde, tat ve koku verici maddeler ve sı-vağlar) ile ambalaj malzemesinin (kutu, şişe, mantar, etiket ve diğerleri) tümü dış ülkelerden getiriliyordu. Yerli olan yalnız "su" ve "el emeği" idi.
Bu dönemdeki hazır ilaç yapım labo-ratuvarları 10-15 kişinin çalıştığı, genellikle hanların içinde, birkaç odalı küçük imalathaneler durumundaydı. Tıbbi müstahzarların terkipleri dış ülkelerde yapılan ve örnek alınan preparatm tamamen aynıydı. Bazen ambalaj şekli ve ismi de taklit edilen preparata benzetiliyordu.
istanbul'da geniş oranda hazır ilaç yapımı İngiliz Eczahanesi(-t) sahibi Canzuch kardeşler tarafından başlatılmıştır. Bu eczacıların yaptıkları hazır ilaçlar zamanında büyük üne kavuşmuştur. Bunlardan "Pastil Kanzuk" ve "Süpogliserin" bugün de (1994) Kanzuk Laboratuvan tarafından yapılmakta ve tedavi alanında kullanılmaktadır.
Türk eczacılar tarafından hazır ilaç yapımı Ahmed Hamdi Bey(-+) tarafından başlatılmıştır. Onun ardından Ethem Per-tev(->) tarafından hazır ilaç yapımına 1895'te ünlü "Pertev şurubu" (Sirop Pertev) ile başlanmıştır. Haseki Hastanesi ba-şeczacılanndan Ali Süreyya Kalemcioğ-lu(->) tarafından tertip edilip 1899'da tedavi alanına sunulan ünlü "îksir-i Süreyya" tedaviden kaldırıldığı 19ö5'e kadar yapılmıştır. Eczacı Andon Stoyanidis tarafından 1903'te kurulan Şark İspençiyari Labora-tuvarı, 1937'de Demirkapı'da (Darüssaade Sokağı no. 10), laboratuvar olarak yapılan binaya geçmiştir. Burada 40 kadar tıbbi müstahzar ve döneminde kullanılan hemen bütün serum ve enjeksiyon çözeltileri (500 kadar) yapılıyordu. A. Stoyani-dis'in 1947'de vefatından sonra laboratuva-n gerilemeye başlamış ve 19ö3'te kapanmıştır.
İstanbul'da tıbbi müstahzar yapımını geliştirerek ilaç sanayiine öncülük etmiş kişiler olarak İbrahim Ethem UlagayC-»), Ab-
VEKEZ1A
' /!'a''°
.
et 37 el û la Piıar.-nscıc
Venedik'te yapılan ve İstanbul'da Drogurrer Centarle ve Della Sudda eczanesinde satılan "Tiryak'la ilgili bir ilan. Turhan Baytop
di İbrahim Barut(->), Mustafa Nevzat Pı-sak(-»), Kemal Atabay(->) ve Nejat Ecza-cıbaşı(->) sayılabilir.
1920'lerde İstanbul'da yapılan yerli tıbbi müstahzar adedi 100 dolayındaydı. Bunlar 15 kadar tıbbi müstahzar labora-tuvarmda imal ediliyordu. 1950'lerde laboratuvar sayısı 60'a ulaşmıştı. 1954'te Yabancı Sermaye Kanunu'nun kabulünden sonra yabancı ilaç firmaları da İstanbul'da ilaç yapım tesisleri kurmaya başlamışlardır. Bugün İstanbul'daki hazır ilaç yapım tesislerinin sayısı 100 dolayındadır.
Tıbbi müstahzarların yapım ve ticarete çıkarılmasıyla ilgili ruhsatname (izin belgesi) alma zorunluğunun hangi tarihte başladığı bilinmemektedir. Elde bulunan en eski ruhsatname örneği 12 Nisan 1913 tarihlidir. Bu belgeden ilaç yapım izninin, yapılması istenen ilacın kimyahanede kontrolünden sonra Sıhhiye Müdüriyet-i Umumisi tarafından verildiği anlaşılmaktadır.
Hazır ilaç yapımı veya ticarete çıkarılması ile ilgili işlemler halen 14 Mayıs 1928 gün ve 1262 sayılı İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu uyarınca Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.
Bibi. T. Baytop-F. Günergun, "Osmanlı imparatorluğu Dönemine Ait Bir Tıbbi Müstahzar Ruhsatı Hakkında", Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dergisi, W2 (1990), s. 117; N. Talip-M. Daim, Türk Tıbbî Müstahzaratı, İst., 1929; R. Kocaer, Türkiye Eczacılar Almanağı, İst., 1949, ay, Türkiye Eczacılar Almanağı, İst., 1966; Yerli Tıbbi Müstahzarat Listesi, İst., 1931.
TURHAN BAYTOP
TIBHANE-İ ÂMİRE
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin(-0 takriri üzerine Asâkir-i Mansure-i Muham-mediye'nin(->) ihtiyacı olan hekimlerin yetiştirilmesi amacıyla 14 Mart 1827'de açılmıştır. Darü't-Tıbb-ı Âmire adıyla da bilinir.
Okul yeni bir binanın yapılması zaman alacağından Şehzadebaşı'ndaki Tulumba-cıbaşı Konağı'nda 40 öğrenci ile eğitime başlamıştır. Nazırlığa Mustafa Behçet Efendi, birinci sınıfın hocalığına da Mısrî Sey-
yid Ahmed Efendi tayin edilmişlerdi. Birinci sınıfta dilbilgisi, imla, kitabet, Arapça ve Türkçe olarak tıbbi bitkiler ve ilaçlar, sakatlık ve hastalıkların tanımları, Fransızca, cerrahlık pratiği ve anatomi dersleri veriliyordu. İkinci sınıfta ise İtalyanca dilbilgisi, cümle yapısı öğretilecek ve İtalyanca tıp kitaplarından çeviri yapılacaktı. Bu sınıfa hoca olarak da Antonoğlu İshak tayin edilmişti.
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, verdiği takrirde cerrahların eğitiminin tıp ile birlikte yürütüldüğünde çok uzun süreceğini, oysa 1242/1827'de hazırlanan Ka-nunname-i Hümayun'da, ordudaki her tabura bir hekim ile bir cerrah atama mecburiyeti bulunduğunu bildirerek okulda ayrı bir cerrah sınıfı açılmasını ve cerrah eğitiminin tıp eğitiminden ayrılmasını önerir. Böylece daha kısa bir zamanda yetiştirilecek cerrahların ihtiyacı karşılayacaklarını bildirir. II. Mahmud'un iradesi üzerine, aynı binada eğitim vermek üzere bir şakirdân-ı cerrahâhin (cerrahi öğrencileri) sınıfı açılır, eğitimi ile de Macar Tabib görevlendirilir.
1827'de okulun birinci ve ikinci sınıfları, 1829'da üçüncü sınıfı eğitime başlamıştır. Üçüncü sınıfın hocası, Tabib İste-fanaki adıyla bilinen İstefan (Etienne) Ka-rateodori'ydi. Son sınıf olan dördüncü sınıfın açılması ancak 1833'te mümkün olmuş ve bu arada üç yıllık eğitimi tamamlayanlar imtihanla askeri hastanelere muavin olarak tayin edilmişlerdi. Ellerinde, hasta bakmak ve ilaç yapıp vermeye belgesi olanlar ise alaylar ve bazı taburlarda tabip olarak görevlendirilmişlerdi. Son sim-
IfSSp^jef
^J^^ .
' *'&r.$^ •5JÇV ' ^^»H5^ *»'«;!&.>*(..
_,.--£>«*/ WS.t«^>ı-. J»
£%*.
3^
fin eğitimi, Civani Bey'e verilmişti. Bu sınıfta hikmet-i tabiiye, kemika, ilm-i nebatat ile uygulamalı tıp bilgileri dersleri vardı. Uygulama derslerinde kurşun çıkarmak, damar bağlamak, kemik kesmek, kırık çıkık tedavisi gibi yöntemler öğretilmekteydi. Kadavra üzerinde disseksiyon izni olmadığından öğrenciler insan anatomisini modellerden öğrenmekteydi.
Bir süre sonra, Abdülhak Molla(-»), cerrah sınıfındaki öğrencilerin cerrahlık pratiğini öğrenmeleri için hastanelerde bulunmaları gerektiği gerekçesiyle, Topkapı Sa-rayı'nda uygun bir yerde bir cerrahhane açılmasını önermiş ve öğrencilerin yakındaki hastanede (Gülhane) staj yaparak daha iyi yetişeceklerini bildirmiştir. Bunun üzerine 1832'de, Tıbhane-i Âmire'deki 20 cerrah sınıfı öğrencisi, Topkapı Sarayı içinde bulunan, Hastalar Odası adlı müştemilata yerleştirilerek Cerrahhane-i Mamure adıyla eğitimlerini sürdürmüşlerdir.
1834'e kadar, Tıbhane-i Âmire'den mezun olan 63 kişinin 31'i muavin tabip, 32'si müstakil ve muavin cerrah olarak görevlendirilmiştir. Bunların 6'sı birkaç sene hasta bakarak tecrübe sahibi olduktan sonra müstakil tabip olarak tayin edilmiştir.
Tıbhane-i Amire'nin bulunduğu Tulum-bacıbaşı Konağı 1836'da satılınca, okul Topkapı Sarayı'ndaki Otlukçu Kışlası'na taşınmıştır. Aynı yıl, cerrahhane de yer darlığı yüzünden Otlukçu Kışlası'na yerleştirilmiş, ancak iki okul da eğitimlerini ayrı ayrı devam ettirmiştir. 1838'de Galatasaray Lisesi'nin(->) yerinde bulunan Enderun Ağalan Mektebi'ne taşınan iki okul, 1839'da yeniden organize edilerek, Mek-teb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane adıyla öğretime başladığında cerrahhane ortadan kalkmıştır (bak. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane). Tıbhane-i Âmire'ye, sadece Müslüman öğrenciler kabul edilmiştir.
Bibi. "Fünûn", Takvim-i Vekayi, S. 83 (11 Muharrem 1250); Tahsin, Tıbbiye, I, 3-11; O. Ergin, İstanbul Tıb Mektepleri, Enstitüleri ve Cemiyetleri, ist., 1940, s. 1-18; B. N. Şehsuva-roğlu-A. D. Erdemir-G. C. Güreşsever, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984, s. 203-204; A. Altıntaş, "Tıphane-i Amire ve 14 Mart Tıp Bayramı", TT, S. 117 (Eylül 1993), s. 45-56.
NURAN YILDIRIM
TIFLÎ İLE İKİ BİRADERLER HİKÂYESİ
Olayları IV. Murad (1623-1640) döneminde geçen, "kitabi, mensur, realist İstanbul halk hikâyelerf'nden biridir.
Çevri Çelebi Hikâyesi^), Hançerli Hanım Hikâyesi(->), Letâifname(.->\ Sansar Mustafa Hikâyesi(-+) ve Tayyarzade Hikâ-yesi'nde(r^) olduğu gibi, IV. Murad, burada da ikinci derecede bir rolde görülür. Sultanın nedimi Tıflî ise, Çevri Çelebi Hikâ-yesi'nin dışındakilerde olduğu gibi sultanın ayrılmaz bir parçasıdır.
Tıflî aslen Trabzonludur (ö. 1660?). IV. Murad'ın nedimlerinden olup meddahlığı ve şairliği ile tanınmıştır. Hayatı ve kişiliği ile İstanbul halk hikâyelerinin kahramanlarından biri olmuştur.
Hikâyenin İki Biraderler Hikâyesi adı-
nı taşıyan bir basımı görülebilmiştir (ty, 15 s.). Ş. Elçin, bu hikâyenin de Çevri Çelebi Hikâyesi ğsbi 19. yy diliyle yazılmış olmasını yeni bir taklit olarak değerlendirir. Hikâyenin özeti şöyledir;
Hasan ve Hüseyin adlı iki arkadaş, babalarından kalan serveti meyhanelerde yiyip bitirince evlenmeye karar verirler. Geçim sıkıntısına düştükleri için, Danişment Baba adlı bir ihtiyarın tavsiyesi üzerine kayıkçılığa başlarlar. Hasan, bir gece kayığıy-la Rumelihisarı'na müşteri götürürken Bebek'teki bir yalıdan gürültüler gelir. Dönüşte yalıya yaklaşan Hasan'ın kayığına bir kız atlayıverir. Bu, nişanlısı Kazazoğlu'nun hâlâ başka kadınlarla ilgisini kesmediği için nişanı bozan Narlıkapı'dan Musa Çele-bi'nin kızıdır. Nişanlısı, kızın halasına 50 altın vererek yalıya getirtmiştir; Kazazoğ-lu'yla kavga eden kız kurtuluşu kaçmakta bulmuştur.
Kayıkçı Hasan, kızı ertesi gün babasına teslim etmek üzere odasına getirirse de arkadaşı Hüseyin onu hafifmeşrep kadınlardan sanıp sarkıntılık eder. Hüseyin'in bu hareketine kızan Hasan, arkadaşını pala-sıyla öldürüp cesedim denize atar.
Kızı babasına teslim eden Hasan, dönüşte müşteri beklerken kayığında uyuya-kalır. Bu sırada karşıya geçmek için kıyıya gelen IV. Murad ile Tıflî onun kayığına binerler. Hasan başından geçenleri anlatır. Sultan, Sarayburnu'na çıkar çıkmaz kız ile babasını getirtir, olayları kızdan dinler. Hasan'a Bahçekapı'da bir ev alıp kızın çeyizini düzer ve gençleri evlendirir. Eski nişanlı Kazazoğlu ile hala da sürülürler.
Kayıkçı Hasan ile Hüseyin, Hançerli Hanım Hikâyesi''ndeki Süleyman'la Letâ-ifname 'deki Yusuf gibi, miraslarını meyhanelerde serserilerle yiyen oğullardır. Bunlar, Süleyman'la Çevri Çelebi Hikâyesi'nde-ki Abdi gibi işsiz taktmındandır.
Diğer hikâyelerde, bir çeşit acuze olan halanın yerine geçebilecek başka kadınlar da vardır; Hançerli Hanım Hikâyesi'ndeki sütnine gibi. Bu hikâyenin diğerlerine göre farklı bir tarafı ise olayların önemli bir bölümünün denizde cereyan etmesidir.
Hikâye, konusundan da anlaşıldığı gibi, diğerlerine göre daha basit bir yapıya sahiptir. Diğerlerinde görülen kötü yola düşürülme, para sızdırma, ölümle burun buruna gelip kurtulma gibi motifler görülmemektedir. Bunu, hikâyenin yeniliğine, eskilere benzetilmek istenilmesine, belki de devrinin zevkine bağlayabiliriz.
Bu hikâyede de İstanbul'un çeşitli semtlerine yer verilmiştir; hattâ diğer hikâyelerde pek adı geçmeyen semtler bile görülmektedir: Hocapaşa, Sarayburnu, Bahçe-kapı, Narlıkapı, Bebek, Rumelihisarı vb. Ancak bazı hikâyelerde, özellikle Çevri Çe-lebive Hançerli Hanım'da. sıkça gördüğümüz İstanbul hayatından çizgilere burada pek rastlanmamaktadır.
Bibi. Köprülüzade Mehmed Fuad, "Meddahlar. Türklerde Halk Hikâyeciliği Tarihine Ait Bazı Notlar", TM, I, ist., 1925, s. 1-45; İ. Ha-bib (Sevük), Edebiyat Bilgileri, İst., 1942, s.
306; P. N. Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliğimiz, Ankara, 1946, s. 122-125; Ş. Elçin, "Kitabi, Mensur, Realist İstanbul Halk Hikâyeleri", Hacettepe Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, I, S. l (Mart 1969), s. 74-106; "Tıflî, Ahmed Çelebi", TA, XXXI, s. 182.
SAİM SAKAOĞLU
TİCAKET
Bizans Dönemi
Doğu ile Batı, Akdeniz ile Karadeniz arasındaki ticaret yolları üzerinde bir kavşak noktası konumuna sahip olan Konstanti-nopolis, tüm Bizans dönemi boyunca çağının en canlı ticaret merkezlerinden biri olarak varlığını sürdürmüştür. Ayrıca kentin üretimden çok tüketime yönelik ekonomik yapısı (bak. ekonomi), özellikle hinterlandının gıda üretiminin kendi nüfusunu doyurmaya yeterli olmayışı (bak. iaşe), Konstantinopolis'i büyük ölçüde dış ticarete bağımlı bir kent haline getirmiştir. Dolayısıyla, coğrafi konumu, yüksek nüfusu, ekonomik yapısı ve başkent niteliği, Konstantinopolis'i devrinin başlıca ticaret merkezi; Doğulu ve Batılı tüccarların kaçınılmaz uğrak yeri durumuna getirmiştir.
Gerçi bazı dönemlerde, siyasi, iktisadi ve sosyal gelişmelere paralel olarak, Kons-tantinopolis'te ticari faaliyetlerin bazı değişimlere uğradığı da görülmektedir. Örneğin, ipek ticaretinin özellikle ön planda yer aldığı ve ticari açıdan çok parlak ve faal bir dönem olan 5-6. yy'ların ardından; kara ve deniz ticaret yollarında emniyetin nispeten azaldığı ve gerek Doğu, gerekse Batı Akdeniz kentlerinde bir gerileme ve çöküş devri sayılan 7-8. yy'kırda, Bizans İmpa-ratorluğu'nun tüm kentlerinde olduğu gibi, Konstantinopolis'te de ticari faaliyetlerde ciddi bir azalma olmuş, ancak ticaret yine de varlığını korumuştur. 10. yy'dan itibaren ise ticari yaşamda yeniden bir canlanma görülür. Kaynaklar, bu devirde kentte Suriyeli, İtalyan, Rus, Bulgar ve Müslüman tüccarların varlığından sık sık söz ederler. 11-12. yy'lar ticari yönden belki de kentin en parlak dönemidir. llöO'lı yıllarda Konstantinopolis'i ziyaret eden seyyah Tudelalı Bünyamin(->) kentin dünyanın en canlı alışveriş merkezlerinden olduğunu kaydederken, ancak Bağdat'ın onunla boy ölçüşebileceğini ekler. Yine aynı dönemde, o zamana dek çoğunlukla yerel ticaretle uğraşan ve yabancı tüccarlarla Bizans sınırlan dahilinde ve başkentte temas eden Bizans tüccarlarının, ilk defa denizaşırı ülkelerdeki faaliyetlerine tanık olunur. Kahire Geniza belgeleri Mısır'a gidip orada kumaş ve mobilya satan Bizans tüccarlarından söz ederler. Bizanslılar tarafından İtalyanlara verilen ticari imtiyazlar ise bu dönemin diğer önemli özelliğidir. Bundan sonra Konstantinopolis'te İtalyan tüccarlarının 1453'e kadar sürecek olan egemenlik dönemi başlar.
Erken yüzyıllarda yabancı tüccarların sadece mal alışverişleri için kendilerine uğrak yeri yaptıkları ve geçici bir süre için kaldıkları Konstantinopolis'te, zamanla yabancı ticaret kolonileri teşekkül etmiştir. Bu gelişmede rol oynayan önemli etken-
TİCARET
266
267
TİCARET
Barlett'in çizgileriyle İstanbul'da bir
kervansaray, 1839.
Pardoe, Bosphorus /Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
içmelerle de olsa denizaşırı ticareti büyük ölçüde kontrol ediyorlardı. II. Mehmed (Fatih) (hd 1451-1483), Avrupa ile ticaretin merkezi olan Galata'nın İstanbul için ekonomik önemini kavradığından, Galata'da-ki Cenevizlilere(->) mal ve can güvenliği ile ticaret serbestliği tanıdı; yerleşikleri "zim-mi" (Osmanlı tebaası gayrimüslim) statüsüne geçirirken, ticaret amacı ile gelmiş olanlara ayrıcalıklar sağladı (bak. Galata). Daha sonra denizaşırı ticaret için Floransalıları
lerden biri Bizans devletinin 10. yy'dan itibaren yabancı devletlerle imzalamaya başladığı ticaret anlaşmaları olmuştur. Bilinen ilk ticaret anlaşması İmparator VI. Le-on(->) döneminde (886-912) Ruslarla imzalanan ve Konstantinopolis'e ticaret amacıyla gelen Rusların azami 6 ay süreyle Ha-gios Mamas Mahallesi'nde (Beşiktaş civarı) oturmalarına izin veren, aynı zamanda da onlara gümrük vergilerinden muafiyet tanıyan 907 tarihli anlaşmadır. Yine 10. yy'da (992'de) Venedik'le ilk ticaret anlaşmasını yapan Bizans devleti, 11. yy'dan itibaren, başta Venedikliler(->) olmak üzere, İtalyan tüccarlarına çeşitli imtiyazlar tanımıştır (bak. Latinler; Cenevizliler; Pisa-lılar; Amalfililer). Sırasıyla KomnenosG»), Angelos(-+) ve Paleologos(->) hanedanından imparatorların tanıdıkları bu imtiyazlarla, italyanlar Bizans pazarlarına serbestçe girip çıkma hakkı kazanmışlar; Kons-tantinopolis'te ise gerek Haliç kıyısında, gerek Pera/Galata'da çeşitli Latin kolonileri kurulmuştur. İtalyanlara tanınan diğer bir ayrıcalık ise Bizans tüccarları da dahil olmak üzere Konstantinopolis'te ticaret yapan herkesin ödemekle yükümlü olduğu yüzde 10 oranındaki "kommerkion" adlı gümrük vergisinden Venediklilerin tamamen muaf tutulup diğerleri için de bu oranın yüzde 10'dan aşağıya düşürülmesi olmuştur. Böylece Bizans tüccarları karşısında ayrıcalıklı bir konum elde eden İtalyanlar, özellikle IV. Haçlı Seferi'nden (1204) sonra (bak. Haçlı seferleri), Bizans ekonomisi ve ticaretinde egemen duruma geçmişlerdir.
Ancak bütün bu gelişmeler sonucunda, eskiden bazı tarihçilerin ileri sürdüğü gibi, Bizans ekonomisi Paleologoslar döneminde (1261-1453) çöküp aynı devirde Bizans tüccar kesimi de tümden yok olmamıştır. Bu görüşün aksine, günümüz araştırmacıları İtalyanların Bizans sınırları dahilindeki ticari faaliyetlerinin Bizans ekonomisi ve ticareti üzerinde canlandırıcı bir etki yapmış olduğuna işaret ederek Bizans tüccarları arasında İtalyanlarla iş ilişkileri kuran bir kesimin bu durumdan fayda gördüklerini ileri sürerler. Fakat Bizans tüccarlarının genelde egemen İtalyan tüccarları karşısında ikincil duruma düştükleri bütün araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir.
Paleologoslar döneminde ayrıca Osmanlılarla aralıksız süren askeri mücadelelerin ve özellikle kuşatmaların(->) da Konstantinopolis'in ticaret yaşamı üzerinde bazı kısıtlayıcı etkileri olmuştur. Osmanlı fetihlerinin bir başka yan etkisi ise bu döneme dek ticaretle uğraşmayı küçümseyen ve reddeden toprak sahibi Bizans kent aristokrasisinin, sahip olduğu arazileri kaybetmesi sonucunda, 14. yy'ın ikinci yarısından itibaren ilk defa geniş çapta ticari faaliyetlere yönelmesidir. Bu dönemde Osmanlı tüccarları da Konstantinopolis'te ticari faaliyette bulunmaktaydılar ve hattâ onlar için kentte içinde mescidi ve kadısı olan bir Osmanlı mahallesi mevcuttu. Bibi. W. Heyd, Histoire du commerce du Le-
vant au moyen age, (2. bas.), 2'c., Leipzig, 1936; M. Hendy, Studies in the Byzantine Mo-netary Economy c. 300-1450, Cambridge-New York, 1985; N. Oikonomides, "Silk Trade and Production in Byzantium from the Sixth to the Ninth Century", Dumbarton Oaks Papers, 40 (1986), s. 31-53; I. Sorlin, "Leş traites de Byzan-ce avec la Russie au Xe siecle", Cahiers du monde russe et sovietique, 2 (1901), s. 313-360, 447-475; R.-J. Lilie, Handel und Politik zıvischen dem byzantinischen Reich und den italienisc-hen Kommunen Venedig, Pisa und Genua in der Epoche der Komnenen und derAngeloi, Amsterdam, 1984; N. Oikonomides, Hommes d'affaires grecs et latins â Constantinople (XIlF-XVe siedes), Montreal-Paris, 1979; A. E. Laiou-Thomadakis, "The Byzantine Economy in the Mediterranean Trade System; Thir-teenth-Fifteenth Centuries", Dumbarton Oaks Papers, 34-35 (1980-1981), s. 177-222; ay, "The Greek Merchant of the Palaeologan Period: .A Collective Portrait", Proceedings of the Academy ofAthens, 57 (1982), s. 96-132; S. D. Goitein, "Mediterranean Trade in the Eleventh Century", Studies in the Economic History of the Middle East, (haz. M. A. Cook), Londra, 1970, s. 51-62; N. Neciboğlu, "Ot-toman Merchants in Constantinople During the First Half of the Fifteenth Century", Byzantine and Modern Greek Studies, 16 (1992), s. 158-169.
NEVRA NECİPOĞLU
Dostları ilə paylaş: |