VEZİR HANI
382
383
VEZİR TEKKESİ
Vezir Tekkesinde cami-tevhidhane ile selamlığın planı. MSÜ Arşivi/Seçkin-Fenerci
terdiler (bak. Gritti ailesi). 16-17. yy'lar istanbul'daki Venediklilerin en parlak dönemidir. En kıymetli diplomatlar balyos olarak geldiler. Venedikli aileler için bu makama seçilmek büyük bir şeref olduğundan senatodaki oylamalar çok çekişmeli geçerdi. İstanbul'daki idare binaları çok gösterişliydi. Galata'da surlar içinde bulunan elçilik (balyosluk) binasının yerini bilmiyoruz. Fakat 16. yy'm hemen başında Pera Bağları'nda (Vighe di Pera) yer edindiler. Üç yıl kalan balyosa daimi surette eşlik eden bir maiyet bulunurdu. Edindikleri bilgi, haber ve izlenimleri memleketlerine döndükten sonra bir rapor halinde hazırlayıp senatoda okurlardı. "Relazione" adı verilen bu belgeler, günümüz tarihçileri tarafından en kıymetli kaynaklar arasında sayılmaktadır. Bilgilerin nereden derlendiğine dair hiçbir kayıt yoktur. Balyosluk binasında daimi ikamet eden memurların birer bilgi kaynağı olduğuna dair kayıtlar vardır. Bu bilgilerin daha da derinleştirilmesi ve gelen Osmanlı evrakının okunup tercüme edilmesi ve hattâ bazı kereler divana Türkçe yazılmış belgeler iletebilmek için, bir mektep de açıldı. Burada Şark dillerini öğrenen gençler (Giovani della Lingua) arasında bazı devirlerde muhtelif eserler tercüme eden, derleyen ve toplayan kişiler de yetişti.
Balyosların gelişleri, karşılanışları Kü-çükçekmece Köprüsü'nden başlar, Gala-ta'daki binalarında sona ererdi. Padişaha güven mektubunu sunmaları ve verilen ziyafete katılmaları için tertiplenen merasimler çok gösterişli olurdu. Fakat bu elçilik heyetlerinde hiçbir sanatçının bulunmaması dikkati çeker. Gentile Bellini'nin(->) II. Mehmed'in davetini kabul etmesinden sonra hiçbir ressam, nakkaş, işlemeci heyete katılmadı. Fakat istanbul'da yapılmış en güzel halk resimlerinden birisinin Venedik Şehir Kütüphanesi'nde (Museo Civi-co Correr) bulunması dikkati çeker. Elçilerin raporları ise kendilerine büyük bir itibar sağladı. 1503 tarihli ilk rapordan sonra bilhassa 16. yy'da kaleme alınanlar çok değerli birer kaynaktır. 17. yy'da kaleme alınanlar o kadar tanınmamış ise de hiç yayımlanmadan kalan 18. yy raporlarına göre daha şanslı sayılabilirler. Temsilciler arasında A. Gritti'den sonra onun kadar parlak bir iz bırakan yok ise de muhtelif kereler gelen ve kalıcı belgeler bırakan Pietro Zen, Kıbrıs Savaşı sırasında oğlu ile birlikte tutsak edilen fakat gene de başarısını devam ettiren Marc'Antonio Barbaro, soylu bir Venedik ailesine mensup Tiepo-lolar, güçlü bir aileden olan Leonardo Dona, muhtelif temsilcilik görevlerini yerine getiren Giacomo Soranzo adlı kişiler 16. yy'da becerilerini ortaya koydular. 17. yy'da ise değerli gözlemleri ile Ottaviano Bön ve Alvise Contarini bunalımlı yıllan atlatmak için çabalar gösterirken resmi ilişkiler kadar İstanbul ve Galata'da cereyan eden siyasi havayı da değerlendirdiler. Bu temsilciler aynı zamanda İstanbul'un muhtelif semtlerinin güzelliklerini fark ettiler ve Pera Bağları ile de yetinmeyip Boğaziçi'nde Arnavutköy, Büyükdere gibi yer-
. lerde yaz mevsiminde kaldılar. Bir kısım resmi işlerini buradan da yönettiler. Avrupa'da ilk Türk edebiyatı tarihi yazarı bu temsilciler arasından çıktı. 17. yy'ın sonunda balyos olarak gelen Giambattista Dona, daha önce başladığı çalışmalarına, sonradan gençleri de katarak eserini yazdı. Böyle müstesna bir eserden bir asır sonra G. Toderini İstanbul'a gelip Venedik Balyos-luğu'nda topladığı eser ve bilgi sayesinde Letteratura Turchesca adlı eserini hazırladı. Ferdinando Marsiğli de eserlerini hazırlamak için geldiği İstanbul'da bilgilerin büyük bir kısmını balyoslukta edindi ve buradaki tercüman, diloğlam, kâtip ve dil hocaları isteklerini yerine getirdiler.
18. yy'da muhteşem bir saraya sahip olan Venediklilerin daha başka kalıcı eserleri yoktur. Fakat bu bina bile onlara yeterli oldu ve toplanan zengin arşivi (resmi adı Archivio Bailo a Costantinopoli) zamanımızda Venedik Devlet Arşivi'nin en çok kıymet verdiği seridir. İçerdiği Türk belgelerinin çokluğu resmi ilişkiler dışında, kişisel başvuruların çözümlenmesini de yansıtır. Bu merkezde cereyan eden kültür olayları fazla etki yapmadı. Verilmesi mutat ziyafetler arasında tarihe geçen bilgi yoktur. 1524'te Galatalı Frenkleri harekete geçiren Venedikliler parlak bir eğlencenin yapılmasını ve bu hatıranın da sonraki nesillere aktarılmasını sağladılar ise de devamı yoktur. Ancak 18. yy'da Venedik şehrine ulaşan haberlere göre tanınmış komedi yazarı Carlo Goldoni eserlerinde Türk tiplemelerine yer verdi. Türklerin dünyası hakkında sahne eseri yazmak isteyen kişilerin haber kaynağı İstanbul'daki Venediklilerdi.
Ramberti, Sansovino, Minadoi gibi 16. yy, G. Sagredo, Brusoni, Valieri gibi 17. yy yazarları da İstanbul'daki Venediklilerden Osmanlı'yı öğrendiler. Türk hayranlığı İstanbul'a gelen Venediklilerde bazen büyük değişim yaratır, bazı gençler Müslümanlığı kabil edip ülkesine dönmekten vazgeçebilirdi. Venedik Cumhuriyeti'nin ortadan kalkmasına paralel olarak bu isim de artık unutulmaya başladı ve tarihi hatıralar ancak yazılı belgelerde kaldı. Venediklilerin asırlar boyu emek verdikleri sarayları bir süre Avusturya elinde kaldı ve
Vezir Hanı
A. V. Çobanoğlu, 1992
ancak İtalya Birliği'nin kuruluşundan çok sonra esas sahibinin mirasçısı İtalya Cum-huriyeti'ne kaldı.
Venedik hatırası bir tek "Balyoz Soka-ğı"nda yaşar.
Bibi. T. Bertele, Ilpalazzo degli ambasicato-ri di Venezia a Costantinopoli e le sue antic-he memorie, Bologna, 1932; P. Preto, Venezia e i turchi, Firenze, 1975; ay, "I Turchi e la çukura veneziana del Seicento", Storia della Cultura Veneta, c. 4, bölüm 2, Vicenza, 1985, s. 313-341; A. Pertusi, La caduta di Costantinopoli, 2 c., Verona, 1976; ay, Testi inedi-ti e poco noti sulla caduta di Costantinopoli, Bologna, 1983; ay, Saggi veneto-bizantini, Firenze, 1990; ay, "Umanesimo greco dalla fine del secolo XIV agli inizi del secolo XVI", Storia delta Cultura Veneta, 3/1, s. 177-264; W. Heyd, Yakındoğu Ticaret Tarihi, Ankara, 1975; H. İnalcık "Ottoman Galata, 1453-1553", Premier recontre... Recherches sur la ville otto-mane: la cas du quartier de Galata, İst.-Paris, 1991, s. 17-116; E. Dalleggio d'Alessio (yay.), Relatione dello stato della cristianita di Pera e Costantinopoli obediente al Sommo Pontefice romano, İst., 1925; B. Dudan, II do-minio veneziano diLevante, Bologna, 1938; C. A. Maltezou, "il quartiere veneziano di Costantinopoli (scali marittimi)", Actes de XV"1 cong-res international d'etudes byzantines, IV, Atina, 1980, s. 208-239; ay, Ho tesmos tou en Konstantinoupolei venetou bailou (1268-1453), Atina, 1970; Ş. Turan, Türkiye-ltalya ilişkileri, I, İst., 1990; C. C. F. Manzonetto, Ba-ili veneziani alla Sublime Porta. Storia e carat-teristiche dell'ambasciata veneta a Costantinopoli, Venedik, 1985; Venezia e i Turchi, Milano, 1985; S. Romanin, Storia documentata di Venezia, Venedik, 1973; R. Cessi, Storia della Repubblica di Venezia, Firenze, 1981; F. C. Lane, Storia di Venezia, Torino, 1978; F. Thi-riet, Histoire de Venise, Paris, 1952; ay, La Ro-manie venitienne au Moyen Age, Paris, 1975; M. Cortelazzo, Venezia, IILevante e ilMare, Pi-sa, 1989; F. C. Lane, Studies in Venetianso-cial and economic history, Londra, 1987.
MAHMUT H. ŞAKİROĞLU
VEZİR HANI
Eminönü İlçesi'nde, Çemberlitaş'ta, Vezir Hanı Caddesi'ndedir. Sadrazam Fazıl Ah-med Paşa tarafından yaptırılarak Köprülü Külliyesi'ne(->) dahil edilmiştir. Kapı üzerinde ta'lik hatla yazılı beş satırlık tamir kitabesi 1312/1894-95 tarihi ile beraber 1070/1659-60 tarihini de verir. Fakat 1070 tarihi ile "sadr-ı esbak Köprülü Mehmed Paşa" ibaresi tartışmalıdır.
Yapı taş ve tuğla malzeme ile inşa edilmiştir. Cadde üzerindeki taş kapı, payeler, kapı ve pencere söveleri kesme taş, re-vak kemerleri ve örtü sistemi tuğla, duvarlar ise taş ve tuğlanın kullanıldığı almaşık örgüye sahiptir.
Yapıldığı devirdeki yol ve arsanın durumuna göre düzenlenmiş olan yapı tam simetrik bir plan göstermez. Büyük değişikliklere uğramış olan yapı iki avlulu olarak düzenlenmiştir. Birinci avlu bugün üçgen bir alana sahiptir. İkinci avlu ise 70x47x65x45 m ölçülerinde yamuk dikdörtgen bir plana sahiptir.
İki katlı ve avlulu bir han olan yapı, giriş cephesinde arazinin meyilli olmasından dolayı üç katlı olarak düzenlenmiştir. Taç kapı büyük sivri kemer altında yuvarlak kemerli açıklığa sahiptir. Cephede biri kapının solunda, 7 tanesi sağda olmak üzere 8 dükkân vardır. Dükkânlar dışa hafif sivri kemerle açılmaktadır. Dükkânların üzerinde iki sıra halinde 7 odanın dışa açılan pencereleri vardır. Pencereler aynı eksen üzerinde olup tuğladan sivri boşaltma kemerleri altında dikdörtgen açıklıklı ve sövelidir. Üst kattaki birimler kubbe ile örtülü olup yer yer değişikliğe uğramıştır.
Taç kapıdan beşik tonozlu bir geçitle içeri geçilmektedir. Revaklı avluda zemin kattaki mekânlar yalnızca birer kapı ile dışa açılmakla beraber birer kapı ve pencere ile de revaklara açılmaktadır. Üst kat mekânlarında ayrıca iki yanı nişli birer ocak bulunmaktadır. Üst kata revak altında yer alan karşılıklı iki yönde merdivenlerle ulaşılır.
Revaklı avluda taş payeler kare kesitli olup tuğladan sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Bugün avlu ortasında özgün biçimini kaybetmiş fevkani mescit bulunmaktadır. Beşik tonoz üzerinde oturtulan yapı kubbe ile örtülü olup harap durumdadır.
AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
VEZİR MEHMED PAŞA ÇEŞMESİ VE NAMAZGAHI
Edirnekapı ile Rami Kışlası arasında, Kışla Caddesi üzerinde, Hüseyin Efendi Köş-kü'nün karşısında ve halk arasında Karagöz'ün evi olarak bilinen evin yanında yer almaktadır.
Çeşmenin üzerinde bulunan dilimli kartuşlar içine alınmış on mısralık sülüs hatlı kitabeden anlaşıldığına göre 1027/l6l8'de Sadrazam Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu kitabenin aynısı, Karagümrük Öküz Mehmed Paşa Camii önündeki çeşmenin üzerindedir. Mehmed Paşa, Karagümrük semtinde Kara Hasan isminde bir öküz nalbandının oğlu olduğundan Öküz lakabı ile tanınmaktadır. 1020/l6ll'de Gevherhan Sultan ile evlenerek saraya damat olan Mehmed Paşa ilki I6l4-l6l6 ve diğeri I6l9'da olmak üzere iki defa sadrazamlık görevinde bulunmuştur. Kara-gümrük'te bir cami, mektep ve çeşme ile Ulukışla'da bir han, hamam, cami, mektep, çarşı, medrese ve köprü yaptırmıştır. Mehmed Paşa, 1031/1622'de vefat ederek Şeyh
Bekir Efendi Tekkesi haziresine gömülmüştür.
Tamamen kesme taştan inşa edilen çeşmenin arkası namazgahtı. Dört basamakla çıkılan namazgahın mihrap taşı kaybolmuştur ve sofa kısmı ise çöplük olarak kullanılmaktadır. Klasik Osmanlı üslubunu yansıtan çeşme çok sade olarak tasarlanmıştır. Tek bezemesi sivri kemerin kilit taşı üzerinde bulunan çok kollu yıldız desenli kabarasıdır. Cephede hareket ve süsleme bu kabara ve silmelerle gerçekleştirilmiştir. Çeşmenin üç kademeli silmelerle çerçeve içine alınmış sivri kemerli nişten ibaret olan bölümü yan kanatlara göre dışa taşkın konumdadır. Yan kanatların yüksekliği sivri kemerin başlangıç hizasına kadardır. Çeşmenin üzerinde kademeli silme-li alınlık yer alır. Alınlık silmesi yan kanatlara doğru iner ve kanatlar boyunca devam ederken birden yana dönüş yapar ve kesilir. Kanatların üzerine yekpare taştan birer korkuluk konulmuştur.
Çeşmenin aynataşı yerinde yoktur. Bugün yerinde bulunmayan musluğun iki yanında kaş kemerli birer bardaklık yer almaktadır.
Yol seviyesinin yükseltilmesi sonucunda musluk seviyesine kadar toprak altında kalan çeşme oldukça kötü durumdadır. Anacaddenin hemen kenarında yer aldığından devamlı olarak yıpratıcı etkilere maruz kalmaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 27-28; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst. 1993, s. 576-577; ISTA, VII, 581; Haskan, Eyüp Tarihi, II, 128; Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 64-65. DENİZ ÇALIŞIR
VEZİR TEKKESİ
Eyüp İlçesi'nde, bazı Osmanlı kaynaklarında "Servi Mahallesi", bazılarında da "Kuru-kavak" olarak tanımlanan kesimde, Düğmeciler Mahallesi'nde, Vezir Tekkesi Cad-desi'nin güneyinde yer almaktadır.
Sadrazam Safranbolulu Hacı Mehmed İzzet Paşa (ö. 1812) tarafından 19. yy'm sonlarında, sadareti sırasında (1795-1798) inşa ettirilmiştir. Cami-tekke niteliğindeki
bu tesisin meşihatına Nakşibendî tarikatından Şeyh Ömer Rızaî Efendi (ö. 1819) getirilmiş, vakfın tevliyeti ise bani tarafından en büyük oğluna vasiyet edilmiştir.
Minber ve minare ile donatılmış bir ca-mi-tevhidhane, selamlık, harem ve mut-fak-taamhane birimlerinden meydana gelen ve mimari özelliklerinden, 19. yy'ın ikinci yarısında yenilendiği anlaşılan Vezir Tekkesi Cumhuriyet döneminde harap düşmüş, harem bölümü ile Şeyh Ömer Rızaî Efendi'nin türbesi 1940'lar-da ortadan kalkmış, cami-tevhidhane 1980 kışında çökmüş, geriye harap selamlık bölümü ile küçük hazirenin kalıntıları intikal edebilmiştir.
Kaynaklarda banisinin adıyla da (Hacı Mehmed İzzet Paşa, İzzet Mehmed Paşa, Sadr-ı Esbak İzzet Paşa) anılan Vezir Tekkesi, sonuna kadar Nakşibendîliğe(-») bağlı kalmış, Hicaz'da vefat eden Şeyh Ö. Rızaî Efendi'den sonra oğlu Şeyh Abdülkadir Efendi (ö. 1865) ve Şeyh Kadri Efendi posta geçmişlerdir. Son postnişin ise Eyüp Ba-hariye'sinde gömülü olan Şeyh Abdullah Efendi'dir (ö. 1929). Ayin günü Âsitâne (1849) ile Mecmua-i Cevâmi'de cuma, Mecmua-i Tekâyâ'da. (1889) perşembe olarak verilmekte, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde burada üç erkek ile beş kadının ikamet ettiği belirtilmektedir.
Tekkenin içinde yer aldığı, ağaçlarla kaplı, geniş bahçenin girişi Vezir Tekkesi Caddesi'ne açılır. Günümüze ulaşmayan harem bölümünün de bu yönde, cadde üzerinde yer aldığı anlaşılmakta, yine bu kesimde, şahideleri kırılmış beş adet kabri barındıran hazire bulunmaktadır. Şeyh Ö. Rızaî Efendi'nin, hazirede yer alan kagir makam türbesi de tarihe karışmıştır. Ca-mi-tevhidhaneyi, selamlığı ve mutfak-ta-amhaneyi barındıran ana yapı kıble doğrultusunda uzanmakta ve 24x14 m boyutlarında bir alanı kaplamaktadır. Güney kesimini işgal eden selamlık ile cami-tevhid-hanenin eksenleri arasında 15°'lik bir açı tespit edilmektedir. Yapı, kagir duvarlı bir bodrum katı ile bunun üzerine oturan ah-
VEZIRAZAM
384
385
VEZİRAZAM
Vezir Tekkesi'nde cami-tevhidhane ile selamlığın batı cephesi. MSÜArşivi/Seçkm-Penerci
şap duvarlı ve kırma çatılı bir esas kattan meydana gelir. Mutfak-taamhane, kiler ve ardiye türünden birimleri barındırdığı tahmin edilebilen bodrum katının duvarları moloz taşla örülmüş, iki sıralı tuğla hatıllarla takviye edilmiştir.
Bahçenin kuzey kesimindeki setten, yanlarda pencerelerle kuşatılmış, geniş bir kapı ile selamlık sofasına dahil olunmakta, yapıyı boydan boya kat eden, dikdörtgen planlı (13x14 m) sofanın sağında (batısında) iki, solunda (doğusunda) üç adet birim sıralanmakta, güneyindeki kenardan da cami-tevhidhane girişi bulunmaktadır. Sofanın çevresindeki birimler şeyh odası, meydan odası, derviş hücresi türünden mekânlar olmalıdır. Dikdörtgen planlı (10x8,50 m) bir mescidin özelliklerini sergileyen cami-tevhidhane yan duvarlarında üçer adet yuvarlak kemerli pencere, güney duvarının ekseninde mihrap, bunun da yanlarında birer dikdörtgen pencere vardır. Söz konusu mekânda mahfile yer verilmemesi dikkati çekmektedir. Diğer mekânlarda olduğu gibi cami-tevhidhanenin tavanı enli çıtalarla (pasa) ince uzun dikdörtgenlere taksim edilmek suretiyle "çubuklu" denilen türde düzenlenmiş, ancak ortasına kare biçiminde, basit bir göbek oturtulmuştur. Kayda değer yegâne bezeme, mihrap nişinin içinde bulunan ve benzeri 19. yy'da bezenmiş mihrapların çoğunda görülen kalem işleridir. Mihrabın eksenine bir kandil motifi, yanlara da kordonlarla tutturulmuş perde kıvrımları resmedilmiştir. Selamlık ile cami-tevhidhane arasındaki girintiye yerleştirilmiş olan minareden yalnızca kaide kısmı günümüze kalabilmiştir. Kare tabanlı kaide kesme kü-feki taşı ile örülmüş ve köşeleri pahlı kesik piramit biçiminde tasarlanmıştır. Kaideden yukarısının hiçbir iz bırakmadan ortadan kalkmış olması ahşap olma ihtimalini düşündürmektedir.
iddiasız bir yapı olan Vezir Tekkesi'ni ilginç kılan husus, burada orta sofalı ev tasarımına sahip selamlık ile ibadet hacminin aynı kitle içinde toplanması ve kapalı avlu geleneğini yaşatan sofanın, erken dönem Osmanlı mimarisindeki tabhaneli (za-viyeli) camilerdekine benzer bir fonksiyonu devam ettirmesidir. Ayrıca bu binada, tekke mimarisi ile sivil mimari arasındaki kaynaşma somut biçimindeki tasarıma ve cephelere yansıtılmaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka^ I, 629; Aynur, Sa-liha Sultan, 36, no. 100; Asitâne, 4; Hadika-tü'l-Vüzerâ, III, 47-49; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II 8-9, no. 19; Münib, Mecmua-i Te-kâyâ, 15; îhsaiyat II, 19; Zâkir, Mecmua-i Te-kâyâ, 51; Öz, İstanbul Camileri, I, 78; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 58-59; M. Özdamar, Dersaadet Dergâhları, tst. 1994, s. 36.
M. BAHA TANMAN
VEZIRAZAM
Osmanlı padişahının mutlak vekili olan büyük vezir. Ülke yönetimi, ordu başkomutanlığı, atama ve azil, yargılama gibi görevleri arasında İstanbul'un güvenliğini, iaşe ve gereksinimlerini sağlamak da vardı, istanbul kadısı, vezirazam adına istanbul'un ekonomik sorunları ve yargı işleri ile yeniçeri ağası ve bostancıbaşı da güvenlik işleriyle ilgilenmekteydiler.
Vezirazama, sadrazam, vekil-i mutlak, sahib-i devlet, zât-ı âsafî de denirdi, istanbul'da oturduğu saraya veya konağa, bâb-ı asâfî, vezir kapısı, resmi ikametgâhına Pa-şakapısı, Babıâli, yalısına ise sahilhane deniyordu. Vezirazam, serdar-ı ekrem (başkomutan) unvanı ile sefere çıktığı veya padişahla birlikte Edirne'de bulunduğu zamanlarda istanbul'un yönetimini vekili olan sadaret kaymakamı(->) üstlenirdi.
1453'te istanbul'un fethinden sonra II. Mehmed'in (Fatih) idam ettirdiği Çandarlı Halil Paşa'dan, 4 Kasım 1922'de istifa eden Ahmed Tevfik Paşa'ya değin 212 vezira-
zam (bazıları birden fazla atanmak suretiyle) görev yaptı. Bunlardan 29'u idam edildi. 6'sı ayaklanmalarda öldürüldü, 6'sı savaşlarda şehit düştü, l'i (Sokollu Mehmed Paşa) ise suikast sonucu öldürüldü. Vezi-razamlara 1838'de ve 1878-1879'da kısa sürelerle "başvekil" sanı verildi.
Kanunnamelere göre "amme-i mesâ-lih-i din ü devlet ve kâffe-i nizam-ı saltanat ve tenfiz-i hudud u kısas ve haps ü nefy ve enva'ı tâ'zir ve siyaset ve istimâ'-ı dava ve icra-yı ahkâm-ı şeriat ve def-i mezâlim ve tedbir-i memleket" konularında padişahın tam yetkili vekili olan vezirazam, bu yetkilerinin kanıtı olarak padişahça verilen "mühr-i hümayun"u taşır, görevden alındığında da mührü iade ederdi.
Vezirazamlığa atanan vezir, padişahın huzurunda samur kürk giyip mühr-i hümayunu aldıktan sonra yanında şeyhülislam olduğu halde alayla Paşakapısı'na gelir ve resmen görevine başlardı. Bu münasebetle Babıâli'de törenler yapılır, askeri ve sivil yüksek görevlilere divanhanede "umum hilali" denen kürkler giydirilirdi. izleyen günlerde de bir dizi kutlama, ağırlama, ziyaret törenleri yapılırdı.
Osmanlı Devleti'nin son iki yüzyılı boyunca vezirazamların hem resmi hem özel ikametgâhları olan Bâbıâli'ye(->) yerleşen yeni sadrazam, çok geniş yetkilerle ülkeyi, orduyu ve istanbul'u yönetmeye başlardı. Vezirazam, birun(->) denen istanbul'daki devlet örgütünün başıydı. Yetkilerini kullanamadığı biricik yer, sarayın Enderun(->) denen ve Orta Kapı'dan girilince başlayan iç daireleriydi. Vezirazam, Orta Kapı'dan içeriye adımını attığı andan itibaren dışarıdaki geniş yetkilerini kullanamazdı. Vezirazam genel sorunları ve istanbul'la ilgili gelişmeleri, Divan-ı Hümayun'da(->) alman kararları, halkın durumunu, savaş ve barış işlerini, Arzodası'na(-0 padişahın katına çıkarak açıklar, ayrıca telhis denen karar özetlerini sunardı.
Vezirazama ödenek olarak "on kere yüz bin akçelik" haslar tahsis edilirdi. Bundan ayrı olarak rikâb-ı hümayuna gelen haraç ve pişkeşlerden de belli oranda pay alırdı. Önemli kamu görevlerine ve eyalet valiliklerine atamalarda da caize adı altında yasal rüşvet alırdı. Emekliye ayrılan vezirazamlara ise senede 150.000 akçe te-kaüdiye bağlanırdı. Ödeneğinin yüksek, yan gelirlerinin çok olmasına karşılık ve-zirazamın giderleri de aynı düzeyde fazlaydı. Örneğin, bayramlarda ve nevruzda padişaha hediyeler sunması, sarayda her doğum oldukça hediyeler göndermesi (bak. beşik alayı) İstanbul'da alayla, kolla veya tebdilen törene ya da denetime çıktığı zaman avuç avuç para saçması gelenekti. Pa-şakapısı'nda çalışan ve daire halkı-kapu halkı denen tüm görevlilerin aylıklarını da kendi ödeneğinden karşılamak durumundaydı. Bu kadrolar, hademe-i bâb-ı âsafî denilen, sadaret kethüdası, reisülküttab, çavuşbaşı, tezkireciler, mektupçu, âmedci, teşrifatçı, divittar, telhisçi gibi bürokratlarla Paşakapısı enderun ve binin ağalarından (bunlara içağaları ve sakallı ağalar da denmekteydi), ayrıca müteferrika, tebdil ağası,
mehterbaşı, semercibaşı, ahır kethüdası, deveci, tuğcu, yedekçi, alay çavuşu, sekban, matracı, tüfenkçi, deli, peyk, solak, şatır, sancaktar, filikacı, haberci, tatar, nal-band, seyis, akkâm, katırcı, saka, saraç vb çok kalabalık hizmet örgütlerinden oluşmaktaydı. Bunlardan başka, mutfak ve harem hizmetlerine bakan hizmet sınıfları da katılınca mevcudu birkaç yüzü bulan bir kadro söz konusuydu. Bu nedenle de yeni vezirazam, eğer zengin değilse, kendisine ayrılan ödeneklerle idare edemez, borçlanır; çoğu da bu yüzden elaltından rüşvet almaya mecbur kalırdı. Tanzimat'ın ilanından sonra 1840'ta yapılan yeni düzenlemelerle bu durum büyük ölçüde önlenmiş ve Babıâli kadrolarına aylıklı kamu görevlileri atandığı gibi vezirazamlara da yüksek aylıklar bağlanmıştır.
Vezirazamın, törenlerde, kent içinde gezerken, toplantılarda ve huzura çıkarken giyeceği resmi kıyafet de kanunlarla belirlenmişti. Örneğin, divan günlerinde ve sefere çıkışlarda mücevveze denen kavuk giymesi, Paşakapısı'ndaki çalışmaları sırasında başında selimi ya da kallavi bulunması gelenekti. Ancak daha sonraları bu geleneklerde değişmeler olmuş, II. Mah-mud'un fesi(->) kabul etmesiyle de vezi-razamlar da formları zamanla değişen türlü fesler kullanmışlardır. Yine önceki dönemlerde protokol kurallarına göre kimi zaman "kumaş üst ve lokmalı kumaştan iç kaftanı" giyilmesi, ağır raht (eyer) kuşamlı ata binilmesi gelenekken Tanzimat'a doğru, sırmalı çuhadan harvani ve çuha elbise öngörülmüş, 19. yy'ın ikinci yarısından itibaren de vezirazamlar, göğsü sırmalı istanbulin(->), son yıllarda da redin-got(-») giymişlerdir.
istanbul'da bulunduğu sürece veziraza-mın padişahla teması, düzenli biçimde arz günlerinde ve resmi çerçevede olur, ayrıca üç ayda bir yinelenen ulufe divanı sonrasında da vezirazam arza girerdi. Ayrıca gerekli gömdüğünde randevu alarak saraya gelir ve padişahla görüşür ya da padişah kendisini çağırtarak herhangi bir konuyu sorardı. Her cuma günü yinelenen cuma selamlığında(->) da padişah vezira-zamla görüştüğü gibi cülus(->), bayram alayı(->) sefere çıkış ve seferden dönüşlerde de protokol temasları olmaktaydı. Vezirazamın, mevsimine göre, padişahı istanbul'un bir mesiresine davet edip ziyafet vermesi ya da Paşakapısı'nda ağırlaması; Boğaziçi'ndeki kasır ve yalılarda, padişah için eğlenceler düzenletmesi de gelenekti. Kimi vezirazamlar, aynı zamanda padişah damadı olduklarından sarayla daha yakın ilişki içinde olurlar, şölen ve eğlencelerde sık sık bir araya gelirlerdi (bak. çırağan eğlenceleri; helva sohbetleri). Örneğin, Nevşehirli Damat ibrahim Paşa(->), III. Ahmed'le hemen her gün beraber olduğu gibi, I. Mahmud(-») da vezirazamla-rmın davetlerine uyarak sık sık Boğaziçi'nde mehtap âlemlerine çıkardı.
İki bayramda ve Arife Divam'nda(->) İstanbul'daki tüm kamu görevlilerinin ziyaretlerini kabul ettirip etek öptürten vezirazam, 12 çifte, yeşil çuha ile döşenmiş ka-
yığı ile Boğaziçi'nde ve Haliç'te denetimlere, bazen de gezintilere çıkardı. Karada veya denizde yanında özel giyimli 8 şatır (şeref muhafızı) bulunurdu. Halka göründüğünde, duacı çavuşun "aleykümü's-selam ve rahmetullah" diye haykırması üzerine "Uğrun açık ola, yardımcın Allah ola, Allah padişahımıza ve efendimize ömürler versin, devletinle çok yaşa!" sözleriyle alkış yapılırdı.
Vezirazam, sefere serdar-ı ekrem unvanı ile çıkacağı zaman, ilkin saraydan tuğlar çıkarılır, seferden 40 gün önce kallavi kavuk, çaprastlı kırmızı mevlidi, kırmızı kadife şalvar giymeye başlar, atına divan rah-tı, hatayi ve abai üstüne yancık vurulur, tir-keş bağlanırdı. Sefere hareketten 30 gün önce de İstanbul dışında ordugâha çıkarak otağa yerleşir, sefer hazırlıklarını tamamlardı. Padişah tarafından kendisine teslim edilen sancak-ı şerifi(->) de alayla ordugâha götürürdü. Seferden dönüşüne kadar İstanbul'daki sorumluluklarını ve yetkilerini sadaret kaymakamı üstlenir, dönüşte eğer bir zafer kazanılmışsa istanbul'da zafer alayı düzenlenirdi.
Vezirazam, İstanbul'da bulunduğu zaman, düzenli olarak divan-ı hümayun toplantılarına başkanlık ederdi. Sabah namazından sonra alayla saraya gelir, divan üyeleri Kubbealtı'nda toplanınca salona girer ve oturumu başlatırdı. Bu toplantılarda mücevveze kavuk, kumaş üst ve lokmalı iç kaftan giyerdi. Gelişinde ve gidişinde bindiği at, ağır raht kuşamlı olup satırları ve çeşnigirleri de işlemeli gümüş yönlüklü, kırmızı üsküflü olarak iki yanında yürürlerdi. Ayrıca bu kortejde mücevvezeli tüfenk-çiler, müteferrikalar, matracı, saraçbaşı da bulunurlardı. Divan-ı hümayunun gündemi genellikle "şer' ve kanun üzre fasl-ı husumet ve kat'-ı niza" olup daha çok dava dinlenirdi. Oturumdan sonra, vezirazama ve üyelere saray mutfağından yemek verilirdi. Buradan Paşakapısı'na veya kendi konağına giden vezirazam, kalan işleri, yardımcıları ile çalışarak sonuçlandırırdı.
Vezirazam, İstanbul'a gelen elçileri de çoklukla Kubbealtı'nda veya Paşakapısı'ndaki divanhanede kabul ederdi, ilginç bir âdet olarak "kefere elçisi divanhaneye karîb geldikde vezirazam hazretleri abdest-haneye karîb varır, elçi divanhaneye vardığı gibi vezirazam hazretleri dahi abdest-haneden çıkub makamına" gelirdi. Buna karşılık görüşme sonrasında elçiyle aynı sofrada yemek yemesi kanundu.
ikindi Divanı sadrazamın, kendi konağındaki ya da Paşakapısı'ndaki perşembe günleri dışında her gün başkanlık ettiği ve divan-ı hümayunda görüşülecek önemde olmayan konuların gündeme alındığı toplantılardı, ikindi Divanı akdetme yetkisi yalnız vezirazama aitti. Cuma Divanı ya da huzur murafaası, cuma günleri sabah namazından sonra Paşakapısı'nda yapılmaktaydı. Bu divan, gündemi bakımından yargıya dönük olup halkın arzuhalleri de ele alınır ve şikâyetler dinlenirdi. Çarşamba Divam'nda(-t) ise gündemi İstanbul'la ilgili konular teşkil eder; o gün ayrıca vezirazam kol gezmeye(->) çıkardı. Başkentin
güvenliğinden, zorunlu gereksinim maddelerinin temininden, zahire işlerinin düzenli yürümesinden, ölçü tartı ve narhtan doğrudan doğruya sorumlu olan vezirazam, istanbul kadısını, yeniçeri ağasını, ih-tisab ağasını ve diğer yetkilileri maiyetine alarak sık sık kol gezer, İstanbul'da bulunmadığı zamanlarda bu görevi sadaret kaymakamı yapardı. Vezirazamın İstanbul cihetindeki denetimleri anayolların izlenmesi ve büyük ticaret merkezlerine uğranması tarzında olur; genellikle Paşakapı-sı-Salkımsöğüt-Aydınoğlu Tekkesi-Hoca-paşa Çarşısı-Meydancık-Bahçekapısı-Güm-rükönü-Odunkapısı-Unkapanı-Kovacılar-Fatih-Saraçhane-Şehzadebaşı-Vezneciler-Hasanpaşa Hanı-Divanyolu-Irgatpazarı-Va-lide Hamamı-Atmeydanı Başı-Ayasofya Çarşısı güzergâhı izlenirdi.
Çarşı esnafının mal kıtlığından ya da alım fiyatlarının yükselmesinden narh(->) istemesi söz konusu olduğunda vezirazam yan tutmaksızm hem esnafı, hem başkent halkını düşünerek satıcı ve alıcı temsilcileri ile görüşür, İstanbul kadısı ile ihtisab ağasına emirler verirdi. Narha uymayanların cezalandırılmasıyla doğrudan ilgilenirdi. Çünkü, çoğu durumda vezirazamların görevlerinden alınmaları, narh nizamını uygulayamamalarındandı.
Vezirazamın, dini bayramların üçüncü günü "büyük kol" denen kortejle Eyüp'e gidip ikindi namazı kılması; Edirneka-pı'dan kente girip Uluyol'u ve Divanyo-lu'nu izleyerek Paşakapısı'na dönmesi de bir gelenekti. Yine arada yeşil çuha kaplı 12 çifte kayığı ile Tersane'ye gidip iskelede kaptan paşa tarafından karşılandıktan sonra donanma ile ilgili çalışmaları denetlemesi de görevleri arasındaydı. Yılda üç kez de şeyhülislamı ziyaret etmesi bir gelenekti. Bayram alayına, mevlit alayına(->) debdebe ile katılan vezirazam, arife divanı nedeniyle de çok yoğun tebrik kabullerinde bulunurdu.
Enderun dışındaki tüm atamaları yapan, vezirlere ve eyalet valilerine çıkarılan fermanları "sahh" eden, buyrultular yazan, yeniçeriler dışındaki kapıkulu ocaklarının ulufelerini Paşakapısı'nda "sergi döşemesi" denen yöntemle gerçekleştiren veziraza-mın bir görevi de istanbul'daki bazı büyük vakıfların sağlıklı işlemesini sağlamaktı. Örneğin II. Mehmed (Fatih) vakfının I. Süleyman'ın (Kanuni) vakıflarının, bazı valide sultan hayratının ve türbelerin, Galata Sarayı'mn vakfiyelerinde, vezirazama nezaret görevi tevdi edilmişti. Ancak, vezirazamlar işlerinin çokluğundan vakıflarla doğrudan ilgilenemedikleri için kendi adlarına reisülküttab efendi ile evkaf müfettişleri gerekli denetimleri yapmaktaydılar.
istanbul'da sık sık yinelenen ayaklanmalarda genellikle vezirazam boy hedefi olur, çoğu zaman da haklı ya da haksız azledilir, öldürülür ya da padişahın buyruğu ile idam edilirlerdi. Yine, yangınlardan da çoğu kez vezirazamlar sorumlu tutulurlar, her çıkan yangına koşmalarına, asker, tulumbacı sevk etmelerine karşın, afet sorumlusu görülerek azledilirlerdi.
17. yy'ın ikinci yarısından başlayarak
Dostları ilə paylaş: |