211 ESMA SULTAN SAHİLSARAYI
lümlerine bağlayan iki katlı, kafesli pencereleri olan bir galeri niteliğindedir. Bu galerilere Beşiktaş ve Defterdarburnu Hatice Sultan saraylarında da rastlanmaktadır. Galeriden sonra bu cephede iki çıkma daha yer alır. Birincisi doğrudan denize o-turan iki katlı bir çıkma, ikincisi ise bir kademe daha geride, eliböğründelerle taşınan küçük bir cumba görünümündedir. Esma Sultan Sahilsarayı'nın bu resimde görülen son bölümünde, devam ettiği anlaşılan cephe duvarına oturan, balıkhaneler benzeri, yarım daire planlı bir köşk ya da kameriye yer almaktadır. Boğaziçi ve Haliç sahilsaraylarmda sık sık rastlanan balıkhanelerde sultan efendiler, döşemede açılan bir kapaktan balık tutarlardı. Bu köşkün üzeri, yüksek kasnaklı küçük bir kubbeyle tamamlanmıştır.
Miss Pardoe'nun yerini tam olarak verdiği Feshane'nin yanındaki yalıda, Mel-ling ve Flandin tasvirlerinde görüldüğü kadarıyla, yabancı yazarların sözünü ettikleri istanbul'a yabancı havayı bulmak mümkün değildir. Bu tavır yabancıların genel olarak Osmanlı sivil mimarisi karşısında duydukları yadırgamanın bir göstergesi olabilir.
Öte yandan, saydığımız görsel ve yazılı kaynakların tanıklık ettiği bir gerçek vardır: Esma Sultan'm Ortaköy Defterdar-burnu'ndaki sahilsarayı ile Eyüp Defterdar îskelesi'ndeki sarayı mimari üslup a-çısından farklıydı. Görsel ve yazılı kaynaklardan anlaşılıyor ki, Boğaziçi yalıları sultan efendilerin iktidarın meşru ortaklan olduklarını Batı'dan alınmış üçgen alınlık ve çelenk gibi mimari kraliyet sembolleri aracılığıyla ifade ederken, Eyüp'teki sahilsaraylarm dış cepheleri daha çok klasik Osmanlı evinin karakteristik özelliklerini taşıyordu. Bu anlamda, sultan efendilerin komşuları varlıklı ulema, esnaf ve devlet görevlilerinin yalılarıyla, özellikle Boğaziçi'ndeki emsalleriyle de karşılaştırıldığında, Eyüp'te daha uyumlu ve iç içe yaşadıkları anlaşılıyor. Ancak Eyüp saraylarının içindeki görkem ve lüks Boğaziçi sahilsaraylarından farklı değildi. Tavanlarında gök mavisi zemin üzerine yaldızlı yıldızlar kakılmış odaları, endam aynaları çepeçevre kuşatıyor; her bir mimari dekoratif eleman yaldızlanıyor; sim iskemleler, mücevherli asma saatler, koltuklar, yastıklar, örtüler, perdeler, mutfak eşyaları sürekli yenileniyordu.
Esma Sultan'm, sakin ve gözlerden ı-rak bir semt olan Eyüp'teki sarayının inşasının arkasında kuzeni III. Selim'in olduğunu söyleyen Robert Walsh, saltanatının zorlu günlerinde onun sükûnet bulmak için buraya çekildiğini eklemektedir.
Esma Sultan'dan sonra Defterdar îskelesi'ndeki sahilsarayda, II. Mahmud'un 1824'te doğan kızı Atiye Sultan yaşamıştır. Gautier seyahatnamesinde yapının karakol olarak kullanıldığına ilişkin bir riot mevcuttur.
Bibi. T. Allom-R. Walsh, Constantinople and the Scenery ofthe Seven Churches ofAsia Minör, c. MI, Londra, 1839; E. Flandin, l'Orient, Paris, 1858; T. Gautier, Constantinople, New
York, 1873; J. Pardoe, The City ofthe Sultans and Domestic Manners ofthe Turks in 1836, Londra, 1837, s. 512; Pardoe, Bosphorus, 9-10; Melling, Voyage.
TÜLAY ARTAN
ESMA SULTAN SAHİLSARAYI
Kadırga'daki en büyük hanedan sarayı. Arşiv belgeleri aracılığıyla varlığından haberdar olduğumuz bu saray, 16. yy'ın son çeyreğinde II. Selim'in (hd 1566-1574) kızı ve Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa'mn eşi olan Esma Sultan (1545-1585) tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştı.
19. yy haritalarında Kadırga Limanı'n-da "Esma Sultan Sarayı" diye işareüenmiş olan bu yapı ile Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde saklanmakta olan mimari planlardan ikisi arasında bir ilişki kurulması, bu sultan efendinin kimliğini de gündeme getirmiştir. Sarayın 1860'lara kadar bu i-simle haritalarda gösterilmesi doğal olarak 18. yy sonrasında yaşayan Esma Sultanları, III. Ahmed'in (hd 1703-1730) kızı Esma Sultan (1726-1788) ile I. Abdül-hamid'in (hd 1774-1789) kızı Esma Sul-tan'ı (1778-1848) çağrıştırıyordu (bu iki sultan efendiyi birbirlerinden ayırt edebilmek için "Büyük" ve "Küçük" lakapları verilmişti). Üstelik sarayla ilgili olarak karşımıza çıkan arşiv belgelerinin en eskisi, Büyük Esma Sultan'm 1743'te ilk eşi Adana Valisi Yakub Paşa ile Kadırga Sarayı'n-da evlendirilmesini konu alıyordu. Ertesi yıl dul kalan sultan efendinin aynı yıl i-çinde bir başka Adana Valisi, Yusuf Paşa ile gene Kadırga Sarayı'nda düğünü yapılmıştı. Babıâli'nin 1755'te bir yangında yok olması üzerine sadrazamlık makamının geçici olarak Kadırga Sarayı'na taşındığı bilinmektedir. Bu kısa süreli el değişikliğinden sonra, 1757'de Büyük Esma Sultan bir kez daha Kadırga Sarayı'nda, bu kez Rumeli Beylerbeyi Muhsinzade Mehmed Paşa'yla evlenmiştir. Büyük Esma Sultan 1788'de öldüğünde mirası yeğenleri arasında pay edilmişti. Bunlardan Emine Sultan (1778-1791) kısa bir süre sonra öldüğünden saray Hibetullah Sultan'a (1785-1841) geçmiş olmalıdır. 1803' te I. Abdülhamid'in kızı olan Hibetullah Sultan'm Kadırga Sarayı'nda Anadolu Beylerbeyi Alaeddin Paşa ile evlendiğini görüyoruz. 1788-1803 arasında saray boş kalmış ve harap olmuştur. 1803'ten sonra sarayın adının belgelerde geçmemesi, 1805'te dul kalan ve bir daha evlenmeyen Hibetullah Sultan tarafından fazla kullanılmadığına ve bu sultan efendinin 1841'de ö-lümünden sonra bir kez daha terk edildiğine işaret etmektedir. Saray muhtemelen 1865 Hocapaşa yangınında tamamen yok olmuştur.
Kadırga Sarayı'nın, 19. yy'ın başında Hibetullah Sultan'a tahsis edilmiş olmasına rağmen Esma Sultan Sarayı diye anılmaya devam edilmiş olması düşündürücüdür. Bu dönemde yaşamış olan I. Abdülhamid' in kızı Küçük Esma Sultan da (1778-1848) Büyük Esma'mn bir kısım malına sahip olmuş; ancak bunlar arasında Kadırga Sarayı'nın da bulunduğunu gösteren bir kay-
da şimdiye kadar rastlanmamıştır. Dolayısıyla yapının 19. yy'ın sonuna kadar bu isimle anılması, orijinal sarayın bir başka Esma Sultan'la birlikte düşünülmeye devam etmesinden kaynaklandığını akla getirmektedir. Bir dizi tarihi belge, bu sultan efendinin 16. yy'ın ikinci yansında yaşamış olan Esmahan (îsmihan) Sultan olduğuna tanıklık etmektedir.
1743'ten geriye gidildiğinde, yine bazı bilgi boşluklarıyla karşılaşmaktayız. 1724 ve 1728 tarihli Ümmügülsüm Sultan (1708-1732) ile eşi Nevşehirli Ali Paşa'mn kullanımına ayrılan Kadırga'daki bir sarayın o-narımıyla ilgili iki belge, muhtemelen söz konusu sarayın III. Ahmed'in kızlarına geçişine tanıklık eder. Daha da geriye gidilirse, Kadırga Sarayı'na bu kez 1593'te, İran tahtının veliahtı Haydar Mirza'nın istanbul'da rehin tutulurken burada sünnet edilmesi dolayısıyla tarihçi Selanikî' nin değindiğini görüyoruz. Selanikî Mustafa Efendi ayrıca İran Elçisi İbrahim Han' m Kadırga Sarayı'nda iki buçuk yıl yaşadıktan sonra İstanbul'dan 1584'te ayrılması üzerine sarayın Kalaylıkoz Ali Pa-şa'ya verildiğini de kaydetmiştir. Aynı yıl Rumeli Beylerbeyi Kalaylıkoz, Sokollu Mehmed Paşa'mn 1579'daki ölümünden sonra dul kalan Esmahan Sultan ile ev-lendirilmişti. Esmahan Sultan 1585'te ölene dek Kadırga Sarayı'nın sahibi olmuş olsa bile burada yaşamadığı, bu dönemde sarayın bazı devlet konukları ve törenleri için kullanıldığı anlaşılıyor.
Esmahan Sultan, Kanuni'nin kız torunları arasında öne çıkan varlıklı saray kadınlarından birisiydi. 17. yy belgelerinde ve vakanüvis tarihlerinde bu ölçekte bir saraya rastlanamaması, sarayın bu özel statüsü nedeniyle bu dönemde hiçbir devlet işiyle ilgili rol üstlenmemesinden, ayrıca yabancı gözlemcilerin şehrin bu tarafında ve yüksek duvarlar arkasındaki bu saraya ulaşamamalarından kaynaklanmış olmalıdır. Ancak 17. yy tarih yazarlarından Eremya Çelebi Kömürciyan ve Evliya Çelebi, Kadırga Limanı'nda "İbrahim Han Ocağı" konağından söz ederler. Konağın etrafında varlığı kaydedilen yapılar bu konağın Kadırga Sarayı olduğunu ve sarayın Sokollu'nun Esmahan Sultan'dan oğlu İbrahim Han (1565-1622) ile onun ahfadına geçtiğini saptamamıza yaramaktadır. İbrahim Han'ın uzun yıllar İstanbul dışında görevler alması nedeniyle, yukarıda sözü edilen İran Elçiliği ile ilgili olarak kullanılması dışında sarayın boş kaldığı ve İbrahim Han'ın l622'de ölümünü takip eden yıllarda tekrar miriye geçmiş olduğu akla gelmektedir. Ancak 1724-1728 onarımlarına kadar saray bir daha belgelerde gündeme gelmemektedir. Bu dönemde 1645, 1652, 1655, 1660 ve 1715 yıllarında saray civarında tahribat yapmış olan yangınların da sarayın terk edilmesinde etkili olduğu düşünülebilir. Ayrıca tarihi kaynaklar, 1715'te çok faziletli ve ilim sahibi olduğu kaydedilen İbrahim Hanzade Ali Bey'in öldüğünü kaydetmektedir. İbrahim Han'ın soyu günümüze kadar devam etmekle birlikte, padişahların çok itibar et-
tiği ve Osmanlı soyu tükenirse devleti yöneteceği rivayet edilen bu aile, muhtemelen 1715'ten sonra önemini kaybetmişti. Sarayın miriye geçişi için 18. yy'ın ilk çeyreği uygun bir tarih gibi gözükmektedir.
16. yy'ın son çeyreğinde inşa edilmiş bu sarayın iç mekân organizasyonu hakkında bilgimiz, iki yüzyıl sonrasının arşiv belgelerine dayanmaktadır. 1767 depremi sırasında yanan saray tamir edilmişti. Bu tamire ait arşiv belgeleri ile 1803'te Hibetullah Sultan'm düğünü öncesinde tamir edilmesi için yapılan keşif sırasında hazırlanan plan ve hesap defterleri, sarayın iç yapısı hakkında oldukça ayrıntılı bilgi vermektedir. Osmanlı saray ve sahilsa-raylarımn asıl iskeletleri değişmeden, yıpranan kısımlarının sık sık onarılarak korunduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Mimar Sinan'ın bu yapısı da asıl düzenini yitirmeden, bazı yapılar eklenerek, ama çoğunlukla yalnızca yenilenerek 19. yy'ın başına kadar gelebilmiştir.
Saray, bugün örneklerini yalnızca Topkapı ve ibrahim Paşa saraylarında görebildiğimiz 16. yy saraylarının geleneksel düzenine sahipti. Üç avlu etrafında yer alan daireler, sarayın enderun (iç) ve birun (dış) halkıyla harem halkına ayrılmıştı. Jacques Pervititch'in 1923 tarihli sigorta haritasında işaret edilen bazı sokak isimleri ile duvar kalıntıları 1803 keşif planıyla karşılaştırıldığında, sarayın tam sınırlarını tespit etmek mümkün olmaktadır. Belgelerde de adı geçen "Akar Çeşme" ve "Bâlî Paşa Konağı" 20. yy'a bir sokak ve yokuş o-larak gelirken, "Sarayiçi Sokağı" da günümüzde hiçbir izi kalmayan saraya tanıklık etmektedir. Trapezoid planlı saray, do-ğu-batı ekseninde 210-270 m; kuzey-gü-ney ekseninde 100-160 m genişliğindey-di. Batı yönünde Bâlî Paşa Yokuşu, doğuda Akar Çeşme Sokağı ile sınırlanan Kadırga Sarayı'nı, kuzeyden güneye Sarayiçi Sokağı çevreler. Sarayın üç avlu etrafında sıralanmış yapıları Kadırga Limanı'nın doldurulmasıyla oluşturulmuş anıtsal meydana doğru teraslar halinde iniyordu. Meydana bakan cephede bir giriş kapısı ile iki tarafta, Bâlî Paşa ve Akar Çeşme sokaklarına açılan iki yan kapı bulunuyordu.
Bu sınırlar içinde, doğudan batıya yatay uzanan teraslar üzerine yerleşen ve bazen birbirine bağlanan yapı grupları şunlardı: Birinci düzlemde, güneydeki asıl giriş kapısının sağında ve solunda saray kethüdası ile kapı muhafızları, baltacılar, vekilharç daireleri ve mutfak, aşhane, fırın, odunluk gibi servis mekânları yer alıyordu. Bunlar sarayın birinci avlusu olarak kabul edebileceğimiz Kadırga Meydam'na a-çılıyordu.
Asıl kapının karşına gelen merdivenler, bu yapı gruplarına paralel uzanan bir iç sokağı keserek sağda ve solda ikinci avlulara bağlanıyordu. Önce, küçük iki avlu etrafında iki köşk ile bitişik bir hamamdan oluşan mabeyin dairesi bulunuyordu. Batıya devam edildiğinde ise sarayın ikinci avlusu olan selamlık meydanına çıkılıyordu. Bu meydana bakan vezir dairesi 1803 onarımında tamamen yıkılarak si-
metrik ve merkezi bir planla, 18. yy zevkini yansıtan bir tarzda yeniden yapılmıştı. Ancak 1582 tarihli Zacharias Wehme ve 1584 tarihli Johannes Löwenklau albümlerinde bu yapının orijinal hali görülmektedir. Sokollu'nun ikindi divanlarını ve elçi heyetlerini kabulünü gösteren söz konusu albümlerin levhalarında, bu sarayda bir haremin de varlığına işaret edilmesiyle, söz konusu sarayın Sokollu' nün Aya-sofya değil, Kadırga Sarayı olduğu kesinlik kazanmaktadır. Meydanın karşı cephesinde yer alan (daha önce saydığımız) vekilharç dairesi, hazine ve aşçıbaşı daireleri de buranın törensel, idari bir merkez olduğuna işaret etmektedir. Bâlî Paşa Yoku-şu'na açılan yan kapı da bu meydanda bulunuyordu. İkinci avlu doğu yönünde de haremağalanna ayrılmış dairelerin oluşturduğu bir yapı grubu ile kuşatılmıştı. Sarayın yan kapılarından ikincisi de Akar Çeşme Sokağı yönüne açılan bu meydanda yer almıştı.
İkinci düzlemde toplanmış bu idari yapıların arkasında, mabeyin avlusundan geçilerek harem avlusuna ulaşılıyordu. Avlu boyunca uzanan ve kalfalar dairesi, hamam, sultan efendinin eski ve yeni daireleri ile divanhanelerden oluşan bu yapı grubunun arkasında, gene teraslar halinde düzenlenmiş bahçe, havuz ve köşkler bulunuyordu.
Bibi. T. Artan, "The Kadırga Palace: An Archi-tectural Reconstruction", Muqarnas, 10 (1993), s. 201-211; ay, "The Kadırga Palace Shrouded by the Miste of Time". Turcica, XVI (1994); ay, "From Charismatic Leadership to Collective Ru-le: Introducing Materials on the Wealth and Po-wer of Ottoman Princesses in the Eighteenth Century", Toplum ve Ekonomi, (Nisan 1993), s. 53-94; B. Unsal, "Topkapı Sarayı Arşivinde Bulunan Mimarî Planlar Üzerine", Türk Sanat Tarihi Araştırma ve incelemeleri, I, 1963; Eldem, Türk Evi, II, 30-35.
TÜLAY ARTAN
ESMA SULTAN SAHİLSARAYI
I. Abdülhamid'in (hd 1774-1789) kızı Küçük Esma Sultan'm (1778-1848) Ortaköy' deki sahilsarayı.
18. yy'da sultan efendiler evlendiklerinde, artık kocalarının saraylarına değil, kendilerine ihsan edilen veya bizzat inşa ettirdikleri saraylara yerleşiyorlardı. Dolayısıyla bu saraylar sultan efendilerin isimleri ile tanınmaya başlamıştı. Bu dönemde sultan efendilerin Topkapı Sarayı'ndan(-») ve kocalarından bağımsız saray teşkilatı kurmalarına izin verilmesi, onlara eskiye oranla çok büyük ekonomik ve politik güç tanınması, 18. yy'dan başlayarak hanedan kadınlarının iktidar ortakları olarak meşru bir statü kazanmaları demekti. Haliç'te, Eyüp ve Boğaziçi'nde de Ortaköy-Kuru-çeşme sahillerindeki görkemli sahilsaray-larda geçmişten farklı olarak gösterişli ve serbest bir hayat sürdürmeye başlayan Osmanlı sultan efendilerinin, Topkapı Sarayı'nı örnek alan bu saraylarda imparatorluk adap ve usulünü sergilemeleri de bu yeni statünün bir göstergesi oldu.
Ortaköy'deki sahilsaray kendisine tahsis edildiğinde Küçük Esma Sultan 10 ya-
şındaydı. Bu yapı o zamana dek Tırnakçı Yalısı olarak biliniyordu. Esma Sultan 1792'de 14 yaşındayken devrin en etkin devlet adamlarından Kaptan-ı Derya Hüseyin Paşa ile evlendirilmiş ve Ortaköy Sahilsarayı'nda kendi kapıkulları teşkilatını kurmuştu. Ortaköy'deki sarayda bütün bir gün geçirerek sarayın hemen tamamını gezmiş olan Miss Pardoe, saraydaki ağalar ve kalfalar dairelerinin boyutlarım gözler önüne sermektedir. Aynı sıralarda sarayı gören bir Osmanlı kadını, yani daha sonraları sadrazam Kıbrıslı Mehmed Paşa ile evlenecek olan Melek Hanım da otobiyografisinde, Esma Sultan'm Ortaköy Sahilsarayı'nı tarif etmektedir. Bu tarif Miss Pardoe'nunki ile tamamen çakışmaktadır. Ayrıca sarayın inşa ve onarımlarını belgeleyen çok sayıda hesap pusulası ve özellikle 1767 ve 1784 tarihli iki keşif defteri ile çok sınırlı da olsa fotoğraf, gravür gibi görsel malzemeyi değerlendirdiğimizde, sarayın iç mekân organizasyonunu anlamamızı sağlayacak ayrıntıda bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Sultan efendinin çeşitli gelirleri ile günlük, aylık, yıllık masraf defterleri ve özel mektupları da değerlendirildiğinde, saray yaşamı ve teşkilatı aydınlığa kavuşabilecektir.
Bu veriler temelinde, sarayın bir ucunda, denize nazır üç sofalı bir kasır bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kasrın simetriğinde, dağ yönünde de bir ikinci kasır yer almaktaydı. Padişahın ziyaretlerine ayrıldığı anlaşılan bu bölümde oval bir divanhane vardı. Saray hamamına bitişik olan bu daireden mabeyin olarak kabul edebileceğimiz odalar dizisine geçiliyordu. Harem bölümünde ise mermer sütunlar üzerinde taşındığı ifade edilen bir dizi çıkmalı odalar, sofalar ve divanhaneler bulunuyordu. Robertson albümündeki iki fotoğraf ile Schrantz'ın karakalemleri ve litograf-ları, sarayın yazılı tariflerini doğrulamaktadır.
Boğaziçi'nin en geniş cepheli yalısı olduğu anlaşılan Ortaköy Sahilsarayı, 19. yy'ın başında bazı mimari yenilikleri gündeme getirmiştir. Cephenin tekdüzeliğini bozan ikinci kattaki 7 adet çıkmanın 3 tanesini taşıyan zarif sütunlar, ikisini taçlandıran üçgen alınlıklar ve benzeri mimari elemanlar, bazı odaların özel statüsünü sembolik olarak dışavurmak için kullanılmıştır. Bu olgu, Ortaköy Sahilsarayı'nın Kadırga ve Eyüp sahilsaraylarından ne anlamda farklı olduğuna tanıklık etmektedir. Herkesin görebileceği, etkilenebileceği ve imparatorluğun görkemini kabul edeceği bir yerde inşa edilen sarayda, padişahın ziyareti artık saray protokolünün bir parçasıdır; dolayısıyla hünkâra ayrılan daire mimari bir dille halka özellikle işaret edilmektedir. Batı'dan ithal edilen üçgen alınlık kraliyet sembolüdür ve Ortaköy Sahilsarayı'nda yalnızca hünkâr dairesi ile sultan efendinin özel dairesinin cephelerini süslemekte kullanılmıştır. Esma Sultan'm eşi Kaptan-ı Derya Hüseyin Paşa'mn son derece gösterişsiz, sıradan dairesi ise, ne kadar yüksek görevli olursa olsun hanedanın hükümranlığı altın-
ESNAF
212
213
ESNAF
da olduğu simgelenmek istenircesine mütevazı bir biçimde karısının sahilsarayına arka cephede eklenmiştir ve sahilden bakıldığında görülmesi imkânsızdır.
BibL Eldem, Boğaziçi Anılan, 70-73; A. Slade, Turkey and the Turks and a Cruise in the Black Sea, New York, 1854; J. Pardoe, The City of the Sultans and Domestic Manners of the Turks in 1836, Londra, 1837; T. Artan, "Boğaziçi'nin Çehresini Değiştiren Soylu Kadınlar ve Sultanefendi Sarayları", istanbul, S. 3 (Ekim 1992), s. 112-113.
TULAY ARTAN
ESNAF Bizans Dönemi
Bizans döneminde şehrin ekonomik dokusunu oluşturan esnaf loncaları, merkezi hükümetin denetimi altındaydı. Üyeliğin mecburi olmadığı loncalara kabul edilmenin değişik koşullan vardı. Ancak mesleğinin ehli olan bir esnaf, loncaya girme hakkını elde ederdi. Çoğu mesleğin faaliyet alanları ve semtlere göre dağılımı 10. yy'a ait Eparhos Kitabı'nda saptanmıştır (bak. Eparhos Tes Poleos).
Şehrin zaruri gıda maddelerinin düzenli olarak temini için gereken kalite kontrolü, ticaret hacmi ve piyasa fiyatlarının tespiti eparhos'a aitti. Değişik semtlere dağılmış olan bakkallar(~>), bilumum gıda maddeleri dışında çivi, alçı, zift gibi nalbu-riye malzemeleri de bulundururlardı. Kuzu ve keçi eti ile domuz eti satanlar farklı kişilerdi. Büyükbaş hayvanlar, şehrin belirli yerlerinde satılır ve belirli bölgelerde kesilirdi. Kasapların şehrin dışındaki çobanlardan hayvan satın almaları yasaktı. Balık satıcılarının da balık tutması yasaklanmıştı. Satılacak olan balık, belirli deniz iskelelerinden temin edilirdi (bak. balıkçılık). Ekmek fırınlarının başlıca pazarı Artopoleia, Mese(->) üzerindeki Constantinus Forumu(-») ile Theodosius Forumu arasında kalan bölgeydi. Köle tüccarları da fırıncıların yakımndaydı. Çeşitli güzel koku ve baharat satıcıları ise, hoş kokuların saray avlusuna yayılması için, tezgâhlarını Büyük Saray'ın(->) Hal-ke Kapısı'na yakın kurarlardı.
Sabun ve mum ticareti de sadece özel imalat atölyelerince yürütülebilirdi. Mumcuların yerleşim alanları Constantinus Forumu ile Ayasofya civarıydı. Evlerde kullanılan diğer gereçlerin ve eşyaların imalatı marangozhanelerde, çömlekçi fırınları ve cam atölyelerinde yapılırdı. Bakırcılar Ayasofya'nın(->) doğu kapısının civarındaki Halkoprateia mevkiinde yerleşmişlerdi (bak. bakırcılar). Gümüşçülük, kuyumculuk ve cevahircilikle uğraşan ar-giropratai'ler aynı zamanda, sarraflık ve tefecilik de yapabilmekteydiler. Argirop-ratai'ler Constantinus Forumu ile Lausus Sarayı arasında faaliyet gösteriyordu, işlerini evlerinden yürütmeleri ve bakır satmaları yasaktı. Constantinus Forumu'na kürkçüler de yerleşmişti. Büyük Saray ve forum arasında ayrıca çok sayıda arzuhalci de bulunmaktaydı. Kötü hava şartlarında forumdaki seyyar satıcıların sığınabil-mesi için imparator I. Basileios (hd 867-886) bir kapalıçarşı yaptırmıştı.
Devlet, kumaş ticareti ve değerli ipeklerin ihracatına özel bir denetim getirmiştir. İpek ve keten dokumacılığı, kumaş boyama, ipeğin "erguvani kırmızıya" boyanması, yerli ya da Suriye'den ithal kumaşların ticareti, terzilik ve nakışçılık tamamıyla birbirinden ayrı mesleklerdi. Sepicilik, derinin işlenmesi, kunduracılık ve saraçlık da değişik esnaf kollarını oluşturmaktaydı (bak. dericilik), inşaatçılık, mimar ve müteahhitler dışında, duvarcılık, boyacılık, sıvacılık, tuğla imalatı, mozaik-çilik ve heykeltıraşlık gibi çeşitli faaliyetlere ayrılmaktaydı.
Kaynaklarda ahşap fıçı imalatçısı, sepetçi, tornacı, demirci, kilitçi, kantarcı, eskici, hamal, hamamcı, berber, meyhaneci gibi küçük esnaf ve zanaatkar tiplerine de rastlanır. Paleologoslar döneminde (1261-1453) önemli sayıda bir kadın esnaf kitlesi oluşmuştu. 14. yy'da Konstantinopo-lis'i ziyaret etmiş olan Ibn Battuta, çarşı ve pazarların kadın esnaflarla dolup taştığını yazar. Kadınlar genelde yiyecek, içecek ticareti ile uğraşırlardı. Sebze, meyve, süt ve süt mamulleri satıcısı ve fırıncı kadınlar bilinmektedir. Kadınların diğer önemli meşgalesi ise dokumacılık idi.
Ergasterion olarak tanımlanan perakende satış dükkânları ve yapım atölyeleri re-vaklı caddelerin iki yanında yerleşmişti. Yangın tehlikesi yaratan dükkânların, yoğun yerleşim bölgelerinden belirli bir u-zaklıkta bulunmaları zorunluydu. Yüksek kira geliri sağlayan ergasterion'lar daha çok aristokrat sınıfından yatırımcılara veya kilise ve manastırlara ait olurdu. Devlet gözetiminin yarattığı sınırlamalar, sıkı kalite ve fiyat kontrolü, esnaf zümresinin zenginleşmesine engel olmaktaydı.
Bibi. To Eparchikon Biblion; the Book of the Eparch; le livre du Prefet, (yay. I. Dujcev), Londra, 1970; S. Vryonis, "Byzantine Demokratla and the Guilds", Dumbarton OaksPa-pers, 1908, s. 287-314.
BRİGÎTTE PİTARAKÎS
Paris Ulusal Kitaplık'ta bulunan bir minyatürde Bizanslı seyyar satıcı, 9. yy. Brigitte Pitarakis fotoğraf koleksiyonu
Osmanlı Dönemi
Osmanlı dönemi istanbul'unda esnafla ilgili işler kadılıklar, ihtisap ağalıkları ve son olarak da Şehremaneti tarafından yürütülüyordu.
Osmanlı'da, kısmen islam dininin vecibeleri gereği, töre ve usullere uyularak bir sanatın yürütülmesinde belirli koşulların yerine getirilmesini öngören ve herhangi bir sanat kolunda yerleşen usuller, gizli kalması gereken sırlar ve o sanata girmek için geçirilmesi zorunlu görülen sınav ve formaliteler fütüvvetnamelerle saptanmıştı. Esnaflığın bir tarikat şeklinde kabul e-dilmesinden dolayı da esnaf kuruluşları fütüvvet tarikatı olarak adlandırılıyordu.
Bu ilkeler Osmanlı döneminde istanbul'un sanat erbabı için de geçerliydi. Fütüvvet tarikatına göre -çırak bir sanat kolunda yıllarca yetiştirilerek kalfa ve usta sınıfına geçecekti. Bağımsız surette dükkân açması ise belirli bir törene tabi kılınacaktı. Bu törene göre her esnafın kendi sanat ya da meslek kolunda ilk defa çalışan "piri"ne inanması; gireceği sanat koluna kabulü için "peştamal" kuşanması; kabul olunduğu sanat kolundan çırak çıkarılması; sanata layık ve işinde namuslu görüldüğü takdirde tarikata dahil olması; çırak olarak girdiği sanatta yıllarca çalıştıktan sonra kalfalığa ve nihayet ustalığa layık görülmesi ve tebrik anlamında olmak üzere de "helva pişirme" töreninin yapılması gerekiyordu. Önceleri esnafın başında yönetici olarak şeyh, nakip ve duacılar bulunuyordu.
Zamanla zaviye niteliğindeki bu kuruluşların yerini loncalar aldı. Din ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün esnafa a-çık olan loncalarda, kethüdalar ile yiğitba-şılar bulunuyordu. Kethüdalar esnafın işlerine bakmak üzere yönetim tarafından atanan, ancak esnafın içinden seçilen ve kadı tarafından memuriyeti onaylanan yarı resmi memurlardı. Öte yandan kethüda ile esnaf arasındaki ilişkiyi, yine esnafın ileri gelenlerinden seçilen yiğitbaşı sağlıyordu.
Esnafın bilfiil çalışanlarına "efrad-ı amile" denirdi. Efrad-ı amile üstat, usta, kalfa, çırak ve yamak şeklinde sınıflandırılırdı. Her kademeden bir üste geçiş yıllarca çalışıp bir birikim elde etmeye bağlanmıştı. Ustalığa kabul edilen kişinin bir dükkân açabilmesi için bir boş "gedik" bulması gerekiyordu. Böylece bir sanat kolunda faaliyette bulunabilmek ya da ticarete atılabilmek için bir dizi engelin aşılması gerekiyordu. Her şahsın istediği sanat ve ticareti yapamamasına ve dilediği yerde dükkân açamamasma "gedik usulü" denirdi (bak. gedikler). 19. yy'da bu yapı dönüşüme uğramaya başladı. Sanayi devrimi Osmanlı'yı da kısa sürede etkisi altına aldı. Osmanlı ekonomisi Batı ile bütünleşme sürecine girdi. Böylece istanbul' da uzun yıllar geleneksel yapısını koruyan lonca ya da benzeri sınırlayıcı örgüt yapıları dönüşüme uğradı. Geleneksel yapıların uzantılarını da içeren kimi kez sendikal nitelikte "geçiş" örgütlerinin doğuşuna neden oldu. Bu nedenle korporatif di-
key örgüt yapısıyla sendikal yatay örgüt yapısı bir süre iç içe varlıklarını sürdürdü. Usta-kalfa-çırak bütünselliği işçi-işveren ayrışmasının kristalleşmesine gölge düşürdü.
Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umur-ı Belediye adlı eserinde 20. yy'm ilk yıllarında "esami-i esnaf başlığı altında kethüdaları olan 285 esnaf grubunu saymaktadır. Başka bir kaynak olan, 1294/1877 Devlet Salnamesi, 19. yy'm sonu için bu rakamı 239 olarak vermektedir.
Batı ile bütünleşen istanbul bu bütünleşmenin gerektirdiği esnaf türlerini de kapsamakta gecikmedi. Nitekim Osman Nuri listesi "istanbul ve Galata otellerine mensup müşteri celbi için veyahut tercüman sıfatıyla istihdam kılınmakta olan ve emanetçilik yapan esnaf, "tramvay arabacısı ve seyisi ve kılavuzu esnafı", "vapur kahveci esnafı" gibi başkalaşan istanbul' un yeni meslek kesimlerini de içermektedir.
Türkiye'de esnaf örgütleri sendikal gelişmeleri de bağrında yaşattı. Sendikal yaşam 1908 işçi hareketleriyle başladı, "tlan-ı Hürriyet"in sağladığı özgürlük ortamında hemen hemen tüm işkollarında grevler görüldü; ülkenin dört bir yanında 10.000'i aşkın işçi somut taleplerle direnişe geçti. Her ne kadar 1908 öncesi, demiryolu, tersane, Tütün Rejisi, Şirket-i Hayriye gibi yoğun işçi çalıştıran işyerlerinde zaman zaman toplu tavır konduğu izlenmişse de uzlaşma kısa sürede sağlanmış; günlük yaşam etkilenmemişti.
istanbul'da sendikal gelişmelerde lonca geleneğinden kaynaklanan "zanaat" zinhiyeti uzun zaman etkinliğini sürdürmüştü. Bu yönüyle Türkiye'de işçi kesiminin örgütlenişi Batı normlarından farklı unsurlar taşıdı; çoğu kez esnaf örgüt yapısı bünyesinde yer aldı.
Batı'da loncaların çözülüşü ve işçi kesiminin doğuşu geniş bir zamana yayılır. Her ne kadar bazı Avrupa ülkelerinde, örneğin Almanya'da, lonca mevzuatı 19. yy'm ortalarına değin varlığını korursa da, bu ülkelerde hızlı sanayileşme süreci lonca örgüt yapılarından bağımsız güçlü işçi örgütlerinin doğuşuna ortam hazırlar.
Oysa istanbul'da, sanayileşme sürecine girmeksizin Batı ile bütünleşme özellikle hizmet sektörlerinde yoğunlaşan bir işgücü birikimine neden oldu. Bu kesimlerde eskiden beri var olan lonca geleneği çözülmeye yüz tuttu; loncaların dikey örgütlenme ya da usta-kalfa-çırak ilişkisi gücünü yitirdi, ancak emek kesimi içinde oluşan yatay örgütlenme geçmiş örgütsel yapının birçok değerini de yeni yapıya yansıttı. Bu nedenle birçok "erken" işçi örgütünde "fütüvvet" ilkelerinden e-sinlenmiş değerleri bulmak mümkündür.
Yakın tarihimizde, tarım dışı sektörlerde bu tür geçişliliklere sık sık rastlanmaktadır. Nitekim birçok işçi örgütü 1325 tarihli Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi u-yarınca kuruldu. 1910-1915 arası mesleki örgütleşme anlayışıyla kısmen sendikalist bir açılımla kurulan esnaf cemiyetlerinin
Marchand de legumes. , / |
Coüsfantinople. ıj ^
Günümüzde pek
rastlanmayan,
kartpostallarda
kalmış eski
İstanbul
esnafım
betimleyen
görüntüler.
Üstte sebzeci
ve poğaçacı,
sağda yağcı ve
süpürgeci.
Fotoğraflar
TETTV Arşivi
adı ve kuruluş tarihleri aşağıdadır: Turşucu Esnafı Cemiyeti (14 Mayıs 1910), Ekmekçi Esnafı Amele Cemiyeti (19 Mayıs 1910), Kantar Imalci Esnafı Cemiyeti (9 Haziran 1910), Simitçi ve Ekmekçi ve Börekçi ve Kurabiyeci ve Kadayıfçı Esnafı Cemiyeti (16 Haziran 1910), Bedesten-i Atik Esnafı Cemiyeti (30 Temmuz 1910), Nakkaş ve Sıvacı ve Kalemkâr Esnafı Cemiyeti (14 Eylül 1910), Saraç Esnafı Cemiyeti (5 Kasım 1910), Hakkak Esnafı Cemiyeti (4 Aralık 1910), Lağımcı ve Kuyucu ve Ocak Süpürücü Esnafı Cemiyeti (2 Ocak 1911), Uzun Çarşı Esnafı Cemiyeti (7 Ocak 1911), Araba Imalci Esnafı Cemiyeti (29 Ocak 1911), Kereste Merkepçi Esnafı Cemiyeti (30 Ocak 1911), Kahve Değirmenci Esnafı Cemiyeti (15 Şubat 1911), Markasya Deniz Amelesi Cemiyeti (23 Şubat 1911), Kaba Sepetçi Esnafı Cemiyeti (4 Mart 1911), Binek ve Yük Arabacı Esnafı Cemiyeti (11 Nisan 1911), Celep Esnafı Cemiyeti (13 Nisan 1911), Saka Esnafı Cemiyeti (24 Nisan 1911), Havyarcı Esnafı Cemiyeti (24 Nisan 1911), Saatçi Esnafı Cemiyeti (l Mayıs 1911), Toptancı Sığır Kasap Esnafı Cemiyeti (18 Temmuz 1911), Bahçıvan ve Çiçekçi Esnafı Cemiyeti (26 Ağustos 1911), Hammal Esnafı Cemiyeti (30 Ağustos 1911), Ekmekçi Esnafı Cemi-
M&rcfrand de beursk.
yeti (2 Eylül 1911), Kasap Esnafı Cemiyeti (9 Eylül 1911), Taze Balık Satıcısı Esnafı Cemiyeti (22 Ekim 1911), Tahan Helvacı Esnafı Cemiyeti (31 Ocak 1912), Mest Dikici Esnafı Cemiyeti (18 Mart 1912), Ip-çi Esnafı Cemiyeti (8 Nisan 1912), Kaldırımcı Esnafı Cemiyeti (13 Nisan 1912), Hamamcı Esnafı Cemiyeti (l Mayıs 1912), Peynirci Esnafı Cemiyeti (11 Haziran 1912), Nalbant Esnafı Cemiyeti (18 Haziran 1912), Kuyumcu Esnafı Cemiyeti (26 Haziran 1912), Deniz Sandalcı Esnafı Cemiyeti (9 Temmuz 1912), Osmanlı Terziler Cemiyet-i Ittihadiyesi (30 Haziran 1913), Mavuna ve Salapuryacı Esnafı Cemiyeti (27 Kasım 1913), Sigara Kâğıtçı Esnafı Cemiyeti (2 Ocak 1914), Inekçi ve Sütçü Esnafı Cemiyeti (4 Şubat 1914), Haliç Piyade Kayık ve Sandalcılar Esnafı Cemiyeti (18 Mart 1914), Leblebici Esnafı Cemiyeti (2 Nisan 1914), Muhallebici Esnafı Cemiyeti (19 Mayıs 1914), Şekerci Esnafı Cemiyeti (27 Mayıs 1914), Bakkal Esnafı Cemiyeti (18 Temmuz 1914), Kıraatha-neci ve Kahveci Esnafı Cemiyeti (24 Ekim 1914), Yufkacı ve Kadayıfçı Esnafı Cemiyeti (18 Temmuz 1914), Manifaturacı ve Tuhafiyeci Cemiyeti (27 Ekim 1914), Terzi Esnafı Cemiyeti (5 Kasım 1914), Şerbetçiler Esnafı Cemiyeti (6 Aralık
ESNAF
214
215
ESNAF
1934'te seçimle göreve gelen Terziler Cemiyeti İdare Heyeti toplu halde.
Esnaf Meslek Mecmuası, Yıl l, S. 7 (l Mayıs 1934)
Geçen yüzyılın başından bir kasap dükkânı. Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
1914), Otelciler Cemiyeti (23 Ocak 1915), Çulha Esnafı Cemiyeti (11 Mayıs 1915).
I. Dünya Savaşı'nın ilk yılında istanbul esnaf cemiyetleri doygunluk noktasına gelmişti. Hemen hemen her işkolunda bir cemiyet kurulmuştu. Mütareke yıllarında yeniden cemiyetler doğmaya başladı. Ancak bundan böyle cemiyetlerin bir kısmı işçi kesimince kurulan bir tür yardım sandığıydı. Ama yine de esnaf ile amele arasında ayrım yapmak güçtü. Cumhuriyetin ilanına kadar İstanbul'da kurulan ve "esnaf cemiyeti" olarak adlandırılan dernekler şunlardı:
Meyve, Çarşı-yı Kebir Döşemeci ve Yorgancı Esnafı Cemiyeti (23 Şubat 1919), Demirciler Esnafı Cemiyeti (27 Şubat 1919), Kabzımal Esnafı Cemiyeti (2 Mart 1919), Tesbihçi, Kehribarcı, Parmaklıkçı ve Ağızlıkçı Esnafı Cemiyeti (29 Mayıs 1919), Seyyar Bıçkıcı Esnafı Cemiyeti (23 Eylül 1919), Debbağhaneler Amele İntibah Cemiyeti (20 Ekim 1919), Tüccar Terziler Esnafı Cemiyeti (20 Ekim 1919), Yazmacılar Esnafı Cemiyeti (29 Kasım 1919), Itti-had-ı Efkâr Şekerci Ameleleri Cemiyeti (29 Kasım 1919), Yumurta Tüccar ve Esnafı Cemiyeti (20 Aralık 1919), Salcı Esnafı Cemiyeti (17 Şubat 1920), Mahrukat Esnafı Cemiyeti (31 Mayıs 1920), Deniz Maden Kömür Amelesi Cemiyeti (13 Haziran 1920), Otomobil Şoför ve İşçileri Esnafı Cemiyeti (9 Aralık 1920), Bakkal Esnafı Kalfa ve Çıraklar Cemiyeti (18 Aralık 1920), Ayakkabıcı Esnafı Cemiyeti (14 Nisan 1921), Tuğla İmalci Esnafı Cemiyeti (30 Mayıs 1921), İnekçi ve Mandacı Süt Müstahsilleri Cemiyeti (10 Ağustos 1921), Osmanlı Sazende ve Hanende Teali ve Te-avün Cemiyeti (21 Aralık 1921), Perükâr Esnafı Cemiyeti (26 Aralık 1921), Tütüncü Esnafı Cemiyeti (29 Aralık 1921), At Can-bazı Esnafı Cemiyeti (8 Mart 1922), Kutucu ve Tezgâhçı Esnafı Cemiyeti (18 Haziran 1922), Mutaf Esnafı Cemiyeti (6 Temmuz 1922), İnşaat ve Tarik Irgat, Rençperler ve Amele Cemiyeti (10 Ocak 1923),
Deniz Motorcuları Esnafı Cemiyeti (14 Şubat 1923), Menba Suları Esnafı Cemiyeti (15 Mart 1923), Dokumacı Esnafı Cemiyeti (8 Ağustos 1923), Balıkçılar Esnafı Cemiyeti (8 Ağustos 1923), Tarakçı ve Kaşıkçılar Esnafı Cemiyeti (20 Ağustos 1923), Kireççi ve Horasancı Esnafı Cemiyeti (23 Ağustos 1923), Parmaklıkçı, Hurdekâr ve Tornacı Esnafı Cemiyeti (17 Eylül 1923), İnşaat Usta ve Kalfaları Cemiyeti (20 Eylül 1923), Tiftik ve Yapağı ve Deri Amelesi Esnafı Cemiyeti (3 Ekim 1923).
Keza Cumhuriyet Türkiye'sinde de benzer sendikal temelli esnaf cemiyetlerinin kurulduğu görüldü: Rehber ve Tercümanlar Cemiyeti (27 Aralık 1923), Sefa-in-i Ticariye Gemici ve Ateşçiler Esnafı Cemiyeti (27 Ocak 1924), İstanbul Limanı Tahmil ve Tahliye Deniz İşçileri Cemiyeti (3 Mart 1924), Çorap ve Fanila Mensucatı Sanatkârâm Cemiyeti (7 Temmuz 1924), Gazoz Amilleri Cemiyeti (12 Temmuz 1924), Sefain-i Ticariye Doklar Rampa ve Boyacılar Cemiyeti (25 Aralık 1924), Lokantacılar Cemiyeti (7 Mart 1925), Mevari-dât ve Müraselât-ı Bahriye Müteahhitleri ve Emval-i Tüccariye Yazıcı ve Aktarmacıları Esnafı Cemiyeti (20 Haziran 1925).
Ocak 1926'da Esnaf Cemiyetleri Mu-rakıplığı'mn derlediği bilgilere göre İstanbul esnaf teşkilatı toplam 57 cemiyetten oluşuyordu. Cumhuriyet yıllarında bile dikey ve yatay geçişliliğin ne denli iç içe olduğu bu cemiyetlerin adlarından kolayca anlaşılmaktadır. Listede şu cemiyetler yer alıyordu: Dersaadet Umum Binek ve Yük Arabaları ve Beygirleri Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Umum Ekmekçiler ve Fırıncılar Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Ekmekçi Amelesi Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Umum İnşaat Usta ve Kalfaları Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Umum İnşaat ve Tarik Irgat ve Amelesi Cemiyeti, Dersaadet Otomobil Şoför ve İşçileri Cemiyeti, Dersaadet Umum Ayakkabıcı Sanatkârân Cemiyeti, Dersa-
adet İnekçi, Mandracı, Süt Müstahsilleri Cemiyeti, Dersaadet Sütçü Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Perükâr Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Bahçıvan ve Çiçekçi Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Balıkçılar Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Bağırsak İşçileri Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Bakkal Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Bedestan-ı Atik Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Tütüncü Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Tesbihçi, Kehribarcı, Ağızlıkçı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Tiftik, Yapağı, Deri Amelesi Cemiyeti, Dersaadet Hamallar Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Hamamcılar Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Hancı ve Otelci Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Çarşı-yı Kebir Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Umum Çorap, Fanila, Mensucat Sanatkârân Cemiyeti, Dersaadet Umum Celeb Esnafı Cemiyeti, Dersaadet İstanbul Limanı Tahmil ve Tahliye Deniz İşçileri Cemiyeti, Dersaadet Deniz Maden Kömürü Tahmil ve Tahliye Amelesi Cemiyeti, Dersaadet Deniz Motorlan Makinistleri Cemiyeti, Dersaadet Umum Dokumacı Cemiyeti, Dersaadet Rehberler ve Tercümanlar Cemiyeti, Dersaadet Sepetçiler Cemiyeti, Dersaadet Saraç Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Sefain-i Ticariye Doklar, Rampa ve Boyacı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Sefain-i Ticariye Gemici ve İşçi Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Sakalar Esnaf Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Umum Simitçi ve Börekçi Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Sütçüler Esnafı Cemiyeti (bu cemiyet bir süre sonra diğer sütçüler cemiyetiyle birleşmiştir), Dersaadet Sigortacılar Cemiyeti, Dersaadet Salcı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Tarakçı ve Kaşıkçı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Garsonlar Cemiyeti, Dersaadet Umum Gazoz Amilleri Cemiyeti, Dersaadet Meyve ve Kabzımal Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Kayıkçı ve Sandalcı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Umum Kadayıfçı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Umum Kasap Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Kutucu ve Destgâhçı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Keresteciler Esnafı Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Kireççi ve Horasancı Cemiyeti, Dersaadet Umum Lokantacılar Cemiyeti, Dersaadet ve Bilad-ı Selase Mahrukat Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Mandra-cılar Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Umum Mavna ve Salapuryacılar Cemiyeti, Dersaadet Nakkaş ve Kalemkâr ve Sıvacı Esnafı Cemiyeti, Dersaadet Nakliyat-ı Umumiye Anbar ve İdarehaneleri feavün Cemiyeti, Dersaadet Mevâridat ve Mürâse-lât-ı Bahriye Müteahhitleri Yazıcı ve Aktarmacı Cemiyeti, Dersaadet Yorgancılar Cemiyeti, Dersaadet Yazmacılar Cemiyeti ve Dersaadet Sanayi-i Madeniye Fabrikacılar Cemiyeti.
Görüldüğü gibi İstanbul esnaf teşkilatı, işçisinden amelesine, çırağından kalfasına, ustasına, esnafından sanatkârına, imalatçısından fabrikacısına son derece çeşitli uğraş biçimlerini ve toplumsal kategorileri barındırıyordu. Geleneksel korporatif yapı Cumhuriyetin ilk yıllarında da varlığı-
m sürdürüyor, maddi üretim alanları genelinde esnaf çatısı altında örgütleniyordu.
Osmanlı'da lonca geleneği Tanzimat ertesi çözülmeye başladıysa da Cumhuriyet yıllarına değin varlığını sürdürdü. Esnaf kethüdalıklarını kaldıran karar 26 Şubat 1910 tarihli "Esnaf Cemiyetleri Hakkında Talimat"tı.
Bundan böyle esnaf "lonca" yerine "cemiyet" kuracaktı. Ancak 1910 tarihli talimat yalnız İstanbul için geçerliydi. Kararın tüm ülkeye teşmili 7 Mayıs 1912 günlü yine aynı adı taşıyan talimatla gerçekleşti. Bundan böyle kısıtlayıcı, sınırlayıcı, denetleyici geleneksel "lonca" yapıları yerine küçük meta üretimine açılan "pazar" la bütünleşmesi sağlanmış "zanaat" birimleri ortaya çıktı. Bu cemiyetler belediyelerin yakın denetimine tabiydi. Gerektiğinde devlet bazı esnaf kollarını doğrudan doğruya hizmetine alabiliyordu.
Esnaf cemiyetleri mevzuatı tüm çalışanları kapsıyordu. İşçi ve amele statüsünde olanlar da bu mevzuatın hükümlerine tabiydiler. Bu mevzuat aynı zamanda sendika kurmayı da yasaklıyordu. 16. madde "Sendika teşkili yani ihtikâr suretiyle ittifak akdi kat'iyyen memnudur" diyordu. Esnaf cemiyetlerinin görevi, kaldırılan loncaların toplumsal dayanışma ilkesini piyasayı sımrlamaksızm sürdürmekti. Bir tür esnaf yardımlaşma sandığı niteliğindeydi. Öte yandan esnaf arasında çıkacak uyuşmazlıklara çözüm getiriyordu. Esnaf cemiyeüeri yerel yönetimlerin sıkı denetimi altındaydılar. Esnaf cemiyetlerinin kararlarına İstanbul'da şehremaneti meclisinde, taşrada belediye meclislerinde itiraz olunabiliyordu. Bu kararlar "selamet ve serbesti-i ticaret"e aykırı görüldüğü takdirde iptal edilecekti.
Mevzuattan da anlaşılabileceği gibi tüm çalışanları kapsayan "Esnaf Cemiyetleri Hakkında Talimat" sıkı bir denetim öngörmekteydi. 29 Mart 1915 günü nizamnamede tadilat yapılarak her cemiyet nezdinde Şehremaneti'nce birer "kâtib-i mesul" tayinine başlandı. 16 Ekim 1919' da 29 Mart tadilatı kaldırıldı. 3 Mayıs 1921 günü talimatname ismi nizamnameye dönüştürüldü.
Dostları ilə paylaş: |