FATMA SULTAN CAMÜ
Eminönü Ilçesi'nde, istanbul Valiliği (eski Babıâli) karşısındaki Gümüşhaneli So-kağı'nda idi.
III. Ahmed'in (hd 1703-1730) kızı, Sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa'nın zevcesi Fatma Sultan tarafından 1140/1727' de yaptırılmıştır. Caminin yerinde evvelce terzibaşılarından Pirî Ağa'mn mescidi bulunuyordu, ibrahim Paşa burada bir saray yaptırdığında, mescidin yerinde Fatma Sultan da bir cami inşa ettirmiştir. Küçük Çelebizade ismail Asım Efendi'nin yazdığına göre, caminin açılışı 1140/1727'de padişah ve sadrazamın katılımıyla yapılmıştır. Dönemin ünlü şairi Nedim'in de divanında, harap mescidin yerinde bir "ma'bed-i zîbâ" yaptırıldığını 14 beyitlik uzun bir manzumede över. Bu manzumenin son beyti, caminin kapısı üstündeki kitabede yer almıştı. Bir arşiv belgesi de caminin yapımı ile birlikte aynı tarihte Rumeli'de Berkofçe ve Manastır'daki arazilerin gelirlerinin bu ibadet yerine tahsis e-dildiğini bildirir.
Fatma Sultan Camii, Ekim 1755'te Babıâli ve çevresini harap eden yangında yanmış olmalıdır. 1175/176l'de yıldırım isabeti ile yıkılan Fatma Sultan Camii eğer bu ise (bir tane de aynı adda Topkapı'da vardır), önemli ölçüde zarar görmüş olmalıdır. 1808'de Alemdar Mustafa Paşa olayında çıkan yangında da belki yeniden zarar gören cami, Ağustos 1826'daki Hocapa-şa yangınında büyük ölçüde harap oldu-
FATMA SULTAN TÜRBESİ
274
275
FECR-İÂTl
ğundan, II. Mahmud (hd 1808-1839) tarafından 1243/1827'de ihya ettirilmiş olup, bunu belirten bir kitabe kapısı üstünde bulunuyordu.
Fatma Sultan Camii, 1280/1863'ten sonra, Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efen-di'nin şeyhliğini yaptığı Nakşibendî tarikatının Halidî kolunun dergâhına bağlanmış ve Gümüşhanevi Tekkesi(->) adı altında, 1925'e kadar faaliyetini sürdürmüştür. Hizmet dışında kalan Fatma Sultan Camii ve yanındaki dergâh, jandarmalar tarafından yatakhane ve depo olarak kullanılmıştır. 1950 yıllarında Türkiye Anıtlar Der-neği'nce tamir ettirilmesi tasarlanırken, 1956-1957'de "imar" adı altında yapılan yıkımlar sırasında, Fatma Sultan Camii de birkaç gün içinde hiçbir izi kalmayacak surette ortadan kaldırılmıştır. Yeri, defterdarlığın önündeki otopark ile yeşillik düzlüktür.
III. Ahmed döneminde yapılan ilk Fatma Sultan Camii'nin mimarisi ve iç süslemesi hakkında bir bilgi yoktur. Çok ihtişamlı olduğu tahmin edilebilir. Nedim'in tarih kitabesi de kaybolmuştur. Cami duvarlarının eski binadan kalıp kalmadıkları araştırılamadan bu tarihi eser acele yıktırılmıştır. Cami uzunlamasına dikdörtgen planlı olup, üstü kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülmüştü. Son cemaat yerinin cephesi ahşap kaplı olup, buradan içeriye açılan kapının üstünde oval bir çerçeve içinde üstü, Cumhuriyet döneminde alçı ile kapatılmış bir tuğra ile 1827 tarihli manzum kitabe yer almıştı. Son cemaat yeri tavanında yaldızlı kabartma bir süsleme vardı, iç mekânda duvarlar kalem işi nakışlarla bölümlere ayrılmıştı. Aynca duvarlar ile tavanın birleştiği kenarda da nakışlar vardı. Cami yalnızca sol tarafındaki iki sıra pencereden ışık alıyordu. Sağda ise üç büyük kafese sahip yarım yuvarlak çıkma halinde bir mahfil bulunuyordu. Uzun yıllar istanbul siluetinde şerefeden yukarısı eksik halde görülen, kesme taş minare ise II. Mahmud dönemine aitti.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 156; A. Gölpı-narlı, Nedim Divanı, ist., 1972, s. 175-176; (Al-tınay), Onikinci Asırda, 97-98; Küçükçelebiza-de Asını, Tarih, ist., 1282, s. 498-499; H. Rahmi Saruhan, Âbidelerimiz, îst., 1954, s. 312; ISTA, X, 5580; S. Eyice, "istanbul'un Kaybolan Eski Eserlerinden Fatma Sultan Camii ve Gümüşhaneli Dergâhı", istanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi Mecmuası, XLIII (1984-1985), 1987, s. 475-511.
SEMAVÎ EYÎCE
FATMA SULTAN TÜRBESİ
bak. SULTANZADE MEHMED BEY TÜRBESİ
FAZIL (Enderunlu)
(l 756 ?, Safed/Akkâ [bugün israil'de] - 30 Aralık 1810, istanbul) Divan şairi.
Adı Hüseyin'dir. Çocukken esir olarak istanbul'a getirilip Enderun'a(->) verildi (lakabı buradan kalmadır). Ancak 1784'te uygunsuz davranışları yüzünden saraydan çıkarıldı. 12 yıl kadar yoksul ve serseri bir hayat sürdü. 1795'te Halep defterdarı oldu. Ardından Erzurum'da memuriyette bulundu. 1799'da Rodos'a sürüldü. Burada göz-
leri görmez olunca istanbul'a dönmesine izin verildi. Ömrünün son yıllarını zor şartlar altında geçirdi. Mezarı Eyüp'tedir.
Divan'ı (bas. 1842) yanında Defter-i Aşk (bas. 1842, 1870), Hûbanname (bas. 1870), Zenânname (bas. 1838, 1870) ve Çenginame (bas. 1870) adlı küçük manzum eserleri vardır. Nedim(->) ve Sabit(-0 çizgisinde yazdığı manzumeleriyle 18. yy'ın sonlan ile 19. yy'ın başlarında istanbul'da yaşanan hayata, topluma ve çevreye dikkat çekmiş; daha çok sefahat, eğlence ve zevk düşkünlüğünü anlatmıştır. Üslup ve ifadesi de buna paralel olarak basit ve laubalidir. Ancak yaşadığı dönemin günlük hayatı ve zevklerini, mahalli gelenek ve çılgınlıklarını, halk dilinin ifade ve deyimlerini içeren mesnevileri ile kıtalardan oluşan Çenginame'si bugün için değerli bir kaynak niteliğindedir.
Fazıl, pek çok manzumede istanbul'u işlemiştir. Tasvirlerinin pek çoğunda canlı kişi ve hayat sahneleri yer alır. Divan şiirinin şekilciliği içinde yerli malzemeyi kullanmaktaki başansı, istanbul'u ön plana çıkarmasına zemin hazırlamıştır. Terkibibent nazım biçimiyle yazdığı Bahariyesinde 19- yy'm başlarındaki istanbul'u pek çok yönden tanımak mümkündür. Beşiktaş
Enderunlu
Fazıl'ın
Zenânname
adlı eserinin
minyatürlü bir
nüshasında
hamam
sahnesi,
1789.
İÜ Kütüphanesi,
Türkçe Yazmalar
Bölümü, T. 5502
Ara Güler fotoğraf
arşivi
semtinin geniş açılımlarla yer aldığı bu manzumede padişahtan halka, çevreden sosyal hayata, uzanan bir çizgi takip edilir (Küşâd eyler bu vakt-i cân-bahşa can u idrâki / Yine şairlerin pervâza geldi tab'-ı çâlâki. Bahar eyyamıdırgülşenle-rin vakt-i temaşası/Beşiktaş'ın behişte benzedi her bâg-ı zîbâsî).
Mehtap eğlencesinin anlatıldığı bir şarkısında da Boğaziçi'nin bazı yerleşim a-lanlan, baharla birlikte anılır (Şevk ile âb u hevâya uyalım / Vaktidir zevk ü sofaya doy alım/Ne Hisar ü ne Tarabya koyalım/ Tâ seher saz ile mehtâb edelim). "Yandım âteşlere Tophaneli bir dilber için" nakaratlı şarkısında ise istanbul'un zevk ü safa âlemleri tanıtılır. Divan'mda istanbul' un semtlerini konu alan beyitlere de sık sık rastlanır. Neşatâbâd ve Beşiktaş sahil-sarayları için kaleme aldığı tarih kıtaları ve methiyeler de sarayların mimari tarihleri açısından önem taşır. Divanda yer alan orijinal manzumelerden biri de istanbul' un kış manzaralarının işlendiği "Berfiyye" kasidesidir.
FazıPm istanbul'a dair belgesel özelliği taşıyan asıl önemli eserleri mesnevileridir. Bunlardan biri olan Hûbanname' nin "Der beyân-ı hûbân-ı Islambol" başlı-
ğını taşıyan bölümü (53 beyit), şehrin tasvir ve övgüsüyle başlar ( Yani her köşe-sidir bir mahşer /Dabi her nahiyesi bir kişver. Sanki bir nüsha gibidir dünya/ Bu dafihrist-i kitâb olmuş ona). Burada şehrin havasından suyuna, hastalıklarından insanlarına kadar genel manzarasını anlattıktan sonra güzellerin tasvirine geçer, insanların beden ve ırki yapısı, kişilik ve huy özellikleri vb onun kaleminden sosyoekonomik bakış açısıyla anlatılır (Oldu hırmen-gehi hep bu nâsm/Toh-mu var bunda bütün ecnâsın. Ol sebep hep sıfat-i bukalemun / Oldu her dilberi bir digergûn. Benzemez birbirine hûbâ-m /Müteaddid görünür elvanı).
Fazıl'ın çeşitli kavimlerden kadınları anlattığı Zenânname'A, zamanında edebe aykırı bulunup toplattırılmıştır. Zenânname'nin bir. mahalle baskını ile kadınlar hamamının tasvir edildiği bölümleri oldukça gerçekçi bir bakış açısıyla yazılmıştır. "Der beyân-ı zenân-ı İslambol" bölümünde ise (150 beyit), İstanbul'un kadın yönünden bir âlem olduğu vurgulanıp (Revnak-ı rûy-ı Islambol/Kân-ı gılmân u zenan İslambol) güzel kadınlar hakkında çeşitli fikirler öne sürülür. Önce şehrin, yüzünü güneşin bile görmediği namuslu hanımefendileri (Değmemiş turresine bâd-ı sabâ / Görmemiş rûymı hurşîd asla. Her biri Meryem-i îmranî'dir / Hazret-i Râbia-i sâ-nîdif), ardından namuslu geçinen sahtekârlar (Görünür zahiri ehl-i perde / Şekl-i ismette gezer aşüfte) ile onların nasıl erkek avladıkları (Gel seninle edelim ah z u ita/ Çıkar endazeni evvel cana) kinayeli beyitlerle anlatılır. Fazıl'ın ifadelerinde yer yer fuhuşu teşvik de kendini hissettirir (Her kim amma ki buna sâlikdir/ Tab'ıpâkî-ze olur nâzikdif). Kendi çağının gayrimeş-ru hayatını ballandırarak anlatmasından sonra da "Der beyân-ı emr-i nikâh" başlığı ile bir bölüm açarak zevahiri kurtarmanın yollarını arar ve çokeşliliğin erdemlerini istanbul örnekleriyle sıralar. Bu bölümde o dönem ev hanımlarının çocuk yetiştirme ve ev işlerine dair de bilgiler verilir.
Defter-i Aşk isimli küçük mesnevisinde ise bizzat başından geçen aşk maceralarını anlatmıştır. Burada da o devir îstan-bul'undaki aşk adabını bulmak mümkündür. Kıtalardan oluşan eseri Çenginame' de kendi çağının ünlü çengilerini isimler vererek tanıtır. Eser gerçekçi bir yapıya sahip olup, dönemin örf ve âdetleri ile düğün ve eğlence şekilleri hakkında da önemli bilgiler içerir.
BibL "Fazıl-ı Enderuni", TDEA, III; A. C. Yöntem, "Fazıl", lA, IV; Tarih-i Şanizade, I; Ta-rih-i Cevdet, IX; Çelebi, Divan Şiirinde istanbul; "Fazıl Bey", ISTA, X.
İSKENDER PALA
FAZLI PAŞA SARAYI MESCİDİ
bak. FUAD PAŞA CAMii
FECR-İ ÂTİ
1909 başlarında istanbul'da kurulan ve 1912 sonlarında dağılan edebiyat topluluğu ve bu topluluğun yarattığı edebiyat anlayışı.
Daha önce Edebiyat-ı Cedidecilerin yazdığı Servet-i Fünun dergisi Fecr-i Âti topluluğunun da dergisi oldu. Derginin 25 Mart 1909 tarihli 930. sayısında çıkan bir haberde bazı aydın gençlerin, şair Faik Âli'nin (Ozansoy) başkanlığında Fecr-i Âti adlı bir topluluk oluşturduğu bildiriliyordu. Bu topluluğun ülkeye şiir ve düşünce alanında yenilikler getireceği ekleniyordu. Servet-i Fünun'un 25 Şubat 1909 tarihli 977. sayısında bir bildiri (Fecr-i Âti Encümen-i Edebisi Beyannamesi) yayımlandı. Bildirinin altında "Fecr-i Âti Encümen-i Edebisi namına kâtip Müfid Ratib" imzası vardı. Bildiriye imza koyanlar ise şunlardı: Ahmed Samim (1884-1910), Ahmet Haşim (1885-1933), Emin Bülent (Serdaroğlu) (1886-1942), Emin Lâmi (?-?), Tahsin Na-hid (1887-1919), Celâl Sahir (Erozan) (1863-1935), Cemil Süleyman (Alyana-koğlu) (1886-1940), Hamdullah Suphi (Tanrıöver) (1885-1966), Refik Halit (Karay) (1888-1965), Şehabeddin Süleyman (1885-1921), Abdülhak Hayri, izzet Melih (Devrim) (1887-1966), Ali Canip (Yöntem) (1887-1967), Ali Süha (Delilbaşı) (1887-1960), Faik Âli (Ozansoy) (1875-1950), Fazıl Ahmet (Aykaç) (1884-1967), Mehmet Behçet (Yazar) (1890-1980), Mehmet Rüşdü, Köprülüzade Mehmed Fuad (Köprülü) (1890-1966), Müfid Ratib (1887-1920), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) (1889-1974). Bir yıl içinde topluluğa yeni katılanlar olduğu gibi çeşidi nedenlerle ayrılanlar ya da ayrılıp yeniden katılanlar oldu. Enis Behiç (Koryürek) (1891-1949) bunlardan biridir. Bir Edebiyat-ı Ce-dideci olan Faik Âli "Fecr-i Âti" (geleceğin tan vakti) adım bularak topluluğa isim babalığı yapmış ve kurucular arasında geçici başkan olarak yer almıştır. Faik Ali' den başka Fazıl Ahmet, Hamdullah Suphi ve Celâl Sahir bu topluluğa başkanlık etmişlerdir.
Kısa yaşamı içinde bu edebiyat topluluğunun üyeleri toplantılarını Babıâli'de, Nuruosmaniye'de, Beyoğlu'nda basımevi ya da dergi yönetim yerlerinin bir odasında yapmışlardır. Fecr-i Aticiler önceleri kendi dergilerini yayımlamak istemişler ama Servet-i Fünun'un sayfalarını yemden edebiyata açması ve Fecr-i Aticilerin şiir ve yazılarına yer vermesi, dergi çıkaracak parasal olanaklarının bulunmaması nedeniyle bu tasarılarından vazgeçmişlerdir.
Siyasal baskının yarattığı ortamın zorlamasıyla Servet-i Fünun (Edebiyat-ı Cedide) topluluğunun 1901'de dağılmasından sonra edebiyat alanında suskun ve verimsiz bir dönem yaşandı. Fecr-i Âti bu dönemde oluşan ve biriken düşüncelerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Topluluğun a-na ilkesi, kuruluş haberinde vurgulandığı gibi "Sanat şahsi ve muhteremdir" cümlesiyle belirtilmişti.
Türk edebiyatında bir bildiriyle kendini tanıtan ilk topluluk Fecr-i Âli'dir. Bu topluluk bir "cemiyet" olmamakla birlikte bir başkanının bulunması, belli zamanlarda yapılan toplantılara üyelerin katılması gerekliliği, topluluğa bir cemiyet hava-
Fecr-i Âti topluluğunun isim babası ve ilk başkanı Faik Ali ile topluluğun üyelerinden siyasal bir cinayete kurban giden Ahmed Samim.
Gözlem yayıncılık Arşivi
sı vermiştir. Üyelerle ilgili duyurularda "kulüp", "nizamname" gibi kelimelerin kullanılması da bunu göstermektedir. Fecr-i Âti toplantılarında üyeler son çalışmalarım sunarlar ve bu çalışmalar üzerinde görüş a-lışverişi, tartışmalar yapılırdı. Belli sayıda toplantıya katılmayan üyeler topluluktan çıkarılırdı. Yeni alınacak üyeler için törenler düzenlenirdi.
Fecr-i Âti üyeleri bir düşünce akımına ya da siyasal bir anlayışa bağımlı kalmadan, sınırlanmadan, özgürce yaratmadan yanaydılar. Bu topluluğa bağlı şair ve ya-
FELEK, BURHAN
276"
277
FENARÎ İSA CAMÖ
zarların ürünlerindeki değişik yaklaşımlar, farklılıklar da bunu kanıtlamaktadır.
Fecr-i Âti topluluğunun siyaset dışı kalma eğilimi daha önceki edebiyatçıların siyasetle olan ilişkilerinin edebiyatı olumsuz yönde etkilemiş olmasından, topluluğun oluştuğu dönemde siyasal ortamda karmaşa ve şiddetli çatışmalar yaşanmasından, bütün bunların dışında edebiyat ve sanatı her şeyin üstünde tutmalarından kaynaklanıyordu. Bununla birlikte üyelerden Ahmed Samim'in siyasal bir cinayete kurban gitmesi, 31 Mart Olayı Fecr-i Aticilerin istedikleri gibi siyasetten uzak kalmasını engelledi. Edebiyatta ise eski-yeni çekişmesinin doğurduğu kalem tartışmalarında Mehmed Rauf (1875-1931), Raif Necdet (Kestelli) (1881-1936), Hüseyin Suat (Yalçın) (1867-1942), Hakkı Tahsin, Selâhattin Enis (Atabeyoğlu) (1892-1942) Fecr-i Âli'ye karşı çıkanlardı. Bu tartışmalarda Fecr-i Âli'nin sözcülüğünü çoğunlukla Yakup Kadri yapıyordu. Fecr-i Aticiler kendilerinin Edebiyat-ı Cedide'nin bir uzantısı sayılmasını, bu anlayışın devamı sayılmasını istemiyorlar, yeni bir anlayış getirdikleri için Edebiyat-ı Cedidecilerden kökten ayrıldıklarını ileri sürüyorlardı. Bu tutum giderek Edebiyat-ı Cedide düşmanı sayılmalarına yol açtı.
Fecr-i Âti topluluğu 1912 sonlarına doğru yavaş yavaş dağılmaya başladı. Bu da-" ğılmamn başlıca nedeni, bu topluluğa bağlı şair ve yazarların "Sanat şahsi ve muhteremdir" ilkesi çevresinde toplanmış olmalarına karşılık bağımsız ve özgür kalmaya verdikleri önemdir. Dağılmanın öteki nedenleri şöyle sıralanabilir: Kitap ve dergi yayımlayacak parasal olanaklarının olmaması, üyelerden bazılarının çeşitli nedenlerle istanbul'dan uzaklaşması, üyeler arasında edebiyat açısından bir amaç birliği olmaması ve zoraki bir beraberliğin sürdürülmesi, II. Meşrutiyet'in yarattığı özgürlük ortamında sanatçıların dayanışmaya gereksinme duymamaları, üyeleri bir arada kalmaya zorlayacak ciddi bir karşı çıkışın olmaması, özgürlük ortamında dergi ve gazete yayınlarının artması, ittihatçıların Fecr-i Âti üyelerinden bazılarına çeşitli görevler sağlayarak bu sanatçıları bir anlamda susturması.
Edebiyat tarihçileri Fecr-i Âli'yi genellikle Edebiyat-ı Cedide'nin devamı olarak değerlendirmişler, şiirde Tevfik Fikret'in, nesirde Halit Ziya ve Cenap Şahabettin'in etkisinde kaldıklarını, dilde amaçladıkları doğrultuda başarı elde edemediklerini, yapay bir dil yarattıklarım ileri sürmüşlerdir. Bununla birlikte Fecr-i Âli'nin Türk edebiyatına kazandırdıkları da vardır: Şiirde "incelikli" kelime arayışı, kullanımı ve imgeye daha fazla yer verme; duyarlı bir dile erişme çabaları; özgür koşukta (serbest nazım) başarılı örnekler; topluma eğilme; toplumsal içerikli oyunlar; e-debiyatı toplumsal bir kurum sayma ve bu düşüncenin etkili olmasını sağlamaya çalışma.
Bibi. H. Dizdaroğlu, "Fecr-i Ati Topluluğu", Ulusal Kültür, S. 5 (Temmuz 1979); M. Ünlü-Ö. Özcan, 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı, I, îst.,
1987; Ş. Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı, I, İst., 1976; R. N. Evrimer, Fecr-i Âti Şairleri-Mehmet Behçet ve Tahsin Nahid, ist., 1961; N. S. Banarh, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İst., 1971-1979.
ERAY CANBERK
FELEK, BURHAN
(10 Mayıs 1889, İstanbul - 4 Kasım 1982, İstanbul) 73 yıl sürdürdüğü gazeteciliğiy-le, 58 yıl aralıksız yazdığı günlük yazılarıyla ve istanbul'un halkım, günlük yaşamını anlattığı mizah hikayeleriyle tanınan gazeteci, yazar, sporcu ve spor adamı.
Asıl adı Mehmet Burhanettin'dir. Üsküdar'da doğdu, ilk, orta ve lise öğrenimini Üsküdar'da yaptı. 1911'de istanbul Hukuk Mektebi'ni bitirdi. Gazeteciliğe öğrenciyken spor muhabiri olarak başladı (1909). Daha sonra Donanma ve İdman dergilerinde yazdı (1910). Üniversiteyi bitirdikten sonra çeşitli devlet kuruluşlarında memurluk, liselerde Fransızca öğretmenliği, avukatlık yaptı. Gazeteciliğini Tetebbu dergisinde, spor yazarı ve foto muhabiri olarak Tasvir-i Efkâr gazetesinde sürdürdü. (1918-1924). Bundan sonra sırasıyla Tev-hid-i Efkâr, Vakit, Vatan, Yeni Ses, Milliyet, Tan, Cumhuriyet (1940-1969) ve tekrar Milliyet (1969-1982) gazetelerinde günlük fıkralar, yorumlar yazdı. Mizah hikâyeleri ve yazıları Kahkaha, Akbaba ve Tef gibi dergilerde çıktı. Uzun yıllar (1946-1950 ve 1959-1982) Gazeteciler Cemiyeti başkanlığı yaptı. Felek'e Gazeteciler Ce-miyeti'nin 1976'daki kongresinde "şey-hü'1-muharririn" (yazarların şeyhi) unvanı verildi. Ara vermeksizin en uzun süre yazan gazeteci olarak Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) tarafından basın şeref listesine alındı. Ölümünden sonra Fransa hükümeti kendisine Legion d'honneur nişanı verdi. Böylece Felek, ölümünden sonra bu nişanı alan ilk yabancı oldu.
Felek gazeteciliği ve mizahçılığının ya-nısıra sporcu, spor adamı ve spor yazarı olarak da tanınır. Gençliğinde futbol oynadı; futbol ve güreş hakemliği yaptı. Üsküdar'da Anadolu Spor Kulübü(->) kuruculuğu (1908), Atletizm Federasyonu başkanlığı (1922-1923 ve 1924-1935), Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi başkanlığı (1962-1982), Olimpiyat kafile başkanlığı (1924 ve 1928), Olimpiyat Komitesi temsilciliği (1948, 1960,1972), Beden Terbiyesi Danışma Kurulu üyeliği (1938-1965) spor alanındaki öteki etkinlikleridir. 1923' te Yusuf Ziya (Öniş) ve Ali Sami (Yen) ile birlikte Türkiye İdman Cemiyetleri İttifa-kı'nı kurdu.
Felek'in sağlığında yayımlanan yapıtları şunlardır: Hint Masalları (gezi yazıları, 1944), Felek (birinci kitap, 1947), Felek (ikinci kitap, 1948), Vatandaş Ahmet Efendi (1957), Eski İstanbul Hikâyeleri (1971), Yaşadığımız Günler (.197 4^, Nasreddin Hoca Fıkraları (1982). Gazete ve dergilerde kalan yazıları ölümünden sonra Felek Yayıncılık tarafından çeşitli kitaplarda derlenmeye başlandı ve eski kitaplarının yeni baskıları yapıldı: Felek'ten Dostlara I (1984), Kırk Yıllık İstanbul Hikâyeleri
Burhan Felek
Ara Güler
(1984), Vatandaş Ahmet Efendi (1984), Birazda Yarenlik(1984), Receb'in Kahve-si 7(1984), Geçmiş Zaman O/wr fe'(1985), Hayal Belde Üsküdar (1988). Sporla ilgili yazılarının bir bölümü de Türkiye Spor Yazarları Derneği tarafından kitaplaştırıldı (1983). Felek adına Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından kurulmuş "Burhan Felek Basına Hizmet Ödülü" adlı bir ödül vardır. Ayrıca İstanbul'da Altunizade'deki spor tesislerine Burhan Felek Spor Site-si(->) adı verilmiştir.
Felek fıkra ve hikâyelerinde kullandığı istanbul Türkçesiyle, halkın günlük ev ve kent yaşamını konu edişiyle, halktan kimseleri canlandırışıyla Ahmed Ra-sim(->) ve Hüseyin Rahmi Gürpınar(->) çizgisinin sürdürücüsü oldu. istanbul'da oluşan ve kente kimliğini kazandıran gelenek, görenek ve alışkanlıklarla, yaşanan ve kendine yer etmeye başlayan yeniliklerin çatışmasından kaynaklanan durum ve olaylardaki mizah öğesini öne çıkardı. Sürdürülmesi gerekenlerin değişime dire-nemeyerek yavaş yavaş silinişini buruk ve alaycı bir dille anlattı. Ahlak kurallarına ve kent töresine aykırı düşen tutum, tavır ve davranışları yalnızca ahlak ve töre açısından eleştirdi; siyasal anlamda mizah yapmadı. Bu bakımdan bir istanbul yazarı ve hemşerisi olarak kaldı. Şehir yaşamının sorunlarıyla yakından ilgilenmesi, her gün karşılaşılan aksaklıkları konu etmesi ve alaycı bir dille eleştirmesi aynı koşullar içinde 'yaşayan okurlarla sıkı bir bağ kurmasını sağladı.'
Spor yazarlığı dışta tutulursa günlük gazete fıkralarında ve mizah hikâyelerinde büyük çoğunlukla istanbul yaşantısını konu ettiği için Felek'in yazıları İstanbul'un 80 yıllık bir döneminin tanığıdır. Felek'in günlük yazılarının toplandığı öteki kitaplar da istanbul'un günlük yaşayışıyla ilgili ya da istanbul aracılığıyla ülke sorunlarına da değinen fıkralardan oluşur.
Felek, fırsat düştükçe istanbul'un her
semtinden söz eder, ama en çok söz ettiği ve en ayrıntılı tanıdığı semt doğup büyüdüğü Üsküdar ve çevresidir. Fıkralarında Üsküdar'ın mahalleleri Ihsaniye, Selimiye, Harem, Salacak, Çiftekayalar, Bağ-larbaşı'nın eski durumundan sık sık söz açar. istanbul ise Felek'in hem çok sevdiği ve hem de eleştirmekten geri kalmadığı sevgili şehridir.
Felek'in mizah hikâyelerinde istanbul' un simgesi olmuş mekânlar ve olaylar ya da olgular ayrı bir yer tutar: Kahveler; tramvay, otobüs, vapur gibrtaşıt araçları; sayfiye semtleri; çalgılı bahçeler; lodos; yankesicilik ve dolandırıcılık; sosyete yaşantısı gibi. Felek'in kişileri ise mahalle ve semtlerde çeşitli özellikleriyle belirginleşmiş kimseler ve hemen hemen bütün kent insanlarıdır: Bıçkınlar, küçük memurlar, Arap dadılar, sosyete hanımları, emekliler, vatman ve şoförler, pazarcılar, satıcılar gibi. istanbul'da belli bir semtte yaşayan, o semtin yaşantısı içinde belli bir yeri olan kişiler de Felek'in yarattığı hikâye kahramanlarıdır. Fakat bu kahramanlar gerçekten var olan, yaşayan kimselerdir. Felek bunları yaşarlıkları içinde yakalamış ve kişiliklerini, özelliklerini biraz daha kalın çizgilerle belirleyerek hikâye kahramanları yapmıştır.
1940'h yıllardaki hikâyelerinde "Lâp-çin" ve "Kantaron" lakaplı iki kahramanı vardır. Bu iki birbirine zıt kişilik, gerçekte Felek'in karşısında Felek'i kışkırtmak, konuşturmak için yer alırlar. Bunun tersi de olur, Felek onları konuşturur. Bu Felek'in eski ortaoyunundaki Kavuklu ile Pi-şekâr geleneğini çağdaş bir anlayışla yazıya aktarmasıdır. "Kantaron" daha mürekkep yalamış, olumsuz, sık sık şikâyet etmeyi seven biridir; "Lâpçın" ise daha hoşgörülü, iyimser, her şeye peki diyen biridir. Felek yerine göre bu iki kahramanından biriyle söyleşir. "Kantaron" ile yapılan söyleşilerde yer yer kara mizah izleri görülür.
Felek'in 1950'li yıllardaki hikâye kahramanı "Vatandaş Ahmet Efendi"dir. 1950' den sonra hızla değişmeye başlayan yaşama biçimi içinde, değişen istanbul'un koşullarına ayak uydurmaya çalışan orta halli vatandaş tipinin örneği olan "Vatandaş Ahmet Efendi" Felek'in daha sonra da hikâyelerine konu olur. Toplumsal değişimin getirdiği şaşkınlık içinde, "para"nın kazandığı saygınlık karşısında bocalama-maya, kendisine doğrudan yararı dokunmayan göstermelik demokrasiye ayak uydurmaya çalışan bu İstanbullu gerçekte ülke genelinde bu durumdaki "vatandaş"ı simgeler.
Receb 'in Kahvesi genel başlığını taşıyan hikâyelerde ise bir mahalle kahvesi söz konusudur. Aksaray'daki bu küçük kahvede eski ve yeni istanbullular bir araya gelirler. Bu topluluğun baş kişisi yine "Vatandaş Ahmet Efendi"dir. Felek bu kahramanını "sarsılmaz ve olumlu halk mantığı, soydan gelen sağduyu ve şehir uşağının o ince esprisiyle, az konuşan, uz konuşan bir kimse" olarak tanımlar. Kahvenin öteki müdavimleri işportacılık yapan, saf
yürekli ve sevimli bir genç olan Rahmi; yöreye özgü özellikleri olan, cebi para görmüş Karadenizli müteahhit Taşaron Nuri; Eczacı Bey; Konsolos Bey; imam ile müezzin; sobacı Karabet Usta; arabacı Rumelili Hüsmen'dir. Bunların dışında kahveye gelip giden pek çok kişi vardır. Kahve müdavimlerinden Konsolos Bey başkonsolosluktan emekli olmuş, Batı'da yaşamış, konuşurken zaman zaman yabancı kelimeler kullanan ve genel olarak kahvenin öteki müşterilerine ters düşen biridir. Felek bu kahramanı ve emekli Eczacı Bey aracılığıyla eski istanbul'u, öteki kahramanlarıyla da değişen İstanbul'u bir arada yaşatmaya çalışır. Receb'in Kahvesi 1980'lerin istanbul'unu küçük ölçekte simgeler gibidir.
ERAY CANBERK
Dostları ilə paylaş: |