I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə63/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   139

BibL Hüseyin Cahid (Yalçın), Hayat-ı Hakikiye Sahneleri, ist., 1325; "Falcılara Kimler ve Niçin Müracaat Ederler?", Resimli Ay, S. 5 (Haziran 1340), s. 13-14; S. M. Alus, "Hocalar, Bakıcılar, Üfürükçüler", Akşam, 2 Mayıs 1939, s. 11; S. Güngör, "Kuş Falcısı Derdini Anlatıyor", Tan, 26 İkinci Kânun 1936, s. 13; G. Scognamillo, istanbul Gizemleri, İst., 1993, s. 54-55; A. Duvarcı, Türkiye'de Falcılık Geleneği ile Bu Konuda iki Eser: "Risâle-i Falname U Ca'fer-i Sâdık" ve Tefe'ülnâme, Ankara, 1993; Pakalın, Tarih Deyimleri, III, 27-28; "Fal, Falcılar", ISTA, X, 5506-5508; "Fal", TDEA, III, 153-155; "Fal", IKSA, III, 1706-1707.

UĞUR GÖKTAŞ



FÂRİSÜ'Ş-ŞİDYAK

(1804, Aşkut[Lübnan] - 20 Eylül 1887, İstanbul) Arap asıllı gazeteci, edebiyatçı, sözlük yazarı, gramerci ve şair.

Tam adı Ahmed Fâris bin Yusuf bin Mansur'dur. Marûni bir ailenin çocuğuydu. Beyrut'ta iyi bir öğrenim gördü, Fransızca ve ingilizce öğrendi. Amerikalı misyonerlerle çalıştığı sırada, Protestanlığa geçti. Kardeşinin Marûni patriği tarafından öldürülmesi ve diğer nedenlerle Lüb-



FAROS

258

259

FASIL MUSİKİSİ

Claude Farrere (ortada sağda), Berin Nadi (sağda), Fahreddin Kerim Gökay (ortada solda) ve. Ömer Celal Sarç (solda) ile bir dost toplantısında.



Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

nan'dan ayrılarak, uzun yıllar yurtdışında yaşadı. 1825-1834 arasında Mısır'da bulundu. Kahire'de Marûniyye Medresesi'nde okudu. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'dan ilgi gördü, el-Vekâyiü'l-Mısriyyegazetesinin yazı heyetinde çalıştı. 1834-1844 arasında Malta'da misyoner basrmevinde çevirmenlik ve Arapça öğretmenliği yaptı. 1848'de Londra'ya geçerek Oxford ve Cambridge'de İncil çevirisiyle uğraştı. Sonra bir süre Paris'te kaldı.

Daha sonra Tunus'a giden Şidyak, Vali Ahmed Paşa'nın yardımlarını ve dostluğunu gördü. İslamiyeti kabul ederek Ahmed adım aldı. Abdülmecid'in çağrısı^üzerine 1859'da istanbul'a geldi. Matbaa-i Âmire'de düzeltmen ve çevirmen olarak çalıştı.

Fârisü'ş-Şidyak'm istanbul'da en önemli faaliyeti, el-Cevaib adlı Arapça ilk haftalık gazeteyi çıkarmasıdır (bak. Cevaib-el). Gazete Arap dilinin gelişimine ve Avrupa uygarlığının Araplara aktarılmasında büyük katkılarda bulunmuştur. Oğlu Selim Fâris de gazetede çalışmıştır. Cağaloğlu'n-da Ebussuud Caddesi üzerinde bir binada kurduğu modern el-Cevaib Matbaası'n-da, gazetesinin yanında Arapça ve Türkçe birçok dini, edebi, kültürel kitap ve risale yayımlamıştır.

Fârisü'ş-Şidyak 1886'da Kahire'ye parlak bir seyahatte bulunmuş, istanbul'a dönüşünde, Kadıköy'deki yazlık evinde ölmüştür. Bir süre önce tekrar Hıristiyanlığa döndüğü söylentisi vardır. Cenazesi vasiyeti üzerine Beyrut'ta gömülmüştür. Dil, gramer, sözlük, tarih, Avrupa uygarlığı ve gezdiği yerler hakkında birçok e-ser yazmıştır. Cevaib'deki yazı ve şiirlerinden oluşan bir derme, oğlu Selim tarafından Kenzü'r-Regâib fi Müntehabâti'l-Cevâib adı ile 7 cilt halinde, 1871-1881 a-rasında basılmıştır. Fârisü'ş-Şidyak'ın Arapça gramer, sözlük ve dil çalışmaları ve Arapçayı kısa sürede öğretecek kitapları, İstanbul'daki ulema ve medrese muhitlerinde rağbet bulmuştur. Firuzâbâdi'nin Kamus'unu eleştiren ye bazı yanlışlarını gösteren el-Casûsalafl-KamûsQs\.., 1299) adlı eseri çok tutulmuştur.

Bibi. C. Brockelman, Fârisü'ş-Şidyak", lA, IV, 469-470; A. G. Karam, "Fâris al-Şidyak", El2, II, 819-821; Sami, Kamus, V, 1326-1327; H. G. Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, Ankara, 1971, s. 212-213; O. Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, İst., 1987, s. 184-187, 194; A. Çetin, "el-Cevâib Gazetesi ve Yayını", 713, S. 34 (1984), 475-484; ay, "XDC. Yüzyıl Arap Kültür Dünyasında Önemli Bir Basın Organı: el-Cevâib Gazetesi" , Melanges Professeur Robert Mantran, Zaghouan/Tunus, 1988, s. 83-92; ay, "el-Cevâib Gazetesi", DlA, VII, 435-436.

ATİLLÂ ÇETİN



FAROS

Küçük Ayasofya civarındaki Büyük Saray' ın(->) hemen güneydoğusunda bulunan Bizans dönemi fener kulesi. (Grekçede "fa-ros" fener anlamına gelir.)

Ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber, erken Bizans dönemine ait olması mümkündür. 9. yy'da Faros, işaret ateşlerinden oluşan bir zincirin son noktası olarak, doğu sınırlarındaki Arap akınlarını

başkente haber veriyordu. 1390'da şehri ziyaret eden bir Rus hacısının ve 1420'de gelen İtalyan gezgini Buondelmonti' nin(~>) anlattıklarına bakılırsa, fener kulesi bu tarihlerde harabe halindeydi. Bu iki kaynağa göre, Faros silindirik yapıdaydı ve en üst katında, dört sütunla çevrilmiş camların ardında yanan bir ateş vardı.

Fener, büyük olasılıkla deniz surla-rındaki 32 numaralı kulenin üstünde inşa edilmişti ve Bukoleon Sarayı'nın(->) hemen doğusunda saray duvarlarına 10. yy' da eklenen bölümün denizle buluştuğu yerde bulunuyordu. Faros bugün, Osmanlı dönemine ait takviye inşaatı ile kaplıdır ve üst parçası yok olmuştur.

Faros adı, fener kulesinin hemen arkasında uzanan Büyük Saray'ın alt taraçasma ve Meryem Ana'ya adanmış bir kiliseye de verilmiştir. Faros Kilisesi, kutsal emanetlerin saklandığı bir hazine dairesi olarak kullanılmıştı. Anılan değerli eşyalar a-rasında İsa'nın çarmıha gerildiği gün giydiği iddia edilen giysiler ile çarmıha germe işlemi için kullanıldığı ileri sürülen a-raçlar da yer almaktaydı.

1204'te Konstantinopolis'in Latinler tarafından işgali sırasında pek çok dini yapı gibi, Faros Kilisesi de tahrip edildi ve bu tarihten sonra yok olmaya terk edildi. Büyük Saray'ın Faros adım taşıyan târaçasm-dan bugün demiryolu geçtiği için burada arkeolojik araştırma yapılamamaktadır.

BibL Janin, Eglises et monasteres, I, 3, 232-235; G. P. Majeske, Russicm Travellers to Constan-tinople in the Fourteenth andFifteenth Centu-ries, Washington, 1984, s. 245-246.

ALBRECHT BERGER

FARRERE, CLAUDE

(1876, Lyon - 21 Haziran 1957, Paris) Fransız yazar.

Asıl adı Frederic-Charles-Pierre Bargo-ne'dur. Korsikalı bir aileden geliyordu. Babası deniz subayıydı. O da baba mesle-



m

ğini seçti ve 1899'da Denizcilik Okulu'nu bitirdi.

Farrere İstanbul'a ük kez Temmuz 1902' de geldi. Eylül 1903'te Pierre Loti(-») idaresine geçen "Le Vautour" gemisiyle ikinci gelişinde daha uzun bir süre kaldı ve henüz eski karakterini büyük ölçüde koruyan İstanbul'un mistik ve tarihi atmosferine bağlandı. 1904'te ilk eseri olan Fu-mees d'Opium yayımlandı. 1905'te ikinci romanı Leş Civilises basıldı ve yılın Gonco-urt Ödülü'nü aldı. 1906'da yayımlanan romanı l'Homme qui assasine (Öldüren Adam) Farrere'e asıl ününü sağladı. Romanın konusunu oluşturan olaylar zinciri içinde, yer yer, İstanbul'un tarih ve tabiat peyzajları bütün zenginlikleri ile anlatılır. Büyükdere'deki yazlık sefaretlerde balolar, Küçüksu mesireleri, Beyoğlu'nun Farrere'in hiç sevmediği kozmopolit cadde ve mağazaları, cami avluları, mezarlıklar, iç içe açılır. 19. yy sonu İstanbul'unu, o çağın Avrupalı gözü ile;en iyi veren e-serlerden biri bu romandır. Romanın edebi çerçevesinin içinde, Osmanlı ekonomisine hâkim olan yabancılann ve azınlıkların tenkidini yapmış olması da dikkate değerdir. Mademoiselle Dax, jeune fille (1908) ve La Bataille (1909) eserleri de aynı yılların Goncourt ödüllerini kazandı. Her vesile ile İstanbul'a gelmeye can atıyordu. 1911'de Beyrut'a giderken yine şehre uğradı ve Kandilli'de kaldı.

Farrere önce "Bouvet", sonra "l'Ami-ral Aube" gemilerinde bulundu; 19l6'da Fransız Savunma Bakanlığı'nın emrine girdi. I. Dünya Savaşı'mn Avrupa'yı ateşe boğduğu bu yıllarda, dünya, medeni cesaretin, dostluk ve bağlılık duygularının ilginç bir örneğini, Türkler ise soylu dostlarının göz yaşartan ve cesaret veren bir işaretini gördüler; Osmanlı Devleti Fransa ile savaş halinde olduğu halde, birer asker olan Loti ve Farrere yazılarıyla, konuşmalarıyla Türkleri savundular ve Fransa'

nın Doğu'daki büyük, asil ve tarihi dostuna karşı yaptığı hatadan bir an önce dönmesi için ısrar ettiler. Farrere bu yüzden 1919'da emekliye sevk edildi.

Farrere I. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkler bir kurtuluş savaşına giriştiklerinde de İstanbul'a geldi. Savaş sırasındaki dostluğuna karşı halkın ve aydınların Farrere'e gösterdiği ilgiyi değerlendiren Fransız yüksek komiseri General Pelle, onu, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeye teşvik etti. O sıralarda Anadolu hareketine karşı yumuşak bir politika izleyen Fransız hükümetinin de bu temasta bilgisi ve isteğinin bulunduğunu tahmin etmek zor değildir.

Farrere, Mustafa Kemal Paşa ile Adapa-zarı'nda buluştu. Sakarya'da savaş henüz kazanılmıştı. Farrere hatıralarında, bu kabulü ve izlenimlerini anlatır. Bunlardan anlaşılacağı gibi, ünlü romancının, yeni Türkiye'nin kurucusu ile münasebetlerindeki ilk zıddiyet ve dramın tohumu, daha bu görüşmede atılmıştır: Sadece egzotizme düşkün olan ve toplumsal değişme ihtiyacını anlamayan yabancı, Mustafa Kemal'in keskin ve azimli çehresini ve ateşler içinde yoğrulan iradesini yadırgar ve daha önce kendisini kabul etmiş olan Abdülmecid Efendi'nin (Halife) Çamlıca'daki köşkünü, çevresini ve saltanatını özler!

Kurtuluşu izleyen yılların devrimleri Farrere ile yeni Türkiye'nin yönetici kadrosu arasındaki mesafeyi daha da açtı. Comte de Chambrun'ün Ankara'da büyükelçi bulunduğu yıllarda ve onun tavsiyesiyle, İçişleri Bakanlığı'nın Türkiye'ye gelmemesi yolundaki bir mektubunu almamış gibi, yola çıkarak yeni Ankara'yı görme merakını tatmine çalıştı. 1930'da General Gouraud ile Seddülbahir'e gelerek kendisinin de çalıştığı ve daha sonra Çanakkale savaşlarında batan "Bouvet" zırhlısının ve Fransız ölülerinin hatıralarını anma törenine katıldı. Mart 1931'de Hugo Ar-ditty tarafından davet edildi. İstanbul ve Ankara'da konferanslar verdi. Sosyal reformlar ve kadın hakları konuları ilgisini çekmekteydi. 1934'te yayımladığı Leş Qu-atre Dames d'Angora (Ankara'nın Dört Kadını) adlı romanı bu gezinin ürünüdür.. 1935'te Louis Barthou'nun yerine Fransız Akademisi'ne (iye seçildi. Aynı yıl bir turist gemisiyle İstanbul'a gelip Çanakkale hakkında konferanslar verdi. İstanbul'a son gelişi, Ağustos 1950'dedir. Bu kez "Ankara" Vapuru'yla gelen Farrere İstanbul'un Fransız kültürüne yakın çevrelerince karşılandı. Yine Kandilli'de Kont Ostrorog'un yalısına indi, fakat sahildeki aşıboyalı asıl yalıda değil, yukarıdaki sette, bir çınarın altındaki beyaz boyalı küçük evde kaldı ve kendisini ziyarete gelen hayranlarına anılarını anlatmak, resimlerini ve eserlerini imzalamakla günlerini geçirdi.

ÇELiK GÜLERSOY

FARSÇA BASIN

İstanbul'da Farsça basın 19. yy'ın son çeyreğinde Yeni Osmanlılar'ın ve Jön Türk-ler'in etkisiyle İran meşrutiyetçileri tarafından İran'a çağdaş bir sosyal ve siyasal yaşam getirmek amacıyla başlatılmıştı.

Bunlardan en önemlileri şunlardı: Mu-hammed Tahir Tebrizi adlı bir tacir tarafından yayımlanan Ahter (ISI6-1897), bir başka tacir Seyyid Hasan Tebrizi'nin yayımladığı Şems (1908-1909), ünlü edebiyatçı Ali Akber Dihhoda'nın sahibi olduğu Soruş (1909). Politik niteliği ağır basan bu yayınlardan başka, daha çok İstanbul' daki İranlılar için haber gazeteleri olarak gene aynı topluluğa mensup kişiler tarafından yayımlanan dergiler vardır: Dâ-«£(1908), Azade (1908), Pars (1921) vb. Bunlardan Pars Farsça-Fransızca yayımlanan bir dergi olup Doğu ve Batı arasında edebi nitelikli bir alışverişi öngörüyor, İstanbul'u Doğu ile Batı arasında bir yol kavşağı kabul ediyordu.

İstanbul, 19. yy'ın başlarından itibaren İranlı tüccarlar için önemli bir kent haline gelmişti; aynı yüzyılın sonlarında ise bu kez çok sayıda İranlı siyasi mülteciyi konuk edecekti. İlk mülteci akınını, 19. yy' in sonunda Kaçar Hanedanı'nın despotluğundan kaçan siyasiler, ikincisini ise 1906'da İran'da meşrutiyetin ilanından sonra 1908'de gelen karşıdevrim hareketiyle ülkede esen havadan kaçan İranlı özgürlükçüler oluşturmuştu. Yeni Osmanlılardan esinlenmiş olan Ahter, sözünü ettiğimiz aydınlara ve özgürlükçülere seslenmekteydi. Şems ve Soruş ise İran'da olan bitenlerden dünyayı ve sürgündeki İranlıları haberdar etmeyi, ülkede anayasal rejime geri dönüşün koşullarını hazırlamayı amaçlamaktaydı.

Başlangıçta İran Elçiliği'nin kanatları altında ve Osmanlı Devleti'nin desteğiyle yayma başlayan Ahter, kısa zamanda ba-ğımsızlaşarak, İran muhalefetinin etkili bir organı haline gelmişti. Ahterlrak'a. Kafkas-lar'a, Türkistan'a, hattâ Hindistan'a kadar yayılmıştı. Osmanlılardaki Tanzimat'tan etkilenen, 1877 Osmanlı Kanun-ı Esasi'sini Farsçaya çeviren, meşrutiyet rejimini savunan, Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemal, Midhat Paşa gibi Türk düşünürlerinin fikirlerini benimseyerek öngörülen yeni sistemin şeriata aykırı düşmediğini ve bu kapsamdaki özgürlükleri savunan Ahter, 1906' İran meşrutiyetine giden süreçte ö-nemli bir rol oynamıştı.

Şems (48 sayı) ile Soruş (14 sayı) İran' da meşrutiyet rejiminin yenik düştüğü, Muhammed Ali Şah'ın parlamentoyu feshettiği yıllarda yayımlanmıştı. Soruş İstanbul'daki İranlı siyasilerin örgütü Encü-men-i Saadet'in resmi sözcüsü olup, ülke içindeki gizli siyasi teşkilatlardan gelen bildirilere yer verir, Osmanlı başkentindeki İran topluluğunun yaşantısını yansıtır, düşünsel ve siyasal nitelikli yayınlar yapardı. Gene Soruş, Tahran rejimine karşı Tebriz'deki ünlü direnişten haberler iletiyor, Osmanlı Devleti'yle İran arasındaki sınır sorunlarına değiniyordu. Her iki yayın organı da, Osmanlı topraklan içindeki Irak'ta yaşayan ve İran'da meşrutiyetin geri getirilmesini savunan Şiî şeyhlerinin de sözcülüğünü yapıyordu.

Şems ve Soruş, Osmanlı Devleti'nde meşrutiyetin işleyişini, Kanun-ı Esasi'nin içeriğini, mebusların işlevlerini, kamuoyu-

nun görüşlerini yakından izliyor, gazeteci Hasan Fehmi Bey suikastını, 31 Mart Ola-yı'm ve Derviş Vahdeti'nin Volkan gazetesini, II. Abdülhamid'in tahtan indirilişini, Kıbrıs ve Arnavutluk olaylarını tahlil ediyor, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ını dikkatle inceliyor, iktidardaki İttihatçılarla iyi ilişkiler kuruyordu. Soruş, İran'ın bazı bakımlardan, örneğin edebiyat yönünden Osmanlı'ya üstün olduğunu, ama bilim ve modernleşme yönünden Türklerden geri kaldığını, eğitim alanında ise Osmanlılarda var olan laik nitelikli okulların Iran' da henüz bulunmadığını yazıyordu.



Şems ve Soru/da o sıralarda İstanbul' daki İran kolonisi hakkında, İran Elçiliği, hastanesi, okulu ve kadın örgütü dahil olmak üzere çeşitli dernekler ve topluluğun İstanbul halkıyla ilişkileri konularında da hayli bilgi vardı. İzmir, Trabzon, Erzurum ve Kahire gibi kentlerdeki İran topluluklarıyla da ilişkiler kuran bu dergilere yardımcı olan Türkiyeli aydınlar arasında tarihçi ve siyasetçi Hüseyin Da-niş'i ya da o yılların Azeri milliyetçisi Ağa-oğlu Ahmed Bey'i saymak mümkündür. BibL "Un Journal persan â Constantinople", Re-vue du monde musulman, IX, 9, 1909, s. 204-207; E. G. Browne, Press and Poetry of Modem Persia, Cambridge, 1914; Han Malek Sasa-nî, Yadbudha-yi safarat-i istanbul, Tahran, 1966, s. 205-211; Muhammad Sadr-i Hasimî, Tarih-i carâid ve macallat-ı Iran, Isfahan; Muhammad ismail Razvanî, "Suruş-i Rum ve Su-ruş-i Rey", Ayande, c. 5, S. 7-9 (1979) s. 501-508; H. Suzuki, "Iranians in İstanbul and the Tobacco Protest through an Analysis of the Per-sian Newpaper Akhtar", Journal ofAsian and African Studies, S. 32 (1986), s. 143-178; ay, "A Note on the Jan. 20 1891 Akhtar Article Con-cerning the Persian Tobacco Concession", An-nale ofjapan AssociationforMiddle East Studies, S. l (1986), s. 310-331; Muhammad Amin Riyahî, Zaban va adab-ifarsi dargalamrav-i usmani, Tahran, 1990; T. Zarcone, "La commu-naute iranienne d'Istanbul â la fin du XDCe et au debut du XXe siecle", La Shî'a nelllmpero Ot-tomano, Roma, 1993, s. 57-83; ay, "1905-1911 Iran Devriminin ve istanbul'daki Iran Topluluğu Tarihi için Bir Kaynak: Şams Gazetesi", Toplumbilim, S. l (Eylül 1992), s. 67-68; O. Koloğlu, "Un Journal persan d'Istanbul: Akhtar", Actes du colloquesurl'histoire de la communa-ute iranienne d'Istanbul, (haz. T. Zarcone-F. Zarinebaf-Shehr), ist., 1991; A. Pistor-Hatam, "The Persian Newspaper Akhtar as a Transmit-ter of Ottoman Political İdeas", ae\ T. Zarcone, "Alî Akbar Dihkhudâ et le Journal Surush d'Istanbul (juin-novembre 1909)", ae.

THIERRY ZARCONE



FASIL MUSİKİSİ

Türk musiki geleneğinde, bir musiki türünü, bir besteleme düzenim, bir repertuva-rı ve bir seslendirme biçimini ifade eden "fasıl" kelimesi aynı zamanda, Türk musikisi eserlerinin notalarını veya sadece sözlerini bir araya getiren nota ve güfte mecmualarının makamlara göre ayrılmış bağımsız bölümlerini anlatmak için de kullanılır. Doğu'da yalnızca Türkiye'de, özellikle de İstanbul'da, saraydan konağa, kahvehaneden kır ve mesire yerlerine değin bütün mekânlarda her tabakadan halkın musiki zevk ve kültürünün gelişmesinde yüzyıllar boyunca etkinliğini sürdürmüş



FASULYECİYAN, TOMAS

260

261

FATİH

Fatih Camü'nin minaresinden Karadeniz medreseleri ile Fatih ve çevresinin bir görünümü.



Araş Neftçi, 1990

bir tür olarak fasıl, dindışı geleneksel musiki ürünlerinin tümünü kapsayan ve "fasıl musikisi" adı ile anılan bir bütündür. Bu bütün, ayrı ayrı görüldüğünde birbirinden farklı usul kalıpları üzerine bestelenmiş ve adına "peşrev", "kâr", "1. beste", "2. beste", "ağır semai", "şarkı", "yürük semai", "saz semaisi", "longa", "sirto" veya "köçekçe takımı" ile "türkü" denilen Türk musikisi beste şekillerinin belli kurallar çerçevesinde arka arkaya getirildiklerinde oluşan bir süit formunu andırır. Geleneksel fasıl, en dar biçimi ile peşrev, kâr, 1. beste, 2. beste, ağır semai, yürük semai ve saz semaisi düzeni içindeki bir klasik takımdan; en geniş biçimi ile de bu geleneksel sıraya şarkı, türkü; longa, sirto gibi beste şekillerindeki eserlerin eklenmesinden . oluşur. Geleneksel düzenin sözlü unsurları olmadan, peşrevden hemen sonra ağır aksak veya sengin semai şarkılarla başlayarak devam eden fasıl biçimi, son yıllarda daha çok tercih edilir olmuştur.

Fasıl düzenini oluşturan eserlerin art arda dizilişlerinde ağırdan hızlıya doğru bir usul tertibi gözetilmesi, yüzyıllar öncesine dayanan bir gelenektir. Fasla bir program olarak bakıldığında bir defada çalınıp söylenen aynı makamdan parçalar anlaşılır, bunlar "hicazkâr faslı", "besteni-gâr faslı", "uşşak faslı" gibi adlarla anılır.

Bir seslendirme biçimi olarak bakıldığında da, fasıldan, geleneksel konser biçimi ve bu konseri veren fasıl heyeti anlaşılır. Fasıl musikisi genel olarak, sözlü fasıl (hanendeler faslı) ve saz faslı (sazendeler faslı) biçimleri ile sunulmuş ve dinlenmiştir. Sarayda, Enderun'un kurulduğu dönemden bu yana fasıl musikisi, saz ve söz eserleri repertuvarı ile cariyelere ve musiki yeteneği olan musiki heveslilerine, ustalarca meşk edilme aşamasından başlayarak bu meşklerin padişah huzurunda tekrarlandığı harem fasılları ve huzur fasılları ile gerek saraydan çırağ edilen ve gerekse vezir ve zengin konaklarındaki meşklerde yetişen musikişinaslardan oluşan konak fasılları ile geleneksel konser biçimi olarak canlılığını çeşitli mekân değişiklikleri ile günümüze değin sürdürmüştür. Fasıl musikisi kapalı mekânlarda icra edildiği gibi, "meydan faslı" adı ile a-çık alanlarda, saray düğünleri ve şenliklerde de icra edilmiştir. Kalabalık hanende gruplarının bulunduğu fasıl heyetleri "küme faslı" adı ile anılmış, son dönemde, Batı musikisinin de sarayda ilgi görmesiyle "fasl-ı atik" ve "fasl-ı cedid" kelimeleri fasıl diline girmiştir. Loncaya bağlı musikişinaslardan meydana gelen saz takımları ve fasıl grupları, ortaoyunu, köçek ve tavşan raksları ile Karagöz gösterilerinde önemli işlevler görerek faslın günümüze kadar uzanan piyasa kolunu oluşturmuşlardır.

19. yy'm sonu ile 20. yy'ın başlarında tanınmış nice musikişinasın oluşturduğu saz ve fasıl heyetleri, Şehzadebaşı'nda Di-reklerarası'ndan Küçüksu ve Çamlıca mesirelerine, Feyziye Krraathanesi'nden Da-rü't-Talim Kıraathanesi'ne uzanan çeşitli mekânlarda halkın musiki zevkine sesle-

nen fasıllar icra etmekteydiler. Bu mekânlarda çalıp söyleyen eski fasıl heyetlerinden Kemani Tatyos'un heyeti, Kanuni Berber Şemsi'nin heyeti, Darü't-Talim-i Musiki Heyeti ile Şark Musiki Heyeti en bilinenleridir. Faslın, Osmanlı sarayında resmi kurum kimliğiyle son görünümü o-lan "sazendegân ve hanendegân-ı hazret-i şehriyari"den hilafetin kaldırılmasıyla "Ri-yaset-i Cumhur ince Saz Heyeti"ne dönüşen topluluk, bu heyetin daha sonra istanbul Konservatuvarı'na nakli ile burada Darü'l-Elhân zamanında mevcut heyetle birleşmiş, daha sonra uzun yıllar, Türk Musikisi İcra Heyeti adı ile istanbul halkına klasik fasıl programlarının icra edildiği dizi konserler vermiştir.

Radyonun yaygınlaştığı 1940'lı yıllardan itibaren de radyo bünyesinde oluşturulan "Erkekler Faslı", "Kadınlar Faslı", "Karma Fasıl Topluluğu" adlı gruplar, fasıl musikisini geleneksel düzeninden gitgide u-zaklaşan bir biçimde günümüze dek getirmişlerdir. Yine 20. yy'ın başında, sohbetlerle bezenen, müdavimleri için bir sanat meclisi hüviyetindeki ev fasılları birçok bestekâr, hanende ve sazende için buluşma zemini olmuştur.

Fasıl musikisi icra eden fasıl heyeti, belli sayıda hanende ve sazendeden oluşur. Faslı ve heyeti defle usul vurarak serha-nende yönetir. Faslın, makamı dışında, önceden ilan edilmiş programı olmaz. Burada bütün inisiyatif serhanendenin elinde olup, programı icra sırasında, repertu-var bilgisine göre oluşturur. Öbür hanende ve sazendeler de bu yönlendirişe hafızalarının yardımı ve yine kendi repertu-varlarımn gücü ile katılırlar. Sazendelerin, ayrıca her şarkıyı bir başka şarkıya bağlayan "aranağmeler"i iyi çalmaları gerekir. Aranağmeler, sözlü eserlerin sonunda çalınan saz eserleri olup bağlandıkları sözlü eserlerin makam ve usulünde, ikinci bir sözlü esere geçişi kolaylaştırmak için bestelenirler. Aranağmelerin bir faydası da okuyucuları iki eser arasında bir süre dinlendirmektir. Bir şarkının seyrine en fazla uyan ve yakıştığı düşünülen aranağ-meye fasıl icracılarınca "beylik aranağme" adı verilir. Peşrev, aranağme, saz semaisi, longa, sirto gibi sadece saz için yazılmış fasıl parçalarını çalmaya mahsus fasıl sazları tarih boyunca çeşitli değişikliklere uğramışlardır. 15. yy tarihçisi Tursun Bey, bu dönem fasıllarında ud, şeştar, tanbur, rebab, berbat, kanun, ney ve çeng sazlarının kullanıldığını kaydetmiştir. Bazıları günümüze gelen bu sazların dışında, nefir, şahrud, miskal gibi eski sazlar da bugün artık unutulmuştur. 20. yy'ın başına değin kullanılan sinekemanı, lavta, santur, girift, rebab da bugün artık kullanılmamaktadır. Fasıl heyetlerinde bugün bunların yerini Batı'dan gelen, keman, viyola, çello, klarnet ve piyano gibi çalgılar almıştır.

Her hanendenin kendine en uygun olan ses alam içinde okumasına dayanan fasıl icrası bu yönüyle Türk musikisine özgü icra şekillerinin renkli bir örneğini o-luşturur. Bu özelliği ortaya koyan icra un-

surları arasında hanendelerin hareketli gırtlak nağmeleri, trilleri, sazendelerin eserlerin yamsıra ekledikleri kırık hatlı süsleme notaları, ritim çeşitlemeleri sayılabilir.

Fasıl musikisinin konserler dışında ses kayıüarı ile de kalıcılığının sağlanmasının tarihi 19. yy'm sonuna, taş plak devrinin başlarına rastlar. Devrin hanende ve sazendeleri, Homokord, Lirfon, Orfeon, Odeon, Columbia firmalarına sayısı binlerle ifade edilen fasıl sarkılan ve gazeller okumuşlardır. Günümüzde, istanbul'da Araş plaik firmasının girişimleri ile son dönem fasıl musikisi örnekleri, başta Kemal Gür-ses yönetimindeki heyet olmak üzere, bazı başka heyetlerce de plak kaydına geçirilmiştir.

Eski bestekârlar dışında, özellikle ağır aksak şarkılardan başlayarak fasıl şarkısı besteciliği alanında Şevki Bey(->), Bimen Şen(->), Artaki Candan, Udi Selanikli Ah-med Bey, Nasibin Mehmet Yürü, Mustafa Sunar, Aleko Bacanos, Yorgo Bacanos(->), Lem'i Atlı(-0, Şerif İçli(-0, Udi Mısırlı İbrahim Efendi, Selahattin Pınar(->), Yesari Âsim Arsoy(->) ve Ali İçinger sayılabilir.

Son devrin bazı ünlü hanendeleri arasında, Hanende ibrahim Efendi, Hafız Yaşar Okur, Hanende Karakaş, Ağyazar, Celal Tokses, Kemal Gürses, Zeki Çağlatman, Safiye Tokay, Suzan Bizimer, Kasım İnal-tekin, Yusuf Kalyoncu ve Nurettin Çelik'i belirtmek gerekir.


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin