I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə114/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   110   111   112   113   114   115   116   117   ...   139

HABERLEŞME

Farklı mekânlar ve kişiler arasında haber alışverişi. Yollan, araçları, alanı çok daha geniş olan iletişimin (komünikasyon) bir alt bölümü.

insanlar tarihlerinin her döneminde haberleşme ihtiyacında olduklarına göre, İstanbul'da da kentin kuruluşundan bu yana çeşitli biçim ve yollarla haberleşildi.

Bizans döneminde Konstantinopolis' te uzun mesafe haberleşme sistemi Roma' nın "curcus publicus"unun bir devamıydı. Geniş imparatorluğu merkeze bağlayan ve çoğu MÖ 4. yy'da yapılmış olan, öncelikle askeri amaçlı yol ağı üzerinde, devletin haberleşmesini sağlamak üzere bir örgütlenme kurulmuştu. Anayollar üzerinde belli noktalarda, haber taşıyanların kalabilecekleri, hayvanlarını yemleyebilecekleri ve her birinde yedek atlar bulunan "ci-vitates" denilen merkezler; habercilerin ve atların değiştirildiği "mutationes" ler; konaklama olanağı da sağlayan, her türlü araba onarımının yapılabildiği ve yan hizmetlerin görüldüğü "mansiones"ler vardı. Aynı zamanda yolcu ve yük taşımayı da içeren sistem giderek mükemmelleşerek sürdü.

Bizans'ta da ana çizgileriyle benimsenip sürdürülen "curcus publicus", yol boyundaki özel kişilerin ve köylerin de katkısı istenen, ama özünde devlet tekelinde olan bir haberleşme ağıydı. Özel kişilerin bu örgütlenmeden yararlanması izne bağlıydı. Sistemin en iyi işlediği dönem sayılan 4. yy'dan 6. yy'ın sonlarına kaçlar, Bizans haberleşme sistemi devlet kontrolünde, giderleri ise büyük ölçüde yol boylarındaki halk tarafından karşılanan bir örgütlenmeyle sürdü. 7. yy'dan itibaren, düzenli postanın eskisi gibi işlemez olduğu ve haberleşmede özel ulakların önem kazandığı anlaşılıyor.

Konstantinopolis'te, gerek uzak mesafe gerekse kent içi haberleşmede birbirini gören tepelerin veya kulelerin kullanıldığı biliniyor. Bu kuleler veya tepeler üzerinde yakılan ateşlerle verilen işaretler, özellikle düşmanın veya herhangi bir tehlikenin yaklaştığını iletmekte kullanılırdı. Fenerbahçe Feneri'nin(->) civarında, Kayışdağı tepelerinde, Moda Burnu ve Ahırkapı'da bu türden kuleler vardı. Kent içi haberleşmede özel ulakların kullanıl ması yanında, halka bir şev duyurulmak



HABERLEŞME

466

467

HACI ALİ PAŞA CAMÖ

Çarşı


ressamlarının fırçasından tatar (solda) ve ulak, 17. yy, anonim. Galeri Alfa

istendiğinde kentin meydanlarına ve ö-nemli binalara yazılar asılırdı.

Bizans döneminde Konstantinopolis' te birçok Latin kolonisi olduğundan ve bunlar en azından ticari faaliyetlerini sürdürebilmek için haberleşmeye ihtiyaç duyduklarından kendi özel ulak ve haberleşme ağlarını kurmuşlardı.

II. Mehmed'in (Fatih) istanbul'u fethettiği sıralarda Bizans'ın haberleşme sistemi dağılmış, Asya ve Anadolu'da Türk ve Arap halklarının geçmişte geliştirdikleri merkezi haberleşme örgüt ve ağlarından da geriye fazla bir şey kalmamıştı. Osmanlı imparatorluğu kurulurken devletin denetiminde merkezi haberleşme sistemi ihtiyacı kendim gösterince, merkez payitaht istanbul olmak üzere, haberleşme de yeniden düzenlendi.

Osmanlı resmi haberleşme sistemi, İstanbul'un merkezde bulunduğu, bir yol ve konaklama tesisleri (menzilhane) ağıydı. Osmanlı haberleşme sisteminin örgütlenmesi olan menzil örgütü 16. yy'da kuruldu. Merkezi bir örgütlenme olan menzil sisteminde menzilhanelerin bakımı ile yöre halkı görevliydi.

Haberin ulaşmasında, ulaştıranlar kadar önem taşıyan menzilhaneler bir menzilci tarafından yönetilirdi. Menzilci, ha-

ber taşıyan tatar, ulak, çavuş vb görevlilere at, araba ve her türlü yardımı sağlamakla görevliydi.

Gönderilecek yazılı haberlerin resmi o-lanları "mektupçu kalemf'nde yazılır, ni-şancıbaşı tarafından mühürlenir ve tezke-recibaşına tevdi edilirdi. Bundan sonra sıra, mektubu ya da sözlü haberi götürecek görevlilerdeydi. Mektubun veya haberin yerine ulaşması posta tatarlarının başı o-lan tatar ağasının sorumluluğundaydı. Posta tatarları yanında, posta ulakları da var-, di. Ayrıca Osmanlı çavuş örgütünden "çavuşlar", doğrudan padişahın habercileri, onun fermanlarını ve büyük olasılıkla gizli haberleşmesini sağlayan kimselerdi. Posta tatarları ve çavuşlar atlıydılar ve daha çok uzun mesafeler arasında haber taşırlardı. Buna karşılık "peyk" adı verilen ve 15. yy'dan beri varlıkları bilinen habercilerin özelliği hızlı koşucular olmaları ve haberi koşarak iletmeleriydi. Peykler önceleri padişah iradelerini iletmekte kullanılırlarken daha sonra diğer resmi haber iletiminde de kullanılmış olmalıdırlar. tstan-bul-Edirne arasını iki günde aldıkları gibi bilgilere rastlanıyorsa da, esas olarak istanbul içi haberleşmenin unsurlarıydılar.

Osmanlı döneminde resmi haberleşme ağından özel kişilerin yararlanama-

istanbul'da bir dönem yaygın olarak kullanılan telefon ve telgraf aygıtları, Galatasaray Postanesi. Ahmet Kuzih, 1994

ması, özel haberleşme ihtiyacı duyan kesimlerin kendi olanaklarını geliştirmelerine yol açtı. istanbul'da iki kesim; siyasal görevlerdeki kişiler ve tüccarlar, özel u-laklardan, gezginci tüccar, kervan veya denizaşırı sefer yapan gemi personelinden yararlanmaya başladılar. Ücret karşılığı özel haber ileten "sai"ler, özel ulaklar vb merkezi devlet ve resmi haberleşme örgütünün zayıflamasına paralel olarak çoğaldılar.

Kent içinde sözlü haberleşmenin yaygın yolu "tellal" bağırtmaktı. Kamuyu ilgilendiren konulardaki haber, bilgi, resmi mesajlar bu yolla da iletilirdi. Yine geniş anlamda haberin toplanıp yayıldığı merkezler kahvehane, cami vb toplantı yerleriydi.

Çağdaş haberleşme araç ve örgütlerine ihtiyaç, ağırlıklı biçimde, pazarın genişlemesine, ekonominin ülke aşırı bağlar ve bütünleşmeler içine girmesine, toplumda iletişim ve haberleşme ihtiyacının artmasına bağlı olarak ortaya çıktı. Ayrıca istanbul'da ticareti ellerinde bulunduran azınlıkların ve yabancıların varlığı, Tanzimat'la birlikte 19. yy'm ikinci yansına doğru Batılılaşma ve modernleşme eğilimlerinin güçlenmesini, haberleşmede yeni adımlar atılmasını zorladı.

ilk çağdaş posta örgütünün kurulmasına II. Mahmud'un, 1834'teki bir hatt-ı hümayununda, haberleşmenin yoluna konması, mektup taşıma hizmetlerinden devlete gelir sağlanması, bu hizmetin Müslüman olsun olmasın bütün tebaaya ve yabancılara eşit olarak verilmesi ve bunu başaracak bir posta teşkilatı kurulmasını istemesiyle teşebbüs edildi. 1837'de Posta-hane-i Âmire Müdürlüğü kuruldu ve ilk o-larak Üsküdar'dan İzmit'e kadar bir posta yolu ve posta merkezleri kurulması için teşebbüse geçildi. Tanzimat'tan bir yıl sonra da, 1840'ta Posta Nezareti kuruldu. İstanbul'dan Anadolu ve Trakya'ya giden, genel olarak posta tatarlarının da kullandığı eski yollan izleyen yeni posta güzergâhı üzerinde Avrupa yönünde 14, Anadolu yönünde 23 posta müdürlüğü bulunuyordu. Posta yine araba veya atlı posta tatarları tarafından iletiliyor, ancak sorumlu, her bölge için oranın posta müdürü o-luyordu. istanbul'da ilk postane 1840'ta

Yeni Cami yakınında açıldı, ilk posta pulu da 1862'de basılıp uygulandı (bak. postacılar; postaneler).

istanbul içi posta dağıtım imtiyazı 1865' te Lianos adlı bir yabancı şirkete verildi. Şirketin merkezi Bahçekapı'daydı. Mektuplar bu merkeze gönderilir, buradan dağıtılırdı. Bu şirket 1873'te lağvedildi ve şehir içi mektup dağıtımı da Postahane-i Âmire Nezareti'ne geçti. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Postahane-i Âmire Nezareti, Posta ve Telgraf Nezareti adını aldı. Cumhuriyet döneminde telefonun da katılmasıyla Posta Telgraf Telefon Umum Müdürlüğü kuruldu (bak. PTT).

Telgraf istanbul'a Batı'da kullanılmaya başlanmasından çok kısa süre sonra girdi ve çok çabuk yaygınlaştı. Haberleşme açısından, normal postadan çok daha çabuk ve güvenilir olan telgraf, özellikle de yabancı tüccar ve işadamlarının, Levanten-lerin, sarraf ve bankerlerin hızlı haberleşme ihtiyacını gideriyordu. İlk kez Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında İstanbul'da başlayan telgraf hizmeti 186l'den sonra Fransızca ve diğer yabancı diller yanında Türkçe (Osmanlıca) olarak da verilmeye başlandı. Telgrafın gelişmesi siyasal açıdan da önemliydi. Padişaha ve yerel yöneticilere, bulundukları yerden, İstanbul'la telgraf bağlantısı olan her yere doğrudan ve çabuk ulaşma olanağı sağlıyordu. 1870'lerde istanbul'un en önemli telgraf merkezlerinden biri Galata Telgrafhanesi'ydi. Özellikle buradaki Levanten banker ve tüccarlara Avrupa ile ve Osmanlı imparatorluğu' nün diğer bölgeleriyle haberleşme olanağı sağlıyordu (bak. telgraf).

Telefon İstanbul'a ilk kez 1908'de geldi ve oldukça yavaş bir gelişme gösterdi. Telefonun evlere girmesi Cumhuriyet son-rasmdadır. İstanbul Telefon Başmüdürlüğü, Cumhuriyet'ten sonra kuruldu. 1976'da şehirlerarası tam otomatik telefon görüşmelerine açıldı; 1985 sonrasında telefon şebekesi çok hızlı gelişti (bak. telefon).

Teleks ve faks hizmetleri de kent içi ve kent dışı haberleşmede 1980 sonrasında çok önemli gelişme göstererek günümüzde kent içi posta (mektup) ile haberleşmenin kesinlikle önüne geçti. 1980'de istanbul'da 336.000 olan telefon abonesi sayısı 1986'da 701.000'e çıktı, 1992'de de 1.000.000'a ulaştı. Teleks abone sayısında da 1980'de 2.584'ten 1986'da 7.500'e, 1990'larm başlarında 11.000'e doğru artış gözlendi. Faks mesajları sayısı da, faksın henüz çok az kurumda bulunduğu 1984' te sadece 542 iken 1986'da 32.864'e çıktı. 1990'lardan sonra işyerlerinde ve resmi dairelerde, eğitim kurumlarında bulunan faks sistemlerine evlerdeki telefaksların da eklenmesiyle kent içi haberleşmede mektubun yerini büyük ölçüde faks aldı. Kent içi posta hizmetlerinin çok aksadığı günümüzde, çoğunluğu motosiklet kullanan motorize "kurye"ler, faks mesajlarıyla birlikte, kent içi mektuplaşma ve haberleşmenin en önemli unsurları durumuna geldiler.

istanbul'da yaygın haberleşmenin günümüzdeki en önemli araçları olan radyo

ve televizyonun tarihi ise çok daha yenidir. Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra Ankara Radyosu ile birlikte istanbul Rad-yosu'nun da kurulması planlanmış, 1927' de "İstanbul Telsizi" ilk deneme yayınına başlamış, böylece istanbul Radyosu'nun ilk adımı atılmıştır. Bugünkü istanbul Radyoevi binası ve vericisi ise 1949'da hizmete girmiştir (bak. radyo).

istanbul'da ilk televizyon yayınları, daha TRT kurulmadan önce, 1952'de istanbul Teknik Üniversitesi deneme yayınlarıyla çok dar bir çerçevede başladı. TRT kurulduktan sonra Çamlıca vericisi 1973' te devreye girdi. TRT istanbul Televizyonu ise Ortaköy sırtlanndaki bugünkü stüdyo ve tesislerine 1977'de taşındı (bak. televizyon). 1990 sonrasında çok sayıda özel radyo ve televizyon istanbul'u içeren veya merkez edinen yayınlar başlattılar.

Yazılı haberleşmenin en önemli araçlarından olan gazetelerin, basının yaygın haberleşme aracı haline gelmesi epeyce u-zun süre aldı. ilk matbaa 1730'lara doğru kuruldu (bak. matbaalar) . İlk süreli yayın ve gazeteler ise ancak 19. yy'ın ilk çeyreğinde yayımlanmaya başlandı. Gazetenin yaygınlaşması için 19. yy'm son çeyreğini ve 20. yy'ı beklemek gerekti (bak. basın). İstanbul'da ilk haber ajansları(->) ise Kırım Savaşı'ndan sonra kuruldu.

Bibi. K. Alemdar, Türkiye'de Çağdaş Haberleşmenin Tarihsel Kökenleri, Ankara, 1981; H. Refik Ertuğ, Basm ve Yayın Hareketleri Tarihi, ist., 1970; U. Kocabaşoğlu, Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna. TRT Öncesi Dönemde Radyonun Tarihsel Gelişimi ve Türk Siyasal Hayatı içindeki Yeri, Ankara, 1980; "istanbul (Haberleşme)", Yurt Ansiklopedisi, s. 3991-3993; Sayılarla istanbul, ist., 1989.

İSTANBUL


HACI AHMED PAŞA TÜRBESİ

Üsküdar'da Doğancılar Mahallesi'nde, Çakırcı Camii'nin batı köşesinde yer alır.

Mimar Koca Sinan'ın tasarladığı türbenin Şemsi Paşa tarafından kaleme alınan 992/1584 tarihli kitabesine göre Ahmed Paşa'nın sağlığında inşa edilmiştir.

Kapı tarafındaki revak cephesi dışındaki diğer yedi cephesi birbirinin aynı olmak üzere, klasik üslupta teşkilatlandırılmış türbe sekizgen planlı ve kesme taştan-

Hacı Ali Paşa

Camii'nin

güneybatıdan

görünümü.



Yavuz Çelenk 1994

dır. Alt kat pencereleri dikdörtgen söve-li, alınlıkları sivri kemerli, silmeleri armu-di profillidir, ikinci kat pencereleri ise kesme taş söveli, sivri kemerli ve alçı petek şebekelidir. Çatıya yakın kısmında belirgin bir silme üe sonuçlanan cephelerin üstünde sekizgen kasnak üzerinde yükselen kubbe yer almaktadır. Türbenin yıllar önce tamirine başlandığında, önündeki küçük beyzi kubbeli mermer revağı tamir e-dilmeyip yıktırılmıştır. Sütunların dayandığı temel sekisi ve revak parçalan, 1978' de türbe çevresinde dağınık bir halde görülmüştür. Duvarlarda yer yer eski kalem işleri de mevcuttur. Döneminin üslubunu yansıtan güzel işçilikti iki mermer sanduka ile iki ahşap sade sandukanın kimliklerini belirten levhalar bugün mevcut değildir. Türbeler Müze Müdürlüğü idaresi altındaki yapı, halen onarılmaktadır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 191, 230-231; Ayvansarayî, Vefayât-ı Selâtin, 43; Tarih-i Pe-çevî, II, 211; Sicill-i Osmanî, III, 204; Meriç, Mimar Sinan, 104; Egli, Sinan, 54; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 351-354.

I. GÜNAY PAKSOY



HACI ALi PAŞA CAMÜ

Rami'de, Cuma Mahallesi'nde, Cuma Camii Sokağı'ndadır. Cuma Camii olarak da tanınır.

Cami II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) başmabeyincisj Hacı Ali Paşa tarafından 1310/1892'de yaptırılmıştır. Moloz taş duvarlı ve ahşap tavanlı yapı, meyilli çatıyla örtülüdür. Yapı, boyuna dikdörtgen bir plan şeması gösterir. Son yıllarda son cemaat yerine yapılan ekler sonucunda, cami mihrap ekseni doğrultusunda uzamıştır. Mihrap duvarında iki, doğu ve batı duvarında ise dörder adet, neogotik üslupta ince uzun ve sivri kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Zeminden tavana kadar uzanan dikdörtgen kesitli sütunlar pencerelerin aralarına gömülmüştür. Harim mekânının kuzeyinde, sütunlarla taşman ve son cemaat yerinin üzerini de kaplayacak şekilde derinliğine uzanan bir mahfil bulunur. Kalın çıtaların dikdörtgenler halinde düzenlenmesiyle hareketlendirilen ahşap tavan, mihrap eksenindeki iki adet aynalı tonoz örtüsüyle ilgi çekici bir görü-

HACI BAYRAM KAFTANI CAMÜ 468

469 HACI BEŞİR AĞA KÜLLİYESİ

mimdedir. Caminin mihrabı ve minberi özgün değildir. Duvarlar pencere altına kadar lambri kaplanmış ve tamamen sıvanmıştır. Bu haliyle hiçbir özgün süsleme izi yoktur. Mihrap dışarıdan, silindir şeklinde hafifçe dışan taşkındır ve tam üzerinde 19. yy'ın zevkine uygun olarak eğrisel çizgiler taşıyan bir kitabe bulunur.

Minare caminin kuzeybatısında, sonradan değiştiği belli olan kapının solun-dadır. Prizmatik bir kaide üzerinde yükselen bodur ve silindir gövdeli minaresi küre biçimli bir taş örtüye sahiptir. Bu örtü taştan bir alem ile sonlanır. Demir parmaklıklarla çevrelenen şerefesi taş konsollarla desteklenmiştir.

Caminin batısında kagir duvarlı kütüphanesi yer alır. Günümüzde bir kısmı kitaplık ve Kuran kursu, bir kısmı da çayhane olarak kullanılmaktadır. Son cemaat yerinin önünde ise etrafında abdest musluklarının yer aldığı, mermerden çokgen planlı bir çeşme bulunmaktadır. Çeşmenin kitabesi üzerinde küçük bir çelenk i-çine yazılmış 1311/1893 tarihi okunur. Bibi. Öz, istanbul Camileri, I, 63.

TARKAN OKÇUOĞLU

HACI BAYRAM KAFTANI CAMÜ

Fatih İlçesi'nde, Aksaray'da, Keçi Hatun Mahallesi'nde, Ahmet Kâhya Sokağı ile Haseki Caddesi'nin birleştiği köşede bulunmaktadır.

Banisi II. Mehmed'in (Fatih) kaftancı-başısı Bayram bin Eyne Bey'dir. Caminin avlusundaki hazirede gömülüdür. Mezar taşında vefat tarihi 901/1496 olarak verilmiştir. Yapının vakfiyesi 896/1490 tarihlidir. Hadîka, minberini Sadrazam Bayram Paşa'nın (ö. 1638) koydurduğunu yazmaktadır. 1314/1894 depreminde yıkılan cami Fatma Hanım tarafından II. Abdülha-mid döneminin (1876-1909) üslubuna uygun olarak yenilenmiştir.

Kiremit çatıyla örtülü, dikdörtgen planlı caminin doğu, batı ve mihrap duvarında ikişer tane ince, uzun, yuvarlak kemerli büyük pencere mevcuttur. Son yıllarda kuzey tarafına iki katlı bir son cemaat yeri eklenmiştir. Son cemaat yerinin üst kısmında 5, alt kısmında ise, ortada giriş kapısının yer aldığı 4 tane yuvarlak kemerli pencere bulunmaktadır.

Harim kısmını örten tavan ahşaptır. Ahşap korkuluklu fevkani mahfil, harime açılmaktadır. Mihrap son yıllarda tamamen Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Ahşap minberi yenidir. 1989'da kuzeybatı köşesine, camiye bitişik yeni bir minare yaptırılmıştır.

Bugün kullanılmayan ve doğuda yer alan eski minaresi, tuğladan kalın gövdeli ve basıktır. Caminin kuzeyinde avluda yer alan hazirede geç devir süsleme ö-zellikleri taşıyan mezar taşları bulunmaktadır.



Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 332-333; Ayvansarayî, Hadîka, I, 88; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, I, 30-31, no. 156; Ayverdi, Fatih III, 411-412; Öz, istanbul Camileri, I, 63; Fatih Camileri, 104.

EMiNE NAZA



HACI BEŞİR AĞA ÇEŞMESİ

Fındıklı'da, Kazancı Yokuşu'nun Bolahenk Sokağı ile kesiştiği yerde bulunmaktadır. İ. H. Tanışık'a göre Fındıklı Deresi' nin kenarında, Hacı Receb Camii'nin alt tarafındaydı. 1823'teki büyük Fındıklı yangınından sonra yol genişletilirken yerinden sökülerek karşıda yeni yapılan setin ortasına taşınmıştır.

Dokuz beyitlik kitabesinden, banisinin Darüssaade Ağası Beşir Ağa olduğu ve 1145/1732'de yapıldığı anlaşılmaktadır. Kesme küfeki taşı ile klasik Osmanlı üslubunda inşa edilmiştir. Cephesi bir kademe ile harekedendirilmiş ve orta bölüm üç yönden derin silme ile çerçevelenmiştir. Ayna nişi sivri kemerlidir. Yol kotunun yükselmiş olması nedeni ile yalağı görünmez olmuştur.

Taksim suyu tesislerinin yapıldığı yıllarda inşa edilmiş çeşmelerden biridir. Taksim makseninden çıkarak Sıraselviler Caddesi'nin başındaki maslaktan Kazancılar Yokuşu'nu izleyen tali hatta bağlıydı. Fındıklı yangınında bu hat metruk olmuş, çeşme yerinden taşındıktan sonra suyu bağlanmamıştır.



Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 71-72; Yüngül, Taksim Suyu, 60; Çeçen, Taksim-Ha-midiye, 134; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 192-194.

ŞEBNEM AKALIN



HACI BEŞİR AĞA ÇEŞMESİ

Kapalıçarşı'nın Mercan Kapısı yanındadır. Tığcılar Sokağı üzerindeki çeşme, 94 numaradaki Kızlarağası Hanı'nın girişine monte edilmiştir.

Beyaz mermerden oyulmuş duvar çeşmesinin üç kitabesi vardır. 1. H. Tanışık tarafından birinin son beyti, A. Egemen tarafından üçü de okunmuş kitabelerin birincisinde "Bu ra'nâ çeşme-i pür-nûru yaptırdı Beşir Ağa 1140/1727" yazılıdır. Bu ifade çeşmeyi Beşir Ağa'nm inşa ettirdiğini göstermektedir. Kemeri taçlayan, yeşile boyanmış, ikinci kitabenin son beyitinde "Bu âlâ çeşmeyi Mahcube Kadın kıldı nev ma'nıûr 1256/1840" ifadesi yer almaktadır. Bu ifade çeşmenin 1840'ta Mahcube Kadın tarafından onarıldığını ortaya koymaktadır. Musluk lülesinin iki tarafındaki üçüncü kitabede çeşmenin 1925'te Medine Kadısı Mehmed Salim Efendi tarafından ikinci defa onarıldığı kayıtlıdır. Bu nedenle çeşmenin tekne, ayna taşı, dinlenme taşları, cephenin yüksekliği ve genişliği, bugünkü ölçüleriyle yanıltıcı olmaktadır. Bu yanılmada yükselen yol kotunun da payı vardır. Diğer taraftan tekne, dinlenme taşları ve kemeri taçlayan kitabe panosu ve onu dıştan çerçeveleyen dilimli kemer aynası onarımda yapılmış olmalıdır. Ancak Beşir Ağa'nın izmir'de 1156/ 1744'te Kızlarağası Hanı'nın batı cephesi giriş kapısı yanına inşa ettirdiği çeşmeye benzeyen eserin kemer kavsarasındaki istiridye niş orijinal olmalıdır.

Bugünkü durumda çeşmenin cephesi dikey oturtulmuş bir diktörtgen formun-dadır. Cephenin ortasına yuvarlak bir ke-



Hacı Beşir Ağa Çeşmesi, Kapalıçarşı

Yavuz Çelenk, 1994

merle birbirine bağlanan iki ayak arasında bir ayna taşı oturtulmuştur. Ayna taşının önünde cepheden taşan bir tekne yer almaktadır. Teknenin iki tarafında birer dinlenme taşı vardır. Dilimli yalancı bir kemerle çerçevelenmiş musluk lülesinin bulunduğu ayna taşı iki panodan meydana gelmiştir. Önceden belirtildiği gibi iki kitabe içeren yazı şeritleriyle bezenmiş ayna taşını, ortasındaki kabaradan gelişen 12 dilimli, yarım rozet çiçeğine benzeyen bir istiridye niş taçlamaktadır. Kemerin yan üçgen boşlukları süslenmemiştir. Benzerlerini III. Ahmed (hd 1703-1730), Damat ibrahim Paşa ve I. Mahmud dönemi (1730-1754) çeşmelerinin bir grubunda gözlediğimiz istiridye nişin üzerinde ikinci kitabenin yazılı bezemeleri vardır.



Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, l, 132; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 192.

H. ÖRCÜN BARIŞTA



HACI BEŞİR AĞA DARÜLHADİSİ

Eyüp ilçesi, Nişanca Mahallesi'nde, Baba Haydar Mektebi Sokağı ile Balcı Yokuşu' nün kesiştiği kavşakta, Halic'e dik doğrultuda uzanan, dar, eğimli bir arsa üzerinde yer almaktadır. Girişi Balcı Yokuşu üzerinde olan darülhadisin güneyinde Baba Haydar Mescidi ve Tekkesi, kuzeyinde Şeyhülislam Tekkesi bulunmaktadır. Yakın çevredeki korunmuş ahşap evlerle yöre hâlâ tarihi istanbul kent dokusundan izler taşımaktadır.

III. Ahmed (1703-1730) ve I. Mahmud dönemi (1730-1754) darüssaade ağalarından Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılan darüshadis, Hadîkatü'l Cevâmi'ye göre, kütüphane, mektep ve çeşmeden oluşan küçük bir külliyenin ana yapısıdır. Beşir Ağa'nın Babıâli'de yaptırdığı diğer külliyesine göre daha gösterişsiz ve dar kapsamlı olan bu külliyenin Balcı Yokuşu'na açılan girişi yalın bir tasarıma sahiptir. Kapının küfeki taşından yapılan sövelerinin üzerine, karnı basık kemer biçiminde o-yulan iri bir lento bloğu yerleştirilmiştir. Aşçıbaşızade Münib Efendi tarafından hazırlanan ve mermer levha üzerine işlenmiş olan kitabenin tarih mısraı, Oldu bu mısra-ipakizeMüniba tarih / Cami-i Um ü amel dar-ı hadis-i ziba, 1147/1734 yılını vermektedir.

Kapının içinde yer aldığı giriş duvarı, söve ve lentoyu üç yönden saran pembe tüften bir çerçeve ile renklendirilmiştir. Duvar profili bir kornişle sona ermektedir. Külliyenin yapım tarihinin Osmanlı barok dönemi içine girmesine karşın belirgin bir barok özellik ne girişte, ne de mevcut diğer mimari öğelerde gözlenmektedir. Girişe bitişik olarak batıda çeşme, o-nun üzerinde fevkani bir mektep yer almaktadır. Sokaktan birkaç basamakla yükseltilen girişten sonra merdivenli bir geçit ve rampayla avlunun üst kısmına, darülhadisin bulunduğu düzleme çıkılmaktadır.

Dershane, arsanın batı ve kuzey kenarları boyunca "L" plan oluşturacak biçimde dizilen hücrelerin doğu ucuna iliştirilmiştir. Yapının kuzey yönündeki kolu Baba Haydar Mektebi Sokağı'na uyarak kırık bir çizgi üzerinde inşa edilmiştir. Hadîkatü'l Cevâmi'de darülhadisin aynı zamanda mescit olarak kullanıldığı ve "mescit dahilinde küçük bir kütüphane" bulunduğu belirtilmiştir.

Günümüzde oldukça harap durumda olan darülhadisin 80 yılı aşkın süredir o-narım görmediği anlaşılmaktadır. 1869'da işler durumda olmayan medrese, 19l4'te yapılan tespitte haraptır fakat eğitim yapılmaktadır. 8 hücresi, kütüphanesi, kuyusu, abdesthaneleri, çamaşırhane ve gusül-hanesi bulunduğu belirtilen yapı, kadro harici bırakılmıştır. 1918'de muhacirler ta-

rafından işgal edilen darülhadis hiç bakım görmediği için daha da harap olarak günümüze gelmiştir. 1930'larda çekilen hava fotoğrafında sağlam görülen revak örtülerinden hiçbiri bugün yoktur. Son 20 yıldır dershane ve hücrelerde barınan ailelerin avluya, hücrelere, dershaneye ve revaklara yaptıkları ekler, iç bölmeler, ara tavanlar nedeniyle yapının kalan kısmı da tam olarak kavranamamaktadır.

Kalan izlerden anlaşıldığına göre kare planlı olan dershanenin girişi batı yönündeki revaktan verilmiştir; bu yöne açılan bir penceresi olduğu da hissedilebilmektedir. Doğu ve güney cephesinde 2 alt penceresi olan dershane kuzey yönüne kapalıdır. Üstten teğetli sivri kemer biçimindeki alt pencerelerin söve ve kemer aynaları kalmamıştır. Sıbyan mektebinin korunabilen benzer pencerelerinde söve-lerin küfeki taşından yapıldığı ve pencere aynalarının bir sıra taş, iki sıra tuğla almaşık örgüye sahip olduğu gözlenmektedir.

Güney cephesinde, ortadaki daha yüksek olan 3 üst pencere bulunmaktadır. Üst pencerelerin yarım tuğladan yapılmış o-lan çift merkezli sivri kemerlerinin sırtı tuğlalıdır. Dershanede duvar örgüsü, sistemli bir almaşıklık göstermemektedir. Balcı Yokuşu üzerindeki giriş duvarında bir sıra taş, iki sıra tuğla düzeni uygulanmıştır. Burada kaba yönü taşların arasına, yerine göre iki veya üç sıra tuğla konularak oluşturulan örgüde belirsiz bir almaşıklık vardır. Köşelere daha düzenli bloklar yerleştirilmiş ve aralarına iki veya üç sıra tuğla konulmuştur. Prizmatik kütlenin üzerinde saçak kornişi ve kasnak kalmamıştır. Revaklara ait sütunlardan hiçbiri yerinde değildir. Revak kemerlerinden yalnızca dershaneye bitişik olanın başlangıcı mevcuttur. Kemerlerin tuğla olduğu ve sırtında bir sıra tuğla dolaştığı görülmekte, alın duvarının taş örgülü olduğu anlaşılmaktadır. Batı yönündeki hücrelerin Baba Haydar Mektebi Sokağı'na pencereleri bulunmamaktadır; dolayısıyla ışık ve havayı revaktan almalan gerekmektedir. Ancak şu anda önlerinde bulunan ekler nedeniyle hücrelerin hiçbirinin revak cepheleri incelenememektedir. Revak örtüsünün dershane önünde aynalı tonoz, diğer

Hacı


Beşir Ağa

Darülhadisi'nin

bugünkü

görünümü.



Zeynep Ahunbay,

1994

birimlerde ise pandantifi! kubbe olduğu gözlenmiştir. Örtüdeki bu farklılık, dershane için özel bir ayrıntı olarak tasarlanmış olmalıdır. Dershaneye batı yönünde bitişen ilk mekân da diğer hücrelerden farklı olarak kubbeyle örtülüdür. Örtüdeki bu farklılık, belki de bu mekânın kütüphane olarak tasarlanmış olmasıyla açıklanabilir. Mevcut diğer birimlerde kubbeden daha alçak olan, tekne veya aynalı tonoz eğrisel örtüler vardır. Daha ayrıntılı bir gözlem yapılması ancak ekler kaldırıldıktan sonra mümkün olabilecektir. 18. yy' dan günümüze ulaşabilen az sayıdaki medreseden biri olan bu yapının en kısa zamanda eklerinden arındırılarak onarılması hem istanbul, hem de mimarlık tarihimiz açısından bir kazanç olacaktır.



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   110   111   112   113   114   115   116   117   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin