I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə70/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   139

BibL Müfid Ekdal, Bir Fenerbahçe Vardı, ist., 1987; Eldem, Köşkler ve Kasırlar; R. E. Koçu, ISTA, X; Kömürciyan, istanbul Tarihi-, Evliya, Seyahatname, I, M. Münir Aktepe, "İstanbul Fenerbahçesi Hakkında Bazı Bilgiler" TD, S. 32 (1979); Janin, Constantinople byzantine.

AYŞE HÜR


FENERBAHÇE FENERİ

Fenerbahçe Burnu'nda, enlemi 40° 58,4 kuzey, boylamı 29° 02,1 doğu; denizden 25 m yükseklikte; 12 saniyede 2 gruplu şimşek gösteren fener.

Fenerbahçe semtine adım vermiş olan fenerin tarihi tartışmalıdır. Yörede ilk deniz fenerinin Bizans döneminde yapıldığı; burada Tanrıça Hera'ya adanmış bir tapınak bulunduğu; Fenerbahçe Yarımada-sı'nın batı burnunun ucundaki kayalıklara halk arasında Hera ve îreas kayalıkları dendiği ve Bizans dönemindeki fenerin bu kayalıkların üstünde yer aldığı sanılmaktadır.

Osmanlı dönemine ait kaynaklarda, Bağ-çe-i Fener adı ilk kez 1570'ler civarında kullanılmış olmalıdır. I. Süleyman'a (Kanuni) ait Receb 969/Mart 1562 tarihli bir fermanda "Kelemiç burnu nâm mevzide müslünıanlann ve gayrin gemileri gece ile gelüp geçerken fanus olmamağın, ekser zamanda taşa çalup zarar ve ziyan olmağın... mahâll-i mezkûrde bir fanus yeri bina etmek murad edinmeğin, büyürdüm ki..." denmektedir. Böylece bugün Fenerbahçe Burnu denilen yere o zamanlar Kelemiç (Kalamış) Bumu dendiği ve burada, işleyen bir fener bulunmadığı anlaşılmaktadır. Demek ki fener 1562 dolaylarında yapılmış ve semt de bundan sonra burada süren imar faaliyetleri, saray ve bahçelerin kurulmasıyla Fener Bahçesi (Bağ-çe-i Fener) adını almıştır.

Kömürciyan 1661-1681 arasında yazdığı İstanbul Taribi'nde Fener Bahçesi ve Köşkü'nün önünde "denizin içine atılmış metin bir temel üzerinde yekpare bir heykel gibi yükselen kulenin tepesinde yanan

FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ

286

287

FENERBAHÇE VAPURU

1959), Türkiye Deplasmanlı Birinci Futbol Ligi'nde de 12 kez (1959,1960-1961,1963-1964, 1964-1965, 1967-1968, 1969-1970, 1973-1974, 1974-1975, 1977-1978, 1982-1983, 1984-1985, 1988-1989) şampiyon oldu. Türkiye (Federasyon) Kupası'nı 4 kez (1967-1968, 1973-1974, 1978-1979, 1982-1983), Başbakanlık Kupası'nı 7 kez (1945-1946, 1946-1947, 1950-1951, 1973-1974, 1980-1981, 1989-1990, 1992-1993), Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı da 6 kez (1968-1969, 1973-1974, 1975-1976, 1980-1981, 1984-1985, 1989-1990) kazandı.

Avrupa kupalarında Türkiye'yi pek çok kez temsil eden Fenerbahçe Futbol Takımı, dönemlerinin güçlü ekiplerinden İngiltere'nin Manchester City ve Fransa'nın Bordeaux takımlarını kupa dışı bırakırken 1967'de kazandığı Balkan şampiyonluğu ise Türk futbol tarihinde ilk uluslararası

birincilik oldu. 1967-1968 sezonunda Macar antranör Ignace Molnar'ın çalıştırdığı Fenerbahçe Futbol Takımı, lig şampiyonluğu, Spor-Toto, Balkan, Federasyon ve Cumhurbaşkanlığı kupalarını kazanarak bir sezonda en çok kupa alan takım unvanım elde etti. Datcu'nun kaleciliğini yaptığı Fenerbahçe Futbol Takımı, 1969-1970 sezonunda sadece 6 golle en az gol yiyen, 1988-1989 sezonunda ise 103 golle en çok gol atan takım oldu. 1913'te Kurbağa-



Fenerbahçe Feneri

Ahmet Kuzik, 1992

ve gemileri kayalara çarpmaktan korumak için her gece sabaha kadar bir yıldız gibi parlayan" fenerden söz eder. 18. yy vakanüvislerinden Raşid'in Tarih-i Raşid' inde 1720-1721'de, kagir yapıdaki Fenerbahçe Feneri, yeni kurulacak fenerlere örnek gösterilir ve her gece devamlı ışık verdiği zikredilir. Hadîkatü'l-Cevâmi'âe de, "Fenerbahçesi'nde bir mahsus kule vardır ki sefinelerin gecelerde mürur ve ubûrla-rı içün bâlâsından kebîr kandil yanar" denmektedir.

Öte yandan, çeşitli tarihler, Fenerbahçe fener kulesinin özellikle 18. yy'da sadrazamların ve devlet ricalinden kişilerin başlarının vurulduğu veya sürgüne gön-derilmezden önce kısa süre zindanda tutuldukları bir yer olduğunu da yazmaktadırlar. III. Ahmed döneminde (1703-1730) kubbe vezirliğine yükselen Seyyid Firarî Hasan Paşa 1707'de Fenerbahçe Feneri'nin fenerci odasında, fenere çıkan kapının dibinde boğdurtulmuş ve burada kesilen başı saraya götürülüp Sarayburnu'ndan, vücudu ise fenerin önünden denize atılmıştır.

R. E. Koçu bugünkü Fenerbahçe Feneri'nin 1837-1838'de II. Mahmud döneminde yapıldığını ve her gece ışık vermeye başladığını yazar. Diğer kaynaklarla karşılaştırılma, 18. yy'ın ikinci yarısı ile 1830'ların sonuna kadar, fenerin bir süre bakımsız kaldığı ve çalışmadığı, daha sonra yeniden yapıldığı düşünülebilir. Fener çeşitli dönemlerde onarılarak günümüze kadar gelmiştir ve halen de istanbul'un kuzeydoğu Marmara sahillerindeki önemli deniz fenerlerinden biridir.



Bibi. M. Münir Aktepe, "İstanbul Fenerbah-çesi Hakkında Bazı Bilgiler", TD, S. 32 (1979); R. E. Koçu, ISTA, X; Kömürciyan, istanbul Tarihi; Ayvansarayî, Hadîka.

istanbul


FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ

İstanbul'un en eski spor kulüplerinden-dir. 1907'de Nurizade Ziya (Songülen), Şevkipaşazade Ayetullah, Samipaşazade Necib (Okaner), Hasan Sami (Kocame-mO ve Asaf (Beşpınar) tarafından Fenerbahçe Futbol Kulübü adıyla Necib Bey'in Moda'daki evinde kuruldu. İlk renklerini Fenerbahçe Çayırı'nda açan papatyaların sarı ve beyazından alan kulübün, ilk amblemi Fenerbahçe Burnu'ndaki "ışık saçan fener"di. Kulübün ilk başkanı Nurizade Ziya Bey'dir.

Kuruluşu 1908'de resmen tescil edilen Fenerbahçe, 1909 sonbaharında renklerini san-laciverde çevirerek İstanbul Futbol Ligi'ne katıldı. Ligdeki ilk iki sezonda başarılı olamayan Fenerbahçe Futbol Takımı, 1911-1912 sezonunda yenilgisiz şampiyonluğa ulaştı. 1912'de kulübün adı Fenerbahçe Spor Kulübü olarak değiştirildi. İlk şampiyonluğunu, 1913-1914 İstanbul Pazar Ligi, 1914-1915 İstanbul Ligi, 1920-1921 ve 1922-1923 İstanbul Cuma Ligi şampiyonlukları izledi.

Fenerbahçe Spor

Kulübü'nün amblemi.

Kulüp bu yıllardan başlayarak diğer spor etkinliklerine de yer verdi. Milli Mücadele yıllarında Anadolu'ya silah kaçırma faaliyetine katılan kulüp bu yüzden işgal kuvvetlerinin baskınına uğradı. Futbol takımının 1923'te işgal kuvvetleri futbol takımlarını yenerek General Hamngton ve Gold-Stream kupalarını kazanması, işgal altındaki İstanbul halkını sevince boğdu.

Cumhuriyet döneminde basketbol, yüzme, yelken, boks, atletizm, eskrim, güreş, jimnastik, kürek, masatenisi, sutopu, tenis, avcılık, bisiklet, halter dallarında da faaliyet gösteren kulüp özellikle futbolda büyük başarıya ulaştı. İstanbul Ligi'nde 8 kez (1929-1930, 1932-1933, 1933-1934, 1935-1936, 1936-1937, 1943-1944, 1946-1947, 1947-1948), İstanbul Profesyonel Ligi'nde 3 kez (1952-1953, 1956-1957, 1958-

Fenerbahçe Futbol Takımı'nın ilk şampiyon kadrosu idarecileriyle beraber, 1911.



Cem Atabeyoğlu koleksiyonu

lıdere'de basketbol çalışmalarını başlatan Fenerbahçe Kulübü, daha sonra bu branşla uzun süre ilgilenmedi. Ancak, 1944'te kurulan Fenerbahçe Basketbol Takımı, istanbul Basketbol Ligi'nde 7, Türkiye Basketbol Ligi'nde 3, Türkiye Basketbol Kupası'nda l ve Türkiye Deplasmanlı Basketbofl. Ligi'nde de l kez (1990-199D şampiyon oldu.

1948 Londra Olimpiyat Oyunları'nda Fenerbahçeli aüet Ruhi Sanalp'in üç adım atlamada 15,02,5'lik derecesiyle kazandığı bronz madalya, Türkiye'nin Olimpiyat oyunlarında atletizm dalında bugüne kadar aldığı tek madalyadır. Fenerbahçe Atletizm Takırnı'nın 1993'te Avrupa Kulüpler Atletizm Şampiyonasında elde ettiği birincilik, Türk spor tarihinde önemli bir başarıdır.

Kulübün 100 yıla yaklaşan tarihi boyunca Bekir Refet(->) Zeki Rıza Sporel, Said Salahaddin Cihanoğlu(-»), İbrahim Iskeçe, Hikmet Topuzer, Fikret Arıcan(->), Cihat Arman(->), Melih Kotanca, Fikret Kırcan, Lefter Küçükandonyadis(->), Naci Bastoncu, Suphi Ural, Müjdat Yetkiner, Burhan Sargın, Selahattin Torkal, Ahmet Erol, Can Bartu(->), Nedim Doğan, Mehmed Ali Has, Şükrü Ersoy, Cemil Turan, Ogün Altıparmak, Osman Arpacıoğlu, Alpaslan Eratlı, Altan Dinçer, Nejat Diyarbekirli, Rıdvan Dilmen, Oğuz Çetin, Aykut Kocaman, Mehmet Baturalp, Hüsnü Çakırgil, Ekrem Koçak, Tonguç Tursan, Fenerbahçe formasını çeşitli branşlarda bugüne kadar giymiş ünlü sporculardandır.

Fenerbahçe Spor Kulübü'nün başlıca tesisleri, Kadıköy'deki 30.000 kişilik Fenerbahçe Stadı, Kalamış Denizcilik Lokali, Fenerbahçe Spor Kulübü Lokali, Dere-ağzı Kapalı Spor Salonu, aynı yerdeki çim antrenman sahası ile Fikirtepe Antrenman Tesisleri'dir. Kulübün, 4.000'in üzerinde kayıtlı üyesi vardır. Kulübün başkanlığını 1993'ten beri Güven Sazak yapmaktadır. A. SELÇUK SAKAOĞLU

FENERBAHÇE STADYUMU

İstanbul'da, futbol sahası olarak inşa edilmiş ilk nizami stadyum. Kadıköy'de, Kur-bağalıdere'nin Kalamış Körfezi'ne döküldüğü yerin hemen doğu yakasındaki alan üzerinde kuruludur.

Eskiden Silahdarağa, 1900'lerin başında ise Papazın Çayırı denen bu alanda, özellikle Moda civannda oturan İngiliz ve Rum gençleri maç yaparlardı. 1908'de II. Meş-rutiyet'in ilanından hemen sonra, İstanbul Şehremini Cemil Paşa'nın (Topuzlu) önerisi üzerine burada kurulan Union Club, Papazın Çayırı'nı, yıllığı 30 altına kiralayınca burası Union Club Sahası olarak a-nılmaya başladı. Yaklaşık 3.000 altın harcanarak saha düzeltildi ve İngiltere'den getirtilen özel çimlerle kaplandı. Futbola uygun biçimde düzenlendiği için, kalelerden hiçbiri rüzgâr almaz, o sıralar çok az sayıda olan izleyiciler maçı saha kenarından ya da ancak 100 kişi alabilen beyaz boyalı küçük tribünden izlerlerdi.

Düzenlenen maçlar beklenen geliri

1983

EylüPünde



hizmete açılan

Fenerbahçe

Stadyumu.

Ahmet Kuzik, 1994

sağlamayınca, kulüp kirasını ödeyemez duruma düştü, hissedarları dağıldı. 1915' te Union Club adı, İttihad Spor Kulübü'ne dönüştürüldü ve saha bu adla anılmaya başladı. 1924'te Taksim Stadyumu'nun a-çılışına kadar, tüm önemli maçlar burada yapıldı. Giderek önemini yitiren saha, 1929'da Fenerbahçe Spor Kulübü'ne kiralanınca, önce üstü ahşap, altı beton, 100 m2'lik ve 2.000 seyirci kapasiteli yeni tribünler inşa edildi, sonra karşısına 1.500 kişilik ikinci tribün yapıldı. Fakat bu onarımlar sırasında kalelerin yerleri değiştirilerek rüzgâra açık hale geldiğinden futbola elverişsiz bir durum yaratılmıştı. Mayıs 1932'de dönemin belediye başkanı M. Üstündağ'ın katıldığı bir törenle yemden açılan Fenerbahçe Stadyumu, 6 Temmuz 1932 tarih ve 1213 sayılı karar uyarınca, 10 taksitte ödenmek koşuluyla 9.000 liraya (1.000 Reşat Altını) Fenerbahçe Spor Kulübü'ne satıldı. 36.000 rrf'lik sahanın ve tesislerinin alınması için gereken paranın 500 lirasını bizzat Atatürk vermiş, geri kalan miktar ise 50 kuruştan satılan biletler ile Fenerbahçe Spor Kulübü'nün ilk eşya piyangosundan sağlanmıştı.

Bu tarihten itibaren İstanbul'daki tüm önemli maçlar ile 19 Mayıs gösterileri burada yapıldı. 1940 Balkan Oyunları'na da ev sahipliği yapan stadyum, 1947'de Mit-hatpaşa Stadı'nın (bugünkü İnönü Stadyumu) inşası üzerine önemini yitirmeye başladı. Mithatpaşa Stadyumu'nun mimarı Violi'nin Fenerbahçe Stadı için hazırladığı projeler gerçekleşmediyse de, 1949' da tribün kapasitesi 25.000 kişiye çıkarıldı. Fakat 1955'e gelindiğinde, burada yalnızca önemsiz semt maçları yapılıyordu. 1962'de stad, yarısı 2,5 milyona, diğer yarısı ise, Fenerbahçe Spor Kulübü'ne tanınacak 70 yıllık kullanma hakkı karşılığında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü' ne devredildi. 1965'te artık ihtiyaca cevap vermeyen saha yıkıldı ve 17 yıl süren bir inşa döneminden sonra, Eylül 1983'te bugünkü hali ile hizmete açıldı.

Yaklaşık 32.000 seyirci kapasitesine u-laşan yeni Fenerbahçe Stadyumu'nda, rüzgârı kesmek ve seyirci kapasitesini artırmak amacıyla tribünler yüksek tutuldu ve kaleler 1900'lerin başındaki yerlerine a-lındı. Halen Beden Terbiyesi Genel Mü-

dürlüğü'nün mülkiyetinde bulunan stadyumda Fenerbahçe Spor Kulübü yalnızca ilan gelirlerinden; stadyumun önünde kurulu bulunan 10 dükkânın yedisinin kirasından ve bazı odalarının kullanımından yararlanmaktadır.

Son yıllarda yeniden düzenlenen oturma yerleri yüzünden seyirci kapasitesi biraz azalan stadyum, halen Anadolu yakasının tek futbol stadyumu olma özelliğini korumaktadır. 1993'ün sonunda stat ışıklandırılarak, gece maçlarının da yapılabilmesine elverişli hale getirilmiştir.



Bibi. R. Dağlaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi (1907-1987), ist., 1988, s. 582-594.

AYŞE HÜR


FENERBAHÇE VAPURU

Şehir Hatlan İşletmesi vapuru. Daha çok Köprü-Adalar-Yalova, zaman zaman da Sirkeci-Kadıköy hatlarında çalışan "bahçe" tipi vapurlardan biridir. Dolmabahçe(->) adlı bir de eşi vardır. 1953'te, İngiltere'de, Denny Dumbarton tezgâhlarında inşa e-dildi. 14 Mayıs 1953'te hizmete girdi. 994 grostonluk olup 76,86 m boyunda, 12,08



Fenerbahçe Vapuru

Nadya Gabeoğlu, 1989

FENERLİLER

288

289

FENERLİLER

Cibali-Balat kıyı kesimindeki 17. ve 18. yy Fenerli evlerinden günümüze kalan örnekler. Fotoğraflar Doğan Kuban, 1984

Sadrazamın elçi kabulünde Fenerli tercümanlar (oturan elçinin sağında, siyah kalpaklı iki kişi, öndeki siyah kürklü olan bastercüman). TSM Resim Galerisi'nde bulunan bir tablodan ayrıntı. Ara Güler fotoğraf arşivi

m genişliğinde, 3,73 m derinliğindedir. Her biri 1.500 beygirgücünde 2 adet Denny Sulzer motoru vardır. Çift uskurludur. Saatte 17-18 mil yol yapmaktadır.

Bacasının iki yanında ve gerisinde açık bir güvertesi olması, üst güvertede hafif içkilerin satıldığı bir barı ve hasır koltukların yer aldığı kış bahçesinin bulunması nedeniyle Ada yolcuları tarafından çok sevildi. Çok yolcu aldığı için son yıllarda kalabalık saatlerde Kadıköy-Sirkeci arasında da çalıştırılmaktadır.

Idare-i Mahsusa'nın daha önceki yıllarda çalışan yandan çarklı bir Fenerbahçe Vapuru daha vardır. Eşi Haydarpaşa Vapuru gibi o da 1894'te ingiltere, Gourley Bros Co., Dundee tezgâhlannda inşa edilmiş olup 286 grostonluktu. 54,8 m uzunluğunda, 7,2 m genişliğinde ve 2,4 m derin-liğindeydi. iki genleşmeli buhar makinesi vardı. İnşa edildiği yıl istanbul'da hizmete sokuldu. 42 yıl boyunca çalıştıktan sonra 11 Şubat 1936'da Paşabahçe'de battıysa da tekrar yüzdürüldü, sonra parçalanmak üzere satıldı.

ESER TUTEL

FENERLİLER

"Fenerli beyler", "Fenerli beyzadeler" de denmiştir. 1453'ten 1821'e değin istanbul yaşamında ve Osmanlı Devleti'nin dış siyasetinde birinci derecede etkili olan Rum soylular.

Fenerliler, üç yüzyıldan fazla istanbul' da Rum-Türk-Avrupalı kültür karışımını temsil etmişlerdir. Divan-ı Hümayun'da, Babıâli'de tercümanlık, Eflâk ve Boğ-dan'da beylik, Galata'da bankerlik yapan Fenerliler, Ege adalarının ve İstanbul'un soylu Rumlanydı. Uzun süre Osmanlı Dev-leti'ne bağlılıkla hizmet eden Fenerliler, imparatorluğun çöküşü sürecinde Yunanlıların ve diğer Balkan uluslarının bağımsızlığı için çalışmışlar, resmi görevlerini kötüye kullanarak ihanetlerde bulunmuşlardır.

Osmanlı Devleti'nin istanbul'a dönük siyasetinin giderek ciddiyet kazanması, kentteki varlıklı ve soylu zümreyi tedirgin etmeye başladığından bunların büyük bölümü, 1453'ten önce Mora'ya, Ege adalarına, hattâ Avrupa'ya göçmüşlerdi. Fetihten sonra da pek çok soylu Rum ailesi aynı yolu izledi. Fakat İstanbul'u önemli bir ticaret ve kültür merkezi konumuna getirmek amacını güden II. Mehmed (Fatih), ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin kentte inanç ve ticaret özgürlüğü ilan edince gidenler dönmeye başladılar. Onlarla birlikte Ege adalarının aristokrat aileleri de İstanbul'a gelip yerleştiler. Fatih, bunlara kendi kiliselerini kurma ve patrik seçme hakkını tamdı. Böylece Rum Ortokos Patrikliği yeni bir açılış ortamına ve kurum olarak yaşamasını sağlayacak cemaate sahip oldu. Rum Ortodoks Patrikliği'nin ku-

rulduğu güney Haliç yamaçlarında ve. Pammakaristos Manastırı çevresinde yerleşen Rum aristokratlarına, bu semtin a-dından (Fener) dolayı Türkler ve Avrupalılar daha o zaman Fenerliler adını verdiler. Bir söylentiye göre de Fatih'in bunlara aşırı hoşgörülü davranmasının ve haklar tanımasının nedeni, İstanbul'un kuşatılması sırasında Bizanslı soyluların kentten gizlice çıkarak bir altın tepsi içinde kentin anahtarlarını kendisine sunmaları ve bağlılık sözü vermeleriydi. Fatih, onların bu davranışlarını fetihten sonra ödüllendirmiş ve birtakım ayrıcalıklar tanımıştı.

Balat, Yavuzselim, Cibali semtleri arasındaki bölgede iskân eden ve patriğin ru-hani-hukuki başkanlığı altında ilk gayrimüslim cemaati oluşturan Fenerliler, kısa zamanda, devlet bürokrasisinde, dış ticarette, kültürel etkinliklerde önemli konumlara geldiler. Bu arada, patrikhane ve cemaat bünyelerinde de başlıca görevleri üstlendiler. Ortodoks Patrikliği'ni, gizliden de olsa Bizans İmparatorluğu'nun bir devamı gibi görürlerken kendileri de Bizans dönemindeki aristokrat konumlarını ayakta tutmayı gözettiler. Diğer yandan ilkin Osmanlı maliyesinde, gümrük işlerine el atarak görev alırlarken diplomatik yazışmalarda da devlet bürokrasisine katılmayı başardılar. Örneğin II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) adı saptana-bilen en eski Fenerlilerden olan Paleolo-gos ailesinden Manuel, İstanbul gümrüğünde görev aldığı gibi, Fatih'in Batı devletleriyle yazışmalarını da İtalyanca, Latince bilen Fenerli kâtipler yürütmekteydiler. Yine Fatih ve II. Bayezid dönemi (1481-1512) devlet adamları arasında, Rum Mehmed Paşa, Paleologoslardan Has Murad Paşa, Mesih Paşa gibi, aslen Fenerli devlet adamları saptanmaktadır.

Fenerliler, kendilerine tanınan birtakım ayrıcalık ve bağışıklıkların yanısıra, dış siyasetteki ve yabancı dilleri bilmedeki yeteneklerini ortaya koyarak kısa sürede Osmanlı diplomasisinin vazgeçilmez öğesi konumunu da elde ettiler. Bu amaçla, gençlerim Doğu ve Batı kültürleriyle yetiştirmeyi, birkaç Batı diliyle beraber, Türkçeyi, hattâ Arapça ve Farsçayı da öğretmeyi gelenekleştirdiler. Patrikhane merkezli fakat sivil ve siyasi ağırlıklı bir topluluk oluşturdular. Fenerlilerin bir bölümü yarı dini görevlerle Ortodoks patriğinin çevresinde yer alırlarken pek çoğu da Akdeniz'e özgü ticaret geleneklerini, dış ekonomik ilişkileri, aile mesleği olarak sürdürme yolunu seçtüer. Osmanlı dönemi bunlar için daha geniş olanaklar hazırladı. Padişah katında, Divan-ı Hümayun'da ve Babıâli'de elde ettikleri danışmanlık ve tercümanlık olanakları ise saygınlıklarını artırdı.

Fenerlilerin Osmanlı merkezi yönetiminde üstlendikleri ve onlara uluslararası diplomaside ün kazandıran asıl görev, Divan-ı Hümayun tercümanlığı oldu. 17. yy'a gelindiğinde dış siyasi ilişkilerin yoğunlaşması Fenerlilerin diplomatik danışmanlığına ve çevirmenliklerine daha çok gereksinim duyurdu. Giderek Divan-ı Hüma-

yun tercümanlığı, bu zümre için onurlu, kazançlı, fakat aynı zamanda da tehlikeli bir meslek oldu. Kısa zamanda, istanbul'un en zengin ve saygın sınıfım oluşturdular. Osmanlı dış siyasetini, reisülküttab, sadrazam, hattâ padişah üzerinde etkili olarak yönlendirmeye başladılar. Yabancı elçilerle temaslarda, devlet adına gönderilen elçilerin yabancı devlet adamlarıyla görüşmelerinde inisiyatifi ele geçirdiler. Donanma, tersane, ordu tercümanlığı gibi ikincil çevirmenlikleri de elde ettiler.

Fenerlilerden, Divan-ı Hümayun'da tercümanlık görevine atanan ilk kişi olarak saptanan Gaspari'nin 1609'da Eflâk voyvodalığına atandığı fakat Osmanlı Devleti aleyhine tutumu nedeniyle idam edilecekken Polonya'ya kaçtığı bilinmektedir. Köprülü Mehmed Paşa'nın sadrazamlığa gelişi (1656) ise Fenerliler için bir dönüm noktası oldu ve siyasi danışmanlıkları daha çok önem kazandı. Zülfikâr Efen-di'nin yerine l657'de Divan-ı Hümayun tercümanlığına atanan ve Girit serdarlığma giden Fazıl Ahmed Paşa'ya danışman olan Panayotaki Nikoşi (1613-1673) Divan-ı Hümayun'da tercümanlık birimini kurdu. Panayotaki, Osmanlı Devleti'nin çıkarlarını korumada gösterdiği başarı nedeniyle Fenerliler için iyi bir örnek oldu. Tercümanın görüşü alınmadan siyasal kararların verilmemesi geleneği Panayotaki ile başlamıştır. Devletçe tanınan vergi bağışıklığından ailesi ve 20 hizmetçisi de yararlanıyordu. Babıâli'ye atla gelmesine, yanında çuhadarlarının yürümesine, kürk ve kalpak giymesine, padişahın katına yalnız olarak çıkmasına, Türkler gibi sakal bırakmasına izin verilmişti. l673'te Fazıl Ahmed Paşa'nın maiyetinde Polonya seferine giderken yolda öldü ve Heybelia-da'da onarttığı Panayia Manastırı'na gömüldü. Dimitri Kantemir, hiçbir Fenerlinin

Panayotaki düzeyinde Osmanlı Devleti'n-den saygı görmediğini yazar. Fazıl Ahmed Paşa ise onun tek kusurunu Müslüman olmayışı olarak göstermiş ve eğer Müslüman' olsaydı, tabutunu omzunda taşıyacağını vurgulamıştır.

Panayotaki düzeyinde güven kazanamamakla birlikte dış ilişkilerde onun kadar etkili olan bir başka Fenerli tercüman, İskerletzade Aleksandr Mavrokordato'dur. Mavrokordato, Viyana bozgunu (1683) sonrasında tutuklanmışsa da Karlofça Antlaşması (1699) görüşmeleri sırasında serbest bırakılmış ve bu müzakerelerde ö-nemli rol oynamıştır. Ona, II. Mustafa (hd 1695-1703) tarafından "mahrem-i esrar-ı şehriyari" unvanının verildiği bilinmektedir. Mavrokordato'dan sonra Fenerlilerin tercüman ve bastercüman olmaları, tersane, ordu, sefaret tercümanlıklarına da a-tanmaları 1821'e değin aralıksız sürmüştür. 1727-1821 arasında 32 baştercümamn adı saptanmaktadır. Bunların başlıca beş büyük Fenerli aileden seçildikleri görülmektedir. Gigalardan 3, Kalimahilerden 5, Karacalardan 7, Suçoslardan 5, Morozilerden 6 bastercüman atanmışken, diğer, Rakoy-kas, İpsilanti, Mavrokordato, Galenos, Ar-giroplu, Aristarhi ailelerinden birer tercüman çıkmıştır.

Eflâk Beyi Aleksandr Morozi'nin oğlu olan ve 1808'de Divan-ı Hümayun başter-cümanlığına atanan Dimitraşko'nun hıyaneti görülerek Kayseri'ye sürülmesi, fakat Osmanlı-Rus Savaşı döneminde diplomatik danışmanlığına gereksinim duyularak serbest bırakılması, barış görüşmelerini (1812) başarıyla tamamladıktan sonra önce hıl'at giydirilip ardından boynunun vur-durulması ise ilginç bir olaydır. Dimitraş-ko, Yunan kültürünün yayılmasına hizmetinden dolayı Rumlarca bir kahraman sayılmıştır. Cevdet Paşa, ihaneti görülen

Kostaki'nin idamından sonra yerine atanan bastercüman îstavraki Bey'e asla güven duyulmadığını, sonuçta Yahya Efen-di'nin (Ahmed Vefik Paşa'nın dedesi) tercümanlığa atandığını, aynca Babıâli'de, yetenekli ve istekli kâtiplerin yabancı dilleri öğrenmeleri için Tercüme Odası açıldığını, 1820'den itibaren Fenerlilerin Babıâli'ye sokulmadıklarını yazmaktadır. Mora ayaklanmasının devam ettiği o sırada, Fenerlilerin bölgeden gelen belgeleri ve raporları tahrif ederek çevirdikleri, devletin zamanında önlemler almasını önledikleri saptanmıştır, îpsilantilerden Aleksandr ile Kostantin ise Ortodoksları ulusal bir ülküde birleştirmek için Fransa ve Rusya ile gizli ilişkiler kurmuşlar, Rumeli'yi Rumlaştırmayı amaç edinmişlerdir.

Fenerlilerin ikinci görev alanları 18. yy' dan başlayarak Eflâk ve Boğdan ile Ege adalarında yöneticilik olmuştur. Fenerliler bu görevlerinde de yarım yüzyıldan fazla devlete bağlılıkla hizmet etmişler, fakat 18. yy'ın sonlarına doğru ihanet yolunu seçmişlerdir.

Divan-ı Hümayun baştercümanlığın-dan Boğdan voyvodalığına ilk atanan Ni-kola Mavrokordato, 1710'da bu görevden alınarak yerine yerli Boyarlar soyundan olan ve Osmanlı sarayında yetişen tarihçi Dimitri Kantemir (1673-1723) atanmıştı. Fakat Kantemir'in 1711'de Rusya'ya sığınmasından sonra, Boğdan hospodorlu-ğu ve Eflâk beyliği, Fenerliler için, başter-cümanltktan sonraki asıl görev oldu. 1710-1820 döneminde, Mavrokordatolar başta olmak üzere, Kalimahi, Ghica, Caragea, İpsilanti, Morozi, Sutzu, Rosetti, Hanger-li (Hançerli) ailelerinden Boğdan'a, toplam 36 hospodor, yine aynı aileden ve ayrıca Ralli, Mavrogeni ailelerinden de toplam 40 prens, Eflâk'a atandılar. Bazen bunlar arasında becayiş de uygulandı.



FENERYOLU CAMİt

290

291

FERHAD PAŞA CAMÜ

1775'te Ruslar hesabına çalışan Boğdan Hospodoru Girogore Ghica, Yaş'ta idam edildi. Aynı şekilde daha önce donanma tercümanı iken hizmeti görülen ve Eflâk prensliğine atanan Nikola Mavrogeni de hıyaneti saptanarak 1790'da idam edildi. Mihail Sutzu, 1802'de aynı nedenle idam edilecekken Erdel'e kaçtı. Yunan bağımsızlığı için istanbul'da ve Romanya'da yoğun faaliyet sürdüren Fenerlilerden sonuncu Boğdan beyi Aleksandr İpsilanti, Et-niki Eterya'nın kurucularındandı. İpsilan-ti ve Sutzu, Yunan bağımsızlığı için ayaklanmışlardır. II. Mahmud, 1821'de Eflâk'a ve Boğdan'a yerli halktan voyvodalar atayarak Fenerlilerin bu bölgelerdeki yöneticiliklerine son verdi.

Fenerli beyzadelerden Eflâk, Boğdan, Sisam beyliklerine atananlara "prens", bunların erkek çocuklarına "beyzade", eşlerine "domna", kızlarına "dominica", beyzade ve dominica'lann erkek çocuklarına "çelebi", kızlarına ise "kokonaça" unvanları veriliyordu, istanbul'da aşırı düzeyde lüks bir yaşam süren bu kesim, Romanya' yi ağır vergiler ve sert yönetimlerle ezmişler ve ülkede bir çöküntüye neden olmuşlardır, istanbul'dan getirdikleri yardımcıları ve ticaret adamları ise Romanya'nın kültürel, sosyal ve ekonomik yaşamında rol oynamışlardır.

1821'den sonra Fenerliler yine de elçi, nazır, murahhas, muallim, vali olarak etkinliklerini sürdürmüşler, Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzları olan büyük devletlerin istanbul'daki elçiliklerinde tercümanlık yapmışlardır. Skarlatos (Iskerletzade), Yanaki, Drako, Kalamahi ailelerinin yanı-sıra özellikle Vogoridisler ile Karateodori-lerin, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde öne çıktıkları görülmektedir. Istefana-ki Vogoridis'in, Rum ayaklanmaları boyunca Osmanlı Devleti lehine casusluk yapması nedeniyle atandığı Sisam Beyliği'ne gidemediği, Amavutköy'deki yalısının karadan ve denizden geceli gündüzlü korunduğu, ayinlere katılamadığı için de yalısının bahçesine bir kilise yaptırıldığı bilinmektedir. Bu büyük Fenerli ailesinden, Istefanaki'nin oğlu Aleko Paşa, Doğu Rumeli valiliği, damadı Fotyadi Paşa Girit valiliği, damadı Kostaki Mozoros Paşa Sisam beyliği, tstefanaki Mozoros Paşa elçilik, Pavlaki Mondoros müsteşarlık ve Sisam beyliği yapmışlardır.

Karateodorilerden Istefanaki Karate-odori (ö. 1866) tıp doktoru olup Tıbha-ne-i Amire'nin ve Tıbbiye'nin kuruluşunda hizmeti geçmiştir.

Türkçe, Arapça, Farsça ve Batı dilleri bilen Istefanaki'den başka, Aleksandr Ka-rateodori Paşa, 1878'de Berlin Kongresi'n-de Osmanlı delegeleri arasında yer almıştır. Mühendis Konstantin Karateodori, bayındırlık çalışmalarına katılmış, Rumeli De-miryolu'nun Sirkeci'ye kadar getirilmeye-rek Yenikapı'da kalması için uğraş vermiştir.

Fenerlilerin ortak bir kusuru, kendilerine sağlanan ayırcahklardan yararlanmak için birbirlerini lekeleyerek ihanetle suçlamalandır. Bu yüzdendir ki, Fener-

li tercüman ve beylerden pek çoğu birbirlerinin ihbarlarına kurban giderek idam edilmişlerdir.

Fenerlilerin istanbul'da ve Rumeli'de etkili olan bir tutkuları da okul ve kilise kurma çabalarıdır. Bununla Ortadoks dünyasını dinsel ve kültürel açıdan birleştirmeyi, Bulgarları, Sırplan, Romenleri, Rum potasında eritmeyi amaçlamışlardır. Bu misyonlarının, Fener Patrikhanesi'nin korumacılığında olduğu da bilinmektedir. Diğer yandan istanbul'da, üp, yabancı dil ve müspet bilimler için eğitim kurumlan açmışlardır.

18. yy'ın sonlarına değin Haliç muhitinden ve Fener'den ayrılmayan Fenerlilerin buradaki görkemli konutlarından günümüze hemen hemen hiçbir eser gelmemiştir. Cibali-Balat arasındaki 100 kadar büyük yapıdan sadece Panayotaki Niko-şi'nin (Nikusios) ünlü evi korunmuştur. Eski Fenerli konaklarının yerini, 20. yy'm başında sanayi tesisleri almıştır. 18. yy'ın sonlarına ait, Bostancıbaşt Defterleri^-*) diye adlandırılan ve taşınmazları sahipleriyle tanıtan listelerde Haliç'teki pek çok Fenerli evinin de adı geçer. Bezirgan Mihal' in hanesi, Kürkçü Yorgaki'nin, Tanaş'ın, Morali Bezirgan Dimitri'nin, Sakızlı Mise Kosti'nin, Boyar taifesinden Yorgaki'nin haneleri, Manolaki, Yani Bey, Iskerletzade yalıları bunlardandır. Balat-Fener semtlerindeki büyük okul binaları, manastır ve kiliseler de Fenerlilerin buradaki birkaç yüzyıllık yaşamlarının izlerini yansıtır.

18. yy'ın ortalarına doğru Boğaziçi'nde yazlıklar edinen Fenerliler, daha sonra burada yerleşmişler, Arnavutköy, Kuruçeşme, Tarabya semtlerini seçmişlerdir. Mo-rozi, Kalimahi, Sutzos, Mavrokordato ve Ipsilanti ailelerinin buralarda yaptırdıkları görkemli yalılar, Boğaziçi mimarisinin özgün eserleriydi. 1821'de birçok Fenerlinin istanbul'u terk etmesinin ardından yalıları da yabancı elçiliklere geçmiştir, istanbul'dan göçen Fenerliler Yunanistan'a, Avrupa kentlerine yerleşmişler, Romanya' da kalanlar ise orada saygın ve soylu bir sınıf oluşturmuşlardır, istanbul'da, günümüzde Fenerliler soyundan pek az aile bulunmaktadır.


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin