I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə128/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   121   122   123   124   125   126   127   128   129

BAHÇEIİEVLER İLÇESİ

545


549 BAHRİYE NEZARETİ BİNASI

Bahriye Merkez Hastanesi'nin (arkada set üstündeki yapılar) Haliç'ten görünüşü.

olmuştur; bunların parsellenen bahçeleri üzerinde birbirinin sırtına binen, beş-on katlı beton binalar yükselmiştir. Bu insafsız yıkımdan kurtulmuş, tek tuk bahçeli evler ile villalar ise, sahiplerinin kanunlara karşı saygılı olması yüzünden, etraflarında yükselen apartmanlar arasında sıkışıp kalmışlardır. Böylece, bir zamanlar bahçeleri süsleyen, insanlara huzur veren güzelim nadide ağaçlar kesilip, parçalanıp yok edilmiştir.

Günümüzde, İstanbul'da çeşitli bölgelere dağılmış gecekonduların bir bölümünün daha çok ev ihtiyaçlarına yönelik sebze dikilmiş bahçeleri vardır. Bu bahçelerde bazen kavak ağaçlarına ve birkaç meyve ağacına da rastlanır. Öte yandan Boğaz'ın yamaçlarındaki, Adalar'daki vb semtlerdeki villaların özenli bahçeleri İstanbul'un bahçe geleneğinin son örnekleridir. (Ayrıca bak. korular; mesireler; parklar.)



Bibi. M. Erdoğan, "Osmanlı Devrinde istanbul Bahçeleri", VD, S. 4 (1958); G. A. Evya-pan, Eski Türk Bahçeleri ve Özellikle Eski İstanbul Bahçeleri, Ankara, 1972; Ç. Gülersoy, Boğaziçinin Yeşil Örtüsü, Geçmişte ve Bugün, İst., 1972; B. Pamay, Park-Bahçe ve Peyzaj Mimarisi, İst., 1979; D. Kuban, "Osmanlı Çağında Boğaziçi Yerleşmesi", İstanbul Boğazı ve Çevre Sorunlun Sempozyumu, 12-15.11.1973, Çevre Koruma ve Yeşillendirme Derneği, İst., 1975.

FAİK YALTIRIK



BAHÇELİEVLER İLÇESİ

İstanbul'un Rumeli kesiminde, Çatalca Yarımadası'nda yer alır. 3 Haziran 1992 tarihinde yürürlüğe giren 3806 sayılı kanunla Bakırköy Ilçesi'nden ayrılarak kurulmuştur. İlçenin doğusunda Güngö-ren(->), güneyinde Bakırköy(->), batısında ve kuzeyinde ise Bağcılar(-») ilçeleri yer almaktadır. Bu alan içinde yüzölçümü 16,7 krrf'dir. Bahçelievler İlçesi'nin Cumhuriyet, Çobançeşme, Fevziçakmak (Yenibosna bölgesi), Hürriyet (Yenibos-na bölgesi), Kocasinan, Siyavuşpaşa, Soğanlı, Şirinevler, Yenibosna, Zafer ve Bahçelievler olmak üzere 11 mahallesi bulunmaktadır, bağlı bucak ve köyü yoktur.

Bahçelievler İlçesi sınırları içinde geçmişte Kocasinan ve Yenibosna köyleri yer alıyordu. 1955-1960 arasında Bakırköy yerleşmesi O-l Karayolu'na (eski E-5) doğru gelişmiş ve yolun kuzeyi hızla yerleşmeye açılmış; yerleşmeye açılan bu çevrede 1960'a doğru önce konut kooperatiflerinin inşa ettirdiği, bahçe içinde tek tip evler yapılmış, 1960'tan sonra Bahçelievler Mahallesi kurulmuştur. Kocasinan ve Yenibosna köylerinin tüzel kişiliği 1980'den sonra kaldırılmış, birer mahalle grubu olarak, onlar da 1992'de Bahçelievler ile birlikte Bakır-

köy İlçesi'nden ayrılarak diğer mahallelerle birlikte yeni ilçeyi oluşturmuşlardır.

Günümüzde Bahçelievler İlçesi sınırları içinde yaşayan nüfusun gelişimi tablodaki gibidir.

1960'a kadar sadece Kocasinan ve Yenibosna köylerinin nüfuslarını kapsayan bu tabloda, ilçeyi oluşturan mahallelerde nüfusun özellikle 1955'ten sonra artmaya başladığı görülmektedir. İstanbul'a yakınlık, ucuz arsa fiyatları, O-l Karayolu'na (eski E-5) yakınlık gibi etkenler, nüfusun artmasına ve sanayi tesislerinin bu yöreyi kuruluş yeri olarak tercih etmesine yol açmıştır. 1965'ten itibaren önce Kocasi-nan'da konut alanları ve sanayi kuruluşları, bozuk altyapıya rağmen hızla gelişme göstermiş, buna daha sonraki yıllarda Bahçelievler ve Yenibosna da sanayi bölgelerine katılmıştır. Kocasinan, Cumhuriyet, Siyavuşpaşa, Soğanlı ve Şirinevler mahallelerinden oluşan Kocasinan bölgesi, günümüzde ilçenin en çok nüfus barındıran kesimidir. Kocasinan ve Yenibosna, sanayi tesisleri, ticarethaneler ve konut alanlarının karışık karakteri ile belirginleşirken Bahçelievler daha çok konutların hâkim olduğu yerleşmesi ile dikkati çekmektedir.

SEDAT AVCI

BAHRİYE MERKEZ HASTANESİ

Kasımpaşa'da bulunan askeri hastane. Bugün İstanbul Deniz Hastanesi adını taşımaktadır.

Bahriye teşkilatının ilk hastanesi Kasımpaşa'da şimdiki Sakızağacı Camii'nin bulunduğu sırtta inşa edilmiş ahşap bir binada 1827'de hizmete girmiştir. Hastane bulunduğu yer sebebiyle Sakızağacı Bahriye Hastanesi adıyla tanınmaktaydı. Tersane-i Âmire kışlaları ile Riştehane-i Âmire'deki (İplikhane) asker ve subaylar, denize uzaklığı yüzünden Sakızağacı Hastanesi'nden yeterince yararlana-mıyorlardı. Bu nedenle 19. yy'ın ortalarına doğru Aynalıkavak'ta hastane olarak kullanılmaya elverişli bir yalı 250 yataklı bir hastaneye dönüştürülerek bahriyeye tahsis edilmişti. Ayrıca, Tak-vim-i Vekâyi'de; "Tersane-i Amire Hastanesi", "Asâkir-i Bahriye Hastanesi" ve "Asâkir-i Mansure-i Bahriye Hastanesi" adlarıyla anılan bir bahriye hastanesi daha geçmektedir. Bu Tersane-i Âmire Hastanesi, Sakızağacı'ndaki veya Ayna-lıkavak'taki hastanenin adı mıdır ya da bunlardan ayrı bir hastane midir; bugünkü bilgilerimizle bu sorulara cevap vermemiz mümkün değildir.

Sakızağacı Bahriye Hastanesi, Tersa-ne'ye uzak olduğundan denize yakın uygun bir yere nakledilmesine karar verilmiştir. Daha geniş ve Tersane'ye yakın bir bina aranırken Kasımpaşa'da 1838'de Cezayirli Hasan Paşa Konağı'mn yerinde inşa edilmiş olan Bahriye Mektebi binası uygun görülmüştür. Bunun üzerine Bahriye Mektebi 1850'de Heybeli-ada'daki Bahriye Kışlası'na nakledilmiş Kasımpaşa'daki okul binasına da Sakızağacı'ndaki hastane taşınarak Bahriye



Hazım Okurer, 1993

Merkez Hastanesi adıyla faaliyete geçmiştir. Sakızağacı'ndaki hastane binası ise 1852'de yıktırılmıştır.

Kırım Savaşı sırasında (1853-1856) hastane Fransız askerlerinin tedavisi için Fransız kuvvetleri komutanının emrine verilmiştir. Bu vesile ile bazı sıhhi nizamnameler Türkçeye çevrilerek yürürlüğe konmuş; savaş bitince Fransız hükümeti birçok cerrahi aleti hastaneye hediye etmiştir. 1866'da Kaptan Muhtar Bey'in konağı hastaneye ilave edilmiştir.

1882'den itibaren hastane hizmetlerinde ihtisaslaşma başlamış, göz, cerrahi, deri ve frengi hastalıkları "emraz-ı mütenevvia" (çeşitli hastalıklar) kapsamından çıkarılmıştır.

1885'ten sonra Mekteb-i Tıbbiye'yi bitirerek donanma hizmetine girmek isteyen askeri hekimler bir sınavdan geçirilerek başarılı olanlar yüzbaşı rütbesiyle hastaneye kabul edilmişlerdir. Hastanede iki yıl staj gören bu hekimler kolağası rütbesiyle bahriye teşkilatında görevlendirilmişlerdir.

Hastanenin operatörü Angelo Bohor Tersane-i Âmire fabrikalarında Çarkçı Kolağası Ali Efendi ile birlikte basınçlı su buharı ile çalışan ilk yerli tebhir (etüv) makinesini yapmıştır. Bu etüv makineleri Hicaz'daki hastanelere, nizamiye kışlalarına, Mekteb-i Tıbbiye, Gu-rabâ-i Müslimin ve Hamidiye Etfal hastanelerine yerleştirilerek uzun süre kullanılmıştır.

Tıptaki yenilikleri izleyen hastane Robert Koch'un 1890'da tüberkülini, tüberkülozu tedavi edici bir ilaç olarak tanıtmasına ilgisiz kalmamış derhal bu yeni tedaviyi öğrenmek üzere Dr. Yüzbaşı Süleyman Nuri Berlin'e gönderilmiştir. 1891'de Dr. Hakkı Şinasi Paşa hastanede görevlendirilmiştir. 1894'te başhekimlik görevini Kozma Paşa yürütmekteydi. Kozma Paşa'dan sonra 1900-1908 arasında Hakkı Şinasi Paşa başhekimlik yapmıştır. 1897'de deniz hizmetlerinde kullanılmak üzere eczacı ve cerrah muavini yetiştirilmesi amacıyla hastane

bünyesinde Eczacı ve Tımarcı Sıbyan Mektebi açılmıştır.

Bozcaadalı Hasan Paşa'nın bahriye nazırlığı sırasında 1908'de ana binanın Hasköy tarafına yeni bir bina, 1910'da da Kasımpaşa'ya bakan tarafına ikinci bir bina yaptırılmıştır. Bundan sonra ana binaya 1. pavyon, Kasımpaşa tarafındaki binaya 2. pavyon ve Hasköy ta-rafındakine de 3. pavyon adı verilmiştir.

Bahriye Nazırı Cemal Paşa (1914-1918) hastanenin gelişmesi için büyük çaba harcamış, hastanenin arsasını genişleterek etüv, kalorifer dairesi, depo ve bakteriyoloji pavyonu yaptırmıştır.

Hastane Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı'nda deniz ve kara kuvvetlerinin hasta ve yaralılarını tedavi etmiştir. Savaş sırasında artan sağlık personeli ihtiyacını karşılamak üzere 15 Mart 1917'de hastanede bir sıhhiye kursu açılmıştır.

Cumhuriyet'in ilanı ile Sıhhiye Daire-si'ne bağlanmış, 1929'da tersane ve donanma Gölcük'e taşınınca 1931'de hastane de nakledilerek Gölcük'te Nured-din Paşa Köşkü'nde faaliyetini sürdürmüştür. Kasımpaşa'daki bina, Deniz Acemi Erler Talim Taburu'na yatakhane ve kışla olarak tahsis edilmiştir. Hasköy tarafındaki bina da Deniz Telsiz Oku-lu'na verilmiştir. Sadece cerrahi pavyon küçük bir revir halinde bırakılmıştır.

1934'te İstanbul'un ihtiyacı göz önünde tutularak hastane yeniden Kasımpaşa'ya getirilmiş ve Deniz Müsteşarlığı emrine verilmiştir. Bu tarihten sonra İstanbul Deniz Hastanesi adını alan kurumda 1937'de büyük bir restorasyon ve onarım başlatılmış 1939'da yatak sayısı 500'e çıkarılmıştır. 1943'te akıl ve sinir hastalıkları klinikleri ile patoloji bölümünün yerleştirildiği 4. pavyon binası faaliyete geçmiştir. Hastaneye 1962'de yeni bir poliklinik ve hemşire lojmanı, 1965'te hariciye, nöroşirurji, bakteriyoloji, biyokimya, patoloji laboratuvarlan ile morgun bulunduğu bina ve 1971'd.e de kadın-doğum, çocuk ve dahiliye klinikleri binası eklenmiştir.

Bibi, "Mevadd-ı Askeriye", Takvim-i Vekâyi, no. 3, 7, 15, 19, 23 (1247), no. 28, 29, 38, 39, 42, 45, 50, 51, 54, 56 (1248), no. 60, 62, 71, 73, 82 (1249), no. 85 (1250); Tahsin, Tıbbiye, II, 60; Deniz Mektepleri Tarihçesi, ist., 1931, s. 7-8; E. K. Unat, Osmanlı İmparatorlu-ğu'nda Bakteriyoloji ve Viroloji, ist., 1970, s. 106-107; B. N. Şehsuvaroğlu: "İstanbul Deniz Hastanesi", istanbul İl Yıllığı, İst., 1973, s. 446-447; B. N. Şehsuvaroğlu-A. D. Erdemir-G. C. Güreşsever; Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984, s. 134-135; Özbay, Asker Hekimliği, III, 1. Kitap, 196-233; N. Yıldırım, "Askeri Eczacı Yetiştiren İki Okul: Haydarpaşa Hastane-si'ndeki Eczacı Sınıfı-Eczacı ve Tımarcı Sıbyan Mektebi", Güncel Eczacılık, S. 5 (Eylül 1993), s. 20-21.

NURAN YILDIRIM



BAHRİYE NEZARETİ BİNASI

Halic'in kuzey kıyısında Kasımpaşa'dadır. İki katlı, görkemli ve iyi durumda bir yapıdır. Günümüzde Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası olarak kullanılmaktadır.

Osmanlı döneminde Halic'in kuzey kıyılarının Kasımpaşa-Hasköy kesiminin gemicilik, gemi yapımı ve buna bağlı yan kuruluşları barındırdığı bilinmektedir. Büyük Piyale Deresi'nin ağzından Hasköy'e kadar uzanan bu alan, Bizans döneminde sık ve yüksek ağaçlarla kaplı imparator bahçelerinden biriydi, istanbul'un alınması sırasında donanmanın burada karadan denize indiği ve II. Mehmed'in (Fatih) Otağ-ı Hümayun'u burada kurdurduğu söylenmektedir. Buradaki ilk yapılar, II. Mehmed'in yaptırdığı tersane ile bugünkü Kasımpaşa Vapur İskelesi'nin yakınında olduğu sanılan Kaptanpaşa Divanhanesi ve cami olmalıdır. Yörenin asıl gelişmesi I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) olmuş, "İstanbul şehri âdem deryası kesilip omuz omuzu sökmez olunca" bölgenin iskâna açılması ve bayındır hale getirilmesiyle Sadrazam Kasım Paşa görevlendirilmiştir. Divanhane yenilenmiş, yanına bir saray yapılmış; bölgenin yönetimi, kaptanpaşa ile tersane ketdüha-sına ve subaşısına verilmiştir. Genişleyen tersaneye donanmanın bakım ve yönetim yapıları eklenmiş; divanhane ise birkaç kez yıkılıp yeniden yapılmıştır.

İstanbul yazarlarının ve gezginlerinin ilgiyle anlattıkları buradaki kurum ve yapılar arasında tersane ve divanhane önde gelenlerdendir. Gravürlerden eski divanhaneleri izlemek ve öğrenmek mümkündür. Bu divanhaneler ahşaptandır; deniz cepheleri sütunlar üzerindedir ve denize çıkma yaparlar. Önem verilmiş ve bezenmiş yapılar oldukları bellidir.

Bilinen son divanhane II. Mahmud döneminde 1834'te yapılandır. İki kaüı ve ampir üslubunda olduğu bilinen bu divanhane de ahşaptandı. Zamanla harap olan yapının yerine Abdülaziz tarafından yeni, daha büyük ve görkemli bir yapı yapılması istenmiş ve bugünkü yapı inşa edilmiştir. Donanmanın yeniden örgütlenmesi ve modernizasyonu girişimi sırasında yapımı kararlaştırılan

BAHRİYE NEZARETİ BİNASI

550


551

BAKER MAĞAZALARI

Bahriye Nezareti binasının deniz cephesinden görünümü (üstte) ve şadırvanlı orta avludan

bir görünüm (sağda).

Tuğrul Acar (üst), Erkin Emiroğlu (sağ)

bina, eski divanhanelerin yerinde fakat tamamen yeni bir anlayışla tasarlanıp yapılmıştır.

Artık divanhane tipinde olmayan Bahriye Nezareti binası, denize çakılan yaklaşık 7.000 kazık üzerinde elde edilen dolgu zeminde inşa edilmiş, oldukça yüksek bir bodrum kat üzerinde, iki katlı ve kagir bir yapıdır. 1865'te temeli atılmış ve 1869'da bitirilmiştir. Mimarı Sarkış Balyan olmalıdır.

Bahriye Nezareti binasının aksiyal ve tam simetrik bir planı ve cephe düzeni vardır. Birbirini dik kesen iki eksen üzerinde geliştirilmiş birbirinin aynı plan ve cephelerden oluşan bir yapıdır. Eksenlerin bölümlediği dört grubun da eş ve bakışımlı düzenlenişi ve eksenler üzerindeki dört giriş, aranmış bir geometrik düzeni işaret etmektedir. Geometriye açık ve kesin biçimde bağlı bu tasarıma orta avlulu klasik bir şema eşlik etmektedir.

Orta avlu motifi, ölçü, oran, biçim, kullanım ve verilen işlev bakımından farklı olsa da hem Batı hem Osmanlı

mimarlığının geleneksel plan öğelerinden biridir. Mutlak simetri gösteren bir plan şemasına eşlik eden bu üstü camla örtülü avlu, 19. yy Batı Avrupa kentlerindeki belediye binası, banka, borsa vb bazı kamu yapılarında görülen modele yakındır. Ancak, mimarın burada girişleri ve merdiven çekirdeklerini kolona-dın gerisinde tutması, kendi içinde bir bütünlük kazandırdığı gibi avluyu Avrupa modellerinden ayırmaktadır. Ayrıca ortasına konan ve boyutları nedeniyle biraz dekoratif görünen sekizgen planlı küçük mermer şadırvan, mekâna yerli ve Doğulu bir motif olarak eklenmiştir. Zemin kat kolonadımn kemerleri bu İs-lam-Doğu referansını güçlendirmektedir. Dönemin "oryantalist" modası içinde yaygın olarak kullanıldığı bilinen bu Magrip (Moresque) kökenli basık at nalı biçimindeki kemer modeli, yapısal olmayan biçimiyle son derece dekoratif bir görünüme sahiptir.

Yalnızca moresk kemerleriyle değil taşıyıcılarının maniyerist biçimlenişi ile de avlu arkadı, planın açık geometrisin-

Bahriye Nezareti binasının iskele cephesinin çizimi.

(Günümüzde Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargâh Binası olarak kullanılmaktadır.)

deki rasyonalist konseptten farklılaşmıştır. Gerçekten de zemin katta kemer dayanaklarının önüne alınmış yuvarlak kolonlar, üst kattaki önlü ve arkalı kolon çiftleriyle birlikte, görsel algıya iki farklı düzlem sunmaktadır. Zemin kat kolon başlığının üzerinde kat yüksekliğine ulaşmak için dikine yerleştirilmiş bir kare prizma vardır. Korniş hizasında bunun üzerine bir yatık dikdörtgen parça gelmekte, üstte de üst kat kolonadımn ayak parçası bulunmaktadır. Bu tablalar, yani üç tane dikdörtgen parça birbiri üzerine küçükten büyüğe doğru sıralanarak yerleştirilmişlerdir. Yapı statiği ilkelerine uymayan bu atektonik dizilim, mimari öğelerle elde edilen bir de-korativizmi biçimlendirmektedir. Arkad-ların düzenlenişindeki bu maniyerizm, düz beyaz ve -günümüzde- bezemesiz olan orta avlu mekânını özenli ve özentili yapmaktadır.

Buradaki taşıyıcılarda kolon grupla-ması veya ayaklık gibi Osmanlı geleneğinde olmayan biçimleri kullanan mimar, bazı ikincil öğelerde örneğin korkuluğun

mermer şebekeleri veya kornişteki nıu-karnas dizisi gibi yerlerde Osmanlı geleneğinden seçmeler yapmaktadır.

Yapının simetrik plan şemasına bağlı olarak birbirinin aynı olan dört cephesi vardır. Kolaylıkla tekdüze olabilecek bu biçimleniş, önce eksenlerdeki ve köşelerdeki çıkmaların plastik katkısıyla giderilmiştir. İkincil olarak pencere biçimlerinin farklılığına dayanan cephe düzenlemesi yapılmıştır. Bu, kullanılan biçimlerin sayısını artırarak hem çeşitleme yapma olanağı vermekte, hem de plastik etkiyi artırmaktadır.

Planda'birbirinin aynı ölçülere sahip pencereler üç ayrı grup içinde toplanarak farklı biçim ve düzenlemeler yapılmıştır. Eksendeki pencereler at nalı biçimindedir. Tıpkı orta avludakine benzer bir arkad içinde yer alırlar ve aynı atektonik düzenlemeye sahiptirler.

Köşe çıkmalarındaki pencereler, üçgen kemerli ikili gruplar halinde düzenlenmiştir. Üçgen kemerin o dönem için çok yeni hattâ alışılmadık bir biçim olduğu ayrıca belirtilmelidir. Ara pencereler, profilli veya dilimli moresk biçimli kemer öğeleriyle belirtilmiş ve pilastrla-rın oluşturduğu panolara yerleştirilmiştir.

Böylece, cephe düzenlemesinde genel olarak yüksek pilastrlar ve bordür-lerle meydana getirilen pano gruplama-ları, cephe yüzeyinden ileri geri çıkma ve çekilmelerle planda karşılığı olmayan son derece hareketli bir perspektif elde edilmektedir. Mimari öğelerin bu kullanımı, orta avluda değinilen maniyerist yaklaşımla eşdeştir. Geniş ve taş-



013 6 t)m

kın bir kornişle biten bu çok öğeli cephe düzeni, simetrik bir kutudan görkemli bir kamu yapısının elde edilişini sergilemektedir.

Yapının simetrik ve betimlediğimiz gibi geometriye bağımlı bir planı oluşu, mekânların işlevlerine özgü nitelikler ve boyutlar edinmesini zorlaştırmıştır. Örneğin bir köşede amirallere ayrılmış olan salon ve oda grubu diğer köşede aynı boyut ve düzenle vardır ve bu kez yazıcılara ait bir hacim olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle mimarın, mekânların özellik kazanmasını bezemeyle ve bezemenin yoğunluğu ile sağlamaya giriştiği görülmektedir.

Dört giriş içinde en zengin bezeme deniz tarafındaki tören girişinde gerçekleştirilmiştir. Simetriği olan tersane yönündeki giriş bir dizi merdivenle ulaşılan giriş holünün duvarları ve örtüsünde kalem işi çalışılmıştır. Duvarlarda panolar ayrılmış, örtüde geometrik çerçeveleme yapılmış ve içleri neoklasik motiflerle işlenmiştir.

Binanın üst katının deniz cephesi bahriye nazırına veya amirallere ayrılmış bölüm olarak çok özenle düzenlenmiştir. Bu bölümün özgün dekorasyonu ve hattâ mobilyası korunmuştur. Geometrik bölümleme içinde klasik motifli dekorasyon burada da geçerli olan programdır. Bezeme, ayrıca altın yaldızla zenginleştirilmiştir. Bu kesimde geometrik çerçeveleme, sekizgen, yıldız, altıgen, beşgen, üçgen vb olarak çeşitlenmiştir. Göbek ve köşelerde natüralist çiçek veya manzara resimlerinin bulunduğu madalyonlar

Bahriye Nezareti binasının giriş kat planı.

kullanılmış, duvarlara fresk tekniğinde denizle ilgili resimler yapılmıştır. Bibi. A. Batur, "Bahriye Nezareti Binası", H. Kemali SöylemezoğluAnı Kitabı, İst., 1982, s. 45-60; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 219-226; Demircanlı, Evliya Çelebi, 564-566; "Divanhane", Pakahn, Tarih Deyimleri, I, 462; Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargâhı Binası, İst., 1989.

AFİFE BATUR



BAKER MAĞAZALARI

Kırım Savaşı'ndan sonra (1856) İstanbul'a gelerek yerleşen, İngiliz kökenli Baker ailesi tarafından kurulan mağazalar. Baker mağazaları ile ilgili olarak İngiliz kökenli Binns ve Edwards aileleri de zikredilmelidir.

Bu iki İngiliz kökenli aile İstanbul'a yerleştiğinde ayrı ayrı işyerleri açmış ve değişik işkollarında çalışmış olmalarına karşılık, zamanla firmalarını ya Baker'a devretmişler ya da onlarla ortak olmuşlardır. Baker mağazalarının kurucusu olan George Baker'ın, Londra'da daha o dönemler büyük bir işyeri vardı.

George Baker, İstanbul'a ilk geldiğinde, Hayden'la ortak olmuş ve birlikte biri Grand Rue de Pera'da (şimdiki İstiklal Caddesi) Anadolu Hanı'mn bulunduğu yerde, diğeri, Kulekapısı'nda şimdiki Serdarı Ekrem Sokağı'nın karşısında Galata Kulesi'ne bakan köşede olmak üzere iki mağaza açmışlardı. 1860' lı yıllardan 1870'li yılların sonlarına kadar, ortaklık bozulmamıştı.

Bu yıllarda Baker ve Hayden birbirinden ayrıldı. Hayden eski mağazalarında kaldı, George Baker ise, yeni mağazalar açtı. Bu mağazalardan biri, Ku-ledibi'nde Şahdeğirmeni Sokağı'ndan önce idi, diğeri ise eski Kanzuch Ecza-nesi'nin bitişiğinde bulunuyordu.

• George Baker, Grand Rue de Pera' daki ilk mağazasından sonra şimdiki Sümerbank'ın bulunduğu yerde ikincisini de açmıştı.

Şahdeğirmeni Sokağı'nın yanındaki ile birlikte, Pera yönünde üç mağazası olan Baker firmalarında, her türlü konfeksiyon, yatak takımları, çarşaflar, mobilya aksesuvarı ile mobilya dahi satılıyordu. Bunun dışında, birçok yabancı firmanın Türkiye'deki temsilciliklerini almışlardı.

Bu aileye yakınlığı bilinen Binns'ler-den, Cuthbert Evelyn Binns, I. Dünya Savaşı'ndan sonra Baker mağazalarına müdür olmuştu. İngiliz kökenli diğer aile Edwards'ların kurduğu "Edwards ve Oğlu" firması G. ve A. Baker firması 1920'de birleşti.

Bu dönem firmanın müdürü C. E. Binns oldu. 1926'da değişen kanunla şirketleşme söz konusu olunca, birleşik firma ayrı ayrı anonim şirkete dönüştü.

C. E. Binns, genel müdür olarak kaldı. W. G. M. Edwards, yönetim kurulu üyesi olarak görevini sürdürdü. 1924-1925'te W. G. M. Edwards, İstanbul'daki İngiliz Ticaret Odası üyeliğini sürdürdü. 1930'da da başkanlığına seçildi.



BAKIRCILAR__552__BAKIRCILAR'>BAKIRCILAR

552

BAKIRCILAR

Baker mağazalarının bir ilan fotoğrafı.



Resimli Uyanış (Seruet-i Fünun), 15 Ocak 1931 Bebzat Ûsdiken koleksiyonu

George Baker, Hayden'dan ayrıldıktan sonra, sürekli kendi adını kullanmış ve tüm firmalarım G. Baker olarak açmıştı. Oğullarının her ikisinin küçük isimleri A ile başladığı için sonraları firma unvanına bunları eklemişti. Baker mağazaları Beyoğlu'nda olmasına karşılık, yönetim merkezleri hep İstanbul tarafında kalmıştı. 1880'de Tarakçılar Caddesi üzerindeki Matteo Ham'nda, ihracat, ithalat ve komisyon işlerini yürütüyordu. Daha sonra buradan Tahtaka-le'deki Prevuayans Hanı'na taşındılar. Firmaları tasfiye edilinceye kadar da burada kaldılar. Balat'ta Fener Caddesi üzerinde büyük bir antrepoları vardı. Tütün depolan ve satım yerleri ise Beşiktaş'ta bulunuyordu. Baker'ın ayrıca, Seager ile ortak olarak çalıştırdığı, Baker ve Seager deniz taşımacılığı firması, Galata Hovagimyan Han'da idi. 1950'li yılların başında Baker'lar firmalarım tasfiye etmeye başladılar, Önce istiklal Caddesi üzerindeki büyük konfeksiyon mağazasını kapattılar. Hachette'in bitişiğindeki mobilya mağazasını ise istanbul'un en zengin Rum ailelerinden biri olan Palla-vidislere sattılar.

Bu arada, Şahdeğirmeni Sokağı'na gelmeden önce ve Şahdeğirmeni Sokağı ile köşe yapan diğer mağazalarını da evvelce elden çıkarmışlardı. Bu mağazalarını satın alan Pallavidisler, mobilya işlerini bırakarak yalnızca konfeksiyon ve ayakkabı işini yürüttüler. Bu arada Dimitri Pallavidis (ailenin büyüğü), eski adı Rekor olan pastanenin sahibi Leoni-das Yotto ile anlaşarak buraya da ortak oldu ve pastanenin adı Kervan olarak değişti.

Her ne kadar, Pallavidisler mağazanın adım Pallavidis olarak değiştirmiş-lerse de, Beyoğlu halkı buraya Baker demeyi sürdürmüştü. Altı-Yedi Eylül Olayları'nda(->) Pallavidislerin her iki mağazası da harap olmuştu. Bu olaydan sonra mağazalar yemden düzenlendi. Ancak Dimitri Pallavidis'in ölümü üzerine mağaza kapandı. Dimitri Pallavidis'in

oğlu Niko, Cihangir'de "Şark Eksport" adı ile büyük bir ithalat ve ihracat firması kurdu. Bu firma halen yaşamını sürdürmektedir.

BEHZAT ÜSDİKEN



BAKIRCILAR

Bizans Dönemi

Bizans başkentinin ekonomik hayatı ile ticaret hukukunu aktaran en ciddi kaynak olan Eparkhos tes Poloetfde bakır satışının gümüşçülere yasaklanmasının dışında, bakırcılar ve bakır ticaretine ait daha fazla bilgi bulamamaktayız. I. Ba-sileios(-0 (hd 867-886) ve VI. Leon(->) (hd 886-912) dönemleri arasındaki kanunlarda da meslek loncaları ele alınmaktadır. Bakırcılarla ilgili bir başlık olmasına karşın, metnin gerisi yoktur. 10-11. yy Konstantinopolis'ine ait mahkeme kararlarının arasında ise, ticarete ilişkin bir tek davaya rastlamaktayız. Bu dava, ham madeni zamanında teslim almadığı için ödeme yapmayan bir bakırcıyla ilgilidir.

Konstantinopolis semt adlarından faydalanarak, bakırcıların Halkoprateia' da, yani Ayasofya'nın doğusunda yerleşmiş olduklarını görebiliyoruz. Halkoprateia isminin kökü bakırcılıktan gelmektedir, fakat bu mesleki çalışmaya ilişkin özel bir kaynağımız yoktur. Halkoprateia semti, I. Basileios'un şehirde başlatmış olduğu yapı ve onarım programında yer almaktadır, ancak kaynaklar sadece buradaki Meryem Ana Kilise-si'nden bahsetmektedir. 7. yy'ın ortalarında yazılmış, Aziz Artemios'un hayatını anlatan bir eserde ise, Domninos re-vağında çalışan Kilikyalı (bugünkü Çukurova) bir bakırcıdan (Halkeus ya da Halkotupos) bahsedilmektedir. Günümüze değin bir el zanaatı olarak gelen bakırcılıkta kazan, tencere, tava, kâse, gibi açık formlu kaplar, genelde dövme tekniği ile yapılır, bakırcı, önceden dökümle elde ettiği ince bakır levhasını ısıtır ve çekiçle vurarak şekillendirir.

Levha, saf bakıra belirli bir oranda kalay katılarak elde edilir. Böylece kalay, yumuşak bir maden olan bakırın sertleşmesini sağlar. Aksi halde, saf bakırın yüzeyini bozmadan üzerine süslemeler kazımak zor olur.

Işıklandırma aletleri (polycandela, yağ lambaları, şamdanlar), buhurdan ve kişisel dini eşyalar, daha ziyade seri halinde kalıplara dökülürdü. Dökümü kolaylaştırmak için bakıra, kalayla birlikte kurşun ve çinko da katılır böylece elde edilen kalay ağırlıklı alaşıma tunç, çinko ağırlıklı alaşıma ise pirinç denir. Kalıplar eşyaya sadece genel formunu değil, dekorunu da intikal ettirebilirler. Dekor, kalem ve keskilerle tamamlanarak özgünleştirilebilir. Bizans'ta poly-candela'ların delik işi süslemeleri, kesme ve delme aletleri ile gerçekleştirile-bilse de, daha ziyade seri döküm tekniği tercih edilmekteydi. Bizans koleksiyonlarında, aynı kalıpta dökülmüş olmaları muhtemel birçok polycandela'ya rastlanmaktadır.

Seri imalat, kişisel dini eşyalar için de geçerlidir. Özellikle Orta Bizans çağına ait büyük sayıda buhurdan, tunç ikona, haç ve çeşitli boylarda rölik muhafazaları bilinmektedir. Aynı tarz metal kutular, önemli belgeleri ve değerli eşyaları saklamak için de kullanılırdı. Kazıma usulü ile süslenmiş bakırdan kilitler, aynalara, menteşe ve anahtarlara, fildişi kutulara da takılmaktaydı.

Gümüşçü ve kuyumcuların modellerinden esinlenerek, hattâ aynı kalıpların kullanılmasıyla elde edilmiş, bakır mücevher ve ziynet eşyaları da vardır. Altın veya gümüş bilezik, küpe, kemer tokası ve haçların, bakır alaşımlarından yapılmış kopyalarına rastlamaktayız.

Bakırcılara talep sadece özel kişilerden değil, kilise ve manastırlardan da gelmekteydi. Başlıca siparişler, ışıklandırmaya yönelik eşyalarla birlikte, ayinlerde kullanılan kutsal takımlardan oluşurdu, bunun yanısıra, özel kişiler tarafından kiliselere vakfedilmiş takımlara da rastlanmaktadır. Kutsal şarap kadehi (kalis), kutsal ekmeğin takdim edildiği tabak (paten), ekmek kutusu, kaşık ve maşrapa, Ortodoks ayininin ayrılmaz parçalarıdır. Kilisenin hazine odasında saklanan bu eşyalar genelde gümüşten olup, 10-11. yy'lara ait, kalaylanmış bakır örnekler de vardır (yüzeydeki kalay gümüş izlenimi vermektedir).

Kiliselerde rastlanan diğer metal eşyalar ise çeşitli boylarda merasim haçları, yine merasimlerde kullanılan yelpazeler (ripidia), buhurdanlıklar, rölik kutuları ile İncil muhafazalarından oluşur. Dini eşyalarda, bitkisel ve geometrik süslemelerin arasında, İsa'nın hayatından sahneler, tahtta oturan İsa, İncil yazarlarının büstleri, dua eden aziz figürleri ve Meryem Ana tasvirleri, kabartma veya kazıma usulüyle işlenmiştir. Kazıma dekorun oluşturduğu yivlerin, savatla zenginleştirildiği de görülür. Bu teknikle benzeri bitkisel veya geometrik

dekor, aynı çağlarda gelişen İslam bakırcılığında da geniş çapta kullanılmıştır.

Konstantinopolis bronz işçiliğinin bir başka yüzünü de 11. yy'ın ikinci yarısında Amalfili tüccar Pantaleone tarafından İtalya'ya gönderilmiş dev kapılar oluşturmaktadır. Amalfililer(->) aynı zamanda Roma'ya Bizans ayin kapları, şamdanlar ve dokuma kumaşlar da ihraç etmekteydiler. Roma'nın sur dışında bulunan St. Paul Kilisesi'nin kapıları, Konstantinopolis atölyelerinde çalışan, Süryani döküm ustası Stavrakios'un imzasını taşımaktadır. Kapıların kanatlan, dökümle elde edilmiş levhalardan oluşur. Her levhada gümüş kakma dini sahneler tasvir edilmiştir. Aynaroz'daki Büyük Lavra Manastm'nın bronz kapısı da muhtemelen başkent atölyelerinde yapılmıştır. Kabartma geometrik ve bitkisel süslemeler arasında oluşan haçlar, ince bir bronz levhanın preste basılmasıyla elde edilmiştir. Aynı manastırda, kuşkusuz Konstantinopolis atölyelerine ait, bir çift savatlanmış pirinç şamdan da bulunmaktadır.

Konstantinopolis atölyelerinde bakır alaşımlarından elde edilmiş eşyaların listesine, mesleki aletleri de ekleyebiliriz. Zanaatkarların kullandığı aletlerin dışında, çeşitli terazi ve ağırlıklar, tıp aletleri ve usturlaplar sayılabilir. Bibi. C. Bouras, "The byzantine bronze doors of the Great Lavra monastery on Mount At-hos", Jahrbuch der Österreichischen Byzanti-nistik 24, Viyana, 1975, s. 229-250; L. Bouras, "Three byzantine bronze candelabra from the Grand Lavra monastery and Saint Catherine's monastery in Sinai", Deltion tes Hristianikes Arbaiologikes Etairias 1989-1990, Atina, 1990, s. 19-26; M. E. Frazer, "Church doors and the gates of paradise: byzantine bronze doors in Italy", Dumbar-ton Oaks Papers 27, 1973, s. 147-162; J. C. Waldbaum, Metalıvork from Sardiş: The Finds Througb 1974, Cambridge-Massachus-

sets, 1983.

BRIGITTE PITARAKIS



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   121   122   123   124   125   126   127   128   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin