I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə125/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   121   122   123   124   125   126   127   128   129

BAĞODALARI MESCİDİ

Fatma Hatun adıyla da anılan bu mescit, Beyoğlu İlçesi'nde, Kabataş sırtlarında, Ömeravni Mahallesi'nde, Beyodaları Sokağı ile Bağodaları Sokağı'mn (Tarık Zafer Tunaya Sokağı) birleştiği köşededir.

Tersane Emini Hüseyin Efendi'nin kızı Fatma Hatun tarafından 1117/1705-06'da yaptırılmıştır. Kitabesine göre, bir yangın geçirmiş ve 1839'da Ali Paşa mescidi ihya ettirmiştir.

Kagir duvarlı ve ahşap çatılı yapı, yolun eğimine göre belirlenmiş yamuk bir plan gösterir. Sokak üzerindeki sade kapıdan küçük bir hazırlık mekânına

girilir, buradan da merdivenlerle bodrum katma inilir. Harim bölümünde, taş bir merdivenle çıkılan fevkani mahfil bulunur. Duvarlar son yıllarda yarıya kadar mermerle kaplanmıştır. Mermer mihrap ve minber oldukça basittir. Mescit, altta uzun dikdörtgen, üstte ise küçük pencerelerden ışık almaktadır.

Kuzeybatıda, kare kesitli bir kaide üzerine oturan bodur minaresi kesme taştandır. Şerefe altı, kalın bir konsol dizisiyle desteklenmiştir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 87; Öz, İstanbul Camileri, II, 9; İSTA, X, 5578.

TARKAN OKÇUOĞLU



BAHARATÇILAR

Baharat, yemeklerin ve bazı yiyeceklerin tadını, çeşnisini, kokusunu değiştirmek, hazmını çabuk ve kolay hale getirmek amacıyla kullanılır, bitkilerin kök, gövde kabuğu, soğan, çiçek, tepecik, meyve, tohum ya da yaprak gibi bölümlerinin kurutulmasıyla elde edilir. Bu maddelerin pek çoğu İstanbul'a Hindistan'dan ve Uzakdoğu'dan gelirdi.

İlaç, kutsal yağ ve merhem hazırlanmasında kullanıldığı gibi afrodizyak olarak da kullanılan baharat, dinsel törenlerde rahiplerin yararlandığı maddeler arasında da yer almış, bazılarından da adak olarak yararlanılmıştır.

7. yy'a kadar Bizans İmpatorluğu, Hindistan'dan ve Uzakdoğu'dan gelen her türlü baharatın toplandığı limanların çoğunu sınırları içinde bulundurduğundan temininde herhangi bir güçlükle karşılaşılmıyordu. Daha sonraki yüzyıllarda Konstantinopolis'e baharatın, kuzeyden Trabzon, güneyden ise Dimyat (Mısır) yoluyla ulaştığı biliniyor. 627'de İran seferine çıkan Herakleios (hd 610-641), Deştgerd'deki hükümdar sarayını zapt ettiğinde, ele geçen ganimet arasında biber, zencefil, sarısabır otu da zikredilmiştir.

10. yy'da Arap tacirlerin Bizans İmpa-ratorluğu'nun çeşitli limanlarına karanfil, sarısabır, kara ve sarı helilenin yamsıra o zamana kadar pek bilinmeyen hindis-tancevizini de taşıdıkları biliniyor. 13. yy'da Çin'den getirilen baharat arasında biber, kakule ve havlıcan kökü de bulunuyordu. Büyük gezgin Marco Polo'nun ailesi de 1250'lerde Konstantinopolis'e gelmiş, Galata'da bir ticarethane açarak kürk ve baharat ticaretine başlamışlardır. Marco Polo Seyabatnamesi'tıde de Ortadoğu ve Uzakdoğu ile ilgili bilgiler verilirken baharat ve baharatçılık konusuna da değinilmiştir.

Konstantinopolis'e baharat sevk eden ülkeler arasında pelin ve ravent üreten Rusya da vardı. 14. yy'da Konstantinopolis'e baharatın en çok Trabzon üzerinden geldiği biliniyor. Daha sonra baharat pazarına Magosa (Kıbrıs) ve İskenderiye' nin de (Mısır) katıldığı görülmektedir.

İstanbul'un fethiyle birlikte şehirdeki esnafa fazla dokunulmamış, bu arada baharatçılar da eski faaliyetlerini devam

ettirmişlerdir. Bizans döneminde baharat ticaretini elinde bulundurduğu bilinen üç ailenin fetihten sonra da bu işe devam ettikleri sanılıyor.

Osmanlı döneminde İstanbul'da toptan baharat ticareti yapanlar Büyük Valide Hanı, Vezir Hanı gibi merkezlerde yerleşmişlerdi. Perakendeciler ise Bizans döneminde olduğu gibi Meşe (Di-vanyolu) üzerindeydi. Daha sonra yapımı l664'te tamamlanan Yeni Cami Külliyesi içinde yer alan ve bir zamanlar Yeni Çarşı diye de anılmış olan Mısır Çarşısı'ndaki(->) dükkânlara taşındılar.

İstanbul'un değişik semtlerinde de baharatçı dükkânları vardı. Mısır Çarşısı esnafı genellikle aktar-baharatçı sayılırdı. Bu çarşıda ticaretle uğraşan aktar-lar(-») aynı zamanda baharat da satarlardı. Evliya Çelebi bu gerçeği kendi döneminde de gördüğünden Seyahatna-metde baharatçıları ayrı bir esnaf olarak değerlendirmemiş, sayıları 3-500'ü geçen aktarlar içinde zikretmiş olmalıdır.

İstanbul halkı, güvenilir ve taze olması bakımından Mısır Çarşısı esnafından alışveriş yapar, ihtiyacını buradan temin ederdi. Ayrıca haftanın yedi gününde İstanbul'un her yerinde açılan semt pazarlarında tezgâh kuran seyyar baharatçılar da vardı. Günümüzde gerek Mısır Çarşısı, gerek seyyar pazar esnafı ve gerekse semt aralarında açılmış olan küçük baharatçı dükkânları halkın ihtiyacını karşılamaktadır. Ayrıca bakkal ve marketlerde küçük paketler halinde hazırlanmış baharat da bulunmaktadır.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I; N. Baylav, "Baharat, Baharatçılar", İSTA, IV, 1841-1842; M. İzer, Baharatın İzleri, ist., 1975, s. 9-10; W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Ankara,

1975; "Baharat ve Baharatçılar", İKSA, II, 970-972; E. Ashtor, Levant Trade in the Later MiddleAges, Princeton, 1983; "Baharat", "Baharat Ticareti", Ana Britannica, III, İst., 1987, s. 185-187; Dictionary of Byzantium, III, 1937-1938.

İSTANBUL

BAHARİYE

Halic'in sonunda, Eyüp İskelesi'nden sonra gelen Bostan İskelesi ile bugünkü Silahtarağa arasında, bayıra yaslanmış dar bir kıyı şeridi üzerinde kurulu, bir zamanların seçkin semti. Bugün Eyüp İlçesi'ne bağlı mahalle.

Yüzyıllar öncesindeki Halic'in doğal güzelliği içinde, bu sakin, yemyeşil, çiçekler, bahçeler arasındaki köşe, birkaç yüzyıl boyunca bir sayfiye semti olmuş, İstanbul elitinin ve sultanların köşkleri, yalıları, sahilsarayları ile süslenmişti. 18. yy sonu ile 19. yy'ın ilk yarısına tarihle-nen bostancıbaşı defterleri, yalı sahiplerinin meslekleri ve unvanları göz önüne alındığında, Haliç sahillerindeki en itibarlı Müslüman yerleşmesinin Bahariye semti olduğunu açıkça göstermektedir. Örneğin Bostan İskelesi ve Bahariye Kasrı(->) ile Eyüp İskelesi ve Defterdar-burnu'ndaki yalıların sahipleri açısından bir karşılaştırma yapıldığında, Melling'in Eyüp semtini resmeden gravüründe de görüldüğü gibi, Bahariye'deki miriye ait görkemli sahilsaraylar ile Eyüp ve Def-terdarburnu'nun mütevazı yalıları arasındaki büyük fark ortaya çıkar. Eyüp gibi dini efsaneler ve gelenekle bezenmiş bir semt ile hemen yanı başındaki zengin, debdebeli Bahariye'de, gündelik yaşam biçimlerinin de çok farklı olabileceği anlaşılmaktadır.

Semtin ne zaman yerleşmeye açıldığı, buradaki günümüzde hiçbir izi kalmamış Kasr-ı Hümayun'un ne zaman inşa edildiği konusunda söylenceler dışında bilgiye sahip değiliz. Bizans döneminde, yemyeşil görünümü yüzünden buraya Kozmidion adı verildiği, Bahariye adını İstanbul'un fethinden sonra yine aynı nedenle yeşilliği ve çiçeklerle bezenmiş doğası nedeniyle aldığı sanılmaktadır.

İstanbul sahillerinin bir çeşit eğlence ve lüks yaşam merkezleri olan yalılar ve sahilsaraylarla donandığı 18.' yy'da Bahariye Kasrı'nm özellikle itibar gördüğü anlaşılmaktadır. III. Ahmed döneminde Kâğıthane ve Alibeyköy dereleri boyunda Sa'dâbâd(->) ve Asafâbâd isimlerini alan saray ve köşkler yapılırken Bahariye'de de devletin üst kademe görevlileri ile saray mensuplarının, özellikle hanım-sultanların yalılar yaptırdığı, sultanın ve maiyetinin de sis sık Bahariye Kasrı'nı ziyaret ettiği görülmektedir. Özellikle I. Mahmud'un, 1730 isyanı sonunda kısmen tahrip olan Sa'dâbâd yeniden yapılıncaya dek ve daha da sonra, bu kasra sık sık geldiği bilinmektedir. Ayrıca bu sahilde öteden beri valide sultan ile sultan kızları, kardeşleri ve kız kardeşlerine tahsis edilmiş olan sahilsaraylar bulunmaktaydı. Bostancıbaşı defterlerinden ve çeşitli kaynaklardan 19. yy başlarında bu saraylardan Bahariye Saray-ı Hümayunu, Beyhan Sultan (daha sonra Hibe-tullah Sultan) Yalısı, Hatice Sultan Yalısı, Esma Sultan Yalısı, Çukursaray gibilerini tespit edebilmekteyiz.

Bahariye 18. yy sonuna kadar itibarlı bir sayfiye semti olmaya devam etmişse de, Bahariye Kasrı gözden düşmüş, 19. yy'da ilginin Haliç'ten Boğaziçi'ne kay-



BAHARİYE

536


53 7 BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ

B

H



R

D

R



Halic'in sonuna doğru, Bahariye semtinin karşısına rastlayan bölümde, bugün de fark edilen, eskiden Bahariye ya da Haliç adaları diye bilinen küçük adacıklar vardı. 18. ve 19. yy gravürlerinde, bu adacıkların, Halic'in o zamanlar tertemiz, pmlpırıl olan sularının üstünde yüzer gibi, çimenlerle kaplı olarak, yükseldikleri görülür.

Hiçbir yükseltisi olmayan, adeta düz yeşil bir halıyı andıran bu adacıklar, daha 16. yy'da İstanbul'un gözde ve seçkin mesire yerlerindendi. Bahariye adalarına Deniz Hamamı Mesiresi adı da verilir, burada suya girip yüzülür, sonra yemyeşil çimenler üzerinde dinlenilirdi. Yine adacıklar çevresinde çeşitli balıklar, özellikle tekir ve kayabalığı ile iri karidesler bol bulunur; kolayca avlamrdı. Bölgeye avcılar ördek avı için de gelirler, bele kadar suya girerek ördek avlarlardı.

Bahariye veya Haliç adaları eski Haliç ve o dillere destan Bahariye semtiyle bir bütündü. Çevrenin yapısının hızla değişmesiyle adacıkların yapısı ve görünümü de değişti. Çevreye ilişkin anılarını aktaranlar, Bahariye adalarının 1920' lerde hâlâ yeşil olduğunu, sahilden adacıklara yüzerek geçilebildiğini, geceleri suların yakamozlandığım anlatıyorlarsa da 1950, hele de 1960lara gelindiğinde Bahariye adacıklarının üstünde çimenden eser kalmadığı, bu toprak parçacıklarının üzerine çevredeki kontrplak fabrikalarının tomruklarının ve çeşitli sanayi çöp ve artıklarının yığıldığı bilinmektedir. Günümüzde Halic'in temizlenmesi ve kurtarılması projelerine bağlı olarak Bahariye adalarının da eski görünümlerine kavuşturulması düşüncesi gündeme gelmiş, ancak bu yolda henüz hiçbir somut adım atılamamıştır.

İSTANBUL


Kadıköy Bahariye Opera Sineması'nm yerine yapılan Opera Çarşısı ve trafiğe kapalı olarak yeni düzenlenmiş ana caddeden bir görünüm.

Elif Erim, 1993

masıyla birlikte, örneğin III. Selim ve maiyeti günlük ve mevsimlik göçlerde artık hanedanın Boğaziçi'ndeki saraylarını tercih eder olmuşlardı. II. Mahmud devrinde de Bahariye terk edilmeye devam etmiş, 19. yy ortalarından itibaren hanedan sarayları, görkemli yalılar, sa-hilsaraylar yıkılarak yerlerini sanayi yapıları almaya başlamıştır. II. Mahmud döneminde zaten harabe haline gelmiş olan Bahariye Kasrı ve Hatice Sultan Sa-hilsarayı yıkılmış, yerlerine iplikhane ve kışla yapılmıştır.

Semt 20. yy'dan başlayarak ve 1950' .lerden sonra hızlanarak, sanayi kuruluşlarının peş peşe yerleştiği bir bölge olmuş, Bahariye Mensucat Fabrikası, iplikhanenin yerinde Santral Dikiş Sanayii, kontrplak, briket imalathaneleri, kimyasal madde ve boya fabrikaları, Çikvaş Vili Mensucat Sanayii, yağ imalathaneleri, madeni eşya sanayii, Gisla-vet Lastik ve Kauçuk Fabrikası vb semtin 1960'lardaki çehresini belirlemiştir.

Günümüzde Bahariye tümüyle harap ve düzensiz bir sanayi alt bölgesi görünümündedir.



Bibi. "Bahariye" İSTA, 1844-1850; Haskan, Eyüp Tarihi, 64-66; Evliya, Seyahatname, I; Ayvansarayî, Hadîka, l.

TÜLAY ARTAN



BAHARİYE

Kadıköy'ün, Moda, Küçükmoda ve Şifa arasında kalan bir semtidir. Adını, havası güzel olduğu için bir zamanlar piknik yeri olarak kullanılmasından aldığı söylenir. Şimdiki Bahariye Caddesi'nin Altı-yol'a doğru giderken sağ tarafı Kalamış Koyu'na bakar. Yayıldığı alanda Pekme-zoğlu, Cevizlik ve Sakızağacı mahalleleri vardır. Moda ile aşağı yukarı aynı tarihlerde meskûn hale gelmiş olmalıdır.

1960'lara kadar nüfusu oldukça karışıktı. Ermeniler başta olmak üzere Rumlar ve daha az sayıda Yahudiler de yaşıyordu. Ortalama gelir düzeyi her zaman görece yüksek olmuştur.

Semtin can daman anacaddedir. Eskiden adı Bahariye Caddesi iken, orada oturmuş olan bir emekli generalden ötürü şimdi adı Asım Gündüz Caddesi olarak değiştirilmiştir. AltıyoHa, yani Kadıköy'ün öteden beri en işlek alışveriş merkeziyle birleşen bu caddede, bu yüzyılın ilk yarısında bazı sinemalar açılmış; böylece Bahariye Kadıköy semtinin bu tarz eğlence hayatının merkezi

haline gelmiş; bundan sonra da başka dükkânlar, doktor ve dişçi muayenehaneleri için de tercih edilen merkezi bir yer olmuştur.

Bahariye'deki en büyük sinema, 1938' de cadde üstünde açılan Opera Sinema-sı'dır. Küçükmoda yönünde giderken sol kolda kalan bu oldukça şık sinema yakınlarda yıkılmıştır. Bundan sonra, aynı sırada, Süreyya Paşa'nın (İlmen) inşa ettirdiği Süreyya Sineması(-») gelir. Onun tarihi daha erkendir (1926). Yapılış gerekçesi hakkında çeşitli söylenti ve yorumlar olmakla birlikte, asıl amacın Batılı hayat tarzını Türkiye'de yerleştirmek olduğu söylenebilir. Bina bu amaca uygun olarak hayli şık bir şekilde yapılmış, heykel ve tavan resimleriyle, ağır avizelerle süslenmiş, 1950'de Da-rüşşafaka Cemiyeti'ne bağışlanmıştır.

Gene aynı sırada, halkevi olarak yapılan binada Yurt Sineması vardı. Onun karşısındaki, sağ koldan girilen Sakızgü-lü Sokağı'nda (asıl adı Saksıgülü olmalı) ise, semtin en eski sinema salonu bulunur. Burası Kadıköy'deki Ayia Eufemia Kilisesi'nin mülküydü ve Apollon Tiyatrosu adıyla tanınıyordu. Daha sonra Hale Sineması oldu. Şimdi adı Reks'tir (bak. Apollon sinemaları).

Bahariye, Kadıköy'ün sinemalar semti olma özelliğini bugün de sürdürmektedir. Yukarıda sayılanlardan faaliyete devam edenlerin yanısıra, Moda Sineması ve diğer bazı sinema salonları da açılmıştır.

Bahariye Caddesi'nin AltıyoPla birleştiği köşede, Kalamış yönünde bir Katolik kilisesi vardır. 1980'lerde burada, Bağdat Caddesi'ne giden yolun ağzında yol genişletme çalışmaları yapılırken Bizans döneminden kalma bazı mezarlar bulunmuştur.

Gene cadde üstünde, Nisbiye Soka-

ğı'nın köşesinde Ayia Trias Rum Ortodoks Kilisesi vardır. Ayrıca, Süreyya Si-neması'nın yanında bahçe içindeki tarihi ahşap bina da Ortodoks kilisesine aittir. Günümüzde Bahariye Caddesi üstünde adliye, maliye gibi devlet daireleri de bulunmaktadır.

Burada bulunan bellibaşlı, kurumlaşmış dükkânlar arasında, Saray Muhallebicisi ile Ermeni kilisesinin yanındaki Ankara Pasta Salonu'nu, Kadıköy yakasının en ünlü ayakkabıcısı Antranik i sayabiliriz.

Moda ile aynı zamanlarda, yani 1960' lardan başlayarak, Bahariye de eski ahşap binaların yıkılıp yerlerini apartmanlara bıraktığı bir semt haline geldi. Bugün semtte eskiyi hatırlatan çok az bina kaldı.

Nisbiye Sokağı köşesinde, bahçesinde cüce heykelleri olan eski ev, eski genelkurmay başkanlarından Asım Gün-düz'e aitti. Celal Esat Arseven ölünceye kadar Yoğurtçu Parkı'na yakın güzel ahşap bir evde oturmuştu. Nâzım Hik-met'in de bir süre burada oturduğu bilinmektedir.

MURAT BELGE

BAHARİYE KASRI

Eyüp'te Bahariye sahil şeridinin sonunda yer alan kasır. Günümüze ulaşmamıştır.

Bostancıbaşı defterlerinden bu kasırdan sonra Alibeyköy'e kadar olan sahanın tamamen boş olduğu anlaşılmaktadır. İlk olarak ne zaman inşa edildiği kesin olarak saptanamamaktadır. Bahariye Kasrı sultanların kısa süreli binişlerinde kullanılmış; 1708 ve 1722'de, geçirdiği önemli tamirat, yenileme ve bahçe düzenlemeleri sonucunda tekrar itibar görmüş, özellikle I. Mahmud devrinde (1730-1754), burada birçok resmi tören yapılmış, elçiler, konuklar ağırlanmış, ziyafetler verilmiştir. Sultanların günlük ziyaretleri sırasında biniş yerlerindeki geleneksel eğlence türlerinden atış talimleri, güreş müsabakaları yapılmış, yemekler yenmiş ve oyunlar oynanmıştı.

19. yy başında sahilde küçük bir bina olan kasır harap durumda idi. Kasra verilen ad sonradan bütün sahilin ismi olmuştur.



Bibi. İSTA, IV, 1853-1854; M. Erdoğan, "Osmanlı Mimari Tarihinin Arşiv Kaynaklan", TD, III/5-6 (1951-1952), s. 64-66; Haskan, Eyüp Tarihi, II, 64-66.

TÜLAY ARTAN



BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ

Eyüp'te Halic'in Kâğıthane kıvamındaki Bahariye mevkiinde olup adını buradan alan adaların karşısındaydı. Kara tarafı kuzeyde Silahtarağa Caddesi ile sınırlanan mevlevîhane güneyde Halic'e uzanmakta ve cümle kapısı Mevlevîhane Çık-mazı'nın sonunda bulunmaktaydı. Günümüze yalnızca mescidi, oldukça bozulmuş bir şekilde kalabilen mevlevîha-nenin diğer yapıları, tekkelerin kapatıl-

dığı 1925'ten itibaren çeşitli nedenlerle tahrip edilerek ortadan kaldırılmıştır.

Bahariye Mevlevîhanesi'nin tarihi, l622'de kurulan Beşiktaş Mevlevîhane-si(-») ile doğrudan ilgilidir. Bu dergâhın son postnişinlerinden Hasan Nazif Dede (ö. 1861) ailesine mensup şeyhler, daha sonra Bahariye Mevlevîhanesi meşihatım üstlenmişler ve bu aile fertlerince İstanbul'daki Mevlevi zümresi içinde yaygın-laştınlan Bektaşî/Melamî-meşrep tasavvuf anlayışı, bir kültürel miras olarak Bahariye Mevlevîhanesi'nde temsil edilmiştir.

1622'de Ohrili Hüseyin Paşa tarafından, günümüzde Çırağan Sarayı'nın(->) bulunduğu alanda inşa ettirilen Beşiktaş Mevlevîhanesi, 18ö7'ye kadar faaliyetini Boğaziçi'nde sürdürmüş, ancak Abdüla-ziz'in eski sarayın yerine yenisini inşa ettirmek istemesi üzerine yıktırılarak önce Fındıklı'daki Karacehennem İbrahim Paşa Konağı'na, ardından 1871'de Maçka'ya ve daha sonra 1874'te geçici olarak Eyüp'teki Hatab Emini Mustafa ve Hüseyin efendilere ait yalılara taşınmış, 1877' de ise Bahariye'deki yeni binalarına yerleşerek 1925'e kadar Bahariye Mevlevîhanesi adıyla faaliyet göstermiştir.

Dergâhın ilk postnişini Hüseyin Fah-reddin Dede'dir(-»). Beşiktaş Mevlevîhanesi Şeyhi Hasan Nazif Dede ile Zübey-de Havva Hanım'ın oğlu olan Fahred-din Dede (1854-1911), babasının vefatından sonra Beşiktaş Mevlevîhanesi meşihatına atanmış ise de yaşça küçüklüğü nedeniyle dergâhı Râşid Dede vekâleten yönetmiştir. 1871'de asaleten Maçka Mevlevîhanesi meşihatını üstlenen Fahreddin Dede, bu görevini 1877' den 1911'e kadar Bahariye Mevlevîhanesi'nde yürütmüştür.

Bahariye Mevlevîhanesi, Hüseyin Fahreddin Dede döneminde İstanbul'daki rint Mevlevîliğin başlıca merkezidir. Bazı Mevlevîlerce "Şems" kolu olarak nitelendirilen tarikat içindeki bu "ehl-i beyt" yanlısı tasavvuf anlayışının kökeni, 17. yy'da Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhliği yapan Sabuhî Ahmed Dede'ye kadar uzanır. Bektaşî ve Melamîlere yakınlığıyla tanınan Fahreddin Dede, bu rint Mevlevîlik anlayışını Bahariye Mevlevîhanesi'nde sürdürmüş, damadı olduğu Yenikapı Mevlevîhanesi Postnişini Osman Salâheddin Dede'nin hem Midhat Paşa yanlısı siyasi fikirlerinden, hem de geleneksel Mevlevîlik anlayışından bağımsız bir çizgide dergâhım yönetmiştir. Bu dönemde Bahariye Mevlevîhanesi, aralarında Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Mehmed Celâleddin Dede ile Galata Mevlevîhanesi Şeyhi Mehmed Ataullah Dede'nin de bulunduğu ve Medeni Aziz Efendi, Tanburi Kâmil Bey, Yeniköylü Hasan Efendi, Bolahenk Nuri Bey, Dr. Subhi Ezgi ile Rauf Yekta gibi tanınmış isimlerden meydana gelen aydın bir çevreyi bünyesinde barındıran, İstanbul'un bellibaşlı mûsiki merkezlerinden birisi durumundadır.

Fahreddin Dede'nin meşihat döneminde mevlevîhane önemli bir tamir

görmüştür. Evkaf Nezareti'nce 1908-1910 arasında gerçekleştirilen bu tamiratta mevlevîhanenin bütün yapıları yenilenmiş ve bir de tek katlı selamlık köşkü inşa edilmiştir. Bu tamirat sırasında semahan-türbe binası yeniden ele alınmış, Halic'e bakan cephesindeki payandalar yerine ahşap dikmeler konulmuştur. Daha önce semahanenin zemin katında bulunan kadınlar mahfili üst kata taşınmış, böylece "züvvar maksuresinin alanı genişletilmiştir. 1877'de üç katlı yaptırılan harem-selamlık binası ise iki kata indirilmiş, selamlık ayrı bir bina olarak semahanenin batısında yeniden inşa edilmek suretiyle harem kısmından ayrılmıştır. Mevlevîhanenin mescidi ile cümle kapısının da bu dönemde inşa edildiği hem kitabelerinden hem de yansıttıkları Birinci Ulusal Mimarlık Üs-lubu'ndan anlaşılmaktadır. Tamirat sonrası yapılan açılış törenine ait izlenimler, Fahreddin Dede'nin yazma "mec-mua"sında kayıtlıdır. V. Mehmed Reşad başta olmak üzere Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi ve kalabalık bir davetli grubunun katıldığı bu törende Zekâi Dede'nin Isfahan ayini okunmuş, ardından Kocamustafapaşa Âsitanesi Şeyhi Mehmed Kutbeddin Efendi tarafından "Sünbülî devranı" icra edilmiştir.

19H'de Fahreddin Dede'nin vefatıyla yerine oğlu Küçük Hasan Nazif Dede (ö. 1915) geçer. 1878'de dergâhta doğmuş ve henüz 7 yaşındayken 1885'te sema çıkarmıştır. Postnişinliği dört yıl gibi kısa bir dönemi kapsayan Nazif Dede'nin vefatıyla meşihat makamı, Fahreddin Dede' nin kızı Fatma Fasiha Hanım'dan doğma Selman Faik Dede'ye asaleten geçmiş ise de, bu tarihte yaşça küçüklüğü nedeniyle dergâh önce, Salâheddin Çelebi ve ardından da Bahaeddin Dede'nin idaresinde kalmıştır. Salâheddin Çelebi, Mevla-na'nın torunu Mutahhara Hatun'a bağlı "İnas Çelebileri" kulundandır. Salâheddin Çelebi'den sonra dergâh meşihatını üstlenen ikinci postnişin, Beşiktaş Mevlevîhanesi Şeyhi Büyük Nazif Dede'nin kardeşi el-Hac Arif Efendi'nin torunu Bahaeddin Dede'dir. Bilecik Mevlevîhanesi postnişini iken Bahariye Mevlevîhanesi meşihatına atanmış ve bu görevini tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar sürdürmüştür. Bu tarihten önce vekâleten yürüttüğü dergâh meşihatım tarikat geleneğine aykırı bir şekilde Evkaf Nezareti'ne onaylatarak asaleten postnişin olan Bahaeddin Dede'nin bu tartışmalı şeyhliği, Mevleviler arasında hoş karşılanmamış ve Selman Dede son postnişin olarak kabul edilmiştir.

1885 sayımına göre barındırdığı 24 kişilik nüfus açısından Yenikapı, Kasımpaşa ve Galata mevlevîhanelerinden sonra dördüncü sırayı alan Bahariye Mevlevîhanesi, I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı ordusunda görev yapan I. Kolordu'ya bağlı Alman subayların ikametine ayrılmıştır. Cumhuriyet döneminde Hazine, Vakıflar İdaresi ve mirasçılar arasında çıkan mülkiyet davası uzunca

BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ 538

539

BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ

Bahariye Mevlevîhanesi'nin vaziyet planı restitüsyonu. 1. cümle kapısı, 2. mescit, 2A. kadınlar (bacılar) mahfili, 3. dedegân hücreleri, 3A. neyzenbaşı hücresi, 3B. kudümzenbaşı hücresi, 3C. aşçı dede hücresi, 4. örtülü arka geçit, 5. sundurma, 6. helalar, 7. abdest muslukları, 8. somathane, 9. rnatbah-ı şerif ve çilekeş canlar odası, 10. harem, 11. erkekler hamamı, 12. harem hamamı, 13. harem mutfağı, 14. inek ahırı, 15. kameriye, 16. semahane, löA. türbe, 17. semahanenin esas girişi, 18. türbe girişi, 19. hünkâr girişi, 20. harem girişi, 21. selamlık, 21A. kahve ocağı, 22. selamlık girişi, 23. Gazi Müşir Edhem Paşazade Hafî Bey kabri. Barihüda Tannkorur

ziz devrinin birçok yapısında kullanılmış olan, içi damarlı, kıvrık yapraklar seçilebilmektedir. 1910 tarihli mescitteki benzerlerine bakarak semahane-türbe-nin de bu tarihte aynı nakkaşlar eliyle tekrar süslendiği ileri sürülebilir. Aynı eklektizmin görüldüğü ahşap korkuluklardan türbeye ait olanın üstünde yer alan sikkeler ise geç devir tekke mimarisinde bolca kullanılmış olan tarikat sembollerindendir.

İç mekândaki bu karmaşık bünyeli süsleme programına karşılık cephelerde, ahşap mimari geleneği içinde varlığını sürdürebilen, eklektizmden pek etkilenmemiş olan sade ve dingin ifadenin egemen olduğu görülüyor. Aynı boyutta pencerelerin sıralandığı, zamanında tahini boyalı olduğu bilinen bu cephelerden Halic'e bakan güney cephesi, hünkâr mahfili ile bacılar mahfiline ait simetrik çıkmalarla hareketlendirilmiş, bu şekilde semahane-türbe binasının sivil mimari ile olan yakınlığı artırılmıştır. Çatının tepe noktasında Mevlevî tacı biçiminde, oldukça büyük bir alem yer almaktadır. Semahane-türbe binasının dış görünüşleri ele alındığında, geç de-

bir süre çözümlenernemiş, 1935'te semahanesi Vakıflar tdaresi'nce yıktırılmış ve ardından 1939'da harem binası yanmıştır. 1968'de mülkiyet davasını kazanan mirasçılar, yanmış bulunan türbedeki postnişin mezarlarım Silahtarağa Caddesi üzerindeki 16 Mart şehitlerinin eski yerine naklederek dergâh arsasını satmışlar, bu alan üzerinde daha sonra Gislaved ve Aydın Yüz Mensucat fabrikaları kurulmuş, 1970'te ise selamlık dairesi ile cümle kapısı yeni mülk sahiplerince yıktırılmıştır. 1986'da Haliç çevre düzenlemesi projesine alınan mevlevî-hane arsasındaki fabrikalar kamulaştırılmış, bu arada pek çok kıymetli mezar taşı da tahrip olunarak bir zamanlar Ah-med Irsoy, Dr. Suphi Ezgi, Ahmed Avni Konuk ve Abdülbaki Gölpınarlı gibi aydınları yetiştiren Bahariye Mevlevîhanesi tamamen ortadan kaldırılmıştır.


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   121   122   123   124   125   126   127   128   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin