Akbaba
Akbaba'nm üç ayrı dönemde çıkan sayılarından örnekler
8 Ocak 1924 tarihli 10. sayı (solda), 12 Eylül 1936'daki 140. sayı (ortada), 28 Mayıs 1953'teki 63. sayı (sağda). Turgut Çeviker (sol) . Nün Akbayar (ona ve sağ)
de (Serbest Fırka olayının etkisi [1931-1933] ve çok partili hayata geçiş [1949-1951]) kitlelerin ilgisini kaybetmiş ve yayınına ara vermiştir. Akbaba, Babıâli adı verilen İstanbul basın dünyasında, yeni yeteneklere bir okul görevi yaptı. Yusuf Ziya ve Orhan Seyfi'den başka pek çok ünlü yazara sütunlarım açtığı gibi, birçok yeni yetenek de orada -özellikle Yusuf Ziya'nın yönlendirmesiyle- yazarlık ya da çizerlik yaşamlarına başlamıştır.
Bibi. Y. Z. Ortaç, Portreler, İst., 1963; ay, Bizim Yokuş, ist., 1966.
ORHAN KOLOGLU
AKBABA MESCİDİ
bak. CANFEDA KADIN MESCİDİ
AKBABA TEKKESİ
Beykoz İlçesi'nde, Akbaba Köyü'nde, Fener Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Banisi İstanbul'un fethinde bulunmuş olan Akbaba Mehmed Efendi'dir. "Gaziyân-ı Rûm" olarak adlandırılan ga-zi-dervişler zümresinin 15. yy'daki tem-
AKBABA
İstanbul'da yayımlanmış mizah dergisi (7 Aralık 1922-28 Aralık 1977). Kurucuları Yusuf Ziya (Ortaç) ve Orhan Sey-fi'dir. Başlangıçta haftada iki defa çıkıyordu, sonra haftalığa döndü. Orhan Seyfi'nin kısa bir süre sonra ayrılmasıyla dergiyi tek başına çıkaran Yusuf Ziya Ortaç'ın 1967'de ölümü üzerine yönetimini oğlu Ergin Ortaç üstlenmiştir.
Akbaba, İstanbul'un işgalden, kurtuluşundan ve Osmanlı saltanatının sona erişinden sonra, yeni Türkiye'nin havasını taşıyan bir içerikle sunuldu. Ankara'ya karşı saltanatın savunuculuğunu yapmış olan Refik Halid'in (Karay) Ay-dede'sinm yerine geçti. Dolayısıyla daha başından itibaren Kemalist hareketin ve Cumhuriyet Halk Fırkası'nın yanında yer aldı.
Akbaba okuyucusuna, İstanbul merkezli bir yaşamı, İstanbul yaşamının şakalarını, nüktelerini sunmuştur. Halk düzeyine inmeyip memurlar, orta halliler ve aydın kesime hitap etti. İlk sayısındaki Halil Nihad'ın "Var ise eğer şeh-r-i İstanbul'da maaşın" nakaratlı "Memurların Şarkısı" şiiri, hedef aldığı kesimi iyi belirler. Bu niteliğiyle yeni bir "Cumhuriyet dönemi İstanbullusu" biçimlendirmeye çalıştı. Sütunlarında, İstanbul sanat ve kültür çevrelerinin, orta ve üst tabaka insanlarının yaşamları yer aldı. Kent, sorunları, belediye hizmetleri yoğun şekilde konu edildi. Bu yanıyla Türkiye'deki değişmeden çok, İstanbul'un değişmesinin belgeseli halindedir. Anadolu'ya da bu açıdan bakar.
Akbaba Tekkesi
M, Baha Tanınan, 1983
Siyasi eğilimi dolayısıyla rejimle birlikte hareket etmiş, birinci sayısında belirttiği gibi ne kuş ne de deve olmak iddiası güdüp "yumuşak hicvi" seçmiştir. Bu yüzden siyasi ortamın kızıştığı dönemler-
AKBIYIK HAMAMI
154
155
AKBULUT, AHMET ZİYA
Ahşaptan mihrap ve minber yüzyıl sonlarının eklektik zevkini yansıtır. Minarenin, kitleden taşkınlık yapan çokgen kaidesi ile pahlı yüzeylerden oluşan pabuç kısmı eski yapıdan kalmadır. Pabuçtan itibaren silindir biçiminde gövde ile üç sıra testere silmenin taşıdığı, geometrik şebekeli şerefe gelmekte, soğan biçiminde bir kubbecik şeklinde tasarlanmış olan, kurşun kaplı ahşap külahla minare son bulmaktadır. Mescit-tevhid-hane yapısının, güneydoğu köşesindeki pahın üzerinde yer alan bademli, dolgu ilk inşa döneminden kalmış olabilir.
Ahşap oyma tekniğiyle yapılmış ze-rendud (siyah zemin üzerinde yaldızlı) sülüs hatlı mihrap ayeti ile ta'lik hatlı "Yâ Hazret-i Bilal-i Habeşî" levhaları,
rada da. halkın sevgisini kazanmış ve kolektif hafızada yer etmiş bir velinin gömülü olması, dinlenme ve eğlencenin yanısıra. ziyaretlere mistik bir boyut katmaktaydı. Yaz. kış misafiri eksik olmayan Akbaba Tekkesi'nin tam teşekküllü bir tarikat tesisi olduğu anlaşılmaktadır.
Akbaba Tekkesi, bütün diğer Bektaşî tekkeleri ile beraber, Vak'a-i Hayriye (1826) sırasında kapatılmış, dervişleri sürgüne yollanmış, daha sonra Nakşi-bendîlere devredilmiştir. Yüzyıllar içinde muhakkak ki, birtakım onarımlar ve değişimler geçirmiş olan ilk tekke binasının bu arada tahribe uğradığı, belki de tamamen ortadan kaldırıldığı düşünülebilir. Vak'a-i Hayriye'den sonraki Nakşibendî tekkesinin, eski Akbaba Tekkesi'nin parlaklığı ile ilgisi olmayan, kendi halinde bir zaviye olduğu, bu dönemde, tekkedeki gerilemeye paralel olarak çevresindeki köyün de küçüldüğü, nüfusunun azaldığı dikkati çekmektedir.
Tekke, son olarak, 1876-1888 arasında, Nakşibendî şeyhlerinden Buharalı Abdülhakim Efendi (ö. 1888) tarafından canlandırılmıştır. II. Abdülhamid devrinin başlarında Buhara'dan istanbul'a gelen Abdülhakim Efendi'ye, İstanbul merkez kumandam olan hemşehrisi Abdül-kadir Paşa'nın delaletiyle, tekkenin boş bulunan şeyhlik makamı verilmiş ve arkasından, şeyhin girişimi ve paşanın yardımlarıyla harap durumdaki tekke yeniden inşa edilmiştir. Abdülhakim Efendi'nin ölümünden sonra yerine oğlu Hafız Ahmed Mansur Mükerrem Efendi (ö. 1961) geçmiş, 1925'e kadar tekkenin postnişini olarak görev yapmıştır.
Akbaba Tekkesi'nin ilk yapısı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Günümüze intikal edebilen bina ise, boyutları ve mimari programı asgari düzeyde tutulmuş bir zaviye niteliğindedir. Kagir bir bodrum üzerinde yükselen ve dış görünüşüyle sıradan bir ahşap konutu andıran bu tek katlı ahşap yapı, ufak bir tev-hidhane ile iki odalı bir harem bölümünden ibarettir. Dikdörtgen pencerelerin aydınlattığı bu mekânlardan tevhid-hanenin girişi bahçe yönünde, haremin-ki ise cadde üzerindedir. Harem bölümünde halen Akbaba (Canfeda Kadın) Camii'nin imamı olan, son şeyhin oğlu oturmakta, kullanılmayan tevhidhane yarı yıkık durumda bulunmaktadır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, l, 337; Ayvansa-rayî, Hadîka, II, 150; Münib, Mecmua-i Te-kâyâ, 13; ISTA, l, 504; İKSA, l, 516-518.
M. BAHA TANMAN
AKBIYIK HAMAMI
Sultanahmet'in Akbıyık Mahallesi'nde, Akbıyık Caddesi'nin sonunda, tren köprüsünün deniz tarafında, Keresteci Hakkı Sokağı'nın köşesindedir.
İstanbul'da halen ayakta olan hamamların en eskilerinden biridir. Bir çifte hamam olan yapının kadınlar kısmı bugün çalışmakta, erkekler kısmı ise boş durmaktadır. Bu kısım 1956-1957'deki tamir sırasında bozularak dış görüntüsü oriji-
Akbıyık Hamamı'nın sıcaklık kubbelerinin
görünüşü.
Nazım Timuroğlu, 1993
nalliğini kaybetmiştir. Ancak yapının planı orijinal halini korumaktadır.
İstanbul'da mevcut hamamların içinde küçük sayılabilecek bir yer işgal eder. 1946'da geçirdiği ilk tamirde ca-mekân kısmının üstü kiremit örtü ile kaplanmış, ortasına yine kiremit örtülü bir aydınlık feneri yerleştirilmiştir. Erkekler kısmında 18. yy yapısı fıskiyeli bir havuzun mevcudiyeti bilinmekle birlikte bugün yerinde yoktur.
Girişte kahve ocağının ve yukarı giden merdivenlerin yer aldığı bir antre vardır. Soğukluğa geçiş ocağın yanındaki kapıdandır. Üst katta iki soyunma odası ile uzun bir peyke bulunur. Sıcaklık kısmı ise dört kubbe altında üç bölümden oluşur. İlk bölüm tek kubbeli ve dört köşe bir göbektaşı ile bunun etrafındaki beş adet kurnadan ibarettir. Bunlardan biri duvarla çevrilerek bir halvet haline getirilmiştir. İkinci kısımda ise küçük bir kubbenin altında iki kurnalı bir halvet vardır. Bunun solunda ise biri büyük, diğeri küçük iki kubbenin örttüğü bir başka sıcaklık birimi yer alır. Burası da iki duvarla bölünerek üç ana bölüme ayrılmıştır. Yanlardaki bölümler ise yarım duvarlar aracılığıyla bölünerek ikisi tek, ikisi çift kurnalı dört halvet elde edilmiştir. Aynı plan her iki tarafta simetrik olarak izlenebilir.
Yapının dış görünüşü bir hamamdan ziyade, birbirine bitişik yapılar topluluğunu andırır. Bibi. İSTA, l, 508-509; İKSA, l, 520-521.
ZİYA NUR SEZEN
AKBIYIK MESCİDİ VE TEKKESİ
Eminönü İlçesi'nde, Ahırkapı'da, Sultanahmet Mahallesi'nde Akbıyık Caddesi ile Akbıyık Camii Sokağı'nın kavşağında yer almaktadır.
Banisi, Hacı Bayram Veli (1352-1429) halifelerinden, II. Murad ve Fatih devirlerinin ileri gelen sufilerinden, "Şems-i
Hûda" mahlaslı şiirleri bulunan Akbıyık Dede'dir. İstanbul'un fethine katılan gazi dervişler zümresinden meczub meş-repli bir zat olduğu anlaşılan Akbıyık Dede'nin, menkıbelerle, efsanelerle iç içe geçmiş hayatı ve kişiliği hususunda kesin şeyler söylemek imkânsızdır. Nitekim, muğlak ve çelişkili ifadelere yer veren kaynaklar, Akbıyık Dede'nin adı (Abdullah, Ahmed Muhyiddin, Mehmed, Muhyiddin veya Şemseddin) ve vefat tarihi (1456 veya 1481) konusunda bile uzlaşmış değillerdir. Bursa'da yaptırdığı, günümüze kalmamış imaret ile zaviyenin yanındaki türbede gömülü olduğu halde İstanbul'daki bu mescit-tekkenin haziresinde de 894/1488 tarihli şahide-siyle bir makam kabri bulunmaktadır.
Her ne kadar bazı araştırmacılar söz konusu mescidin, İstanbul'un fethini müteakkip Akbıyık Dede'nin adına "te-berrüken" inşa ettirildiğini ileri sürmüş-lerse de, 953/1546 tarihli Tahrir Defte-n'nde yer alan "vakf-ı sahibü'l-mescid" ibaresi bu iddiayı şüpheli kılmaktadır. Mescidin inşa tarihi kesin olarak tespit edilememektedir. Ancak vakfiyesinin 869 Rebiyülevvelinin evâili/1464'te tertip edilmiş olmasına dayanarak bu tarihten az önce yaptırılmış olduğu kabul edilebilir. İstanbul'un en eski mescitlerinden olduğu anlaşılan bu yapıya, tarihi yarımadadaki cami ve mescitler içinde kıbleye en yakını olduğu için "ima-mü'1-mesâcid" veya "evvel-i Kıble" de-nilegelmiştir.
Akbıyık Mescidi'nin, daha sonraki tarihlerde birtakım ek vakıflarla gelirleri artırılmış, yapı zaman içinde çeşitli tamirler geçirmiş, çevresine başka hayır eserleri eklenmek suretiyle küçük kapsamlı bir külliye teşekkül etmiştir. Da-rüssaade Ağası Mustafa Ağa, bir minber ilave ederek mescidi camiye dönüştürmüş, 941 Zilkadesinin evâili/1535 tarihli .vakfiye özetinde adı geçen Hüsam Bey bin Abdurrahman adında bir hayır sahibi mescidin yanına bir mektep inşa ettirmiş, Mehmed Yazıcı adında bir başka hayır sahibi minarenin karşısına 1208/1793'te bir şadırvan yaptırmış, daha sonra "suyu çalınan" bu şadırvan kızı Hacce Hanım tarafından 12837 1866'da ihya edilmiştir. 19. yy'ın sonlarında, eski boyutları korunarak yeniden inşa edildiği anlaşılmaktadır. Son olarak, Türkiye Anıtlar Derneği'nin İstanbul şubesi, 1950'lerde, çevre halkının yardımları ile mescidi yenilemiştir.
Akbıyık Tekkesi'nin, mescide ilişkin esas vakfiyede mezkur olmamasına rağmen, mescitle birlikte ya da az sonra tesis edildiği, Hoşkadem binti Abdullah adlı kadının 889 Şevvalinin evâsıtı/1484'te tertip edilmiş olan bir vakfiye ile Yediku-le'de bulunan evini "şeyh-i Akbıyık Zavi-yesi'ne" tahsis etmesinden anlaşılmaktadır. Zamanla ortadan kalkmış olduğu anlaşılan tekkeyi 17. yy ortalarında Vezira-zam Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa (1637-1691) yeniden tesis etmiş, postuna Halveti tarikatından Çarhacı Şeyh Ahmed
Akbıyık
Mescidi'nde
mihrap duvarı.
Erkin Emiroğlli,
1983
Efendi'yi (ö. 1669) geçirmiştir. Kapatıldıktan sonra bakımsız kalan tekke binaları günümüze ulaşamamıştır.
Her ne kadar elde bulunan şeyhler listesi Çarhacı Şeyh Ahmed Efendi ile başlıyorsa da, Akbıyık Dede'nin Hacı Bayram Veli halifelerinden olmasına dayanarak, tekkenin başlangıçta Bayramî-liğe bağlı olduğu söylenebilir. 17. yy'da-ki ihyasından sonra Halvetîliğe, 18. yy'ın son çeyreğinde bu tarikatın Cerrahî koluna, son ihyasında da Kadirîliğe intikal ettiği tespit edilmektedir.
Çift fonksiyonlu bir tesis olan Akbı-yık Mescit-Tekkesi'nin mimari özellikleri bütün ayrıntılarıyla bilinememektedir. Yine de, geçirmiş olduğu üç aşamada, tevhidhane olarak kullanılan mescit ile bunun avlusu etrafında sıralanan birtakım ahşap binalardan oluştuğu söylenebilir. Son dönemde, avluda bulunan fevkani mektebin zemin katının tekke olarak kullanıldığı, bundan başka iki adet çift katlı ahşap binanın var olduğu bilinmektedir. Avlunun batı kesiminde, halen Akbıyık Camii'ni Yaşatma ve Hizmetlerini Yürütme Derneği binası ile görevlilerin ikamet ettiği yeni yapının yerinde bulunduğu anlaşılan bu ahşap binalardan harem ve selamlık bölümlerine tekabül ettiği tahmin edilebilir.
Geçen yüzyıl sonlarında yeni baştan inşa edilen rnescit-tevhidhane kagir duvarlı, ahşap çatılı sıradan bir yapıdır. Her ikisi de enine dikdörtgen planlı olan, kapalı bir son cemaat yeri ile harim bölümünden meydana gelmektedir. Moloz taş örgülü ve sıvalı olan duvarlarında, on bir tanesi harime ait, toplam on yedi adet dikdörtgen açıklıklı ve demir parmaklıklı büyük pencere sıralanmaktadır. Cumhuriyet dönemi onarımında yenilenen son cemaat yerinin üstü fevkani mahfil olarak değerlendirilmiş, üst katı taşıyan betonarme sütunların arasına, harime açılan geniş pencereler yerleştirilmiştir. Duvarları bel hizasına kadar koyu yeşil renkte fayanslarla kaplı olan harim mekânı bir tekne tavanla örtülüdür. Tavanın merkezinde var olduğu bilmen nakışlar boyanarak yok edilmiştir.
ayrıca II. Mahmud devri üslubunu yansıtan, helezoni yivli, pirinç mihrap şamdanları ve aynı devrin üslubunu gösteren, İstanbul yapımı sedef kakma rahle dikkati çeken eşyalardır. Avlu duvarındaki yeni muslukların üzerinde 1285 tarihli ta'lik hatlı "Rifat" imzalı manzum onarım kitabesi bulunmaktadır. Hazire-nin duvarlarında, sokağa açılan parmaklıklı ziyaret pencereleri vardır. Akbıyık Dede'nin makam kabri mescit-tev-hidhane duvarının önündedir.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 10-13, 390; Ayvansarayî, Hadîka, I, 44; Çetin Tekkeler, 584; Aynur, Saliha Sultan, 34, no.14; Âsi-tâne, 13; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 8-9, no.7, 33; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 11; İhsaiyat II, 20; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 38; İSTA, I, 507, 509; Öz, İstanbul Camileri, I, 21; S. Eyice, "istanbul Minareleri", Türk Sanan Araştırma ve İncelemeleri, I, (1963), 31-132; Ayverdi, Fatih III, 313-314; İKSA, I, 520-522; H. K. Yılmaz, Azîz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, 174-176, 285-286; M. B. Tanınan, "Akbıyık Mescidi ve Tekkesi", DİA, II, 222-223.
M. BAHA TANMAN
AKBULUT, AHMET ZİYA
(1869, İstanbul - 16 Nisan 1938, istanbul) Perspektif bilgisini yansıtan mimari ağırlıklı manzaraları ile tanınan ressam.
Harbiye Mektebi'nde Osman Nuri Paşa ve Hoca Ali Rıza'nm(->) öğrencisi oldu. Mezuniyetinden sonra 1887'de Er-kân-ı Harbiye Resimhanesi'ne hoca olarak atandı. Perspektif konusundaki uzmanlığı nedeniyle "menazırcı" lakabı ile anılır. Ameli Menazır ve Usul-i Ameliye-i Fenn-i Menazır adlı eserleri yıllarca
Ahmet Ziya Akbuluî'un bir tablosu:
"Yıldız Sarayı'nın Bahçesi'nden", 1890, tual üzerine yağlıboya, 73x92 cm,
MSÜ Resim ve Heykel Müzesi.
Nazım Timuroğlu
L
AKDİK, KÂMİL
156
157
AKINTILAR
onun emekliye ayrılması üzerine bu vazifeye getirildi. 1915'te Sultan V. Meh-med (Reşad) tarafından reisü'l-hattatin (hattatların reisi) unvanı verildi ve ayrıca, Osmani ve Mecidi nişanları ve hediyelerle taltif edildi. 1914'te kurulan Medresetü'l-hattatin'de sülüs ve nesih hocalığı, 1918'de de Mekteb-i Sultani'de (bugün Galatasaray Lisesi) nk'a öğretmenliği yaptı. 1922'de emekli oldu. Cumhuriyet devrinde harf inkılabından sonra da sanatından istifade edildi. 1929'da Şark Tezyini Sanatlar Mekte-bi'ne hat hocası oldu. 1936'dan ölümüne kadar Güzel Sanatlar Akademisi'nde hat dersleri vermeye devam etti.
Kâmil Akdik, Şevki Efendi'den sonra Hafız Osman üslubunu hakkıyla temsil eden ikinci büyük hattattır. Asıl ustalığı sülüs ve nesihtedir. Devrin ünlü ta'lik hattatı Necmeddin Okyay'ın(-») ifadesine göre, Şeyh Hamdullah ile Hafız Os-
Şeref Akdik'in
bir resmi:
"Balıkçı
Tekneleri",
1955, tual
üzerine
yağlıboya,
54,5x65 cm,
özel
koleksiyon.
reli, Mahmut Cüda, Ratip Aşir Acudoğu, Fahrettin Arkunlar ve Nurullah Berk ile Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği'nin kurucuları arasında yer aldı. Avrupa'daki yeni sanat eğilimlerinin yurtta tanınmasını ve yaygınlaşmasını amaçlayan bu birliğin sergilerine düzenli olarak katıldı.
1965'te emekli olması nedeniyle geniş bir retrospektif sergisi düzenlenen Akdik ölümüne kadar sergilere katılmaya devam etti. En son 33. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne (1972) "İstanbul" adlı tablosuyla katıldı.
Şeref Akdik'in resimlerinde, renk coşkusunun disiplin altında tutulduğu gerçekçi, ifadeci figür kümelerinin ağırlıklı olarak işlendiği, akademik bir tavır gözlenir. 1930'lu yıllarda gerçekleştirdiği, "Atatürk Telgraf Başında", "Harf inkılabı", "Mektebe Kayıt" gibi anlatımcı, milli coşkunun temsiline yönelik büyük boyutlu eserleri ilgiyle karşılandı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yurt gezileri programına katılarak 1940'ta İçel'den, 1943'te Erzincan'dan manzaralar yapan Şeref Akdik'in istanbul konulu resimleri ağırlıklı olarak, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne hoca olarak atandığı 1951'den sonra görülür.
Akdik'in İstanbul konulu tablolarından bazıları şunlardır: "Beylerbeyi Sırtlarından", "Kısıklı", "Boğaz'dan", "Çamlıca",
Harbiye Mektebi ile Sanayi-i Nefise Mektebi'nde (Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) ders kitabı olarak okutuldu. Matematik ve astronomi gibi fen bilimleri ile ilgilendi. 1913'te Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin başkanlığını yaptı. Cemiyetin yayımladığı dergide eğitici makaleler yazdı.
Akbulut, 1914'te Sanayi-i Nefise Mektebi'nde, matematik ve perspektif dersleri vermeye başladı. Hocalığın ya-nısıra müdür yardımcılığı da yaptı. Daha sonra çeşitli askeri okullarda öğretmenlik, Tophane Resimhanesi ve Askeri Matbaa'da müdürlük, Evkaf-ı İslamiye Müzesi'nde (bugün Türk ve islam Eserleri Müzesi) müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu, inkılap Müzesi Müdürü iken öldü.
Akbulut resimlerinde, konu olarak ele aldığı mimari elemanları, perspektif kurallar ve akademik ilkeler doğrultusunda düzenlemiştir. Renklendirilmiş fotoğraf etkisi uyandıran resimleri, Hoca Ali Rıza'nın paleti ile karşılaştırıldığında daha donuk bir izlenim bırakır. Resimsel tavrı daha çok Osman Hamdi, Muallim Şevket ve Süleyman Seyyit gibi akademik, ayrıntılara önem veren ressamların çizgisine yakınlık gösterir, istanbul'un tarihi yapılarının tüm görkemi ile yansıtıldığı büyük boyutlu eserlerinde figüre az yer verilmiştir. "Üsküdar Mihrimah Sultan Camii", "Sultan Ahmed Camii", "Beyazıt imaret Binası", "Beyazıt Sahaflarbaşı" gibi önemli eserleri bugün İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunmaktadır.
Bibi. Boyar, Türk Ressamları; N. İslimyeli, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, Ankara, 1967; T. Dayımoğlu, "Akbulut", Ankara Sanat Dergisi, no. 22, 1968.
AHMET ÖZEL
AKDİK, KÂMİL
(29 Kasım 1861, istanbul - 23 Temmuz 1941, istanbul) Hattat. Asıl adı Ah-med'dir. Fındıklı'da doğdu. Babası, Tersâne-i Âmire erzak ambarı başkâtibi Hacı Süleyman Efendi'dir. Zeyrek'te Çu-kurçeşme'de Salma Sultan İlkokulu'nda yazı hocası Hacı Süleyman Efendi'den ders ve 1873'te icazetname aldı. Fatih Rüşdiyesi'ni bitirdikten sonra 1880'de Dahiliye Nezareti'nde memur oldu. Bu sırada ünlü hattat Sami Efendi'den(->) sülüs ve nesih yazıyı ilerletip 1884'te icazetname almayı başardı. 1894'te Di-van-ı Hümayun Mühimme Kalemi'ne geçti. Burada Sami Efendi, asıl mahlası olan Kâmil'i Hâşim'e çevirmesini tavsiye ettiği için 1304-1307/1886-1889 yılları arasında o mahlas ile yazmış ise de sonradan tekrar Kâmil'i kullanmaya başlamıştır. 1895'te aynı kalemin name-nüvisliğine (resmi mektuplar yazıcılığı) getirildi. Daha sonra Nişan-ı Hümayun Kalemi'nde çalıştı ve burada hutût-ı mü-tenevvia (çeşitli yazılar) hocalığı yaptı. Daha önce Divan-ı Hümayun'da Sami Efendi'den tuğra çekmeyi, divani ve celi divani yazılarını öğrendiği için 1909'da
''-'^i^~'.^y~-''^'-yJ}'^ :. .".-.'J" "'••";' "-.••' 'im-••-"'•.•••;"-? .-':- i"'t"^/;^î;:.K;ox;-/:: •-r~t,-::!.S;"j&f-.-~'ii-- ;S1§
Kâmil Akdik'ten sülüs hatla hikmetli bir beyit: Cihan bağmda ey âkil budur makbul ins ü cin /Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin. Ara Güler
man'ın yazılarına bakarak yaptığı taklitlerde o derece başarılı olmuştur ki, bunları birbirinden ayırmak mümkün olmamaktadır. Eserlerinin çoğunu, padişah mektupları (name-i hümayun), va-zaret menşurları, tasdiknameler ve fermanlar teşkil etmektedir ki, bunlar Divan-ı Hümayun'da kaleme alınmıştır. Bunun dışında küçük kıt'a murakka, hilye, Kuran cüz ve sureleri ile celi sülüs levhalar yazmıştır. Yazdığı tek Kuran hâlâ Pakistan'dadır. Hıdiv ismail Paşa ve Mahmud Muhtar Paşa ailelerinin türbelerindeki celi sülüs yazılar onun eseridir. Keza, hocası Sami Efendi ile karısının mezar taşlarını da o yazmıştır. Abdülhak Hamid'in, Fatih adlı şiiri de Kâmil Akdik tarafından yazılmış ve 19l6'da yapılan bir merasimle Fatih Türbesi'ne asılmıştır.
Kendisinin biriktirdiği yazılar ile koleksiyonu ölümünden sonra Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ne intikal etmiştir. Kâmil Akdik, sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste Mustafa Rakım, talikte Yesârîzade okuluna bağlıdır. Bibi. İnal, Son Hattatlar, 168-174; Rado, Hattatlar, 252; Melek Celal, Reisülhattatin Kâmil Akdik, ist., 1938.
ALİ ALPARSLAN
AKDİK, ŞEREF
Kâmil Akdik
Feyhaman Duran, yağlıboya, 67x78 cm, Ankara Resim ve Heykel Müzesi
Nazım Timuroğlu
(12 Haziran 1899, İstanbul - 20 Haziran 1972, istanbul) Ressam. Sanat üzerine ilk temel bilgilerini, babası ünlü hattat Kâmil Akdik'ten(->) aldı. Ortaöğreniminden sonra girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi'nde (Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) Warnia Zarzecki, ibrahim Çallı ve Hikmet Onat'm öğrencisi oldu. Okul döneminde desen çalışmalarıyla dikkati çeken ve sergilere eser veren Şeref Akdik, 1925'te Avrupa sınavını kazanarak Paris'e gitti. Julian Akademisi'nde Albert Laurens'in atölyesinde çalıştı. Louvre Müzesi'nden kopyalar yaparak sanatını geliştirdi. Almanya, Belçika ve italya'ya inceleme gezileri yaptı. 1928'de yurda dönüşünde arkadaşları Zeki Kocamemi, Ali Avni Çelebi, Refik Epikman, Muhittin Sebatı, Cevat De-
"Kalamış'ta Sabah", "Salacak'tan istanbul'a Bakış", "Dolmabahçe'de Kayıklar".
Bibi. G. Elibal, Şeref Akdik, İst., 1973; O. Altıntaş, Şeref Akdik, Ankara, 1988.
AHMET ÖZEL
AKIN SİNEMASI
Feriköy'de, Kurtuluş Caddesi üzerinde, önceleri Kurtuluş Sineması, daha sonra da Yeni Atlas Sineması olarak bilinen sinema salonu.
1937'de, Nazif Duru tarafından, eski bir garaj binasının yerinde Kurtuluş Sineması adıyla kuruldu. Sahibi ve işletmecisi olan Nazif Duru ve ağabeyi Naci Duru, Samsun'da matbaacılıkla uğraşmışlar, sonra istanbul'a gelmişlerdi. Nazif Duru bu sinema salonunu açtıktan sonra ağabeyi Naci Duru ile Duru Film Şirketi'ni kurdu.
Adı 1938'de Akın Sineması olarak değiştirilen salon parter, parter locaları ve balkon bölümlerinden oluşuyor ve yaklaşık 500 seyirci alıyordu. Sinemada, çoğu Rum ve Ermeni asıllı olan semt halkının isteği doğrultusunda Türk filmleri ve Türkçeleştirilmiş yabancı filmler oynatılıyordu.
Nazif Duru, 1943'te işletmeciliğin ya-nısıra, film yapımcılığına da başladı. 1945'te, Murat Köseoğlu ile birlikte "Atlas Film Şirketi"ni, 1946'da ise "Atlas Film Stüdyosu"nu kurdu. Sinemanın adı
da, 1958'de geçirdiği büyük onarımdan sonra Yeni Atlas Sineması olarak değişti. Özellikle 1950'den sonra, Nazif Du-ru'nun yapımcılığım üstlendiği; Dağları Bekleyen Kız, İki Ateş Arasında, Beyaz Mendil bu sinemada oynayan ve büyük beğeni toplayan filmler arasındadır.
Bugün sinema salonunun yerinde bir işhanı vardır.
BEHZAT ÜSDlKEN
AKINTILAR
istanbul Boğazı, Karadeniz ile Marmara Denizi'ni birleştiren önemli bir deniz geçididir. Marmara Denizi'nin kuzeyinde kabaca kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan ve ortalama uzunluğu 31 km, ortalama derinliği 35,8 m olan istanbul Boğazı büyük bir akarsu görünümündedir. Boğazın en belirgin özelliği iki tabakalı akıntı sistemidir. Üst akıntı Karadeniz'den Marmara Denizi'ne doğru, alt akıntı Marmara Denizi'nden Karadeniz'e doğrudur.
İstanbul Boğazı'nda farklı su kütlelerinin iki yönlü hareketi günümüzden yaklaşık 3.000 yıl kadar önce belirmiştir. Çok sayıda akarsu tarafından beslenen Karadeniz'de, bu beslenme fazlalığı, Karadeniz'den İstanbul Boğazı'na doğru taşma akıntılarına neden olur. Karadeniz'deki sıcaklık ve tuzluluk oranları ile de doğrudan ilgili olan bu
Hhfrfc-
Dostları ilə paylaş: |