ALAYLAR
180
181
ALEKSANDER
ceği yollar gösterilmiş olurdu. Buna sarık alayı(->) deniyordu. Yine, alay sırasında görevlilere arzuhal (dilekçe) verme olanağı da vardı. Kimileri ise gerilerden slogan atarak ortak bir şikâyeti dile getirebilirlerdi.
Osmanlı teşrifat kanunnameleri, padişahın alayla saraydan çıkışına, sadrazamın, vezirlerin, kaptan-ı deryanın istanbul'dan ayrılışlarına, curna ve bayram alaylarına ilişkin kuralları ve ayrıntıları veren bölümler içermektedir. Örneğin, bir alay kortejinin düzenlenmesinde sadrazamdan başlayarak protokolün en alt sırasında yer alana, değin kimlerin, mevsimlere göre ne tür tören giysileriyle alaya katılmaları gerektiği belirlenmiştir: "...Sadr-ı â'zâm hazretleri kallavi ve ber-muktezâ-yı mevsim erkân kürkü ya ferace ve divân bisatlu esb ile ve Re'isü'l-küttâb Efendi ve çavuşbaşı ağa selimi ve muktezâ-yı mevsim üzre erkân kürkü ya ferace ile..." vb kurallar yanında alay sırasındaki hareketler, karşılamalar da gösterilmiştir: "Ve yeniçeri ağası ibtidâ camie geldikde mahfeU hümâyûn kapusuna inüb şevketlû efendimiz havli tapusundan duhûl buyurduklar gibi kapucubaşı ağalan yere beraber temenna idüb..." veya "...müretteb alay ile bâb-ı hümayundan çıkub Alay Köşkü altından Hocapaşa'dan Bağçekapu-sunda kireç iskelesine vardıklarında dua idüb..." ifadeleri bu türden ayrıntılara örnektir. Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi 'nin "Kanun-ı Alay" başlıklı bölümünde, büyük alaylarda, sefere çıkışlarda, diğer alaylarla türbe ziyaretleri için düzenlenen alaylarda nelere uyulacağı açıklanmıştır. Örneğin, vezir ve serdar olanların silahdarları ile çuhadarlarının kırmızı zerdûz üsküf, kırmızı kadife şalvar giymeleri, satırlarının ise zerrin taçlar ile katılmaları, alay günlerinde zırh giyilmek ve tirkeş kuşanılmak gerekirse zırh üzerine celâbî kaftan onun üstüne de çaprastlı kırmızı mevhi-dî giyilmesi, "atlara kıtas ve zerdûz aba ve yancak vurulması" gibi birçok ayrıntının bu kanunnamede yer aldığı görülmektedir. Esad Efendi'nin Teşrifat-t Kadime adlı derlemesinde de benzeri ayrıntılar görülmektedir. Örneğin "tertib-i alay-ı iyd-i saîd" başlığı altında divan-ı hümayun hâcegânının, kapıcı ağaların, nişancı, defter emini, şıkk-ı sani ve sıkk-ı sâlis efendilerin, defterdarın, re-isülküttabm. vezirlerin, sadrazamın, şeyhülislamın alay protokolündeki sıraları, ayrıca alay boyunca kimlerin ne gibi görevleri yapacakları da -seccade götürme, sarık taşıma vb- gösterilmiştir. Örneğin, cuma selamlığında camiden çıkışta kapıcılar kethüdasının "elinde sim a'sâ ve nim-tane kürk ve selimî ve kadife şalvar ve çerkesî filâr ile piyade şevketlû efendimiz hazretlerinin" (padişahın) önünde yürümesi gibi. Evliya Çelebi, bir esnaf alayını anlatırken alay çavuşlarının "ellerinde çevgân, dillerinde vird-i Dâvudî olduğu hâlde küheylân atlara binüb altışar pare yancakları ve
ESNAF ALAYINDA YENİÇERİLERİN GEÇİŞLERİ
Yeniçeri Ocağı müruru ki, ibtidâ kırk iki nefer Kalkanlı-çavuş, ba'dehu sağda Orta-çavuş, solda Küçük-çavuş, verâlarında iki sıra Sakkalar, nihâyetinde Sak-ka-başı bayrağı ile, ba'dehu ortalar ki, birinci bölük altmış dört ve yetmiş bir cema'atlar, ba'dehu beşinci bölük, ba'dehu altmış sekiz ve altmış yedi ve kırk dört ve seksen iki cema'atlar, ba'dehu şâir cema'at ve bölük ortalan neferâtı ve kazanları ile iki sıra gidüp, orta yerlerinde birer ve ikişer Ocak çavuşları ve Orta yazıcıları yürür; ortalar itmamında, sağ kolda birinci bölük, solda beşinci bölük bayrakları verâlarında şâir ortalar bayrakları, iki sıra tamamında Oda-başı-lar, kezâlik iki sıra hitâmında Çorbacılar, kezâlik iki sıra geçerler ve Çorbacılar süvari, orta yerlerinde Deveci Ağa ve Beytü'l-mâlci ve Baş-Çavuş, Ağalar, Ocak imamı Efendi ve Zenberekçi ve Haseki Ağalar ve Turnacı-başı ve Sansuncu ve Zağarcı-başı ve Kul Kethüdası Ağalar ve Yeniçeri Efendisi, ba'dehu Ocak tuğları ve sîm kalkanlu yedekler ve İmânı-ı a'zam hazretlerinin beyaz sancağı, ba'dehu Yeniçeri Ağası, ba'dehu Tüfengciler ve Kâr-hânelü ve Kethüdâ-yeri ve Ağa Kethüdası ve Baş-halîfe ve Beytü'1-mâl kâtibi ve Kîsedarlar ve Kethüdâ-yeri kâtibi ve Dîvân kâtibi ve Kapı-halîfesi ve Çavuş-halîfe ve tabii, alem tertîb-i mezkûr üzre mürur ederek, Alay-köşkü'ne gelmeden mukaddem zikr olunan rü'esâ ve çorbacıyân ve şâir ağalar atlarından nüzul ve hil'atlar ilbâs olunduk-da, Çavuş-başı ile Hünkâr Kapıcılar Kethüdası dîvân libâsı ve sîm asaları ile piyade önlerine düşüp, Alay-köşkü tahtına götürüp, beraber zemînbûs ve Kasrı geçtikde, adarına suvar olup, alaya mülhak olurlar.
Yeniçeri Ağası dahi zikr olunan mahalle geldikde, ber-vech-i meşrûh hil'at ilbâs olunduktan sonra, Çavuş-başı ile Kapıcılar Kethüdası istikbâl ve huzûr-ı hümâyûna îsâl olundukda, yeşil çuha samur kürk ilbâs ile ikram olunup, çıktık-da râkiben ve ağayân-ı mezburân râcilen Kasr altına geldikde, özengi beraberi temenna eder, geçer. Bu alayda Yeniçeri Ağası rûz-merre desâr ve al çuhaya kaplı, kapâniçe yakalı, uzun ferace yenli, muvahhadi resminde Vaşak kürk ve silâh ve bisât ile ve Yeniçeri Efendisi Kafesî destâr, ferace kürk ile Kul Kethüdası Balıkcin başında ve kezâlik al çuha Vaşak kürk, lâkin yakası ağanınkinden noksanca ve Sakkaların cümlesine bin kuruş atiyye-i hümâyûn ve beher ortanın Kara Kullukcularına, kazan ile giderken beyaz astarlı birer çıkı ve her bir Aşçıya onar altın ve derviş du'acıya ve şâire ikişer üçer altın surra-i hümâyûn verildi.
Şemdânîzade Fındıklık Süleyman Efendi, Mür'i't-Tevarih II/A, (haz. M. Aktepe), s. 117-118, İstanbul 1978
selam adlı ikinci kapısı arasında kalan geniş alana alay meydanı denmiştir. Çünkü, alay günleri, ilgililerin alay elbiselerini (üniforma) giyinmiş olarak buraya gelmeleri gerekiyordu. Burada alay bağlanıyor (kortejin oluşturulması) ve alaya biniliyordu (atlara binilip hareket edilmesi). Hava koşullarına ve sağlık durumuna göre padişah kimi kez at yerine alay arabasına binerek kortejdeki yerini almaktaydı. Dolmabahçe Sarayı'na geçildikten sonra, saat kulesine bakan selamlık kapısından girilen geniş avlu alay yeri, sarayın caddeye bakan camlı köşkü de Alay Köşkü işlevini görmüştür.
İstanbul'daki geleneksel alaylar, önce saltanatın (l Kasım 1922), ardından da halifeliğin (3 Mart 1924) kaldırılması ile tarihe karışmıştır.
Bibi. Tevkiî Ahdurrahman Paşa Kanunnamesi, Ankara, 1935, s. 93-152; Esad Efendi, Teşrifat-ı Kadime (Tıpkıbasım), İst., 1979; Ali Şeydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, İst., ty; Küçükçebelizade İsmail Âsim Efendi, Küçük-çelebizade Tarihi, İst., 1282, s. 555, 559, 600, 610; Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, III, İst., 1330; s. 218 vd; Mehmed Fuad (Köprülü), "Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Notlar", Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, I, 1931, s. 270 vd, Evliya, Seyahatname, I, s. 511 vd; Uzunçarsılı, Saray.
NECDET SAKAOGLU
yumru su tasları ile gûnâ-gûn zillerle kemer raht ve gaddare ile atlarını beze-düb kendüleri dahi gûnâgûn akmîşe fâ-hireler" giyinmiş olarak herkesi coşturduklarını betimler.
Batıda Avusturya ve Rusya'ya karşı savaşlar açıldığında Anadolu'dan gelen eyalet askerleri, başlarında beylerbeyleri ve sancak beyleri olduğu halde ya Topkapı Sarayı'nın Alay Köşkü önünden geçerek ya da Davudpaşa ordugâhında alay göstermeleri de yasa gereğiydi. Bunlara, padişahın ve sadrazamın İstanbul'a dönüşlerinde düzenlenen törenlere alay-ı a'zîm de deniyordu. Bu törenlerde, başlarında sorguçlu mücevvezi olan, omuzlarında topuz taşıyan alay çavuşları önden yürüyerek hem halkı coştururlar hem de korteje yol açarlardı. Örneğin, sadrazam Özde-miroğlu Osman Paşa'nın 1584'te sefer için İstanbul'dan alayla çıkışı öylesine görkemli olmuştu ki, şair Harimî "Şöyle dolmuşdu sokaklar içi â'mm u hâsdan / iğne atsan yîre düşmez kesret-i eşhâs-dan" diye başlayan uzun bir manzume yazmıştı.
Osmanlı padişahlarının Topkapı Sara-yı'nda oturdukları zamanlar boyunca (19- yy ortalarına kadar) bu sarayın bâb-ı hümayun denen birinci kapısı ile bâbüs-
ALBERTI, TOMMASO
(17. yy) İstanbul'da 1609 ile 1621 tarihleri arasında kalan ve gördüklerini tasvir eden Tommaso Alberti hakkında bildiklerimiz ancak kendi yazdıklarıdır, onlar da yok denecek kadar azdır. Bo-lognalı ya da Venedikli olduğu sanılıyor. Venedikli tüccarların yanında yardımcı ya da uşak olarak 18 Mayıs 1609'-da Venedik'ten gemiye binerek 18 Tenı-muz'da İstanbul'a geldi. 26 Kasım l6l2'de aynı tüccarların halı, ravent ve ipek yüklü otuz üç arabasını, Polonya'nın (bugün Ukrayna'da) Lvov kentine götürmek üzere yola çıktı. İstanbul'a l Haziran l6l3'te döndü ve üç hafta sonra yeniden Lvov'a doğru hareket etti. Orta Avrupa'yı dolaşarak Venedik'e geldi ve oradan gemiye binerek 30 Haziran l6l4'te İstanbul'a ulaştı. Bu sefer kentte yaklaşık yedi yıl kalan Alberti İstanbul'u son olarak 14 Mayıs 1621'de terk etti, denizyoluyla Venedik'e vardıktan sonra l Ağustos'ta Bologna'ya geldi. Ancak İstanbul'la ilgisini kesmediği görülür. Çünkü yazısında Mayıs l622'de II. Osman'ın yeniçeriler tarafından öldürülmesinden söz eder.
Alberti'nin bırakmış olduğu yazma, Bolognalı kitap meraklısı bir eczacının elinden bu kentin üniversite kütüphanesine geçmiş, 1889'da Alberto Bacchi della Lega tarafından Viaggio di Costa-ninopoli di Tommaso Albeni adıyla 202 adet olarak basılmıştır. Metinde, İstanbul'un tasvirinden çok, Osmanlı Devle-ti'nin idari düzeni hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler vardır. Ancak Bostancıbaşı kethüdasına olan yakınlığından dolayı, padişahın avda olduğu bir sırada, Topkapı Sarayı'nın deniz kapısından içeri alınarak ona bazı köşkler ve harem dairesinin altında bulunan büyük havuz gezdirilmiş, havuzun içinde eğlence için kullanılan küçük bir geminin (çek-tiri) olduğunu görmüştür. Bu mekânın üstünde bulunan padişahın yalak odasına da bir göz attığını yazan Alberti, tasvirlerinin doğruluğuna bakılırsa, harem dairesini kısmen de olsa görüp yazabilen ender kişilerden biridir.
STEFANOS YERASİMOS
ALBOYACIYAN, ARŞAG
(17 Haziran 1879, İstanbul - 24 Haziran 1962, Kahire) İstanbul Ermeni kiliselerinin tarihi üzerine araştırmaları ile tanınmış yazar. Üsküdar'da doğdu. Öğrenimini Getronagan Lisesi'nde tamamladı. Sekiz yıl kadar ticaretle uğraştıktan sonra, yazı hayatına atıldı.
Alboyacıyan'ın ilk yazılan 1897'de Püzantion gazetesinde yayımlandı. Hantes Amsordya, Goçnag, Püragn, Masis ve Dzağig dergilerine S. Ankeğ-ya, Şavarş takma adlarıyla yazılar yazdı. Amenun Daretsuytsı'da (Herkesin Yıllığı) yazmaya başladı. 1910-1922 arasında Türkiye Ermenileri Patrikliği'nde sekreterlik görevinde bulundu. Yazları İstanbul'daki düşün ve sanat adamları-
nın toplantı merkezi haline gelen Kına-lıada'da yaşayan Alboyacıyan, 1922'de Kahire'ye göç edip hayatının geri kalan bölümünü orada tamamladı.
Arşag Alboyacıyan araştırmacı-yazar-lığın dışında uzun yıllar öğretmenlik görevinde bulundu. Mısır Murahhaslı-ğı'nda Divan başkanı oldu. Azad Midk (Özgür Düşünce, 1936-1937) ve Kırase-ri Araçnort (Kitapseverin Kılavuzu, 1938-1949) dergilerini; D. Şahlamyan ile Gyank yev Kir (Hayat ve Yazı, 1948) yıllığını çıkardı.
İstanbul tutkunu yazarın bu şehirle ilgili sayısız makalesi yıllık ve dergilerde dağılmış durumdadır. 1910 Surp Pır-giç Ermeni Hastabanesi Yılhğı'nda "Ni-zamname-i Millet-i Ermeniyan"ın 50. yılı nedeniyle çok geniş kapsamlı bir araştırması; aynı yıllığın 1925 tarihli sayısında ise "Anhedatsadz Hay Yegeğet-sinerı Bolso Meç" (İstanbul'daki Kaybolmuş Ermeni Kiliseleri) adlı yazısı yayımlanmıştır. Yerektaryan Badmutyun Surp Hreşdagabed Yegeğetsvo Balatu (Balat Surp Hreşdagabed Kilisesi Üç Yüzyıllık Tarihi, 1931) adlı eserde Balat Mahallesi'nin kuruluşu ve Balatlıların ilk kiliseleri olan Çarkhapan Surp Asd-vadzadzin hakkında kapsamlı bir yazısı vardır.
Alboyacıyan'ın eserleri arasında bazı büyük şehirlerdeki Ermeni kolonilerinin tarihi önemli bir yer tutar: Badmutyun Hay Gesaryo (Kayseri Ermenileri Tarihi, 2 cilt, 1937), Badmutyun Yevtogyo Ha-yots (Tokat Ermenileri Tarihi, 1961), Badmutyun Malatya Hayots (Malatya Ermenileri Tarihi, 1961), Huşamadyon Gudinahayeru (Kütahya Ermenileri Anı Kitabı, 1961). Bazı önemli aile ve kişilerle ilgili eserleri de vardır: Krikor Zoh-rab ir Gyankn u Kordzı (Krikor Zoh-rab. Hayatı ve Eserleri, 1919), Krikor Gesaratsi Badriark yev ir Jamanagı (Patrik Kayserili Krikor ve Zamanı, 1936), Torkom Badriark Kuşagyan (Patrik Torkom Kuşagyan, 1940), Dad-yannen (Dadyanlar, 1965). Bibi. M. Boduryan, Hay Hanrakidag (Ermeni Ansiklopedisi), c. I, Bükreş, 1938, s. 71-72; Haygagan Sovedagan Hanrakidaran (Sovyet Ermeni Ansiklopedisi), c. I, Erivan, 1974, s. 190.
VAĞARŞAG SEROPYAN
ALEKO (Tahtaperde)
(1880, Midilli - 1955, İstanbul) Futbolcu. Tam adı Aleko Kaliya'dır. Doğum yeri olan Midilli'den 15 yaşındayken İstanbul'a geldi. Kadıköy gazinolarında fıstık satarak hayatını kazanmaya başladı. İstanbul'a yerleşmiş İngiliz ailelerin Kadıköy çayırlarında oynadıkları futbolun cazibesine kapılarak 1900'de Kadıköy'de Rum arkadaşlarıyla birlikte Elpis takımını kurdu. Bu takımda defans oyuncusu olarak kendini gösterdi. 1,90 m'lik boyu ile rakip forvetlerin karşısında büyük bir set gibi durduğundan "Tahtaperde Aleko" diye anıldı. Futbol-culuğunu daha sonra İngilizlerin kurdu-
ğu Kadıköy takımında sürdürdü. Bu takımda oynadığı bir maçta sakatlanıp futbolu bırakmak zorunda kaldı. Ömrünün sonuna kadar futbol maçlarını ilgiyle izledi. Hayatı Kadıköy'de geçti. Orada öldü.
CEM ATABEYOĞLU
ALEKSANDER (D'jak)
(14. yy) Muhtemelen 1394-1395'te, Konstantinopolis'e kısa bir ziyaret için gelen Rus gezgini. Büyük olasılıkla Novgorodludur. Mesleğini Rusçada çeşitli anlamlara gelen d'jak (küçük kilise görevlisi; yazıcı veya muhasip; herhangi seviyede bir devlet memuru) sözcüğüyle tanımlayan Aleksander, Bizans başkentinde ticaret amacıyla bulunduğunu ileri sürer. Burada kaldığı sürece gördüğü yerleri kısaca anlattığı gezi raporunun dışında başka hiçbir kaynakta adına rastlanmaz.
Sözü geçen kısa rapor, Aleksan-der'm ziyaret ettiği ve çoğunluğu kilise veya manastır gibi dini önemi olan yerlerin isimlerinden, buralarda bulunan kutsal emanetler veya meşhur ikonların listelerinden ve zaman zaman da bu yerlere ilişkin efsanelerin anlatımından ibaret bir katalogdur.
Ortaçağ boyunca Bizans başkentini görmeye gelen birçok gezgin gibi, Aleksander da kent turuna Ayasofya Kilisesi'ni ziyaret ederek başlamış, oradan sırasıyla kentin doğusu, ortası ve kuzeybatısındaki diğer bellibaşlı kutsal yerlere uğramıştır. Gezisine şehir surlarını güneye doğru takip eden bir yoldan devam ettikten sonra, tekrar doğu istikametine yönelip, Büyük Saray ile Hippodrom'dan geçerek Ayasofya civarına geri dönmüştür.
Aleksander'ın aşağı yukarı iki-üç gün
sürdüğü tahmin edilebilen ziyareti bo
yunca gördüğü yerler anlatılış sırasına
göre şunlardır: Ayasofya (bak. Ayasofya
Camii); Ayios Georgios Manganai Ma
nastırı; yine Mangana'daki Soteros Fi-
lantropos Kilisesi; Panalırantos Manastı
rı; Hodegetria Manastırı (bak. Hodeget-
ria Manastırı ve Ayazması); Havariyyun
Kilisesi (Ayios Apostoleion); Pantokra-
tor Manastırı (bak. Zeyrek Kilise Camii);
Pammakaristos Manastın (bak. Fethiye
Camii); Petra'da Ayios loannes Prodro-
mos Manastırı; yine Petra'da Ayios Ni-
kolaos Manastırı; Kariye (bak. Ka'riye
Camii); Blaherna Kilisesi(->); Kosmidion
Manastırı; Kutsal Peygamber Daniel Ma
nastırı ve Türbesi; Peribleptos Manastırı;
Studios Manastırı (bak. İmrahor Camii);
Kyra Marta (Rahibeler) Manastırı; Bü
yük Saray(->); Küçük Ayasofya (Ayios
Sergios ve Bakkhus) (bak. Küçük Aya
sofya Camii); Hippodrom(->) ve son
olarak kentin doğu ucundaki Ayios La-
zaros Manastırı. .:..
Bibi. G. P. Majeska, Russian Trâvelers to Constantinople in the Fourteenth and Fif-teenth Centuries, Washington, DC, 1984.
NEVRA NECİPOĞLU
r
ALEKSİOS I KOMNENOS
182
183
ALEMDAĞ
ALEKSİOS I KOMNENOS
(1048, Konstantinopolis - 15 Ağustos 1118, Konstantinopolis) Bizans imparatoru (hd 1081-1118) ve Komnenos Ha-nedanı'mn(->) kurucusu. Babası loan-nes Komnenos, annesi Anna Dalasse-ne'dir(->); kendisi irene Dukaina ile evlenmiştir. Anadolu'da toprak sahibi asker kökenli aristokrat bir aileden gelen Aleksios, Konstantinopolis'te (İstanbul) imparator III. Nikeforos Botaneiates'e karşı düzenlediği bir darbe sonucunda başa geldi. Ağabeyi Isaakios Komnenos ile beraber 14 Şubat 1081'de başlattıkları ayaklanma başkentin l Nisan'da düşmesiyle sona erdi ve Aleksios 4 Nisan'da imparator ilan edildi. Tahta çıkışı Anadolu'nun askeri aristokrasisinin başkentte hüküm sürmekte olan sivil aristokrasiye karşı zaferinin bir simgesi olarak kabul edilir.
Aleksios'u meşgul eden ilk önemli meselelerden biri Normanlarm lideri Robert Guiscard'a (ö. 1085) karşı giriştiği mücadele oldu. 1081 Ekim'inde Adriyatik Denizi'nin doğu kıyısındaki Dyrrakhion (Durazzo) kentini fetheden ve buradan Bizans başkentine doğru ilerleyen Robert Guiscard'la, Aleksios ancak Alman İmparatoru IV. Heinrich ve Papa VII. Gregorius ile giriştiği müzakereler ve Venedik'ten sağladığı yardımlar sayesinde başa akabildi. Venediklilerin yardımlarına karşılık onlara çeşitli ticari imtiyazlar tanıyan Aleksi-os'un bu hareketi genelde Bizans İmpa-
I. Aleksios Komnenos'u (solda)
betimleyen bir elyazması. Nevra Necipoğlu fotoğraf koleksiyonu
ratorluğu ve özellikle Konstantinopolis ekonomisi için çok önemli sonuçlar doğurdu. 11 irde Pisa kenti de imparatordan benzer imtiyazlar aldı.
Aleksios'un hükümdarlığı aynı zamanda Türklerin Bizans topraklarını ciddi şekilde tehdit ettiği yıllara rast gelir. Selçuklularla Anadolu'da mücadeleler sürerken, başkent Konstantinopolis 1090-1091 kışında güçlü bir filoya sahip olan İzmir Emiri Çaka Beyle Peçenek-lerin denizden ve karadan ortak saldırısına sahne oldu. Peçenekleri yine ancak Kumanların yardımıyla geri çevirebilen Aleksios, bu arada Bizans tahtına göz diken ve kendini imparator ilan eden Çaka Bey tehlikesinden, önce Ebu'l Ka-sım'ı, sonra I. Kılıç Arslan'ı ona karşı kışkırtarak kurtuldu.
1096-1097'de, I. Haçlı ordularının uğrak yeri olan Konstantinopolis'te tekrar heyecanlı olaylar yaşandı. İlk önce Ami-ens'li Pierre l'Hermite'in liderliğindeki disiplinsiz, yağmacı güçler, ardından yüksek düzeydeki baron ve şövalyelerle beraberlerindeki ordular, imparatora ve başkent halkına zorlu günler geçirttiler (bak. Haçlı Seferleri).
İçişlerinde ise Aleksios özellikle saray ve devlet teşkilatında birçok yeni düzenleme yaptı. 11. yy'ın ortalarından beri sürekli zayıflayan devlet otoritesini yeniden güçlendirmek amacıyla sıkı bir merkezileştirme politikası uyguladı. Ancak Aleksios'un merkeziyetçilik anlayışı kendi ailesinin ve ona bağlı diğer aris-
tokrat ailelerin saray ve devlet işlerindeki üstünlüğü prensibine bağlıydı. Dolayısıyla, kendisi tahta çıkmadan önce yüksek itibar ve yetki sahibi olan ve büyük ölçüde sivil kesimi temsil eden senatörler sınıfı ile hadımların yetkilerini kısıtladı. Onlardan boşalan yerleri ise kendi akrabaları ve taraftarlarıyla doldurdu. Aleksios'un ve sonra haleflerinin, hadımlara karşı takındıkları olumsuz tavırda ayrıca o devirde çok vurgulanan yiğitlik, erkeklik, mertlik ve cengâverlik gibi aristokratça değerlerin de rolü vardır. Aleksios rütbe ve unvanlar sistemine getirdiği birtakım değişikliklerle de, yine akrabalarının ve destekçilerinin toplum ve saray hiyerarşisinde zirveye çıkmalarım sağladı. Özellikle kendi taraftarları için yarattığı yeni rütbe ve unvanlar yoluyla (örneğin ağabeyi Isaakios için icat edilen ve sonra sadece imparatorların kardeşleri ve oğullarına verilen sebastokrator unvanı veya eniştesi Mihail Taronites'in sırasıyla sahip olduğu protosebastos ve panhyper-sebastos gibi unvanlar) başkentin yönetici sınıfının kompozisyonunu tamamen değiştirdi. Son olarak, Aleksios tüm devlet dairelerini logothetes ton sekreton adlı tek bir görevlinin kontrolü altında yeniden düzenleyerek bir başka merkeziyetçilik girişiminde bulundu. Gelgele-lim, tüm gayretlerine rağmen, merkezi iktidarı tam olarak yerine oturtamadı ve hükümdarlığı sırasında, özellikle güçlerim kaybeden şahıs ve aileler tarafından imparatora karşı düzenlenen çok sayıda komplo ve darbeye muhatap oldu.
İktisadi bakımdan Aleksios yönetiminin ilk on yılı sorunlu olmakla beraber, sonraları para sisteminde yapılan bazı değişiklikler olumlu yönde kimi gelişmeler sağlanmıştır. Örneğin, 1081'den beri sürekli değer kaybeden Bizans altın sikkesi, yaklaşık 1092'de imparatorun emri üzerine tam ayarlı yeni "hyperpyron'ların piyasaya sürülmesiy-le yeniden değer kazandı.
Aleksios'un kilise ile ilişkilerinde, Norman ve Peçeneklerle savaşırken kilise hazinelerine el koymasının yarattığı gerginlik haricinde, genel bir uyuşma ve işbirliği hâkimdi. İmparatorluğu döneminde kiliseyi ve doktrini tehlikeye düşüren bazı akımlar ve bu akımların temsilcileriyle bizzat mücadele etti. İmparatorlukta süratle yayılan ve başkent ahalisi arasında da, özellikle aristokrat çevrelerde, çok sayıda taraftar kazanan itizalci Bogomil doktrininin lideri Basi-leios'u tutuklattı ve yargılanmasından sonra Hippodrom'da halkın gözleri önünde yakılarak idam ettirdi. İmparator bundan önce loannes Italos isimli meşhur bir filozofun da antik felsefe taraftarlığı ve Hıristiyanlık öncesinden kalma düşüncelere düşkünlüğü, Hıristiyan doğmalarını önemsememesi yüzünden aforoz edilmesinde rol oynamıştır.
Dindarlığıyla tanınan Aleksios, ayrıca hayır kurumları banisi olarak da ünlüdür. Başkentte, Akropolis civarında, 6.
yy'dan beri var olan Hagios Pavlos yetimhanesi imparator tarafından onartılıp aenişletilerek, yetimhane ve okuluna ek olarak fakirler, körler, sakatlar, yaşlılar ve emekli askerler için bakımevlerini de içeren, yepyeni bir kurum haline getirilmiştir. "Başkent içinde ikinci bir kent" olarak tanımlanan Hagios Pavlos kompleksinden "binlerce" kişinin yararlandığı ve tamamını gezmek için tam bir gün gerektiği devrin kaynaklarında belirtilir. Bibi. F. Chalandon, Essai sur le regne d'Ale-xis Ier. Comnene (1081-1118), Paris, 1900; C. Morrisson, "La Logarike: Reforme moneta-ire et reforme fiscale sous Alexis Ier Comnene" Travaux et Memoires, VII, 1979, s. 419-464; M. Angold, The Byzantine Empire, 1025-1204; A Political History, Londra-New York, 1984, s. 102-149.
NEVRA NECİPOĞLU
ALEKSİOS SARAYI
İmparator I. Aleksios Komnenos (hd 1081-1118) iktidarı ele geçirdiğinde Sultanahmet semtindeki Büyüksaray'da değil, şehrin kuzeybatı köşesinde Blaher-nai (Vlaherne) bölgesindeki küçük pavyonlarda oturmayı tercih ettiğinden, burada yeni bir saray binası yaptırtmıştır.
İmparatorun kızı Anna Komnena, babasının hayatına dair yazdığı kitapta, Aleksios'un burada, I. Haçlı Seferi'ni yapan Batılı şövalyeleri kabul ettiğini bildirir. Haçlılar 1096'da İstanbul'dan geçtiklerine göre, saray bu tarihte tamamlanmış olmalıdır. Anna'mn yazdığına göre, Haçlılar bu sarayda saklanan göz kamaştırıcı zenginlikteki eşya ve değerli şeylere hayran kalmışlardır. Bizanslı tarih yazarı Georgios Pakymeres (1242-yak. 1310), bu sarayı Aleksiakos basili-kos triklinos (Aleksios'un imparatorluk triklinos'u) olarak adlandırır. Latin işgali sona erip Bizans devleti yeniden İstanbul'a sahip olduğunda, 1354'te burada dini bir toplantı (consil) yapılmıştır. 1341-1354 yılları arasında tahtı ele geçirerek imparator olan VI. İoannes Kanta-kuzenos yazdığı tarihinde bu sarayı bir kaleye (frurion, kastellion) benzettiğine göre, içten ve dıştan gelecek tehlikeleri önleyecek biçimde tahkim edilmişti.
Sarayın, şehrin kara tarafı surlarına bitişik olduğu, sur dışında ordugâh kuran Haçlıların attıkları oklardan birinin pencereden girerek, imparatorun yamn-dakilerden birini yaralamış olmasından anlaşılır.
İmparator II. İsaakios Angelos (hd 1185-1195) sarayı daha da tahkim etmek üzere bitişik bir kule yaptırdığına göre, bu sarayın Eğrikapı'da üzerinde İvaz Efendi Camii'nin bulunduğu teras üzerinde ve belki de kısmen, hemen yanında olan Anemas Zindanı denilen kemerli ve tonozlu mahzenin üstüne uzandığı tahmin edilir. Janin, Aleksios Sarayı'nın belkide Emîr Buharî Tekke-si'nin olduğu yere kadar yayıldığını ileri sürer. Dirimtekin tarafından yapılan kazılar, bazı duvar buluntuları sağlamış olmakla beraber, bunların saray ile ilişkileri aydınlatılmış değildir.
Aleksios Sarayı'ndan toprak üstünde hiçbir iz yoktur. Yalnızca İvaz Efendi Camii önündeki burcun en üstündeki, odanın saraya ait bir mekân olması mümkündür. Çevredeki arazide evlerin altlarında duvar kalıntıları ve küçük sarnıçlara da rastlanır. Fakat bunların Aleksios Sarayı'na ait olduklarını ispata yarayacak kesin dayanak yoktur.
Dostları ilə paylaş: |