AYRAL, MACİD
489
AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın günümüze kalmış bölümünden (solda) bir görünüm.
AH Hikmet Varlık, 1993
şiş. tığ vb) ile ve bu tarikata özgü bir düzen içinde tefriş edilmiştir.
Tevhidhanenin kuzeyinde, ayinleri izleyen erkek seyircilere ayrılan, ahşap korkuluklarla sınırlandırılmış bir mahfil yer almaktadır. Zemin kattan hareket eden iki merdiven de, aynı zamanda son cemaat yeri gibi kullanılan bu mahfile ulaşır. Bu mahfilin batısında yan yana iki ufak mekân sıralanır. Bunlar, tekkeye gelen önemli konukların şeyh efendi tarafından ağırlandığı "şeyh odası" ile dervişlerin sohbetine tahsis edilen "meydan odasıdır". Zemin kattan bu mahfile çıkan merdivenin yanından, tekkenin batı cephesindeki "mükebbireye" geçilir. Minaresi olmayan bazı tekkelerde olduğu gibi, burada da minarenin yerini tutan bu e-zan okuma mahalli cepheye iliştirilmiş minyatür bir köşk niteliğindedir.
Erkek seyircilerin kullandığı mahfilin bir kısmı, ahşap bir bölme duvarı ile ayrılarak kadınlar mahfiline dönüştürülmüştür. Buradan dar bir merdivenle, tevhidhanenin bütün kuzey duvarı boyunca devam eden fevkani kadınlar mahfiline ulaşılır. Alçak tavanlı olan bu iki mahfilin tevhidhaneye bakan yüzleri ahşap kafeslerle kapatılmıştır. Birinci kata göre bir miktar içeri çekilmiş olan ikinci kat harem bölümüne aittir. Bu katta, iç içe iki sofanın çevresinde yatak odaları, harem mutfağı, hela ve gusül-hane gibi birimler sıralanmaktadır. Harem bölümü tek katlı sıradan bir mesken gibi tasarlanmış ve adeta tekkenin üzerine iliştirilmiştir.
Her türlü şekilcilikten ve üslup kaygısından uzak olarak tasarlanan Aynî Ali Baba Tekkesi'nin planındaki düzensizlik, asimetri ve organik doku cephelerine de aynen yansımaktadır. Bu özelliği ile, estetik açısından başarılı olmasa da, çağdaşı olan diğer tekkelerden farklı "nev'i 'şahsına mahsus" bir yapıdır. Ayrıca günümüzün istanbul'unda, Galata Mevlevîhanesi dışında, bütün özgün aksesuvarıyla döşeli olarak ayakta duran başka tekke bulunmadığı için Aynî Ali Baba Tekkesi tekke folkloru açısından büyük kıymet taşımaktadır.
Bibi. H. Göktürk, "Aynîbaba Dergâhı", "Ay-nîalibaba Sokağı", "Aziz Ensari Bey", İSTA, III, 1621-1622, 1723-1725; ay, "Ensari (Mu-hiddin)", İSTA, IX, 5126-5127; A. Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez, ist., 1975 (4. baskı), 75-79.
M. BAHA TANMAN
AYRAL, MACİD
(11 Nisan 1891, İstanbul - 17 Mart 1961, istanbul) Hattat. Şehremaneti müdürlerinden Zühdü Bey'in oğludur. Beylerbe-yi'nde doğdu. Üsküdar Idadisi'nde (lise) okurken sağlık sebepleri yüzünden okulu bıraktı, 1908'de Evkaf Nezareti Teftiş Heyeti Kalemi'ne memur olarak girdi. 1923'te Polis Müdüriyeti sicil memurluğundan ayrılınca Babıâli'de bir yazıhane açarak hattatlık yaptı. Cumhuriyet döneminde Ankara'da Vilayet Genel Meclisi Başkâtipliği'nde çalıştıktan sonra
emekli oldu. 1955'te davetli olarak Bağdat'a gitti ve 1959'a kadar Bağdat Üni-versitesi'ne bağlı Güzel Sanatlar Okulu'nda hat hocalığı yaptı.
Ayral küçük yaşta hat sanatıyla ilgilenmeye başladı. Ali Bey ile Enderunlu Ahmed Rakım Efendi'den sülüs, nesih ve rık'a dersleri aldı. Yazılarına hayran olduğu hattat Şefik Bey gibi yazmak en büyük emeliydi. Medresetü'l-Hattatin'e devam ederek ismail Hakkı Altunbe-zer'den(->) celi sülüs, Hulûsî Yazgan'dan ta'lik yazı öğrendi ve icazetname aldı.
istanbul'da Şişli, Levent (Âfet Yola), Bebek, Yeşilköy, Beyoğlu, Kamer Hatun ve Davutpaşa camilerinde yazıları vardır. Bunun dışında Topkapı'da sur kapısının dış tarafında istanbul'un alınacağına dair olan hadis ve bazı çeşmelerdeki celi sülüs yazılsın da sayılabilir. Eserlerinin kâğıt üzerine olanlarına ise özel koleksiyonlarda rastlanmaktadır. Ayral'm bir özelliği de, imzasız olan yazıların hangi hattata ait olduğunu tammasıydı.
Sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste Mustafa Rakım, talikte de Yesâ-rîzade Mustafa izzet Efendi ekolüne bağlıdır.
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 179-182; Rado, Hattatlar, 263; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982.
ALi ALPARSLAN
AYRILIK ÇEŞMESİ
Kadıköy'de Ibrahimağa Mahallesi'nde Bağdat Caddesi ile Acıbadem'e çıkan yolun kesiştiği yerde yol kenarındadır.
Kızlarağası Gazanfer Ağa tarafından 17. yy'm başlarında yaptırıldığı bilinen çeşme üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre 1154/1741 tarihinde de kızlara-ğası olan Ahmed Ağa tarafından tamir ettirilmiştir. Yine yapıda bulunan bir başka kitabeye göre 1340/1921-22 tarihinde de V. Mehmed'in (Reşad) torunu Dürriye Sultan adına bir kez daha tamir ettirilmiştir.
Ayrılık Çeşmesi
Nazım Timuroğlu, 1993
İ. H. Tanışık'ın belirttiğine göre çeşme 1940'lı yıllarda bir miktar toprağa gömülmüş ve suyu akmaz durumda idi. 1980'lerin sonunda Kadıköy Belediyesi Ayrılık Çeşmesi'nin yaşamasını sağlamak amacıyla yapıyı yol kotunun üstüne çıkartmış ve temizletmiştir. Bölüm bölüm bozulmuş olan saçaktaki palmet-li friz çimento harcı ile tümlenmeye çalışılmış, ancak pek başarılı olmamıştır.
Çeşme oldukça sade bir yapı olmasına karşın, sosyal hayattaki önemi açısından çok tanınır. Bunun nedeni, doğu seferlerine çıkarken ordunun burayı ilk menzil noktası olarak kullanmasıdır. IV. Murad Bağdat seferine (1638) çıkarken, ordu buradan hareket etmiş ve istanbul ayanı tarafından bu menzilden uğurlan-mıştır. Bundan sonradır ki ordunun izlediği yol Bağdat Caddesi(->), çeşme de Ayrılık Çeşmesi olarak adlandırılmıştır.
Çeşme 17. yy'm başlarında şimdi yok olmuş bulunan bir namazgahın kıyısına inşa edilmişti. Namazgahın bir diğer tarafında da, bugünkü Bağdat Caddesi boyunca bir hazire meydana gelmiştir. Bu hazirede önemli şahsiyetler gömülü olmakla birlikte, bakımsızlıktan taşları çalınmış ve mezarların çoğu yok olmuştur.
Ayrılık Çeşmesi mimari açıdan klasik Osmanlı üslubunun basit bir örneğidir. Küfeki taşından inşa edilmiş, haznesiz bir yapıdır. Kaş kemerli ayna nişinde iki kitabe yer alır.
Birinci kitabe 1154/1741-42 tarihlidir ve iki kıta halinde manzum halde yazılmıştır. Tarih beyti, Geldi bir hayr ehli tarihin dedi / Pak ihya eyledi Ahmed Ağa 1154, şeklinde, ikinci kitabe ise bunun altında ve tek satırdır; "Dürriye Sultanın rûhiçün el fatiha 1340".
Ayna taşı yüzeysel bir sivri kemer motifi ile bezelidir. Musluk kopartılmış olduğundan akmaz haldeki çeşme, cephesinin iki kenarı yuvarlak sütunçeli o-lup, başlıkları stalaktiktir. Tanışık'a göre üç yalaklı olan yapının bugün ayna altındaki tek yalağı içi toprak dolu olarak durur. Diğerleri -ki Tamşık'taki resimden bunların çeşmenin sağ ve solunda uzanan hayvan sulama yalakları olduğu anlaşılır- yok olmuştur.
Bibi. İSTA, III, 1631; S. Eyice, "Ayrılık Çeşmesi", İA, IV, 284; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 346; S. Eyice, "Istanbul-Şam Bağdat Yolu Üzerindeki Mimari Eserler", TD, 13, s. 90-92; M. K. Özergin, "Üsküdar Bostancıbaşı Derbendi Güzergâhı Mimarî Eserlerinin Kitabeleri", TD, 13, s. 121-123.
ZiYA NUR SEZEN
ÇEŞMESİ_MEZARLIĞI'>AYRILIK ÇEŞMESİ MEZARLIĞI
Kadıköy'de Rasimpaşa Mahallesi'nde, Acıbadem yolu üzerindeki Yıldızbak-kal'dan başlamakta ve tren hattına paralel uzanarak Ibrahimağa'da Ayrılık Çeşmesi ve namazgahı yanında sona ermektedir. Adını Ayrılık Çeşmesi ve namazgahından alır. Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı 1934 tarihli İstanbul Rehberi'n-deki haritaya göre Ayrılık Çeşmesi Sokağı ile Taşköprü Caddesi ve bu cadde
ile Hasanpaşa Mezarlık Sokağı arasında bulunan iki ayrı yapı adasında iki parça halinde uzanıyordu.
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı, Üsküdar' dan başlayıp Kızıltoprak'a kadar uzanan büyük Karacaahmet Mezarlığı'nın günümüze kalabilen son ucudur. Anadolu yakasının bu çok geniş sahaya yayılan mezarlığı ayrı adlar alarak, arada boşluklar ile tarihi Bağdat yolu boyunca devam etmekteydi. Bağdat yolunun önemli menzil noktalarından biri olan Ayrılık Çeşmesi ve namazgahından itibaren hafif bir yokuş şeklinde yükselen arazide, Bağdat yolunun iki yanında Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı uzanıyordu. Bugünkü Yıldızbakkal'ı atladıktan sonra tekrar aşağıya inen yamaçta Söğütlüçeş-me, daha ileride Mahnıud Baba mezarlıkları bulunmaktaydı. Yoğurtçu Dere-si'nden sonra da yine küçük bir mezarlık yer alıyordu. Son otuz-kırk yıl içinde bu kabristanların hepsi yok olmuştur. Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın ise Ibrahimağa tarafında Bağdat Caddesi'nden inerken sol yanda tren yolunu izleyen parçası müstakil bir mezarlık halinde iskân bölgesinin içinde kalmıştır. Sağ taraftaki bölümden hiçbir iz kalmamıştır. Sadece gecekondular arasında duran birkaç servi ağacı burada bir zamanlar mezarlık bulunduğunun işaretidir. Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın tren yolu tarafındaki kısmı da aynı kadere uğramakta, hattâ içine gecekondular yapılmakta iken 1970'li yıllarda Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'nun müdahalesiyle bir ölçüde kurtarılmıştır. Kurum buradaki gecekonduları yıktırmış, kırık ya da toprağa gömülmüş mezar taşlarını (şahide) çıkartarak dikilebilecek durumda olanları diktirmiş ve mezarlığa demir parmaklıklar yaptırmıştı.
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nda genellikle saraya mensup kişilerin kabirleri bulunmaktadır. Bugün pek az bir parça-
sı kalabilen mezarlıkta mevcut mezar taşları da yarı yarıya gömülmüş, bir kısmı parçalanmış, büyük bir kısmı da bitki örtüsü altında kaybolmuş durumdadır. Sahiplerinin unvan ve adlarıyla vefat tarihleri tespit edilebilen taşların incelenmesi sonunda Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın 18. yy sonlarına doğru oluşmaya başladığı ve 20. yy başlarına kadar buraya defin yapıldığı anlaşılmaktadır.
Mezarlığın Acıbadem yolu ile Bağdat Caddesi'nin kesiştiği bölümünde tuğla duvarla çevrili bir sofa yer alır. Mezarlıktaki birçok önemli şahsiyetin hüviyetleri Mehmed Raif Bey'in Mir'at-ı İstanbul adlı kitabında yer almıştır.
SEMAVi EYlCE
AYŞE HATUN ÇEŞMESİ
Üsküdar'da Duvardibi'nde Karacaahmet Mezarlığı'nın Tunusbağı Caddesi tarafındaki bölümünün duvarına bitişiktir.
Ampir üslubunda ve bir sütun şeklindeki çeşme 1209/1794-95 tarihlidir. Rodoslu Hasan Efendi'nin kızı olan Ayşe Hatun tarafından yaptırıldığı kitabesinden anlaşılır.
Tek parça mermerden inşa edilen çeşmenin tepesinde "Maşallah" yazılı bir bölüm ve üstünde sonsuzluğu^ sembolize eden alem niteliğindeki küçük bir küre yer alır. Bunun altındaki bölüm ise "Ve min el-maî külli şey'in hayy" ayet-i kerimesine ayrılmıştır. Cephenin iki kenarı boyunca bir bitki motifli süsleme kuşağı aşağı kadar iner. Bunlar stilize akantus yaprakları altında paye biçimli süslemelerdir. Bunların arasında cephenin ortasında istiridye motifi olarak adlandırılan antik kökenli bir süsleme bulunur. Bunların altında bir silme ile sınırlandırılmış üçüncü bölümde, iki yanda birer sütun-çe arasına dört satırlık kitabe yerleştirilmiştir. Kitabenin üst tarafında kitabe imzası olarak "Muhammed Kâşif" adı okunur. Kitabe metni ise şöyledir: "Beray-ı
Ayşe Hatun Çeşmesi
Erkin Emiroğlu, 1981
şâdânî-i rûh-ı sâhibetü'l hayrat merhû-. me Ayşe Hâtûn binti Hasan el-Rodosî rûhiçün el-fâtiha Sene 1209".
Burada tarih sırasının iki yanında birer rozet yer alır. Bu bölümün altında ise bereketi sembolize eden üzümlerin kabartma olarak işlendiği bir başka bölüm göze çarpar. Bugün yok olmuş bulunan teknenin ve musluk bölümünün hemen üzerinde küçük bir dal kıvrım yaparak burayı ikiye ayırır.
Çeşme bugün sağlam olmakla birlikte, arkasındaki mezarlığın yüksek kotunun baskısı ile bir miktar yerinden oynamıştır.
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 396; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 79-80.
ZiYA NUR SEZEN
AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ
Şehzadebaşı'nda Şehzade Camii'nin, Belediye Sarayı karşısındaki avlu kapısının sağında yer alır.
Çeşme, t. H. Tanışık'a göre 1012/ 1603-04 tarihinde III. Murad'in kızı Ayşe Sultan (ö. 15 Mayıs 1604) adına kocası ibrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ancak ibrahim Paşa 1011/1602 tarihinde ölmüştür. Kitabelerde ise tarih 1012' dir. Ayrıca kitabe metninde ibrahim Paşa'nın ruhuna dua istenmektedir. O tarihte hayatta olsa idi, böyle denmeyecekti. Böylece çeşmenin Tanışık'ın dediği gibi İbrahim Paşa tarafından değil, hanımı Ayşe Sultan tarafından kocasının ruhu için yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yine Tanışık'ın dediği Rumi takvim hesabının da doğru olmadığı kesindir.
AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ
490
491
AYVANSARAY
Ayşe Sultan Çeşmesi, Şehzadebaşı
Nazını Timuroğlu, 1963
Hazneli bir çeşmedir. Sırtı caminin avlu duvarına bitişik ve üç cephelidir. Sağ cephe mermer kaplı, sol taraf ise kesme taştır. Bu tarafın restorasyonlu olma ihtimali yüksektir. Ana cephenin iki köşesi yuvarlak sütunçelerle yumuşatılmıştır. Vaktiyle yapının tümüyle mermer kaplı olduğu anlaşılır. Ancak zamanla kötü kaliteli mermerler kırılmış ya da dökülmüş, yerleri taş ile restorasyona tabi tutulmuşlardır. Ayna nişi iki yanda keskin köşeler yaparak cepheye oturur. Kemeri yuvarlaktır ve içeride daha sığ, basık bir kemer ile arasındaki kavsarası tavus kuyruğu motifi denilen tarzda düzenlenmiştir. Ayna bunun dışında sadedir. Musluğun çevresi boyuna dikdörtgen bir silme ile çerçevelenmiştir. Bu bölümün üstünde, basık kemerle arasındaki boşlukta yüzeysel beşgenlerden oluşan bir bordur ve altında sekiz mısra-lık bir kitabe yer alır. Şair Hükmî'ye ait kitabenin tarih beyti şöyledir: "Oldu İbrahim Paşa ruhu için sayilâb 1012".
Ayna nişinin yuvarlak kemerinin tepesinde cephe boyunca tek kıtalık bir diğer kitabe ile, bunun da üstünde ortada bir tuğralık bulunmakta ancak içi boş durmaktadır. Buradaki kitabenin tarih beyti ise: Hükmiyâ söyler dehan-ı lülesi tarihini/ İçin İbrahim Paşa ruhuna eyleyin dua 1012 şeklindedir.
Saçak yine beşğenli bordur ile iki kademeli bir silme halinde yapıyı çevreler. Çatısı taştır ve dört eğimlidir. Çeşme bugün akmamaktadır. Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 54-56.
ZİYA NUR SEZEN
AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ
Üsküdar'da Imrahor Caddesi'nden Ayazma Camii'ne ayrılan yolun köşesinde, İmrahor Camii karşısındadır.
Tamamen mermerden, hazneli ola-
Ayşe Sultan Çeşmesi, Üsküdar
Ziya Nur Sezen, 1993
rak inşa edilmiş olan yapı kitabesine göre 1007/1598-99 tarihinde I. Süleyman'ın (Kanuni) torunu ve III. Murad'm kızı Ayşe Sultan (ö. 15 Mayıs 1604) tarafından 1598/99'da yaptırılmıştır. Celi sülüs hatla kaleme alınmış kitabesi tek beyit halindedir ve bir satıra yazılmıştır. Kemerin tepesi ile saçak arasında yer alan kitabenin tarih bölümü şöyledir: "Zülâl-i çeşme-i aynü'l-hayât 1007".
Vaktiyle çeşmenin arkasında mevcut hazire yok olduğundan burası belediye tarafından düzenlenerek park haline getirilmiştir.
Çeşmenin haznesi kesme taştan yapılmıştır ve dardır. Mermer cephe hazne cephesini tümüyle kaplamaz. Bunun sol tarafında haznenin kesme taşları izlenebilir. Bu yöndeki yan cephenin saçağında daha önceden var olan bir ahşap sundurma örtüsünü taşıyan parçalar bugün durmaktadır. Yapının üstü düz bir örtüye sahiptir.
Ayşe Sultan Korusu
Faik Yaltmk, 1993
Yapının arka cephesi sonradan yapılan tamir sırasında kesme taş-tuğla karışımı bir örgü ile süslü bir cephe haline konmuş, ancak bu, çeşmenin özgün yapısı ile bağdaşmamıştır.
Klasik Osmanlı mimarisi üslubundaki çeşmenin ayna kemeri iki renkli (kırmı-zı-beyaz) taş işçiliğinin de güzel bir örneğidir. Kemer alınlığında, iki yanda palmetli rozetler bulunur. Kemer ince bir silme ile kademelendirilmiştir. Ayna üzerinde de musluk çevresini sınırlayan bir dikdörtgen silme yer alır. Bunun içinde ise bitki motifleriyle süslemeli kabartmalar göze çarpar.
Yalak yekpare mermer olup, gömüldüğü için cephesindeki süsleme bugün bir miktar görülebilir. İki yanındaki kovalık sekileri durmaktadır. Ancak bunlar da yol hizasına kadar gömülmüşlerdir. 1940'h yılların başında aktığı bilinen çeşmeye bugün şehir şebekesinden su verilmiştir.
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 262; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 15-16.
ZİYA NUR SEZEN
AYŞE SULTAN KORUSU
Bebek-Rumelihisarı arasındaki sahil yolundan Boğaziçi Üniversitesi korusuna ve kampusuna doğru yükselen güneydoğu ve kuzeydoğuya bakan yamaçlar, tepecikler ve vadilerden oluşan oldukça dik eğimli bir arazi parçası üzerindedir. Alanı yaklaşık 60-65 dönüm kadardır.
Adı koru ile bütünleşen Ayşe Sultan (Ayşe Hamide Osmanoğlu), II. Abdül-hamid'in kızıdır. 1886'da İstanbul'da doğmuş, özel öğrenim görmüştür. İlk evliliğini sonradan Suriye cumhurbaşkanı olan Damat Ahmed Nâim Bey ile yapmış, daha sonra Müşir Rauf Paşazade Kurmay Albay Damat Mehmed Ali Bey ile evlenmiştir. Hanedan mensubu olduğu için Cumhuriyet'in ilanından sonra 1924'te yurtdışına çıkmak zorunda kalmış, Paris'e gitmiş, 1952'de Türkiye'ye dönmüş, 19öO'ta İstanbul'da vefat etmiştir.
Ayşe Sultan, mülkü olan koruyu, 1942' de, henüz Avrupa'da yaşarken, İstanbul'
da güvendiği bir yakınının aracılığıyla Sami Ozan'a (Serozan) satmış, 1960 sonrasında da koru parsellenerek İstanbul' un zengin ve tanınmış kişilerine satılmış, üzerine ilk olarak 20 kadar iki-üç katlı villa, ev veya apartman inşa edilmiştir. Korunun içinde bulunan balta yontusu, meşe lata ve kalaslarla inşa edilmiş, tek katlı, 38 odalı, iç ve dış duvarları bağdadi ve sıvalı, kireç badanalı köşk, daha 1958'de yıktırılmış, 1960 sonrasında, inşaat alanı haline gelirken de ağaçların çok büyük bölümü kesilmiştir. Görgü tanıkları, 80-90 cm çapındaki ulu, yaşlı çamların kesildiğini anlatmaktadırlar.
Bugün Ayşe Sultan Korusu'nun yerinde bir mahalle oluşmuş, koru yok olmuştur. Ancak ev ve apartmanların çevresindeki müşterek alanlar üzerinde, korudan arta kalmış ağaçlar, örneğin, yaşlı fıstık-çamlan, mavi atlas sedirleri, Himalaya sedirleri, serviler, erguvanlar, defneler, ceviz ağaçları, acemdutları, dişbudak ve kokarağaçlar, dağ akçaağacı Boğaz'da her yerde pek rastlanmayan yaşlı Macar meşesi (.Quercusfrainetto), karayemişler, sakızağaçları, akçakesme ve karaağaçlar mahalle sakinleri tarafından bir ölçüde korunmaktadır. Ayrıca mülk sahipleri, kendi evlerinin bahçelerine manolya, at-kestanesi, morsalkım, kırmızı yapraklı sü-seriği, porsuk, mavi ladin, mavi göknar, Uludağ göknarı, oyaağacı, gülibrişim, zakkum, ağlayan kadın kalbi (calycant-hus), Trabzon hurması, kelebekçalısı gibi süsleme değeri olan ağaç ve çalıları dikmişlerdir. Ayşe Sultan Korusu, günümüzde orman görünümünü yitirmiş, yeşillikler içindeki bir mahalleye dönüşmüştür. FAİK YALTIRIK
AYTAÇ, HÂMİD
(1891, Diyarbakır - 19 Mayıs 1982, İstanbul) Hattat. Asıl adı Şeyh Musa Az-mi'dir. 30 yaşlarına kadar yazılarında Azmi imzasını kullandıktan sonra Hâ-mid adını almış ve ölümüne kadar onu kullanmıştır. Babası kasap Zülfikâr Efen-di'dir. Dedesi ise, Tuhfe-i Hattatın adlı hattatlar tezkiresinde adı geçen Âdem-i Âmidî'dir (Diyarbakırlı Âdem).
Aytaç, ilk ve orta öğrenimini Diyarbakır'da yaptı. Diyarbakır İdadisi'ni bitirdi. 1908'de İstanbul'a gelerek Hukuk Mektebi'ne kaydoldu ise de sanata olan merakı dolayısıyla bir yıl kadar sonra ayrılıp Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Okulu) resim ve hakk (oymacılık) şubesine girdi. Hayatını kazanma zorunluluğu karşısında burayı da bıraktı.
Yazı sevgisini Diyarbakır'da sıbyan okulunda, sonradan Diyarbakır milletvekili olan Mustafa Akif Tütenk'ten aldı. Askeri rüştiyede Hoca Vâhid Efendi'den rık'a ve jandarma kolağalarından Ahmed Hilmi Efendi'den sülüs yazı meşketti. İdadide de yazı öğretmeni akrabası Ab-düsselâm Efendi'den istifade ederek yazısını geliştirdi; İstanbul'a geldiğinde fırsat buldukça devam ettiği Nazif Bey'den celi sülüs; Kâmil Akdik'ten(-0 sülüs ve nesih yazarak eksiklerini tamamladı. İ. Hakkı Altunbezer'den(->) tuğra çekmeyi öğrendi. Hulusi Yazgan'dan bir miktar talik yazdı. Çok kabiliyetli olduğu için her türlü yazıda ilerledi. Bir aralık Hase-ki'de Gülşen-i Maârif Mektebi'nde resim ve yazı öğretmenliği yaparken hattat Halim Özyazıcı'mn(->) yetişmesinde rolü oldu. 1914'te Mekteb-i Harbiye Matbaası, daha sonra da yazı hocası Nazif Bey' in ölümü üzerine Erkân-ı Harbiye Matbaası hattatlığına geçti. Burada yedi yıl çalıştıktan sonra kendi isteği ile ayrılıp 1920'de "Hattat Hâmid Yazı Evi" adında bir yer açtı. Nuruosmaniye'deki dükkânını altı ay sonra Babıâli Caddesi'nde Reşid Efendi Hanı'na taşıdı. Orada yazı, etiket, kartvizit ve çinkografi işleriyle meşgul olmaya başladı. Daha sonra kendini yalnızca yazıya verdi ve 1980'e kadar burada çalıştı.
Hâmid Bey, geçim kaygısı yüzünden hocalarından düzenli ders görmemesine rağmen yeteneğiyle çağımızın en kudretli hat sanatçısı oldu. Şöhreti, İslam ülkelerine yayılmıştı. Birçok öğrenci yetiştirmiştir ki en tanınmışları Halim Özya-zıcı, Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu'dur. Eserleri sayılamayacak kadar çoktur. İki Kuran yazmıştır. Bunlardan biri Almanya'da ve Türkiye'de basılmıştır. İstan-
Hâmid Aytaç
çalışma
odasında.
Erkin Emiroğlu
bul'da Şişli, Söğütlüçeşme, Moda, Kartal, Pendik camileriyle Eyüb Sultan Camii kubbe yazısı onun eseridir. Şişli Ca-mii'nin ana kapısı üstündeki müsenna yazı bir şaheserdir. Sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi yazıda Mustafa Rakım, ta'likte Yesârîzade Mustafa İzzet, rık'ada Mehmed İzzet Efendi yolundadır.
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 119-123; Rado, Hattatlar, 267-268; TDÜA, I, 542; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982; M. Z. Kuşoğlu, "Köprü İnsanlardan Hattat Hâmid Aytaç ve İmzalan", Kaynaklar, 6, 1988, s. 29-32; A. Alparslan, "Hattat Hamid'in Kaybının Düşündürdükleri", Milliyet, 8 Temmuz 1982; M. H. Subaşı, "Aytaç, Hâmid", DlA, IV, s. 287-289.
ALİ ALPARSLAN
AYVANSARAY
İstanbul'da tarihi yarımadanın kuzeybatısında, kara surlarının Haliç surlarıyla birleştiği köşede yer alan ve Fatih İlçesi sınırları içinde bulunan tarihi semt. Ay-vansaray Karabaş, Atik Mustafa Paşa ve Abdülvedud mahallelerinden oluşur. Ba-lat'tan Eyüp yönüne giden Demirhisar Caddesi, Kalafatçı Hüsnü Sokağı kavşağında sona erer ve buradan itibaren Ay-vansaray Caddesi, Haliç surları ile deniz arasında uzanarak 1980'li yıllara kadar gemi ve teknelerin yapıldığı Kalafat Meydanı'na ulaşır. Ayvansaray vapur iskelesi de buradadır. Yavedut Caddesi, Ayvansaray Caddesi'nin Eyüp'e doğru devamını oluşturur. Arazi Ayvansaray Caddesi'nden batıya, Ayvansaray semtinin üst kısmındaki Tekfur Sarayı'na doğru oldukça dik bir biçimde yükselir. Kimi merdivenli dar sokaklar, yer yer hâlâ rastlanan eski, mütevazı İstanbul evleri ve Bizans ya da Osmanlı döneminden kalma harap vaziyetteki anıtlar semtin genel manzarasını oluşturur.
Ayvansaray adının kökeni konusunda değişik tezler vardır. Bunlardan biri, Osmanlı döneminde semtteki bazı Bizans mahzenlerinde, sıcak ülkelerden getirtilen hayvanların barındırılması nedeniyle halk arasında kullanılmaya başlayan "hayvan sarayı" deyiminin zamanla bozularak Ayvansaray'a dönüştüğünü iddia eder. Bir başka tez, buradaki Bizans sarayının "kemerli yüksek bina" anlamına gelen "eyvan" sözcüğüyle "Eyvan Sarayı" olarak anıldığını ve giderek Ayvansaray adının oluştuğunu ileri sürer. 18. yy Ermeni yazarı P. ğ. İnciciyan(->) semtin adının "Ayios Mamas"dan geldiği kanısındadır. Türkolog J. H. Mordtmann ise Ayvansaray adının Eyyüb Ensari'den geldiğim, Eyüp'e giden yolun başında surlarda açılan bir gediğe verilen "Eyyüb Ensari Kapısı" adının zamanla "Ayvansaray Kapısı"na dönüştüğünü ileri sürmüş, Evliya Çelebi de 17. yy'da bu kapının adını "Ayyub Ansari" kapısı şeklinde yazmıştır.
Ayvansaray, Bizans ve Osmanlı devirleri tarihinin kucaklaştığı semtlerden biridir. Semt, Arap kuşatmaları sırasında burada şehit olanlar (bak. Sahabe) nedeniyle İslamiyet açısından da önem ka-
AYVANSARAY
492
493
AYVANSARAY
Haliç Köprüsü'nden Ayvansaray'ın görünümü. Araş Neftçi, 1989
zanmıştır. Bu nedenle Ayvansaray'da her uygarlığa ait tarihi kalıntılara, Bizans sarayının set duvarlarına, mahzenlere, surlara, kilise ve ayazmalara, türbe ve kabirlerle cami ve mescitlere sık sık rastlanır.
Dostları ilə paylaş: |