I u n d e n bugüN


AKINTILAR 158 159 AKİDE ŞEKERİ



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə39/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   129

AKINTILAR

158

159

AKİDE ŞEKERİ

akide şekeri ikram edilmesi de yerleşti. 19. yy ortalarına doğru ise ağdanın mermer tezgâh üzerinde çubuk biçimine getirilip köşeli, yuvarlak beyzi doğranması ile "Hacıbekir kesimi" denen akide türü ortaya çıktı. İstanbulluların pek sevdiği akide, sade, fındıklı, fıstıklı, tar-çınlı hattâ kakaolu türleriyle Anadolu'ya da yayıldı. Günümüzde de İstanbul'da akide şekeri imal edilmektedir. Bibi. Es'ad Efendi, Teşrifat-ı Kadime (tıpkı basım), İst., 1979, s. 70-71; Uzunçarşılı, Kapıkulu, I, s. 178-179; Remzi, Lugat-ı Remzî, I, ist., 1305, s. 881; (Altınay), Onaltınca Asırda, 178-179; M. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst., 1983, s. 101.

NECDET SAKAOĞLU

Boğaziçi akıntıları: 1. Yüzey (O m), 2. dip (30 m), 3. dip (60 m) akıntıları. İstanbul Ansiklopedisi

akıntı Boğaz'da bir yüzey akıntısı olarak belirir. Karadeniz'in az tuzlu sularını (yüzde 20'den az) taşıyan yüzey akıntısı Boğaz'da burunların önünden geçer ve sıkışma alanlarında hızı artar. Bu hız ortalama olarak saniyede 0,90 m'dir (saatte 3,2 km). Kandilli önlerinde saniyede 1,45 m (saatte 5,2 km) hızı olan yüzey akıntısı, rüzgârlı havalarda saatte 9-10 km'ye ulaşabilir. Koylar içinde ise ters yönde yer değiştiren ve sonunda ana akıntıya tekrar katılan hafif karşı akıntılar görülür.

Alt akıntı, Boğaz boyunca uzanan kanalı izleyerek Karadeniz'e ulaşırken, Boğaz'ın kuzeyinde yer alan bir topukla kısmen de olsa sınırlanır. Alt akıntının hızı üst akıntıdan daha az ise de, maksimum hızı yine saniyede 1,22 m'yi (saatte 4,4 km) bulur. Normal durumlar dışında ise akıntıların rejiminde birtakım değişiklikler olur. Şiddetli ve sürekli kuzey rüzgârları sırasında üst akıntının hızı çok artar. Bu arada Boğaz'dan geçen suyun hacmi de artar. Karadeniz'den gelen sular bütün Boğaz oluğunu doldurarak alt akıntının Boğaz'a girmesini önler. Şiddetli güney rüzgârları (lodos) sırasında ise, kabaran denizin suları Boğaz'ın güney ağzından içeri girerek üst akıntıyı itmekte ve alt akıntı ile birleşmekte, böylece Boğaz oluğu tek bir su kütlesi ile kaplanmaktadır. Yılda birkaç defa tekrarlanan ve istanbul Boğazı'nda oldukça acık bir şekilde görülen üst akıntının güney-kuzey yönünü alması olayına orkoz adı verilmektedir.

İstanbul Boğazı'nda su alışverişi konusunda ilk çalışmalar 19. yy'da başlamış olup Makarov'un çalışmalarını Alman araştırmacı Merz'in ayrıntılı çalışmaları izlemiştir. 1917'de yapılan çalışmalar daha sonra Möller tarafından yayımlanmıştır. Ullyot ve İlgaz'ın, İstanbul Boğazı ile ilgili araştırmalarında Bo-ğaz'daki su hareketleri üzerine geliştirdikleri hipoteze göre sular Marmara De-nizi'nin derinliklerinden ayrılıp, çok tuzlu alt akıntıyı meydana getirerek kuzeye doğru akmakta, ancak Karadeniz'e ulaşmadan üst akıntıya karışarak tekrar Marmara Denizi'ne dönmektedir. Araştırmacılar Boğaz'daki bu özelliğin, Azak Denizi'ndekinin bir benzeri olduğunu da belirtmektedirler. Aynı araştırmacılara göre, Boğaz'ın kuzey ağzında bulunan, Avrupa kıyısından Asya kıyısına kadar uzanan ve en fazla derinliği 50 m yüksekliğindeki bir eşik, Karadeniz'in alt kısımlarından gelen suların Boğaz'a girmesine de engel olmaktadır. Konuya eğilen uzmanlardan Wodjanitzzky ise Ullyot ve İlgaz'ın Boğaz'daki su alışverişi konusundaki tezlerine karşı çıkarak, soruna su dengeleri acısından yaklaşmak gerektiğini savunmuştur. Bibi. P. Ullyot-O. İlgaz "istanbul Boğazı'nda araştırmalar II, Boğaz'daki su hareketleri üzerine yeni bir hipotez", Türk Coğrafya Dergisi, S. 5-6, 1944; ay "istanbul Boğazı'nda araştırmalar I, Karadeniz Boğazı'mn coğrafi ve hidrolojik durumunun incelenmesi", ae,

1. 1945; ay "İstanbul Boğazı'nda araştırmalar III. Senelik Sühunet ve Tuzluluk devresi", ae, S. 7-8, 1945; O. İlgaz, "Karadeniz'den istanbul Boğazı'na giren sular hakkında bazı notlar'', ae. S. 7-8, 1945; M. Tuncel, Marmara Bölgesi Coğrafyası, İst,. 1981; A. Bakkalsali-hoğlu-H. Yüce, "istanbul Boğazı Beykoz koyunda denizdibi sediment dağılım özellikleri", İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Bülteni l, 1984; H. Yüce "Karadeniz dip tuzluluğunun değişimi", ae 2,

198'' MERAL AVCI

AKİDE ŞEKERİ

Bir yeniçeri geleneğinden, İstanbul'a özgü şekerleme türleri arasına girmiştir. Akide sözcüğü, inanç, bağlılık, birbirinden ayrılmamak, yapışmak anlamındadır. Bir tür sert ve yapışkan şekerin yetkililere sunuluşu, yeniçerilerin devlete bağlılığına kanıt sayıldığından adına akide şekeri denilmiştir.

Ulufe divanı günü yeniçerilere üç aylıkları dağıtılır ve saray avlusunda fodla, çorba, zerde ve pilavdan oluşan bir yemek verilirdi. Bu tören içinde yer alan "akide merasimi" ise, kapıkulu askerlerinin aldıkları aylıktan ve yedikleri yemekten hoşnut kaldıklarını gösteren basit fakat ilginç bir ara törendi. Osmanlı kanunnamelerine göre, ulufe divanının bu aşamasında, sadrazam ile divan-ı hümayun üyeleri ilkin askerin yemeğinden tadarlar, fodlayı kontrol ederlerdi. Bundan sonra kendilerine muhzır ağa,, asesbaşı ağa ya da kul kethüdası tara-î fından tabaklar içinde şekerler sunulur- l du. Bu, askerlerin bir şikâyetlerinin bu- \ kanmadığına kanıttı. Dolayısıyla şeker '• tabaklarının divana getirilmesi herkesi rahatlatırdı. Saray helvahanesinde özel olarak hazırlanan ve işlevinden dolayı akide denen bu şekerler, dirhem (3,2 gr) hesabınca ve mangır (bakır para) biçiminde hazırlanıyordu. Akide şekerinden, sadrazama 500, vezirlere, yeniçeri ağasına, sekbanbaşıya 300-200, başçavuş, yeniçeri kâtibi, zağarcıbaşı, sam-soncubaşı, kethüdayeri, başyayabaşı, turnacıbaşı vb ocak ağalarına 50-20, daha alt düzeydeki ocak subaylarına da 15-5 dirhem miktarında akide verilmesi ocak yasası gereğiydi. Bu işlem bittikten sonra Divanhane önünde feth-i şerif (Fetih Suresi) okunurdu.

Bu saray ve ocak geleneği nedeniyle, İstanbulluların akide şekerini, kent güvenliğinin ve huzurunun bir simgesi gibi gördükleri söylenebilir. İmali basit olan (eritilip ağdalanmış ve tartarik asit katılmış sakkaroz) akide şekeri, İstanbul şekercileri tarafından içerisine tarçın, karanfil, türlü baharat, zararsız boya ve koku maddeleri katılarak değişik biçimlerde imal ediliyordu. Şekerci esnafı örgütüne bağlı olmaksızın akideyi kaçak yapıp satanlar da vardı. 26 Safer 9907 22 Mart 1582 tarihli İstanbul kadısına yazılan bir hükümde, şekerci esnafının ehl-i hibre ve yiğitbaşılarının, İstanbul'da "koltukçu"larm çoğaldığını, şehre gelen şekeri bunların alıp akide etmekle şeker fiyatlarının yükseldiğini, okka-

Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir şekerci dükkânı ve akide kavanozları ( üstte), geleneksel kavanozları içinde çeşitli akide şekerleri (altta). Necdet Sakaoğlu (üst), Bünyad Dinç, 1992 (ali)

sının 30 akçeden 45-50 akçeye çıktığım şikâyet etmeleri üzerine, koltukçuluğun yasaklandığı bildirilmiştir.

1640'a ait narh defterindeki kayıtlardan aktar ve şekercilere verilen narhlar arasında tarçın, karanfil, anason, amber, gül, kişniş, saray bademi, frengi badem, peynir şekerlerinin .yanında sade akidenin 5 dirhemi için bir akçe, mümessek (kokulu) akidenin 4 dirhemine bir akçe narh konduğu görülmektedir ki akide, değerce, sayılan diğer şekerler düzeyindeydi.

17. yy'da yaygınlaşan mevlit geleneğinde, müminlerin, Allah'a ve peygambere içten bağlılıklarının göstergesi olarak kokulu şurup ve şerbetlerin yanında

1

AKİNDİNOS, GREGORİOS

160

r

161



AKSARAY

AKİNDİNOS, GREGORİOS

bak. PALAMÎSM



AKÖZER, AIİ SAMİ

(3 Şubat, 1866, Rusçuk [bugün Bulgaristan 'da] - 1936, istanbul) Ressam ve fotoğrafçı. Halil Kamili Paşa'nın torunu, Hacı Şefik Mevlevi'nin oğludur. Ailesi Üsküdar Beylerbeyi nüfusuna kayıtlı olan Aközer, Mühendishane kayıtlarında "Üsküdarlı Ali Sami" diye geçer. 1886'da Mühendishane-i Berri-i Hümayun'u bitirdi. Okulda resim ve fotoğraf öğretmeni olarak görevine başladı. Şehzade Burhaneddin Efendi'ye uzun zaman fotoğraf ve resim dersleri veren Ali Sami Bey, sarayın fotoğraf hocalığını yaptı. Servili Ahmed Emin'in(->) kızı ile evlendi. Bu evlilik fotoğrafçı olan kayınpederi ile birlikte, onun fotoğraf alanında daha da yoğunlaşmasını sağladı. Karakalem ve suluboya resim konusunda da usta olan Aközer, 1892'de kolağası rütbesine yükseldi. 1898'de Alman İmparatoru II. Wilhelm'in, istanbul'u ziyaretinde, Yıldız Sarayı'mn büyük salonunda yapılan karşılama törenini, Yıldız Talimhane'deki geçit törenini fotoğrafla-dı. II. Wilhelm'in Kudüs gezisine de II. Abdülhamid'in emriyle fotoğrafçı olarak katıldı ve istanbul'dan Kudüs'e kadar İmparatoru izleyerek fotoğraflar çekti. Bu fotoğraflar albümler halinde II. Ab-dülhamid'e sunuldu.

Aközer, II. Meşrutiyet'ten sonra Mü-hendishane'deki resim ve fotoğraf öğretmenliğinden ayrıldı. Daha sonra Trabzon Lisesi'nde resim öğretmenliği yaptı. 1935'te İstanbul'a döndü ve burada öldü. Bibi. E. Çizgen, Fotoğrafçı Ali Sami Bey, İst.,

1989.

ENGiN ÇİZGEN



Ali Sami Bey'in Phebus Atölyesi'nde çekilmiş bir fotoğrafı, 1888.

Engin Çizgen

Akritas

Tuzla Burnu istanbul Ansiklopedisi



AKRİTAS

Anadolu yakasında, bugün Pendik'in güneydoğusuna tekabül eden yere Ja-nin'e göre Bizans döneminde Akritas ya da Akra adı verilmiştir. Burada aynı adı taşıyan bir de köy vardı.

Bizans döneminde Akritas ve çevresinde çok sayıda manastır vardı. Bunlardan bazıları Tuzla Burnu yakınındaki adalar üzerinde inşa edilmişlerdi. Anılan manastırlar içinde en eskisi 6. yy'da sözü edilen Ayios Trifon'dur. Bir yarımada üzerindeki kalıntıları ve yakınındaki bir sarnıç yakın zamana kadar görülüyordu.

Tuşburnu açıklarındaki adanın üzerindeki Ayios Andreas Manastırı'nın adına kaynaklarda 9. yy'dan sonra rastlanmaktadır. Yapının birkaç kez restore edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Janin bu manastırın 17-18. yy'lara kadar yaşadığım söyler. Bir üçüncü manastır olan Ayios Teotokos deniz kenarında inşa edilmişti. Kalıntıları son zamanlara kadar görülüyordu. Ayios Demetrius Manastırı 1923 yılına kadar var olan bir Rum köyü içindeydi. Ayia Glikeria Manastırı ise aynı adlı küçük bir ada üzerine yapılmıştı. Tarihçi Zonaras vakayinamesini 12. yy'da bu manastırda yazmıştı. Adı geçen manastırın ve yakınındaki sarnıcın kalıntıları da yakın zamana kadar duruyorlardı. Bibi. Janin, Englises et monasteres.

DOĞAN KUBAN

AKROPOLİS

Bütün Yunan kentleri gibi ilk Megara kolonisinin de genellikle bugünkü Top-kapı Sarayı'mn avlularına tekabül ettiği düşünülen plato üzerinde bir akropoli-si, yani bir iç kalesi vardı. Bizantion kenti de Topkapı Sarayı surlarıyla çevrili alanda kurulmuş olmalıdır (bak. Bizantion).

Genellikle antik yazarlardan kent hakkında birçok bilgi ediniyorsak da, ne kentin ne de akropolisinin planlarını açıklığa kavuşturacak herhangi bir arkeolojik veri bugüne kadar bulunabil-miştir. Topkapı Sarayı alanına rastlayan bu alanda sistematik bir araştırma da hiçbir zaman öngörülmemiştir. Eski kaynaklar Akropolis'te Zeus, Atena, Apollon, Poseidon, Afrodit ve Artemis tapınakları olduğunu yazarlar. Bizantion Akropolisi'nin önce sursuz yapıldığı, daha sonra çevresine bir duvar çevrildiği anlaşılıyor.

Bugünkü Topkapı Sarayı alanının topografyası incelendiğinde Bizantion Akropolisi'nin sınırları güneybatı yönü dışında oldukça kesin bir şekilde saptanabilir, ilk koloni kentinin iç kalesinin Topkapı platformunun, güneydoğuda Fatih Köşkü, kuzeybatıda III. Osman Köşkü'nün bulunduğu teras, kuzeydoğuda ise Bağdat Köşkü terası ile belirlenen sınırlar içinde bulunduğu hemen bütün kent tarihçileri tarafından kabul edilmiştir. Bizantion Akropolisi buna gö-

Sarayburnu'nda Akropolis tepesinin doğal yapısı.

Doğan Kuban

re ortalama 8 hektarlık bir alanı kaplıyor ve en uzun kenarı 350 m'yi geçmiyordu. Arazinin binlerce yıl yapı yıkıntı-larıyla dolduğu düşünülürse güneybatıdaki Topkapı Sarayı'mn birinci avlusunun da o zamanki Bizantion Akropolisi'nin platformuna göre göreceli olarak daha yüksekte olduğu söylenebilir.

Bizantion Akropolisi'nin eteklerinde kentin asıl limanı olan Neorion'a doğru resmi yapılar bulunuyordu. Akropolis'in doğu eteklerinde ise bir stadion ve tiyatro yer alıyordu. Topkapı Sarayı'mn kent imgesine yüzyıllarca egemen olan biçimi ve onun arka fonunda bir Bizans anısı olarak yükselen Aya İrini ve Aya-sofya kiliseleri Bizantion Akropolisi'ni hayal etmemizi güçleştirir. Fakat Atina Akropolisi'nden başlayarak Helenistik çağa kadar, örneğin Bergama Akropolisi'ni de göz önüne getirirsek, teraslar üzerinde kademeli olarak yerleşmiş ve doğuya yönelmiş, genellikle dorik üsluplu tapınaklarla silueti belirlenen Bizantion Akropolisi'ni İstanbul'un Boğaz girişine egemen ilk anıtsal çekirdeği olarak tasavvur edebiliriz.

Bibi. E. Oberhummer, Constantinopotis, Ab-riss der Topographie und Geschicthe, Stuttgart, 1899; G. Wissowa, "Byzantion", Pauly's Re-alenzyklopâdie, c. III.

DOĞAN KUBAN



AKROPOIİTES AİLESİ

Bizans İmparatorluğu'nda varlığı 10. yy'dan itibaren bilinen ve çoğu devlet görevlilerinden oluşan, muhtemelen Konstantinopolis kökenli aile. "Akropolis" sözcüğünden türemiş olan aile isminin Bizantion Akropolisi'yle(->) bağlantılı olduğu sanılmaktadır (bak. Akropolis). Nitekim, kaynaklarda rastlanan ailenin en eski üyesinin büyük olasılıkla başkentin akropolisinde mevkilenmiş bir eve sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Devlet görevleri arasında özellikle hazine ve mali işlerden sorumlu memuriyetlere tayin edilen aile üyeleri arasında en ünlüleri 13. yy'da yaşayan Geor-gios Akropolites ile büyük oğlu Kons-

tantinos Akropolites'tir. Her ikisi de çeşitli idari görevlerden sonra devlet hiyerarşisinde oldukça itibarlı bir konumu olan megas logothetes rütbesine yükselmişlerdir.

Bizans İmparatorluğu'nun son hanedanının kurucusu imparator Mihael VIII. Paleologos'la hısımlık bağları olan baba Georgios Akropolites'in (1217-1282) doğum yeri olan Konstantinopolis, yaşamının uzun bölümünde Latin hâkimiyeti altındaydı (bak. Paleologos Hanedanı, Haçlı Seferleri ve Latin imparatorluğu). Dolayısıyla, siyasi yaşamına 1233'te gittiği iznik İmparatorluğu'nda başlayan Georgios, Konstantinopolis La-tinlerden geri alındıktan sonra tekrar doğduğu kente döndü. Zamanının ileri gelen aydınlarından olan Georgios, burada Latin imparatorluğu altında gerileyen Bizans yükseköğrenim kurumlarının yeniden gelişmesine katkıda bulundu ve felsefe, geometri, konuşma sanatı, konularında dersler verdi. Öğrencilerinden biri daha sonra Kıbrıslı II. Gre-gorios adıyla patrik oldu. Devlet adamlığı ve hocalığın yanısıra yazarlık da yapan Georgios Akropolites'in çeşitli eserleri arasında belki de en önemlisi Latin istilası döneminde Konstantinopolis'ten kısmen Iznik'e göçmüş saray ve kent halkının çevresinde geçen olayların aktarıldığı, 1203-1261 yıllarını kapsayan, Chronike Syngraphe isimli tarihi kaynaktır. Aynı zamanda faal bir sanat koruyucusu olan Georgios, 126l'den sonra başkentteki Anastasis Kilisesi'ni o-nartmış ve oğlu Konstantinos'a vasiyetle bırakmıştır.

Babasının izinde yürüyen Konstanti-nos Akropolites (ö. yak. 1324) ise, devlet görevlerinin yanısıra, Anastasia Manastırı'nın kuruculuğunu üstlenmiş, ayrıca çok miktarda aziz biyografisi ile diğer bazı eserler kaleme almıştır.

Çeşitli aristokrat ailelerle evlilik bağlan bulunan Akropolites ailesinin kadın üyeleri arasında, 14. yy'ın başında Kons-tantinopolis'te gayrimenkul sahibi olan, Maria Dukaina Akropolitiaea sayılabilir.

Bibi. D. M. Nicol, "Constantine Akropolites: A Prosopographical Note", Dumbarton Oaks Papers, XIX, 1965, s. 249-256; E. Trapp (haz.), Prosopographisches Lexikon der Pala-iologen-Zeit, Viyana, 1976, I. faş. 517-525.

NEVRA NECİPOĞLU



AKSARAY

Yarımadayı en dar yerinden ve en alçak geçidinden geçerek ikiye bölen ve Haliç'le Marmara kıyılarını birbirine bağlayan berzahın (bugünkü Atatürk Bulvarı) Bayrampaşa (Lykos) vadisi ile kesiştiği düzlükte yer alan semt. Eski Bous (Boğa) Forumu'nun(->) yerinde, Türk döneminin Aksaray semtinin merkezi o-luşmuştur. Bu bölge, Konstantinopo-lis'in kurulduğu günden sonra, bir yandan Roma döneminin en büyük limanlarından biri olan Yenikapı'daki Eleue-terios Limanı'na(->) (sonradan Langa-Ulanka) yakınlığı, öte yandan kentin en önemli yolunun üzerinde oluşu nedeniyle hayati bir ticari merkez ve ulaşım odağıdır. Fetih'ten sonra, ticari işlevini büyük ölçüde yitirmiş olan bu bölgeye, Karamanoğullarmm Ishak Paşa'ya yenilgisinden sonra, Aksaray halkının bir bölümü getirilerek yerleştirilmiş, bundan sonra da semtin adı Aksaray olmuştur.

Vakfiyelere ve tahrir defterlerine göre Aksaray'da Fatih döneminde hepsi mescitlere göre adlandırılmış on iki mahalle görülmektedir. Bu mahalleler alfabetik sırayla şunlardır: Alem Bey Mescidi Mahallesi, Baklalı Kemaleddin Mescidi Mahallesi, Çakır Ağa Mescidi Mahallesi, Gureba Hüseyin Ağa Mescidi Mahallesi, Kemal Paşa Mescidi Mahallesi, Kızıl Minare Mescidi Mahallesi, Kovacı Dede Mescidi Mahallesi, Mesih Paşa (Bodrum Camii) Mescidi Mahallesi, Molla Kestel Mescidi Mahallesi, Murad Paşa Camii Mahallesi, Oruç Gazi Mescidi Mahallesi, Sinekli Mescidi Mahallesi. O dönemde istanbul'da bilinen 262 mahallenin yüzde 5'i oranında bir büyüklük olarak bunun 5-6.000 civarında bir nüfusa tekabül ettiği düşünülebilir. Bu mahalleler yakın zamana kadar yaşamıştır.

Bugünkü Vatan Caddesi'nin yerinde olan Bayrampaşa Deresi'nin 19. yy'a kadar kurumadığı ve bütün yıl olmasa bile bazı mevsimlerde aktığı anlaşılmaktadır. Kauffer'in 1786 tarihli haritasında bu dere görülür. Reşad Ekrem Koçu da 18. yy'da Aksaray'da bir ahşap köprünün varlığından söz eder.

19. yy'a kadar, Bayrampaşa vadisinin surlarla Aksaray arasındaki bölümü bahçe ve bostanlarla doluydu. Bunlar Edirnekapı ile Topkapı arasında geniş bir yeşil alan oluşturuyordu. Aksaray, bu büyük yeşil alanla kentin ana ulaşım aksının buluştuğu yerde olması ve Marmara kıyılarına yakınlığı ile kent içinde gözde bir konuma sahipti. Fakat kentin en alçak alanı olarak, İstanbul platosunun kendine bakan yamaçlarındaki bütün suyu alıyor, bu nedenle de sık sık su baskınlarıyla karşılaşıyordu.

Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği Ayşe



AKSARAY

162

163

AKSARAY

i

Aksaray,1875

Taşbasma

haritalardan

yararlanılarak

1964'te İstanbul

Belediyesi

tarafından

hazırlanan

haritalardan

çizilmiştir.

istanbul

Ansiklopedisi

Aksaray, 1993

istanbul Ansiklopedisi

rişsiz dükkânlarla çevriliydi. Deniz tarafında birkaç sokak üzerinde çarşı alanı bulunuyordu. Bu meydanın Yenika-pı'ya doğru açılan ve Aksaray'dan kalkan tramvayların hareket alanı olan bir cebi vardı. Topkapı'ya ve Yedikule'ye giden tramvay yolları meydandan âdeta küçük ahşap evlere sürünerek çıkardı.

İstanbul gibi Aksaray'ın da değişmesi, Demokrat Parti'nin iktidara gelişinden ve II. Dünya Savaşı sonrası ekonomik ve politik programlarının Üçüncü Dünya'yı ve Türkiye'yi sarsmasından sonra oldu. Bu bölgede yaşayan halkın dağılmaya başlaması ve eski kent dokusunun bozulması Menderes döneminin imar hareketleri sonucudur. Buradaki

rin oturdukları mahallelerdi. Buna karşılık Cerrahpaşa, Kocamustafapaşa, Fatih, Horhor, Laleli gibi iç mahallelerde Türkler yerleşmişti. Aksaray, Hıristiyan ve Müslüman cemaatler arasında bir buluşma meydanıydı. III. Murad döneminden (hd 1574-1595) sonra sürekli karışıklıklar çıkaran ve kontrol edilemeyen 40.000 kadar yeniçerinin büyük bir bölümü Aksaray'da oturuyordu. Eski ocak disiplini bozulduktan sonra bunların birçoğu kışlalar çevresindeki bekâr odalarına taşınmış, kimisi çarşı ve pazarda ticarete koyulmuş, ulufelerini alamadıkları zaman kentte kargaşalıklar çıkarmışlardı. Aksaray'ın kötü şöhreti yeniçerilerin yarattıkları bu anarşi ortamının sonucu

Sultan ve Kara Mustafa Paşa saraylarının varlığına bakarak Aksaray'ın 17. yy'da konut alanı olarak itibarlı bir semt olduğunu söyleyebiliriz. Bu saraylar kurucularının ölümünden sonra, büyük yangınlar sonucu ortadan kalkmış olmalıdırlar. Konumu açısından Aksaray, bir kent yapısının en önemli odaklarından biri, daha sınırlı bir görüş açısından bir semtin merkezi işlev alanı olarak düşünülebilir. Laleli, Fındıkzade, Yenikapı-Langa, Haseki, Saraçhane gibi semtlerle çevrilidir.

Aksaray'ın konumu kentin nüfus dağılımı açısından da ilginçti. İstanbul'un Marmara kıyıları, Samatya'dan Kunıka-pı'ya kadar genellikle Rum ve Ermenile-

1950'lerde Aksaray Meydanı'ndan geçen Topkapı-Bahçekapı tramvayı ve arkada Valide Camii.

Ekrem Işın

olarak görülebilir. Vaka-i Hayriye'den az önce kurulan Eşkinci askeri kurumunun kendilerine zarar vereceğini düşünen yeniçeriler Aksaray'daki Etmeydanı'nda toplanmışlar, kazanlarını bu meydana getirerek başkaldırmışlar ve kente dağılarak yağmaya başlamışlardı (bak. Vaka-i Hayriye). Sonunda yenilerek odalarına sığınan yeniçerilerin Etmeydanı'ndaki kışlaları sarılmış ve o sırada çıkan yangında bu yapılar yok olmuştur.

Vaka-i Hayriye'ye (1826) kadar yeniçeriler kent yaşamında önemli bir öğe oldukları için, Aksaray daima çok canlı ve olaylarla dolu bir semt olarak tanınmıştır. Yeniçeri ocaklarının giderek kontrolden çıkmalarına bağlı olarak Aksaray çevresinde bir yolsuzluk ve fuhuş bölgesi oluşmuştur. Aksaray'ın, Yenibahçe ve Langa gibi halkın çok gittiği bahçe ve bostanlık kent içi mesire yerleri arasında olması, çarşısı, fuhuşla ilişkisi ve kentin tarihi ulaşım aksı üzerindeki yeri, onu ünlü bir semt haline getirmiştir.

Aksaray'ı Osmanlı döneminde tanımlayan ünlü yapılar vardır. Her ne kadar semt bütün tarihi fizyonomisini yitirmiş-se de, yapıların bir bölümü bugüne kadar yaşamıştır. Bunların en önemlisi Fatih'in vezirlerinden Murad Paşa'nın yaptırdığı ve camiini 1471'de bitirdiği Murad Paşa Külliyesi'dir(->). Külliye cami-iyle birlikte bir medrese (1936'da yıkılmıştır), bir hamam (1958'de, Vatan Cad-desi'nin açılışı sırasında yıkılmıştır), Murad Paşa'nın türbesini ve bir hazireyi içerir. Camiin önündeki şadırvan 1622'-de Kara Davud Paşa tarafından yaptırılmıştır. Aksaray'daki diğer bir ünlü yapı, Şehzade Camii yapıldıktan sonra buraya inşa edilen yeniçeri odalarıdır. Bu kışlanın yeri kesin olarak bilinmemekle birlikte, ortasında Etmeydanı Mescidi bulunuyordu. Etmeydanı bu kışlaların

önündeydi. 18. yy'ın sonunda, Kauffer planında Yeniçeri Mahallesi olarak gösterilen bölge, Murad Paşa Camii'nin kuzeybatısında, Bayrampaşa Deresi üzerinde ve Yenibahçe denilen bahçe ve bostanların yanındadır. Böylece kışlaların, bugünkü Ahmediye Camii (Orta Camii, Etmeydanı Camii olarak da bilinir) çevresinde Sofular Caddesi civarında olduğu söylenebilir. Aksaray'ın yakın çağlardaki kimliğini yaratan yapılardan bir diğeri, seçmeci bir sözde-İslami üslupla yapılmış Pertevniyal Valide Sultan Ca-mii'dir (bak. Valide Camii). Aksaray Meydanı'ndan Cerrahpaşa'ya çıkan yolun ağzında ise, R. E. Koçu'ya göre eski bir yeniçeri kolluğunun yerine yapılmış neoklasik üsluplu ve karakteristik bir revakı olan ünlü Aksaray Karakolu vardı (1957'de yıkılmıştır). Eski Aksaray Meydanı'nın Cerrahpaşa yönündeki sınırlarından biri bu karakoldu.

Adnan Menderes döneminin imar etkinliklerine gelene kadar meydan ve çevresinin oldukça yeşil bir görünümü vardı. 1937-1938'de yeni kent düzenlemeleri sırasında yapılan Aksaray Parkı o zamana kadar duran bir bostan üzerinde kurulmuştu. Langa meyhaneleri ve ünlü Yeşil Tulumba Kahvesi gibi eğlence yerleri hep bu bahçeler içindeydi.

Aksaray semtinde yukarıda adı verilen başlıca yapılar dışında mahalle mescitleri, tekkeler, sıbyan mektepleri ve çeşmeler gibi kamu yapılarından bazıları, değişikliklere uğrayarak günümüze kadar gelmiştir.

Aksaray, Cumhuriyet'ten II. Dünya Savaşı sonuna kadar bellibaşlı anıtsal yapılarını, kent dokusunu, konaklarını ve mütevazı evlerini koruyan, 1911 Uzunçarşı yangınından sonra daha çabuk yenilenmiş olan Laleli ile derin bir uykuya dalmışa benzeyen Cerrahpaşa

ve Haseki gibi semtler arasında canlı bir kent ortamıydı. Aynı zamanda bir tramvay terminaliydi ve burada tramvay depoları bulunuyordu. Bu depolar atlı tramvaylar döneminde ahır olarak kullanılan alanlarda yapılmıştı. Aksaray çarşısı büyüktü ve kent içinde ünlüydü. Semt halkının büyük bir bölümü İstanbul yerlisi denilebilecek Müslümanlardan oluşuyordu. Geleneksel yaşamı sürdüren bir sosyal yapısı vardı. Eski Bous Forumu'nun yerindeki Aksaray Meydanı, ortadaki büyük ve bol ağaçlıklı refü-jün çerçevesinde Valide Camii'nin görkemli avlu cephesi ve taç kapısı, Aksaray Karakolu'nun revakmın yanısıra her iki tarafından da kısmen ahşap, göste-

Meydanı ortadan kaldıran köprülü kavşak yapıldıktan sonra Aksaray.



Erkin Emiroğlu

Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin