Ancak, belediye seçimlerinden sonra tümüne düşen görevler var. Önce seçim öncelerinde verdikleri sözleri tutmaları gerek...
*
Bugünlerde cezaevlerinden ne kadar da çok mektup geliyor. Kış yaklaştı, yaklaştı değil geldi çok yerde. Odalarda sobalar kurulmamış, Buca Cezaevi ile ilgili mektupta, okur şöyle diyor:
"... hem, soba kurulsa da hiç bir şey değişmiyor. Koskoca koğuşa etki yapmıyor çünkü. Günde bir teneke kömür veriliyor, sonra soba yemekhanede yanıyor, yatakhane buzhane gibi. Bir konu daha var: Devlet iki battaniye veriyor, istersen buz tut. Dışardan istesek, adı "yasak" Zenginin yorganı el üstünde geliyor, o yasak değil. Fakirin bir battaniyesi görülürse "yasak" diyerek iade edilir. Bu yazdıklarım, burada yapılan ayrımların bir kısmıdır. Eğer dışardan soracak olursanız, yemekler mükemmel, koğuşlar fırın gibi. Bunlar madalyonun ön yüzü kardeşim, ne yapalım bekliyoruz."
Sisler, dumanlar içindeki Ankara'da dört duvar arasında yaşıyoruz. Ancak, canımız çekince şöyle doğayla başbaşa olabileceğimiz bir yerlere çekip gidiyoruz. Onun bile tadı, tuzu yok bunca insan içerdeyken. Ayakları zincirli, kapıları koca kilitlerle kilitliyken. Kim demişti o sözü: En son insan da özgürlüğüne kavuşana kadar bütün insanlık için özgürlükten söz edilemez...
(4 Aralık 1973)
TÜKENMEYİZ KIRMAK İLE!
Anası, Binali Seferoğlu'na şöyle dedi:
- Hay oğlum, kimini astılar, kimini damlara tıktılar, işlerinden attılar çoğunu...
Köylü kadını, durdu oğluna baktı, ekledi:
- Tükenmiyorsunuz, bak...
Oğlu, anlattı anasına:
- Bak ana, böyle, böyle... Doğru yoldayız biz. Memlekette bir Anayasa var. Bu Anayasayı uygulamıyorlar. Doğru söyleyeni kırdıkça kırıp, kendi yollarına çevirmek istiyorlar.
Kadın, sevgiyle baktı oğluna.
- Oğlum, güzel hoş da neden anlatmıyorsunuz bunları herkese?
- Ana, bunları anlatmayalım diye kırıyorlar ya bizi. Öğretmenlikten alınmıştı. Binali kaç çocuğunu geçindirmek için nasıl çırpınıp dururdu.
Geçenlerde, Doğu Anadolu illerini gezdi Binali öğretmen. Yolda, belde, köyde, kentte, kasabada önüne gelenle konuştu. Anlattı:
- Herkes politikayla uğraşıyor, her yerde.
- Doğu Anadolu'yu da Batı Anadolu'yu da dolaştım. AP'yi tutan tek şoföre rastlamadım. Çoğu altlarındaki arabanın borcunu ödemeden öleceklerini çok iyi biliyorlar. Tefeciliğin, sömürünün, iç-dış sömürünün nasıl kendilerini tüketmek için tezgâhlandığını pek iyi biliyorlar.
Erzurum'un İspir ilçesineydi. Biri, AP ilçe başkanına takılıyordu:
- Daha ne istiyorsunuz, İsmet Paşa da sizi tutuyor.
- Tuttu da ne yaptı? Bizi de batırdı...
Belediye seçimlerine verdi herkes kendini bu ara. Farkında mısınız, gecekondu yıkımları durdu. Gecekondulara asfalt döşenmeye başlandı.
Süleyman Bey, radyo konuşmasında sağı "tek cephe" halinde birleşmeye çağırdı.
Karaoğlan, 14 Ekim'de aldığı sonucu belediye seçimlerinde de almalı ki, hayat pahalılığı ile savaşını sürdürebilmek için belediyelerlden yararlansın. Belediye ve yöresel seçimler, gelecek seçimlerin oy depolarıdır demişti Vedat Dalokay. Seçimlerde, ya da gezilerde, belediye balkonundan konuşabilirsin azından.
CHP dışında sosyalistler, demokrasiye yürekten inanmış insanlar, 14 Ekim'de tam bir "demokrasi cephesi" kurarak, CHP'yi oylarıyla desteklemişlerdi. 9 Aralık seçimleri de 14 Ekim seçimlerinin ayrılmaz bir parçası niteliğinde gözükmektedir. Bu nedenledir ki, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), vatandaşları 9 Aralık'ta da oyla desteklemeye çağırdı. Özgür demokratik ortamı kurma amacı ile davranacak olanlar, bu seçimlerde de demokratik görevlerini yapacaklar...
Türkiye Birlik Partisi, 9 Aralık seçimlerinde CHP'yi destekleyeceğini açıklamakla en doğru yolu tuttu.
14 Ekim'de silinme tehlikesi geçiren CGP -ilerde AP ile birleşme- hazırlıklarının bir başlangıcı olmak üzere, bir çok yerde AP'yi destekleyecek anlaşılan. Örnğin, Van'da Ferit Bey'i Kinyas Kartal desteklerdi yıllardır, bu kez destekleme sırası Ferit Bey'de olmalı.
Anadolu'nun çeşitli yerlerinden belediye seçimleri ile ilgili haberler, okur mektuplarında da yansımaya başladı. Niğde'nin Bor ilçesinden gelen bir mektupta şöyle deniyor:
"... Bor'da AP'li yöneticiler, kendi gösterdikleri aday'a zorla oy verdirmek istiyorlar. Baş kaldıranları dövüyorlar. İş Emniyete aksettiği zaman da, bir şey çıkmıyor.
... Bor'a Okçu köyünden su getirme bahanesiyle belediyenin dışında bazı kimseler halktan yarım milyona yakın para toplamışlardır. Bu parayla Bor'a su getireceklerini vaat edenler, şimdi bu paraları dağıtarak, AP'li adaya oy istiyorlar. AP, 14 Ekim'de aldığı oyları da para dağıtarak aldığı için, o seçim sonuçlarından çok emindi. Fakat, evdeki pazarlık çarşıya uymadı. Dileriz ki, AP'liler Bor'daki seçimlerde de aynı sonucu alsınlar. Artık halkımız bilinçlenmiş, kendini sömürenlerin kimler olduğunu görmüştür. Ak günler çok yakınımızdadır. Saygılar..."
*
Kıyım da, kırım da sürüp gidiyor, kimse oralı değil mi ne? Aylar önce kampanyaları başlatılan af da, içerde yatanlar da neredeyse unutuldu, gitti. ortada üzgün, analar, babalar kaldı. İstanbul'dan bir anne değiniyor mektubunda buna, kınıyor işkencecileri. Şöyle diyor:
"Bebelerimizi büyütürken ninelerimiz, dedelerimiz bize kıymetli torunları için, "Aman ha, gelin, çocuklara korkunç masallar anlatıp onları uslandıracam diye uğraşmayın, iyi şeyler, güzel şeyler anlatıp çocukları oyalayın", diye tembih ederlerdi. Biz de büyüklerimizin sözünü tutardık...
Gün geldi, o çocuklar büyüdü, nasıl büyüdü, artık onun orasını Allah ile ana-babalar bilir. Çok şükür yetiştirdik ya, bize bakma, artık onlar mesut olsunlar. Her şeyimiz, tıpkı kaybolan gençliğimiz gibi onlar için olsun... Gel gör ki, masallarda bile çocuklarımıza anlatmaya kıyamadığımız korkunç hayaller, vampirler, devler, boynuzları olan cüce işkenceciler, ağızlarından ateş saçan canavarlar, başlarında kukuleta, ellerinde kızgın demirler taşıyan ve bu kızgın demirleri masum insanların derilerine batıran korkunç mahlûklar... Bu canavarlar ki, düşlere girseler adamı yatağından sıçratan yaratıklar meğer gerçekmişler, meğer içimizde yaşıyor, aramızda dolaşıyorlarmış...
Her bir yiğit oğlumuzun, gelinlik kızımızın ardında bir vampir dolaşırmış da bizim bundan haberimiz olmazmış... Masalını anlatmaya kıyamadıklarımız, günlerce, bu vampirlerin elinde, aklın almadığı eziyetleri çekmişler, perişan olmuşlar dayanmışlar.
Hâlâ, masalların beşiklerinde uyuklayan bazı gafiller, bütün bu olanlara, gerçek dışı, masal, masal diye sayıklıyorlar. Bunun masal mı, gerçek mi olduğunu o çocukları doğuran analara, babalara sor da sana anlatsınlar... O analar ki nelere dayanmadılar? Dağların, taşların bile dayanamadığı acılara bu anaların küçücük yürecikleri dayandı işte. Acıdan kahrola ola, dayanıyor ve yaşamaya çalışıyor. umut, tüm yaralı anaları hayata bağlayan tatlı umut duyguları uğruna..."
*
Masal anlatmasını hiç bilmem. Eylem'i ya da Özlem'i uyutacağımda uydururum bir şeyler.
Bir akşam yatağa uzandım. Eylem de yanımda. Kitabı karıştırıyorum, Eylem'i nasıl oyalamalı?
- Hadi Eylem, bana masal anlat.
- Peki... Bir varmış, bir yokmuş. Bir parmak çocuk varmış. Parmak çocuk, yolda giderken karşısına kocaman bir amca çıkmış. Bozacı amca, yaaa... Ama, sen uyumuyorsun?
(5 Aralık 1973)
KORUTÜRK OYUNA GELMEMELİ!
Düş gücümü de çalıştırarak. Çankaya'da neler geçtiğini bulmaya çalışıyorum. Doğrusu, Korutürk'ün basınla ilgili danışmanları bu kez tökezlemediler. Haber aldık ki, Korutürk'ün konuşması ajanslara saat 12.00 ile 13.00 arasında verilecektir. "Aman iyi" dedim içimden, "Böylece Anadolu baskıları da kurtuldu, haber yetişir demektir." Neydi o bayram mesajlarında, tam saat 16.00 ile 17.00 arasında basınla ilişki kurmaya çalışmalar. Demek, bazı bazı yazmanın eleştirmenin yararı oluyormuş ne güzel...
Cumhurbaşkanının konuşması belki de pazartesi günü olacaktı. Belki de danışmanlardan biri:
- Efendim, salı günü yapsanız, o gün televizyon var.. demiştir ne bileyim.
Benim televizyonum yok ama, televizyonu olanlar Korutürk'ü televizyonda hem seyredip hem dinlediler.
Aferin danışmana...
Çankaya'da liderlerin, Korutürk'ü ziyaretçilerinde yaptıkları konuşmalar, bu kez basına pek yansımadı desem yeri. Örneğin, Erbakan Cumhurbaşkanına ne dedi biliyor muyuz? Bildiğimiz, kapından çıkarken göstermek istediği anahtar. Ne anahtarı, onu da anlayamadık... Ya Feyzioğlu ne demiştir? Süleyman Bey ya? Korutürk, Bülent Bey'e ne demiş olabilir? Anlayacağınız gazetecilik görevlerimizi tamı tamına yapamadık. Ciddiye almadığımızdan değil elbet. Olay ciddiydi, fakat anlayacağınız sızmadı fazla haber, sızdıramadık. Belki iyi de oldu.
Düş gücümü çalıştırıyorum yine...
MSP Genel Başkanı Erbakan, gözleri ışıl ışıl, Korutürk'ün taa gözlerinin içine baka baka şöyle dedi:
- Ben talibim efendim, azınlık hükümetini kurmaya...
Cumhurbaşkanı Korutürk, içinden ne dedi ne bileyim. Bana sorarsanız, Erbakan hükümet kurma işini de cıvıttıkça cıvıttı. En sonunda bunu da dese ne gerekirdi yani...
Aralarında benim de olduğum, sol basın yazarları, gazetecileri gereğinden çok önem mi vermiştik MSP'ye diye düşünüyorum bazen "Gerici bunlar" ya, "Sağcı değiller" mi demiştik? Erbakan, üçüncü parti olup gelmeye, Türkiye'de şimdiye değin yanlış kullanılan kavramların tartışılmasına yol açmayla, bir yenilik getirmemişler miydi? Bilmediğim oyunculuğuymuş. Aldığım haberlere göre, Anadolu'da da varmışlar farkına bunun.
- Bu ne biçim devlet adamlığı?
Böyle soruluyormuş, köşede, kıyıda, kahvede...
- Zaten belliydi bunların böyle olacağı...
Böyle diyenler de var. Dini sömürüp kullanabilenin daha nelerini kullanamayacağını düşünürsünüz?
CHP'nin verilmiş sadakası varmış diyenler, oyunları sezenler miydi dersiniz?
Korutürk'ü, çok çevre hükümet kurulması konusunda etkilemeye kalktı. Başta sermaye çevresi, "Sağ koalisyon olmazsa AP-CHP koalisyonu" diye etkilemek istedi. Bunun yanında yüksek bürokratlar, hele onlar: "Aman keyfimize dokunulmasın. Bu da ancak, AP-CHP koalisyonu ile olur" diyorlardı. Herkes yerinde rahat edecek, burnundan kıl alınmayacak, gazeteci mi alacak yüzbinlerce liralık resmi ilânları, özel ilânları, alacak dövizlerini, devlet kapısında AP'lisi desen var, CHP'lisi desen öyle. Gel keyfim gel. İşadamı mı? Onun keyfine diyecek mi var ki? Düzenimiz ve de dümenimiz bozulmasın efendim...
- Ama, bunların hepsinin maksatları aynı olamaz ki? İyi niyetle, bunu isteyenler yok mudur?
- Var tabiî, örneğin Korutürk başından beri -elbette- iyi niyetle istemekte bunu. Fakat, sonuç aynı kapıya çıkıyorsa, iyi niyetle başlanan işin de yeni baştan dününülmesi gerek.
Ne işi vardı Feyzioğlu'nun yok Bayramoğlu'nun işin kulislerinde? Bayramoğlu, Emin Paksüt'ün yakını mıdır? CHP'yi AP- CHP koalisyonlarına yatırmak için tertipler kurulduğu bile söylendi durdu kulislerinde Parlamentonun...
Korutürk, CHP ile AP'nin bir araya gelerek "protokol"ü görüşmelerini istiyor. "Hadi artık, fazla nazlanmayın canım" demeye getiriyor. Nasıl bir protokol? Örneğin, Süleyman Bey, Ecevit'in Başbakanlığına razı olur mu? Korutürk'le görüştükten sonra, Demirel ne demişti, gazetecilere:
- AP'nin değişmeyen ve değişmeyecek olan kararı CHP'nin kuracağı bir koalisyona katılmamaktadır...
Buyurun bakalım, anlaşın protokol üstünde. Hangi maddesinde anlaşacaklar protokolün? Af mı? Hükümetlerin devlet kadrolarına doldurdukları partizanların ayaklanması mı? İşkence yapanların kamuoyu önünde kınanması ve cezalandırılması mı? Hayat pahalılığı ile savaşta mı? Hayat pahalılığı ile savaşacak olsa, işte kabinede bakanları... Bunun için niye koalisyonlar arasında AP?
Ha, seçmeden bulamadığı yüzü -CHP'yi kırpıp küçülterek- eşitlik ilkesine indirgeyerek, hükümette ve Parlamentoda bunu sağlamaksa, hadi safça söyleyelim, bunun hazırlıklarını olsun şimdiye değin yapmalıydı. Nedir o, Senatoda bir AP-CHP-CGP grubu bırakma fiyaskosu? Nerede Millî Birlik, Kontenjan Grupları? AP zaten oyunlarını oynamış, MSP'nin elindeki anahtarın ucuna bir tırmığından yapışmıştır. Erbakan'ın getirdiği "Demirel başkanlığında AP-CHP-MSP koalisyonu" formülünü -büyük bir zekâ eseri olarak- ortaya çıkarmadı mı?
Anadolu'da işi gücü oyun olanlara "köçek" derler. Düğünlerde oynar, bayramlarda oynar, seyranlarda oynar. Politika alanı da değişiktir benim anladığım...
CHP-AP koalisyonu, ama nasıl?
Tarafsız bir başbakan geliyor çok kimsenin aklına.
Tarafsız bir başbakanla CHP-AP koalisyonu akla geliyor da neden, tarafsız başbakanla ötekiler akla gelmiyor. Onların isteyip can atıkları o. Yok, bitmiş, tükenmiş Süleyman Bey'i Karaoğlan'a sürükletmekse, taşıtmaksa amaç, bu da çıkar bir yol değil. Kimse kimseyi kurtaramaz ki.
Millî koalisyon önerisi fena değil aslında. Ancak, en kısa zamanda seçime gitme koşuluyla. Partilere sadece bir propaganda süresi olacak kadar sürecek bir koalisyon. Erken seçimi de kimse istemiyor ki...
Çok kimse 14 ekimde Ecevit'in kazandığını boğazında bırakmak istiyor. Savaş alanlarında kazanılanı barış masasında kaybetmek gibi. Karaoğlan gelir mi bu oyuna? Çeşitli yerlerden etkilenmek istenen Korutürk de gelmez.
(6 Aralık 1973)
SÖNEN BALONLAR...
Eylem radyoda masal saatini dinliyordu. Masalcı, saat 21'de masalını bitirirken şöyle dedi:
- Masalımız burada sona eriyor. Hepinize iyi geceler, tatlı rüyalar sevgili çocuklar.
Arkasından "24 saatin olayları" yani haberler var. Eylem annesine seslendi:
- Anne, masalım bitti. Şimdi sizin masalınız başlıyor, hadi dinleyin...
Seçim gecesiydi ama, TRT seçim haberlerini -kendine yaraşır biçimde- gereği gibi veremedi. Gıdım gıdım verilen sandık haberleri, Anadolu'nun dört bir köşesinde merakla sonuç bekleyenleri neredeyse fıtık edecekti. Seçim haberleri de isteksiz isteksiz okundu desem yeri. O sıra televizyon meraklısı Hüsamettin Çelebi, karşısına getirebildikleriyle "koalisyonculuk" mu oynuyordu televizyonda? Konuşmacılar hiç mi merak etmiyorlardı, seçim sonuçlarını ne oluyor, nereye varıyor diye?
Seçim geceleri sabahlarız gazete bürolarında. Gelenimiz, gidenimiz çok olur ne güzel. Bir ara Özer Derbil'in getirdiği köpüklü şarabı bile patlattık. Yerli malı köpüklü şarap. İhsan Topaloğlu, Celâl Vardar (şairdir) uğradılar. Yenigün'den Cemallettin Ünlü kapı komşu olduğumuz arkadaş.
CHP Genel Merkezi bayram havasındaydı. AP'de başlarda bir durgunluk, suskunluk. Sanki seçimde umdukları sonucu alamayışlarında siz sorumluymuşsunuz gibi, korka korka telefon ediyorsunuz. Karşılık:
- Daha bir şey belli değil efendim.
CGP'nin fazla beklediği yoktu zaten. Fakat Turhan Bey'in yüzü neden bozuk, gözleri bu kadar kanlıydı? O, AP'yi desteklememiş miydi? Süleyman Bey'in "sağ cephe" çağrısına ilk koşan o değil miydi? Biraz bekledikten sonra erkenden kapadı dükkânı, gitti.
Aklıma, Turhan Bey'i ilk gördüğüm 1957 seçimleri gelir. O zamanki CHP Genel Merkez telefonunun başında yalnız o vardı galiba. İllerden gelen haberleri o alıyor, oradakilere buyuruyor, çıkışıyor zaman zaman. Yüzünü gördükten sonra, bir şey bile sormadan camdan bakıp uzaklaşmıştık oradan. Turhan Bey , ilk 1957 seçimleriyle politikaya atılmıştı. İsmet Paşa tutuyordu. Hakkında yazı da yazmıştı. Fakat, beni çok kez şaşırtan bazı tesadüflerdir. 1957'de Turhan Bey, kendi istediği yerlerden adaylık koysa ve adaylık yerini değiştirmeseydi, belki de Türk siyasî hayatı Turhan Bey'den kurtulmuş olacaktı. O, 1957'de İstanbul ve Denizli'den aday olmak istemişti. Fakat -aklımda kaldığına göre- o zaman, Genel Sekreter Yardımcısı olan Kâmil Kırıkoğlu, onu uyardı, "Yahu sen kaybedeceksin. Çünkü İstanbul'la Denizli'de zayıfız" demişti. Turhan Bey'in gözleri parlamıştı. Bu işi tam bilen biri gibi davrandı, yani kurnazca:
- Kâmil Bey, siz nereden aday olacaksanız ben de oradan olayım.
Ankara ve Sivas'tan aday oldu. Kazandı. O gün bugün, Parlamentoda...
Turhan Bey'in önceki gece yüzü neden bozuktu acaba? Eski günleri ve bir de sönen balonları düşünmüş olmalıydı. Ne bileyim...
CHP'deki bayram havasına karşın, zaman zaman "Ahhhh...", "Eyvah..." sesleri de gelmiyor değildi. Çok küçük oy farklarıyla Antakya'yı, Sinop'u kaybediyordu CHP. CHP örgütü buralarda iyi çalışmamıştı. Daha geçenlerde Antakya'dan genel merkeze telefon edilmişti.
- Ne olur, buraya Ankara'dan birini gönderin. Biri gelirse kazanabiliriz.
- Bizim genel başkandan başka oy sürükleyecek adamımız yok şu anda Ankara'da. Genel başkan da ayrılamaz.
- Yahu, başka birisi gelsin hiç değilse. Örneğin Turan Güneş gelsin...
- Turan Hoca yok, İzmit'te.
Antakya 150 küsur oyla kaptırılıyordu. Sinop da öyle.
Karaoğlan alelacele çıkıp kahve kahve dolaştığı İzmir ile 20 bin kişiye konuşmasını dinlettiği Muğla'da CHP kazanıyordu.
Şimdi, "mahallî seçimler"le ilgili türlü yorumlar yapılmaya başlanacaktır. AP küçük bölge belediyeliklerini ortaya dökerek, hiç de zararlı olmadığını, CHP ile nerdeyse eşit belediyelik aldığını bile söylecektir. Gerçekte ise, Ankara, İstanbul, İzmir'e birlikte, Çukurova ve Kocaeli sanayi bölgesinin, kıyı şeridinin CHP'ye oy vermesi, şimdiye değin bir "mit" olagelen AP'nin artık göç hazırlıklarının açık belirtileridir. Bu, 14 ekimde ilk kez ortaya çıkmıştı. 9 Aralık seçimleri 14 Ekim'i perçinlemekten başka, Karaoğlan'ın başka yol olmazsa "azınlık hükümeti" kurabilmesi için yeni bir güç kazanması niteliğindedir.
Bu seçim sonucu da alındıktan sonra, Süleyman Bey ne yapacak? Daha doğrusu, Süleyman Bey'i AP'nin başından uzaklaştırmak isteyen AP'lilerle, DP'liler bir birleşmeyi sağlayabilecekler mi? Belki önümüzdeki günlerde gazetelerde buna ilişkin haberler göreceğiz.
Demokratik Parti, bu seçimlerde üçüncü parti olduğunu gösterdi MSP'yi -zaten dördüncüydü oy sayısı bakımından- dördün dibine itti. Ve MSP kadar, AP'ye yardımcı olmadı. MSP balonu da söndü gitti...
1968 seçimlerinde AP 52 ilde belediye başkanlığı kazanmıştı. Buna karşılık, CHP sadece 12. Önceki günkü seçimler, AP balonunun söndüğünü rahat göstermiyor mu? 52 ilden 22'ye düşen bir AP. Buna karşılık, Türkiye ölçüsünde büyük başarı sağlayan bir Karaoğlan...
Bu, "demokrasi cephesi"nin büyük başarısıdır.
(11 Aralık 1973)
"BEN CUMHURBAŞKANI OLSAYDIM..."
Kurt ulumalarıyla uyandı adam, sabahlığını üstüne geçirerek pencereye koştu. Perdeyi araladı, baktı. Bir şey anlayamadı. Ulumalar devam ediyordu:
- Uuuuuuuuu - uuuuuuuuu....
Dudakları büzüldü: "Acayip" dedi. "Bu ulumalar da ne ki?"
Sonra sonra anladı. Apartmanın tam karşısında başlarına sarığa benzer, beyaz bezler de sarılmış bir şeyler giymiş, ayaklarında değişik biçimde çizmeye bir benzeyen, bir benzemeyen şeyler takmış birkaç gençti bunlar.
- Uuuuuuuuu - uuuuuuuuu....
Sonra gençler, apartmana girdiler, yukarı çıkıyorlardı. Merak bu ya, adam da kapıyı araladı, seyretmeye başladı. Apartmanın bir dairesinden çıkan, dudakları jiletle kesilmiş gibi, kurda benzeyen bir adam, gençleri karşıladı. Şöyle dedi:
- İnlerinize kurtlarım, inlerinize...
Gençler uzaklaştılar oradan.
12 Marttan sonra, Cumhurbaşkanının da deyimiyle kışkırtılmış ve itilmiş solcu gençler, gözaltına alınıp, tutuklanırlarken, "komando" denenlere hiç bir şey olmamıştı. Ankara'da, yurdun çeşitli yerlerinde öğrenci yurtlarında, hatta okullarda, üniversitelerde bir şiddet havası yaratarak, bağlı oldukları siyasal örgüte puan uyguluyorlardı anlayacağınız. Yaz aylarında, Afganistanlı bir öğrencinin uzun saçlarını kesmişlerdi. Bir öğrencinin üstüne geldiklerinde beşi onu bir arada geliyorlar, dövüp kaçıyorlardı. Yurt müdürü, adamları mıydı nedir, kös kös dinliyordu şikâyetleri.
Gerçekte devletin kademe, kademe her köşesine bir siyasal -küçük- örgütün adamları yerleştirilmekteydi.
Bir ara seçimlerde rol oynayacakları sanıldı. Liderleri, AP'nin desteklenmesini istemişti. Bunlar, seçimler boyunca yer yer olay çıkaracaklar, ya çıkaracakları olayları ters yansıtıp Silâhlı Kuvvetleri harekete geçirecekler, ya da AP'nin kepeneği altında isteklerini yerine getireceklerdi.
Bunu sezen tabiî senatörler, AP'yi ve CHP'yi ziyaret ederek, durumu anlattılar. Uyardılar. Anlaşılan, seçimlerde bir çıngar çıkarma olanağı bulamamışlardır. Yurtlara çekilerek, kendileri gibi düşünmeyen öğrencilere baskılar yapmayı yeter buldular.
Ecevit, "Demokrasiyi kundaklamak isteyenlere fırsat verilmesin" derken, bunları anlatıyordu. Sözleri şöyleydi Ecevit'in:
"Türkiye'de demokrasiyi kundaklamak için ve bu amaçla veya başka amaçlarla ortalığı karıştırmak için fırsat kollayanlar vardır. Bazı teptiplerin kotarılmakta olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu yuvalardan bir bölümü, bir kesimi, 12 Mart sonrası dönemde de âdeta imtiyazlı olarak gizli, açık çalışma ve kışkırtmalarını sürdürme olanağını bulmuşlardır. Demokrasiyi ancak kendi yararlarına işlediği ölçüde benimseyen bazı çevreler, demokrasinin kendilerine yeteri kadar yararlı olamadığını gördükleri durumlarda böyle kışkırtıcı yuvalardan, topluluklardan yararlanabilirler..."
Cumhurbaşkanı Korutürk'ün hükümetin bir an önce kurulması ile ilgili dileğine katılmak gerekir. Ancak, çeşitli "kışkırtma yuvaları"nın dağıtılıp, gençlere baskılar yapılmasını önlemek, istifa etmiş bile olsa Naim Talû hükümetinin, istiyorsa, kolayca yapabileceği işlerdendi. Ne güzel, partizan atamaları Korutürk'ün de uyarısı ile durdurdu... Yurtlarda "komando"ların baskılarına neden kulaklarını tıkar? Bunun için de mi, Korutürk'ün uyarması gerek? Öyleyse uyarsın Korutürk. Ele alsın, bu önemli sorunu...
*
Korutürk'e partilerin ve kuruluşların görüşleri iletilmiş olacak bugün-yarın. Yeni hükümet hazırlıkları başlayacak artık. Korutürk oyuna gelmemeli başlıklı "Ankara Notları"na üstü kapalı, sağ organlar yüklendiler de yüklendiler. 9 Aralık seçimleri ise, orada yazdıklarımızı doğruladı, perçinledi 14 Ekim'i. Süleyman Bey umut olmaktan çıkmıştı çünkü, kim ne derse desin. Bir CHP-AP koalisyonu olsa diye dua ediyor gerçekte Süleyman Bey. Masa başında vermeyeceği yok. Fakat, fırsatını bulduğu anda, kendini güçlü bulduğu anda da ilk tekmeyi, çifteyi o atacak. Onun için AP'nin "toparlanma" pazarlıklarına yanaşması gerekir Karaoğlan'ın. Herkes birbirine soruyor:
- Sen Cumhurbaşkanı olsan ne yaparsın?
- Ben olsam, hiç düşünmeden veririm hükümeti kurma görevini Ecevit'e. Düşürecek olurlarsa, erken seçim arkasından...
CHP-AP koalisyonu öneriliyor yer yer ya, AP'liler de biliyor artık CHP'nin kolay oyuna gelmeyeceğini. Sorunlara bakış açıları en uyuşmayacak iki parti. Biri pahalı, öbürü parasız öğretim yanlısı, biri genel af istiyor, öbürü üç gencin idamı için nasıl koşuştuğunu unutmamış olmalı daha. Geçenlerde bir AP'li konuşuyordu:
- Bir Maden Kanunu çıkardık. Çıkardığımız kanundan özel sektör bile memnun değil.
İçlerinde kafa yapıları birazcık olsun değişik olan hiç mi yok? Olmaz olur mu?
Süleyman Bey'in şapkayı önüne koyup düşüneceğini sanmak da bir düş. Birileri gelip, şapkayı önünden alıveriyorlar. Babasının milyonları varmış -açıklandı da öğrendik- gelgelelim, kendisini devlet okutmuş. Sizin benim ödediğim vergilerden okumuş anlayacağınız. Gelgelelim, paralı öğretimin şampiyonu. Hem zengin olacaksın, hem çocuğunu devlet okutacak. Fakirin çocuğu ayazda.
Süleyman Bey'in yarın en kritik bir zamanda, "Benim sayım, suyum yok..." deyip kaçıp gitmeyeceğini kim garanti edebilir?..
Bir de Cumhurbaşkanı Korutürk'ün hükümet kurulması konusunda, Anayasanın kendisine verdiği yetkileri -birazcık olsun- aştığı kanısına varmıyor musunuz? Cumhurbaşkanı, Başbakanı atar, Başbakan da bakanları. "Filân partiyle olmaz, sol-sağ da olmaz" gibi yargılar ve bunu kamuoyuna empoze etmeler, "yoksa millî koalisyon" önerileri, Korutürk'ün iyi niyetine verilmeli elbette ya, bu iyi niyetten yararlanmak isteyen çevreler de olabilir. SBF Anayasa Profesörü Mümtaz Soysal, bunu en iyi koydu ortaya Soysal'ın yazısı. Korutürk'e en güzel uyarı yazısıydı. Ben de o yazıyı bulup bir daha okuyacağım...
(13 Aralık 1973)
MİT ÇIKMAZI!
14 Ekim seçimlerinden kısa bir süre önceydi. Elazığ'ın Ağın ilçesine kara, beylik arabalı biri geldi. Ağınlıydı o da. Hemşerleri çevresini aldılar:
- Hoş geldin, ne iş yapıyorsun, anlat bakalım...
Dostları ilə paylaş: |