İnsan memleketiNİn islâhi hakkinda iLÂHÎ tedbîrler



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə13/45
tarix02.12.2017
ölçüsü2,72 Mb.
#33540
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   45

Soru: “Niçin o nefse “mutmainne” denildi; ve Hak Teâlâ “râzıyye ya’nî râzı olarak ve marzıyye ya’nî râzı olunmuş olarak” buyurdu; oysa o şimdiki halde “kötülük ile emmâre ya’nî emredicidir?” denilir ise, biz deriz ki: Onun îmânının tahakkuk etmiş olmasından dolayı ona “mutmainne” dedi. Hevâ seslenici olmadı, ancak Mûcid’i sebebiyle seslenici oldu. Şimdi nefis Hak Teâlâ’nın “kul küllün min indillâhi” (Nisâ, 4/78) ya‘nî “Ey Resûlüm, her şey Allah Teâlâ indindendir, de!” “Küllen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbike” (İsrâ, 17/20) ya‘nî “Hepsini bunlara biz imdâd ederiz. Ve bunlar senin Rabb’inin verişleri cinsindendir” sözünün ma'nâsını bilişi yönünden öncelik ile tahakkukundan dolayı sesleniş için “mutmain” oldu. Sebep ve illet ise daha önceleri beyân olundu. Ve Hak Teâlâ’nın “râzıyye ya’nî râzı olarak, marzıyye ya’nî râzı olunmuş olarak” sözü seslenmeyi murâd eder. Îmânının ve tevhîdinin tahakkukundan dolayı indimizde “marzıyye ya’nî râzı olunmuş”tur demektir. “Fedhulî fî ibâdî; Vedhulî cennetî” “Benim kullarım içine gir; Cennetime gir!”(Fecr, 89/29-30) ya'nî seçkin kılınmış kullar ki, ilâhî hazret ehlidir; halîfenin ni’metlerinden ibâret olan kerîh görülen şeyleri murâd eder. Çünkü şehvetler kâfirin cennetidir; ve o hakîkatte ateştir. Onların zâhiri cennet ve bâtını cehennemdir. Ve Resûlullah (s. aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz “Cennet mekrûhlar ile örtülmüş; ve ateş de şehvetler ile örtülmüştür” buyuruşuyla buna dikkât çekti. Ve Allah (azze ve celle) hazretleri Deccâl’in çıkışı indinde bunu gösterir. Ve Nebî (sav) Efendimiz bu konuda buyurdular ki: “Muhakkak onun ateşten ve sudan iki vâdîsi vardır. Kim ateşe kastederse su bulur; ve kim suya kastederse ateş bulur.” Şimdi eğer denirse ki, nefis aklın da’vetine böylece uyar; ve onu senin zikrettiğin gibi Hak’tan işitir; şimdi niçin hevânın da’vetine uyup yüz çevirdi? Cevâben deriz ki, bu iki yöndendir: Onların birini sözlerin başında söyledik. Şöyleki muhakkak Hak Teâlâ bahsettiğimiz şeyden dolayı rûhun değerini bildirmeyi diledi ve ona hevânın seslenişini işittirdi. Ve Hak Sübhânehû istediği şeyi gerçekleştirmek için aklın da’vetine karşı onu sağır kıldı. Ve diğer yön budur ki, muhakkak nefis rûhun ba'zısıdır. Nitekim Havvâ Âdem’in bir parçasıdır. Ve rûhun seslenişi aslen onun kendi nefsinden oldu. Ve hevânın seslenişi ise ona yabancıdır. Şimdi asıl olan hâsıl ve yabancı olan hâsıl değildir. Bundan dolayı bilmediği şeyi öğrenmeye iştiyâk duydu. Olan şeyi bilmek için uydu. Nitekim Havvâ ağacın meyvesini yemede İblîs’e uydu. Ve insânî mülkde hevâ ve akıl arasındaki hâdiseler ve savaşların ve fitnelerin olması buradandır. Ve ba'zen birinin gâlip gelişi olur ve onu elde eder. Bundan dolayı ona üstünlük kurar ve onu esîr eder ve genellikle katleder. Her bir şahıs hakkında, 'arz-ı ekbere kadar ilâhî hikmet böyle sürer. Ve genellikle biri köyü ve diğeri şehri kendisine mülk edinir. Ve ba'zen biri mülkün zâhiren ve bâtınen hepsini sâhiplenir.

Şimdi âsîlere gelince, hevâ sultânı onların köylerinin sâhibidir. Ve akıl sultânı onların baş şehrinin sâhibidir. Ve münâfıklara gelince, akıl onların köylerinin sâhibi ve hevâ şehirlerinin sâhibidir. Ve ma'sûm ve korunmuş olan mü’minlere gelince, akıl onların köylerinin ve şehirlerinin sâhibidir. Ve kâfirlere gelince, hevâ onların köylerinin ve şehirlerinin sâhibidir. Âhiret yurdunda olduğu vakit ölüm boğazlanır. Âsîler ma'sûm olan mü’minlere dâhil edilip onlar için dâimi olan ni’metler hâsıl olur. Ve münâfıklar kâfirlere dâhil dilip onlar için gerekli azâb hâsıl olur. Bundan dolayı münâfıkın ameli Hak tarafından bir hüküm çıkmasına sebep olmaz. Şimdi muhakkak tevhîd asıldır, amel fer'dir. Böyle olunca fer‘ hakkında onu bozan ve helâk eden bir şey tesâdüf ederse, asıl onu cebreder, âsîler gibi. Ve asıl harâb olduğu vakit, fer‘ onu cebretmez, münâfık gibi. Şimdi insanî mülk dünyâda dört tabaka üzerine döner. Her bir şahıs hakkında onlardan biri lâzımdır: Ya ma’sûm mü‘mîn ve korunmuş mü‘mindir; veyâ aslen kâfir ve müşriktir; veyâhut münafıktır; veyâ âsîdir. Ne zamanki bu karar buldu ve sâbit oldu, şimdi biz, akıl ve hevâ arasında onun için fitneler çıkan ve savaşlar olan sebebi zikrederiz. Çünkü bu onun mevzi'idir. Ve Allah Teâlâ hakkı söyler ve o doğru yola irşâd eyler.

Ya'nî henüz hevâ emîrinin idâresi altında olup rûhun şikâyetine sebep olan bu nefse niçin “Ey mutmainne nefs!” diye hitap buyruldu; ve Hak Teâlâ onu “râzıyye ya’nî râzı olmuş ve marzıyye ya’nî râzı olunmuş” sıfatlarıyla vasıflandırdı; oysa hevâya tâbi’ olduğu için şimdiki halde fenâlıklar ile emredip durur?

Biz bu soruya cevâben deriz ki, ona “mutmainne” denilmesi, îmânının tahakkukundan kaynaklanmıştır. Çünkü nefsi da'vet eden hevâ emîri, ancak Mûcid’i ya’nî kendisini vücûda getirmiş olan Hak sebebiyle nefsi da'vet etti. Çünkü ilâhî ilimde her şeyin hakîkati sâbit olduğu gibi, eşyâdan bir şey olan hevânın da hakîkati sâbit oldu. Ve o da ilâhî isimlerden bir ismin gölgesidir. Ve o isim onun hâs Rabb’idir. Ve onun sırât-ı müstakîmi ya’nî istikâmeti üzere olduğu yolu o ismin gerekleri üzerinde yürümektir. Ve her bir rabb-ı hâs kendi merbûbundan ya’nî rabbi olandan râzî ve o merbûb ya’nî rabbi olan da kendi rabb-i hâssı indinde marzî ya’nî râzı olunmuştur. Ve ilâhî isimlerin karşılıklı olmasından dolayı sırât-ı müstakîm ya’nî istikâmeti üzere olunan yol ikidir: Birisi Hak ve diğeri bâtıldır. Nitekim Fâtiha sûresinde “Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn” ya’nî “O yol ki; üzerlerine ni’met verdiklerinin yoludur, üzerlerine gazap olunmuşların ve dalâlette kalmışların yolu değildir” (Fâtiha, 1/7) mübârek sözüyle bunlara işâret buyrulur. Ve hevâ emîri bâtıl üzerinde yürür. Ve bu hakîkate göre bâtıl kendi tavrında inkâr edilmez. Nitekim Hz. Şeyh-i Ekber efendimizin şeyhi Ebû Medyen Mağribî (radıyallâhü anhümâ) aşağıdaki beytinde beyân buyururlar:

Tercüme: “Bâtılı kendi tavrında inkâr etme! Çünkü o da Hak Teâlâ hazretlerinin ba'zı isimlerinden açığa çıkmıştır.”

Şimdi nefis Hak Teâlâ’nın “Her şey Hak indindendir” (Nisâ, 4/78) ve “Her şeyi onlara biz imdâd ederiz. Ve onlar senin Rabb’inin verişlerindendir” (İsrâ, 17/20) sözünün ma'nâsını tabî olarak zâten bilişi yönüyle, ilâhî ilimde öncelik ile tahakkukundan dolayı sesleniş için mutmain oldu. Ya'nî nefis şimdiki halde her ne kadar “kötülük ile emredici” olsa bile, mâdemki başlangıç olarak ilâhî ilimde ezelî saâdeti tahakkuk etmiştir. Ve bunu çocuğun memeyi ve sütü bilmesi gibi tabî olarak zâten bilir. İşte bu tahakkuk ve bilişinden dolayı “Ey mutmainne nefs” seslenişinde kendisine sesleniliş gerçekleşmiştir. Ve onun hevâ emîri tarafından gaflete düşürülmesindeki sebep ve illetin beyânı daha önce yapıldı.

Ve Hak Teâlâ’nın “râdıyeten mardıyyeh” ya’nî “râzı olarak ve râzı olunmuş olarak” sözü seslenmeyi murâd eder. Ya‘nî “Ey îmânının ve tevhîdinin ezelî tahakkukundan dolayı indimizde marzıyye ya’nî râzı olunmuş” olan nefis demektir.

Fedhulî fî ibâdî” (Fecr, 89/29) “Benim kullarım içine gir!” ya‘nî ilâhî hazret ehli olan seçkin kullarım arasına dâhil ol! demektir. Çünkü mahlûkların hepsi Allâh’ın kullarıdır. Fakat onların ba‘zısı rahîmî rahmet ile kendisine rahmet edilendir ki, Hak Teâlâ onlar hakkında “vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâu” ya’nî “Allah rahmetini dilediği kimseye tahsîs eder” (Bakara, 2/105) buyurur. Ve bunlar rahîmî rahmetine tahsîsli kıldığı kullardır ki, ilâhî ilimde saâdetleri sâbit olmuştur.

Vedhulî cennetî” (Fecr, 89/30) “Cennetime gir!” Bu mübârek söz ile Hak Teâlâ hazretleri halîfenin ni’metlerinden ibâret olan kerih görülen şeyleri murâd eder. Çünkü var edilmişler âleminde nefsin kerîh gördüğü ya’nî kendisine hoş gelmeyen şeyler ve bunun yanında hazz duyduğu şeyler vardır. Aç durmak ve uykusuz kalmak ve abdest alıp vaktinde namazı kılmak ve mal infâk etmek gibi bir çok ameller nefse kerîh gelir. Ve bunların aksi olan, nefis yemekler yemek ve kaba döşeklerde uyumak ve namazı terk etmek ve mal biriktirmek nefse hoş gelir. Ve şehvetler kâfirin cennetidir. Oysa onlar hakîkatte ateştir. Ve onların zâhiri bir takım ni’metler ve lezzetlerdir. Fakat bâtınları cehennemdir. Ve Resûlullah (sav) Efendimiz hazretleri “Cennet kerîh görülen şeylere örtülmüş ve ateş şehvetler ile örtülmüştür” buyurmasıyla bu îzâh edilen hakîkate işâret etti. Ve Allah Teâlâ hazretleri bu hadîs-i şerifte beyân buyrulan hakîkati Deccâl’in çıkışında hissen gösterir. Nitekim (Sav) Efendimiz Deccâl hakkında buyurdular ki: “Onun ateşten ve sudan iki vâdîsi vardır ki, kim ateşe kastederse o ateşi su bulur; ve kim suya kastederse o suyu ateş bulur.”

Bilinsin ki, “Deccâl" mübâlağa ile “yalan söyleyen” ma‘nâsınadır. Âhir zamanda dînî hakîkatleri gösterecek olan Mehdî’nin ortaya çıkışını tâkiben ona karşı gelen ve onu yalanlayan bir çete başı çıkar. “Deccâl” onun zâtî ismi değil, sıfatıdır. Ve halkı nefsânî şehvetlere da‘vet; ve ibâdetler ve sâlih ameller gibi nefse kötü gözüken şeylerden kaçınmaya da’vet eder. Ve Hz. Mehdî ise insân-ı kâmil ve yeryüzünde Allâh’ın halîfesi olup bunun aksi olarak nefse kötü gelen ibâdetlere ve sâlih amellere da’vet eder ve şehvetlerden de kaçınmaya da'vet eder. Ve bu muhâlefetin çıkışı isimlerin ihtilâfından dolayıdır. Çünkü Hz. Mehdî Hâdî isminin ve Deccâl Mudill isminin kâmil görünme yeridir. Bu sebeple birdiğerine aykırı olurlar. Ve Hz. Mevlânâ (ra) bu hâle işâreten Mesnevî-i Şerîf’lerinde şöyle buyururlar:

Tercüme: “Ne zamanki renksizlik renge esîr oldu, Mûsâ (as) Mûsâ-yı Sâmirî ile çekişme içinde oldu. Ne zamanki evvelce sâhip olduğun renksizliğe erişesin Mûsâ (as) Firavun ile barış ve birlik içindedir.”

Hz. Mehdî hârikalar ve kerâmetler ile ortaya çıktığı gibi Deccâl da hârikalar ve istidrâclar ya’nî dînen kabûl edilmeyen kerâmetler ile ortaya çıkar. Bundan dolayı Deccâl’in nezdinde biri su ve diğeri ateş ile dolu iki vâdî bulunur. Deccâl kendisine tâbi’ olanları suya girmeye ve ateşten kaçınmaya da‘vet eder. Ve yapılan da‘vete uyarak suya girenler kendilerini ateşte bulurlar. Ve da'vete muhâlefetle ateşe kastedenler kendilerini suda bulurlar. Bu hal o vakit Allah’ın kulları için çok büyük bir ilâhî imtihân olur. Çünkü sıcak bir havada suya girmek nefse hoş gelir. Ve ateşe girmek ise ölümle sonuçlanacağından nefis ondan kaçınır. Daha ba'zı hârikalar vardır ki, bunlar Deccâl’in fitnesidir. Ve ayrıntıları hâdîs kitaplarında bulunmaktadır.

Cenâb-ı Şeyh (ra) bu hakîkati beyân buyurduktan sonra bunun üzerine tertiplenen bir soruyu getirip derler ki: Mâdemki nefsin ezelde saâdetinin ve îmânının tahakkuk etmesinden dolayı, senin îzâh ve beyân ettiğin gibi, kendisinde aklın da'vetini Hak’tan işitme kuvveti vardır; şu halde niçin hevânın da’vetine uyup aklın da'vetine uymaktan yüzçevirdi?

Biz cevâben deriz ki, bunda iki yön vardır: Birisini yukarıda îzâh edip dedik ki, Hak Teâlâ kendi halîfesi olan rûha tasarrufta aczini ve ruhun kendi tasarrufunun Hakk’ın kudreti ile olduğunu bildirmek ve bu sûretle kendi değerini ve derecesini anlatmayı murâd etti de nefse hevânın seslenişini işittirdi. Ve bu murâdının gerçekleşmesi için aklın da'vetini işitmekten nefsin kulaklarını sağır kıldı. İkinci yön budur ki, muhakkak nefis rûhun ba'zısıdır. Nitekim nefsin nev’ileri ve vasıfları bundan önceki şerhlerde îzâh edilmiş idi.

Bundan açıkça anlaşılır ki, her nefis rûhdur; fakat her rûh nefis değildir. Nitekim Havvâ Âdem’in bir parçasıdır ve Âdem’in dişisidir. Ve her kadın “âdem”dir; fakat her “âdem” kadın değildir. Şimdi mâdemki nefis rûhun bir parçasıdır; ve seslenici olan rûh nefsin aslıdır; ve seslenici olan hevâ ise nefse nazaran yabancıdır; ve parçanın bütün ile dâimî ilişikliği bulunduğundan parça indinde küll hâsıldır; ve ayrıca onu öğrenmeye lüzûm yoktur; ve o parçanın yabancı ile ilişikliği olmadığından o yabancı onun indinde hâsıl değildir. Bundan dolayı nefis bilmediği şeyi öğrenmek için o yabancıya meyilli ve iştiyâklı oldu. Bu hakikatin eseri dâimâ zâhirde de görülmektedir. Nitekim her bir kavmin erkekleri yabancı kadınlara ve kadınları da yabancı erkeklere meyillidir. Ve bu meyletme hâli onların hâl ve şânından bilmediği şeyi öğrenmek merâkından kaynaklanmaktadır. İşte nefis de kendisine yabancı olan hevânın indinde lezzetlerden ve hazzlardan olan şeyleri bilmek için ona uydu. Nitekim Havvâ ağacın meyvesini yemede İblîs’e uydu. Çünkü İblîs Âdem cinsinden olmayıp Havvâ’ya yabancı idi.

Ve işte insânî mülkte hevâ ve akıl arasında hâdiseler ve savaşlar ve fitneler çıkmasının kaynağı budur. Ve ba‘zen akıl ve hevâdan birinin gâlip gelişi olur. Ve hangisi gâlip gelmiş ise onu elde eder; ve onun üzerinde izzet sâhibi olur; ve onu esîr eder; ve genellikle de katleder. Onda aslâ tasarruf eseri bırakmaz. İnsân fertlerinden herbir şahıs hakkında ‘arz-ı ekbere, ya‘nî kıyâmet gününe kadar ilâhî hikmet böylece devâm eder. Çünkü kıyâmet günü tabîî hükümlerin ortadan kaldırıldığı bir gündür. Ve bir örtü makâmında olan tabîî hükümler ortadan kaldırılınca her şeyin hakîkati gözüküp artık çekişme kalmaz.

Ve genellikle akıl ve hevâdan biri köyleri ya'nî halîfenin tâbi’lerinin sâkin olduğu köyleri; ve diğeri şehri, ya'nî idâre merkezini mülk edinir. Ve ba'zen biri mülkün zâhiren ve bâtınen hepsini, ya'nî hem köyleri ve hem de şehri sâhiplenir. Şimdi hevâ sultânı, âsîlerin köylerini ve akıl sultânı onların baş şehrini zabtedip sâhiplenmiştir. Ve onların köyleri zâhiri beş duyu ve vücûda âit a'zâlarıdır. Ve baş şehri kalb ve fikirleridir. Bundan dolayı âsîler, hevâ sultânına tâbi' olan zâhiri duyularını ve a'zâlarını hevânın hükmü ile günâh işlemekte kullanırlar. Fakat baş şehri olan kalbleri ve fikirleri henüz akıl sultânın tasarrufu altında olduğundan îmânları ve inançları işgâl edilmiş değildir. Münâfıklara gelince akıl onların köylerinin ve hevâ şehirlerinin sâhibidir. Bundan dolayı onların duyularından ve a'zâlarından müslümanları aldatmak ve onların hukûkuna sâhip olmak için şerîat hükümlerine uygun ameller çıkar. Fakat kalbleri ve fikirleri hevânın hükmü ile bu zâhiren yaptıkları amellerini yalanlayıcıdır. Ve ma'sûm olan nebîlere ve korunmuş olan evliyâya gelince, akıl onların köylerinin ve şehirlerinin sâhibi olduğundan kalbleri îman nûru ile dolu; ve fikirleri ve inançları ilâhî bilgiler ile meşgûl; ve duyularından ve a'zâlarından güzel ameller çıkmaktadır. Kâfirlere gelince, hevâ onların köylerinin ve şehirlerinin sâhibidir. Bundan dolayı onların kalbleri ve fikirleri fesatlıklar ve bâtıl şeylerle doludur. Ve a'zâ ve organlarından bozuk ameller çıkar.



Bunların hepsi âhiret yurdunda oldukları vakit, ölüm denilen hâl bir koç sûretinde cisimlenerek boğazlanır. Çünkü kıyâmet gününde arzlar ve amellerin her biri birer uygun sûrette zâhir olurlar. Şimdi âsîler, câmi'alarının yönü dolayısıyla ma'sûm olan mü’minlere, ya'nî nebîlere (aleyhimü’s-selâm) dâhil edilip onlar için dâimi olan ni’metler hâsıl olur. Ve asıl olan şehirleri kâfirler ve müşrikler gibi hevânın sâhipliği altında bulunduğu için, câmi'alarının yönü sebebiyle, münâfıklar da kâfirlere ve müşriklere dâhil edilip kendileri için gerekli azâb hâsıl olur. Bundan dolayı münâfıkın ameli Hak tarafından bir hüküm çıkmasına sebep olmaz. Çünkü muhakkak tevhîd asıldır ve amel fer'dir. Böyle olunca fer' olan ameli, hevâ emîrinin tasarrufu sebebiyle bozan ve helâk eden bir şey olursa, asıl olan tevhîd yitirilmiş olan şeyi telâfî eder. Nitekim âsîlerin hâli böyle olur. Ve asıl olan tevhîd harâb olduğu vakit, fer' olan amel yitirileni telâfî etmez. Nitekim münâfıkların hâli böyle olur. Şu halde insânî mülk dünyâda dört tabaka ve sınıf üzerine döner. Her bir şahıs hakkında mutlaka onlardan birisi lâzımdır. Birinci tabaka ma’sûm mü’min olan nebîler ile korunmuş mü’min olan evliyâdır. İkinci tabaka onların tamâmıyla zıddı olan kâfirler ve müşriklerdir. Üçüncü tabaka münâfıklardır. Dördüncü tabaka âsîlerdir. Ne zamanki bu îzâhlar karar buldu ve delîller ile sâbit oldu; şimdi de biz kendisi yüzünden insânî mülkte fitneler çıkan ve savaşlar olan sebebi anlatmaya başlarız. Çünkü bu aşağıdaki bölüm bu sebebin beyânının mevzi'idir. Bu beyânlarımız ise ilâhî vâridâttır, teoriksel aklın mahsûlü değildir. Ve Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğru yola irşâd eyler.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Akıl ile Hevâ Arasında Kendisi İçin Savaş Olan Sebebin Zikri Hakkındadır

Allah Teâlâ seni muvaffak eylesin de onun husûsu açılsın. Bilesin ki, kendisi için fitneler çıkan ve savaşlar olan sebep ve bu memleketin taraflarında ve onların dışındaki yerlerin hepsinde hâdiselerin yayılması, elinde olan kimsenin onu kurtuluşa erdirmesi için, bu insânî mülk üzerinde efendilik talebidir. Çünkü hükümlerinde zıtlık olan iki emîr arasında mülkün idâresi aklen ve şer'an geçerli olmaz. Nitekim bunun delîli Allâh’ın Kitâb’ında onun “Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ” (Enbiyâ, 21/22) ya'nî “Yerde ve gökte iki ilâh olsa idi onların idâresinin intizâmı bozulurdu” sözüdür. Ve eğer iki mahlûk hakkında irâdede birlik düşünülürse, bu iki emîr hakkında bunu âdet ve şer' hükmü men' eder. Ve onların dışına çıkılmış bir şeyi aslâ bir şahıs hakkında biz işitmedik. Ve böyle olduğu zaman, Hak Teâlâ bu mülkü ancak vâhid ile idâre etmeyi murâd eder. Ve bunu Resûl’ü (sallallahü aleyhi ve âlihî ve sellem)in lisânı üzerinde açıkladı. “İki halîfeye bîat olunduğu vakit onlardan birini katlediniz!”. Ve halîfelik, zâhiren ve bâtınendir. Ve zâhiren olan halîfelik anlatılıp bildirilmiştir ve sabittir. Ve burada bizim sözlerimiz, noktası noktasına ve bu üslûb üzere geçerli olarak, zâhiren olan yönü üzerine bâtınen olan halîfelik hakkındadır. Ve sırların açılması için bir i'tirâz vardır. Ve genellikle çekişmeci olan için bu hadîsten, bir şeyden müsterih olmak vardır. Şimdi der ki: “(Sav) onlardan diğerini katlediniz!” buyurdu. Ve ne bilirsiniz? Belki hevâ öne çıktı ve akıl arkada kaldı. Bundan dolayı hevâ halîfelik sâhibi oldu?” Biz deriz ki: Burada öne geçmek ve arkada kalmak zamân ile değildir. Burada öne geçmek ancak şartların, ya'nî imâmlığın şartlarının sayılmasıyladır. Şimdi kimde bulunursa imâmlık için öne çıkar. Ve onda bu şartlar kemâle ermeyen kimse tahtından indirilir. Ve eğer ayak direyip üstün gelenin emrine dâhil olmazsa katledilir. Bundan dolayı zamâna iltifât olunmaz.

Bu dördüncü bölümde rûhun yardımcısı olan akıl ile hevâ emîri arasında olan savaşların ve çekişmelerin sebebi beyân olunmuştur.

Ey kavrayan ve düşünen okuyucu, Allah Teâlâ hazretleri sana yardım ihsân eylesin de o savaşların ve fitnelerin husûsu sana açılsın! Bilesin ki, insanî mülkte akıl ve hevâ arasındaki savaşların ve fitnelerin sebebi ve bu memleketin taraflarında ve onların dışındaki yerlerin hepsinde bir takım hâdiselerin yayılması, elinde ve tasarrufunda olan kimseden onu kurtarıp, kurtuluş yoluna sevk etmek için, efendilik talebidir. Ya'nî bu kavgaların ve çekişmelerin sebebi, insânî mülkü iki muhtelif tasarruftan kurtarmak ve bu tasarruftaki ihtilâf sebebiyle idâre işinde ortaya çıkan bozukluğu gidermek için, akıl ve hevâdan birinin efendilik makâmına geçme arzûsudur.

Çünkü akıl reîs olursa sâlihlik yolu üzerinde; ve eğer hevâ reis olursa fesâdlık yolu üzerinde tek düzen bir idâre kurulmuş olur. Oysa ikisinin tasarrufu hâlinde idârede kâh sâlihlik ve kâh fesâd gözükür. Ve insânî mülkte aslâ çekişme eksik olmaz. Çünkü hükümlerinde birbirine aykırı olan iki emîr arasında mülkün idâresi aklen ve şer'an geçerli olmaz. Aklen geçerli olmaz: Çünkü idârede kararsızlık oluşur. Ve akl-ı selîme uygun olan, şerîat hükümlerine göre de geçerli olmaz. Çünkü Hak Teâlâ hazretleri buna delîl olarak Kur’ân-ı mecîdinde: “Eğer yerde ve gökte iki ilâh olsa idi, onların idâresinin intizâmı bozulur idi” (Enbiyâ, 21/22) buyurur.

Ve eğer iki mahlûk arasında irâdede birlik düşünülürse, ya‘nî birisi çıkıp: iki emîrin müzâkere ile birlikte ortaklaşa alacakları karâr çerçevesinde bir mülkü idâre etmeleri mümkün olmaz mı? diye bir soru sorsa, biz buna cevaben deriz ki:

Böyle iki emîrin irâde birliğini âdetin ve şerîatın hükmü men’ eder. Âdetin hükmü men' eder: Çünkü iki şahıs fıtratta birdîğerinin aynı değildir. Fikirlerinde ve hislerinde ve bütün hallerinde ve işlerinde eşit olmaları âdeten düşünülebilir değildir. Ve şerîat hükmü de men' eder: Çünkü Hak Teâlâ hazretleri “ve lekad faddalnâ ba’dan nebiyyîne alâ ba’dın” ya’nî “Andolsun ki ba’zı nebîleri ba’zılarına üstün kıldık” (İsrâ, 17/55) ve “Tilker rusulü faddalnâ ba’dahüm alâ ba’din” ya’nî “İşte Biz o resûllerden ba’zısını ba’zısına üstün kıldık” (Bakara, 2/253) buyurur. Ve nebîler (aleyhimü’s- selâm)’ın hepsi ümmetlerinin reîsi idiler. Ve onlar arasında üstünlük olduğu ve birinin diğerine benzemediği açıktır. Çünkü ilâhî isimler arasında üstünlük olunca onların görünme yerleri arasında da üstünlük olacağı âşikârdır. Ve bu hüküm bütün görünme yerlerine kapsar. Ve bu âdet öyle bir sağlamdır ki, bunun dışına çıkılmışını ve değişmesini şimdiye kadar aslâ bir şahıs hakkında işitmedik.

Şimdi âdet ve şerîat hükmü bu şekilde idârenin birliğini men' ettiği vakit, Hak Teâlâ âdet ve şerîat hükmüne dayanarak bu mülkü ancak vâhid ya’nî bir el ile idâre etmeyi murâd eder. Ve bu murâdını Resûl’ü (sav) Efendimiz’in mübârek lisânından çıkan şu hadîsi ile açıkladı. O da: “İki halîfeye bîat olunduğu vakit, onlardan birini öldürünüz!” ma'nâsındaki mübârek sözüdür.

Ve halîfelik iki nevi‘ üzerinedir: Birisi zâhiren olan halîfelik ve diğeri bâtınen olan halîfeliktir. Ve zâhiren olan halîfelik dünyevî işleri idâre eden hükümet reîsidir ki, bu hükümet reîsi her milletin işlerini idâre eden bir kişi olmak üzere sâbit ve kararlaşmıştır. Yanî hükümet reîsi olmayan bir kavim yoktur. Ve bu hükümet reîsinin iki kimse olması görülmüş ve işitilmiş bir şey değildir. Biz bundan bahsedecek değiliz. Burada bizim sözümüz zâhiren olan halîfeliğin noktası noktasına ve onun üslûbu üzerine geçerli olarak bâtınen olan halîfelik hakkındadır. Ya'nî bâtınen olan halîfeliği beyân ederken, onun hallerini zâhiren olan halîfeliğin hallerine tatbîk edeceğiz.

Ve bu hadîs-i şerifte mevcût olan bir sırrın açılması için bir i‘tirâz ileri sürülebilir. Ve genellikle i’tirâzcı ve çekişmeci olan kimse için bu hadîs-i şerîfin lafzı altından dolaylı yoldan bir manânın çıkarılması vardır. Şimdi i’tirâzcı der ki:

“(Sav) Efendimiz onlardan birini öldürünüz!” buyurdu. Ve ne bilirsin, belki insânî mülte hevâ öne çıktı ve akıl arkada kaldı. Ya‘nî hevâ emîri reîslik makâmına geçti ve akıl ona mağlûb oldu. Ve bundan dolayı insânî mülkte hevâ halîfelik sâhibi oldu?”



Biz bu i’tirâzcıya cevâben deriz ki, öne çıkmak ve geride kalmak zamân ile değildir. Burada öne çıkmak ancak imâmlığın şartlarının sayılmasıyla, yanî imâmlıkta bir takım şartlar vardır, onları sayarız; ve iki emîrden hangisinde bu şartlar bulunursa imâmlık için o öne çıkar. Ve kendisinde bu şartlar mevcûd olmaz veyâ kemâle ermiş olmazsa, ya'nî ba'zıları bulunup ba'zıları bulunmazsa, o kimse reîslik makâmında bulunsa dahi tahtından indirilir. Ve eğer reîslik makâmından çekilmekte inâd eder ve üstün gelenin emrine boyun eğmez ise katledilir. Bundan dolayı zamana, yanî birinin daha evvel reîslik makâmına geçmiş olmasına iltifât edilmez.

Ve âlimlerin anlattığı üzere imâmlığın şartları ondur. Onlardan altısı halk edilişe âittir ki, sonradan kazanılmaz; ve onlardan dördü sonradan kazanılandır. Halk edilişe âit olanlara: “Bülûğ” ve “akıl” ve “hürriyet” ve “erkek olmak” ve “Kureyş soyundan gelmek” —ki onda ihtilâf vardır ve âlimlerin ba‘zısı onu dikkâte almaz— ve “işitme ve görme duyusunun selâmeti”dir. Ve sonradan kazanılan dörde gelince: “Necdet” ve “ilim” ve “kifâyet” ve “vera‘”dır. Ve bu şartların hepsi bu ilâhî halîfede mevcûttur. Ve hevâ onlardan uzaktır. Allâh’a, sığınırız. Ona hiç bir kimseyi ortak koşmayız. Şimdi bize yetecek kadar biz onların şartlarını birer birer anlatır ve beyân ederiz. Muhakkak rûh onları topladı.

İlk şart “bülûğ”dur. Çünkü imâmlık çocuk için mümkün olmaz. Allah Teâlâ senin basîretini nurlandırsın. “Bülûğ”un rûhdaki i'tibârı şer’î emirdir. Ve rûhun bülûğu onun ilâhiyyete vâsıl olmasıdır. Ve onun vâsıl oluşu bizim bahsettiğimiz şey üzerine sâbit oldu. Onun üzerine mîsâk aldığında kerîm makâma bülûğudur ki, şeref ve yüksek derece vâsıl oluşudur. Şimdi Hak Teâlâ “e lestü birabbiküm” ya’nî “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” (A'râf, 7/172) buyurdu; “belâ” ya’nî “evet” dedi. Eğer rûhlar bülûğa ermemiş olsaydı, onlardan bu cevap beklenilmez ve onlar üzerine bu hitâb yönelmezdi.

Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   45




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin