III MATÜRÎDÎ'DE KAZA-KADER VE BUNA MÜLHAK DİGER KONULAR
A. Mâtürîdî'ye Göre Kaza:
İmâm el-Mâtürîdî'ye göre kaza ve kader meseleleri, irâde meselesiyle birlikte, fiillerin yaratılması «halku'l-ef'âl meselesine taallûk eden konulardır. Bu konuda yapılan açıklamalar aynen burada da geçerlidir.1066
Biz, Mâtürîdî'nin kaza ve kadere münhasır açıklamalarım kendimize göre yaptığımız bir sıralama içinde vermek istiyoruz. 1067
1. «Kaza» nın Umûmi Olarak Mânâsı:
Mâtürîdî'ye göre insanların fiillerinin Allah tarafından, yaratılmakta olduğunun isbatı yapılmış bulunduğundan «ka-zâ»nm da isbatı kendiliğinden ortaya çıkmıştır. 1068 Çünki ıstılahta umûmi manasıyla «kaza», «fiillerin zamanında yaratılması» demektir. Fiillerin vakti gelince, taşıdıkları hüsün ve kubuh vasıflarıyla Allah- tarafından yaratılmış olması «kaza» kelimesinin ifade ettiği umûmi manadır. 1069 «Eşyanın ve fiillerin yaratılması ve her şeyi lâyık olduğu yere: koymak» diye de ifade edilebilir.1070
Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de muhtelif manalarda kullanılmıştır. 1071
2. Kur'ân-ı Kerîm'de Geçen Mânâları:
İmâm el-Mâtüridî, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen «Kadâ» kelimelerini kullanıldığı yerlere göre muhtelif manalara almaktadır. Bunları sırasıyla arzedelim :
a) «Kaza» bazan yaratma manasıyla ilgili olarak «hüküm verme», «kesinlikle karar verme», «hikmetle yaratma» manalarına gelir. «Hikmet» ise «herşeyi lâyık olduğu yere; koymak» demektir. Şu âyetler bu mana için delildir:
«Bunun üzerine Allah iki gün içinde yedi gök yarattı.: (kaza etti). Ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur».1072
Bu âyette geçen «kadâhünhe» kelimesi Cenâb-ı Hakkın onları ilim ve hikmetle yaratmasını ifade etmektedir. Yaratma hali müstesna, kazanın bu maddede zikredilen diğer manalarında kulların fiilleri de aynı kelime ile ifade edilirler. Nitekim:
«îman eden sihirbazlar (fir'avna hitaben) seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Nehüküm (kaza) vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin, dediler»1073 mealindeki âyet-i kerîmede de «kaza et» emri «hikmet ile hüküm ver» manasına gelmektedir. Hakimin hakkını veren ve böyle hükmeden, bilgili, âlim kişilere de bu yüzden «kâdî» denmektedir. Keza:
«Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını hükmederse (kaza) ona «ol» der ve olur»1074 âyetinde geçen «kadâ» da bu manadadır. 1075
b) «Haber verme» (ihbar), «bildirme» (İ'lâm) manalarına da gelir:
«Isrâiloğullanna Kitab'da «doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz» diye bildirdik (kaza ettik)». 1076
c) Bazan «emir» manasına kullanılır:
«Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve ana-babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. (Kaza etmiştir)». 1077
«Allah ve peygamberi bir şeyi emrettiği (kaza ettiği) zar man, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz».1078
Bu manadaki «kaza» ancak hayırlı işler, diğer bir vasfıyla «hüsün» vasfını taşıyan işler konusunda Cenâb-ı Hakka izafe edilebilir. «Şer» için bu manada «kaza Allah'a nis-bet edilemez. 1079dadır:
d) Bazan da «tamamlayıp bitirme» (ferağ) manasındadır.
«Mûsâ belirli süreyi doldurug (kaza edip) ailesiyle birlikte yola çıkınca...» 1080
Bu manadaki «kaza» kelimesinin Cenâb-ı Hakka gerçek manasıyla nisbeti mümkün değildir. Allah için bu manada ancak mecaz suretiyle kullanılabilir. Çünki Allah teâ-lânın bir işle iştigal etmesi ve belli bir süre sonra o" işi bitirip sona erdirmesi gibi bir mefhum düşünülemez. Bu ancak Allah hakkında «yaratmanın gerçekleşmesi» manasma bir mecaz olabilir.1081
Buraya kadar arzettiğimiz manalar ile Eş'an'nin «kaza» kelimesine verdiği manalar arasında önemli bir fark görülmemektedir. Bu noktada Mu'te2ilenin de aynı şekilde düşündüğünü görmüş bulunuyoruz.
Esas görüş farfc'ftn «kader» mevzuunda ortaya çıkmaktadır. 1082
B. Matürîdî'ye Göre Kader:
Mezhepler arasında «kaza» kelimesinin kullanıldığı manalar konusunda pek önemli farklar, bulunmamakla birlikte, âyetlerde geçen ifadelerin bu manalardan hangileriyle yoruma tâbi tutulacağında farklı telâkkiler bulunmaktadır. Bununla birlikte «kaza» kelimesinde «önceden takdim (pre-destination) manası düşünülmediğinde, bu farklar önemli görüş farkları olarak mütalaa edilmemelidir. Ancak «ön-ceden takdir» manası ortaya çıktığı zamandır ki mesele ehemmiyet kesbetmektedir. Bu husus ise daha ziyade «kader» kelimesiyle ilgili olan bir konudur. 1083
1. Kader Kelimesinin Mânâları :
îmâm el-Mâtürîdî'ye göre « k a d e r » i iki kısımda mütâlâa etmek gereklidir:
a) «Bir şeyin mahiyeti» demektir, ki bu mahiyet, hayır, şer, hüsün-kubuh, hikmet-sefeh olabilir. İşte, Cenâb-ı Hakkın eşya ve fiillere bu mahiyeti kazandırmasına «kader» adı verilir. Kurıân-ı Kerîm'de bu manada şöyle buyurulmuştur:
«Şüphesiz biz her şeyi bir mahiyete (kader) göre yarat-mışıssdır».1084
b) Meydana gelecek şeylerin zaman ve mekânını, hak veya batıl olduğunu, sevab veya ıkab mevzuu olduğunu beyan etmektir.
Bu manadaki kadere Rasulûllah (s.a.) dan rivayet olunan hâdis-i şerifte, Cebrail (a.s.) in «îman nedir?» sorusuna verdiği cevapta bulunan «...hayrı ile şerri ile kaderin Allah'tan geldiğine inanmandır...» ibaresini örnek olarak göstermek mümkündür. 1085
Kaderin, eşyanın mahiyet özelliklerine göre, takdiri ve yaratılmasının Allah'tan başkasına nisbet edilemiyeceği gibi ikinci kısımdaki manasıyla da kullara nisbet edilemiyeceği muhakkaktır. Çünki her iki veçhiyle de kulların bu kadere ne akılları ve bilgileri, ne de kudretleri yeterli değildir. Nitekim Kur'ân-ı Kerimde şöyle buyurulmuştur:
«Onlarla, kutlu kıldığımız şehirler arasında, karşıdan karşıya görünen kasabalar var etmiş, oraları gezilecek belirli konak yerleri yapmıştık. (Takdir etmiştik)» 1086
«Karısı hariç hepsini kurtaracağız. Karısının geride kalanlardan olmasını takdir ettik».1087
Bu âyetlerde geçen kader kelimeleri, görüldüğü gibi, hep Cenâb-ı Hakka nisbet edilmektedir. 1088
«Kazaya rızâ» konusunda îmâm el-Mâtürîdî şöyle düşünmektedir:
Meselâ, küfrün kötü, çirkin, şer ve fesad olduğunu, tev-be etmedikçe (îman etmedikçe) kâfirin azaba müstahak olduğunu bilmek «kazaya nzâ»dır. Çünki Cenâb-ı Hak küfrü bu mahiyette takdir etmiştir. Kazaya rıza Allah'ın takdir ettiği bu mahiyetin kabulüdür. Bu tarzda bir rıza göstermeyen, yani bu mahiyeti kabul etmeyen, kâfirdir. Ama, küfrün kendisi, kulun fiilidir. Ve bu, kulun fiilinin, Cenâb-ı Hakkın, kazasının kendisi, olması muhaldir. îşte, Allah'ın kaza ve kaderi demek, zikrettiğimiz gibi, fiilin gerçek vasfı demektir. 1089
İmâm el-Mâtürîdî de tıpkı Eş'arî gibi «kaza» ile «kaza edilen şey» (makdî)i birbirinden ayırmaktadır; Ona göre, hayır-şer, hüsün-kubuh vasıfları, kaza ve takdir edilen şeylerin taşıdığı vasıflardır. Onlara,bu vasıfları tevdi" etmek demek olan «kader» in ise, mücerred kader fiili olarak, bu vasıflan taşıması düşünülemez. Bu yüzdendir ki Allah'ın kaza ve kaderine razı olan ve buna da dinen mecbur bulunan insan, hüsün ve kubuh vasfı taşıyan bu fiillerin kendisine rıza göstermiş demek değildir. Aksi düşünce küfürdür. 1090
îmâm el-Mâtürîdî burada Mu'tezile ile aynı kanaatte oldukları bir konuya işaret etmektedir. Cenâb-ı Hakka nisbet edilen şeylerin Cenâb-ı Hakkın şanına lâyık mahiyette olması gerektiği muhakkaktır. Allah'a nisbet edilen şeylerde kabih ve şer vasıflarının bulunmaması gerekir. Bu konuyu birkaç yönden incelemek gerekir. Biri Cenâb-ı Hakka izafe edilen hayırlardır ki bunların «Allahtan» olduğunu söylemekte hiç mahzur yoktur. Bu noktada Mu'tezile ile beraberiz. Küfür gibi kabih ve şer olan konuların ise Allah'a izafetini kabul etmeyen Mutezileye karşı biz bunları sadece izafet yönünden Allah'a nisbet ederiz ama teeddüben «küfür Allah'tandır» demeyiz. Bu yüzdendir ki Cenâb-ı Hak «Değiştirilmiş kitabın Allah'tan olduğunu söyleyenleri» ta'n etmiştir. 1091Allah teâla zâtını bu gibi kötü işlerden uzak tutmuş ve bu işi, «şeytanların bir ameli» olarak vasıflandırmış, «kendiliklerinden, hasetleri sebebiyle» böyle yaptıklarım bildirmiştir.
Cenâb-ı Hakka ancak hamd ve şükrü gerektiren şeyleri izafe ederek söyleyebiliriz. Kur'ân-ı Kerîm'de:
«Sizi îmana eriştirmekle Allah sizi minnet altında bırakır».1092
«Eğer Allah'ın size bol nimeti ve fazileti olmasaydı muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz»1093 âyetlerinde zik-redildiği gibi hasen olan «minnet», «fazilet» gibi şeyler nis-bet edilip açıkça söylenir. Bu noktada biz de Mu'tezile gibi düşünürüz. Ama onlar bu delillere bakıp küfür ve şerrin Allah'a nisbet edilemiyeceğini söylemişlerse de biz bunun küfür ve şer olarak değil de mücerred «yaratma» olarak Allah'a nisbet edileceğini söyleriz. Bu vasıfları taşıyan fiillerin kendisini (yani işlenmesini) kula nisbet ederiz. Teeddü-ben, şeytan Allahtandır, her çeşit pislik ve fesat Allahtan-dır, demeyiz1094.
Tıpkı bunun gibi küfür ve ma'sıyetler misali kötü şeylerin Allah'ın kazası, kaderi ve iradesi ile olduğunu söylemek de çirkindir. Çünki evvelâ Allah'a yapılan nisbette bir kubuh zikredilmiş olmaktadır. Saniyen, bu çeşit bir nisbette küçümseme ve kötüleme manası da vardır. Bu nisbet de yine teeddüben yapılmaz ve söylenmez. 1095
Halk arasında Cenâb-ı Hakka «Ey kötülüklerin, pisliklerin yaratıcısı» gibi bir hitap da kullanılmaz. Halbuki gerçekte bunların hepsinin yaratıcısı Allah'tır. Ama bu hitap, edebe uygun değildir. Cenâb-ı Hakka ta'zim ifade eden, şükür ve hamd ifade eden hitaplarda bulunulur. 1096
Buraya kadar verdiğimiz izahlardan sonra hatıra gelen bir başka soruya geçmek gereklidir. O da Allah teâlânın ezeldeki iîmi ile kaza ve kaderi karşısında, kulun fiilinin ne olduğudur. 1097
2. Allah'ın İlmi, Kader ve Kulun Fiili:
Kulların fiillerinin yaratılması konusunda verilen bilgilerden de açıkça ortaya çıkmıştır ki kulun fiilinin meydana gelmesinde âmil, hem Cenâb-ı Hakkın irâdesi ve kudreti ile yaratması ve hem de kulun muhtelif şıklardan birini ihtiyârı, kasdı ve meylidir. Allah teâlâ kendi sonsuz kudretiyle kula kendi fiilini meydana getirmesi için gerekli kudreti vermiştir. Ve o kulun hangi istikamette tercihini kullanacağını, ezelde, ilmi ile bilmektedir.1098Bu ilmine uygun olarak kaza ve kaderini yürütmektedir.
Burada iradenin, zaman ve mekânın beyan edilmesi ma-nasmdaki kaderin, ve zamanı gelince yaratma manasındaki kazanın kulun sorumluluğunu ortadan kaldıran cebir ve ız-tırar sonucuna ulaşmaması için «vâki'» a tabi tutulması ve ilm-i ilâhînin de «ma'lûm» a bağlanması, bunların icrasının da kulun ihtiyarı ile gerçekleşmesi, ilk bakışta, sorumluluk açısından meseleyi çözen bir formül gibi görünmektedir.
Ayrıca yine cebirden kurtulmak için, Kur'ân-ı Kerîmde insanı cebir altında bırakan âyetleri Cenâb-ı Hakkın fiilleri ve sonsuz kudretini gösteren, insanın kudretinin sınırlarını belirten âyetler olarak ele alması, insana hürriyet ve irâde tanıyan âyetleri de kulun cüz'î irâdesini ve sınırlı kudretini ifade eden âyetler olarak telâkki etmesi, tuttuğu orta yolun sonucudur ve naklî deliller açısından problemi çözmüş olmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîmde zikri geçen «hafifletme», «Allah sizden hafifletmek ister»1099 «insanların tövbesini isteme», «Allah tövbenizi ister»1100 gibi ifadeleri ve ayrıca Allah'a yapılan «duâ» yi ve bu duâ neticesindeki «afv-ı ilâhî» yi, hep Cenâb-ı Hakkın ezeldeki ilmi ile izah eden Mâtürîdî, ezelde Ce-nâb-ı Hak, kulların böyle yapacağını bildiği için irâdesi ve emri böyle tecellî etmiştir, görüşündedir. 1101
Ancak zaman bakımından ezelî olan ilmin yine zaman içinde hadis olan fiile nasıl taallûk edeceği, diğer bir ifâde ile kulun fiilinin ilâhî ilmin illeti, ilm-i ezelîyi de ma'lûl yanmanın nasıl İzah edilebileceği açık kalmaktadır. İm|im el-Mâtürîdî'de bu konuda sarih bir açıklama bulamamaktayız. Bu noktanın tahliline geçmeden önce kaza-kader ile kulun hidayet ve dalâleti meselesi ve kulun sorumluluğu konusunda İmamımızın ne düşündüğünü de görmemiz gerekmektedir. 1102
3. Kader, Hidâyet - Dalâlet ve Sorumluluk :
İmâm el-Mâtürîdî'ye göre iki eşit hidâyet vardır:
a) Doğruyu bulmak, doğrunun içinde olmak manasına hidâyettir ki bu sadece peygamberlere ve mü'minlere mahsustur:
«Ki hepsini dünyalara üstün kıldık, doğru yola eriştirdik».1103
Ayetinde zikri geçen hidayet bu nevi hidayettir;
b) Doğruyu görüp bilmek manasına hidayettir ki bu manadaki hidayette müslüman olan ile müslüman olmayan müşterek durumdadır. 1104
Kur'ân-ı Kerîmde her iki manaya da şamil hidayet kelimesinin geçtiği birçok âyet vardır.
Dalalet ise hidayet yolundan sapmış olmanın ismidir. «İdlâl», «saptırmak» demektir. 1105
«Ey kitab ehli! haksız olarak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın, de!» 1106 âyet-i celile-sinde bu kelimenin her iki manası da açıkça görülmektedir.
İmâm el-Mâtürîdî'nin üzerinde ısrarla durduğu nokta hidayete ve dalâlete sevketmek fiili Cenâb-ı Hakka nisbet edildiği takdirde bunun kulların «ihtiyar» larına bağlı olarak tecellî ettiği ve bunun böyle tecellî edeceğinin ise ezelde ilm-i ilâhî tarafından bilindiğidir1107
Bu arada «dua», «afv-ı ilâhî» ve «sorumluluk» meselesini de yine aynı açıdan ele almaktadır. îmânı el-Mâtürîdî şirkten başka bütün büyük-küçük günâhların Allah'ın irâdesine bağlı olarak afvedüebileceğini1108 ve fakat bunun da «duâ» sonucu olması gerektiğini1109 ifade etmektedir. Bu arada insanın «hata» {yanılma-yanlışlıkla yapma) ve «unut ma» sebebiyle işlediği günâhlardan dolayı da Allah tarafından cezalandırılmasının mümkün olduğunu, bunda bir hikmet bulunduğunu söylemektedir. Çünki gerek «duâ» da olsun ve gerekse «hatâ» ve «unutma» da olsun insanın irade ve ihtiyarına bağlı, olan yönler vardır. İnsan duâ ederken, yaptığı günâhı kendi iradesiyle işlediğini kabullenmekte ve bir . daha yapmamaya kasdetmektedir. Ve insanın bu irâdesine bağlı olarak da Allah dilerse afvetmektedir. Unutma ve yanılma hallerinde de yine insan gerekli cehd ve gayreti gösterseydi unutmayabüirdi ve yanılmayabilirdi. Bu hallerde insanın sorumluluğu bu yüzdendir. Elinde olmayan sebeplerden dolayı unutma ve yanılma haline ise Allah ceza verdiği takdirde bu ancak bir hikmet sonucudu. 1110 Bu hikmet belki de o kulu bir daha böyle bir duruma düşmemesi iğin bir uyarı olabilir.
Hidâyeti bazan «din göndermek» manasına alan Mâtürîdî1111 Mu'tezile ile aynı paralelde bulunmamak için yine de ilâhî irâde görüşüne uygun olarak Allah'ın meşîetine de bağlamaktadır. 1112 Nitekim «Bu, Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği hidayetidir»1113 âyeti ile ilgili yaptığı açıklamada bunu belirtmektedir. 1114
Hidayet ve dalalet ile, hidayete eriştirmek ve saptırmak fiillerinin, mücerred fiil olarak, yaratılmasının Cenâb-ı Hakka ait olduğunu1115 ve fakat bunların başkalarına nisbeti halinde, onların ancak hidayet ve dalâletin gerçekleşmesinde sebep olduklarını ifâde etmektedir.1116
Kur'ân-ı Kerim'de ıdlâlin, bazen, kulda zaten mevcut halin tasviri olduğunu ifâde eden Mâtürîdî1117 bunun da yine kulun kasdı ve ihtiyarı sonucu meydana gelmiş olduğunu ifade etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de «Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın»1118 mealindeki muhtelif âyetlerde bu durum açıkça görülmektedir.
Hidâyet ve dalaletin hiçbir şekilde kulu cebir altında bırakacak tarzda anlaşılmaması gerektiği görüşünde ısrar eden İmâm el-Mâtürîdî bu görüşü ile hürriyet ve irâde problemini ele aldığı çerçeve içinde en. uygun yeri seçmiş bulunç maktadır. 1119
4. Kader ve Ecel Meselesi:
İmâm el-Mâtürîdî kulun eceli meselesini de kaza-kade ile ve tabîî ki ezelî olan ilm-i ilâhî ile beraber mütâlâa et mektedir. Ona göre insanlar için ezelde Allah tarafında takdir edilmiş belli bir ömür vardır. Zaten «ecel» kelimes «sürenin sonu» özellikle «insan Ömrünün zaman bakımın dan sonu» demektir. 1120
İnsanların hayatları ezelde takdir edilm^ «son vakti»j (ecel) gelince her ne şekilde olursa olsu» sona erecektir Çünki Kur'ân-ı Kerîm'de:
«Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size yetişecektir»1121 buyurulmaktadır. Bu âyetten açıkça anlaşılmaktadır ki Allah tarafından takdir ve tes-bit edilmiş olan ömür «ecel-i mektûbe», zamanı gelince ne suretle olursa olsun sona erecektir. Bu isterse kati, isterse, tabîî ölüm suretiyle olsun, böyle olacaktır. Yoksa bazı Mu'tezile ricalinin dediği gibi «kati» hadisesi «ecel-i mektûbe» yi keserek öne alacak değildir. 1122
İmâm el-Mâtürîdî, kati hadisesinde kişinin iki eceli olmadığını, Cenâb-ı Hakkın ezeldeki ilminde o kişinin katlen mi yoksa tabîî ölümüyle mi öleceği bilindiği için ecelinin bu «ma'lûm» a göre tesbit edildiğini ifade etmektedir.1123
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de «Hiçkimse Allah'ın izni olmadan ölmez. O belli bir vakte bağlanmıştır. Kim dünya nimetini isterse ona ondan veririz. Ve kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz. Şükredenlerin mükâfatını vereceğiz»1124 buyurulmuştur. Mutezilenin katilin kati fiilinden dolayı sorumlu tutulmasını, kati fiilinin tabîî eceli yerine getirmek suretiyle bir vazife icrası şeklinde anlaşıldığında, izah edilemiyeceği ve dolayısıyla katilin sorumlu olamıyaca-ğı, oysa kâtüe verilen kesin cezalara bakıldığında bu sorumluluğun maktulün normal ecelini keserek öne aldığı için doğduğu görüşünü kabul etmeyen İmâm el-Mâtürîdî iki çeşit eceli de kabul etmemektedir. «Kişi katledilecekse eceli şu vakit, tabîî ölümle ölecekse eceli şu vakit» gibi ihtimalli bir ecel takdiri Cenâb-ı Hakka azc ve cehl nisbet etmek manasını taşıdığı için düşünülemez. Allah teâlâ kimin katlen, kimin de normal ölümle öleceğini bildiği için ecelini de öyle tesbit etmiştir. Katilin sorumluluğu ise, eceli kestiği için değil, ma'-sıyet olan kati fiilini işlediği içindir. 1125
İmâm el-Mâtürîdî bu arada sıla-i rahmin ömrü uzatacağını ifade eden hadis-i şerife de temas etmektedir: «Kim ki rızkının bereketlenmesi, ömrünün geri kalan kısmının uzaması kendisini sevindirirse o kimse sıla-i rahim etsin»1126 mealindeki hadiste sıla-i rahmin ömür uzatması, daha önceden tesbit edilen ecelin geciktirilmesi demek değildir. Allah teâîâ ezelde ilmi ile o kişinin sıla-i rahim yapacağını bildiği için ömrünü uzun takdir etmiştir, demektir. 1127Başka türlü düşünmek mümkün değildir.
Bu noktada yine ezelde ilm-i ilâhî ile olacak hadiselerin mutabakat şartı ve kaderin değişmezliği prensipleri ile insan hürriyetinin bağdaştırılması problemi cevapsız olarak durmaktadır.
Buraya kadar verdiğimiz malûmat ile îmâm el-Mâtürî-dî'nin hürriyet ve irâde problemini hangi noktalardan ele aldığını arzetmeğe çalışmış bulunuyoruz. Acaba bu anlayış ile tslâm dünyasında hürriyet ve irâde probleminin çözümünde hangi noktaya gelinmiştir? sorusu, cevabını vermemiz gereken bir soru olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. 1128
Dostları ilə paylaş: |