Iskat-i salat: 7 Iskat-i savm: 7



Yüklə 0,86 Mb.
səhifə21/32
tarix12.01.2019
ölçüsü0,86 Mb.
#95071
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   32

İsm:

Kur'an-ı Kerim'de geçen günah anlamındaki bir kavram. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İsm'in (günahın) açığını da, gizlisini de bırakın. İsm (günah) kazananlar, yaptıklarının ce­zasını çekeceklerdir.194 "îsm-i kebairden (büyük günah­lardan) ve çirkin işlerden kaçınırlar, kızdıkları zaman onlar affederler.195

HZ. İSMAİL: Kur'an'da adı geçen peygamberlerdendir. Babası Hz. İbra­him, annesi Hz. Hacer'dir. Kur'an-ı Kerim'in anlattığına göre, çocuğu ol­mayan Hz. İbrahim, Allah'a dua ve yakarışta bulunmuş, yüce Allah da ona ikinci eşi Hacer'den İsmail'i vermişti r. Yüce Allah Hz. İsmail'i 'Halim bir erkek çocuk' olarak tarif ediyor. Hz. İbrahim, Hacerile İsmail'i alıp Mekke'ye götürdü ve orada oğluyla birlikte Kabe'yi inşa etti. böylece Mekke şehri kurulmuş oldu. Hz. İsmail, peygamber olan babasının şeriatını tatbik etmekle görevlendir­ildi. Annesinin ölümünden sonra Kabe çevresinde oturan Cürhüm kabi­lesinden bir kızla evlendi ve oniki çocuğu oldu. Babasından kırk yıl sonra vefat etti. Kur'an-ı Kerim, Hz. İsmail'in Allah tarfından seçilmiş ve doğru yola iletilmiş kullarından okluğunu, iyilerden, sözüne güvenilir kimselerden olduğunu ve halkına namaz kılmayı, zekat vermeyi, emret­tiğini ve Rabbi tarafından beğenil­diğini bildirmektedir.196

İsmailiye:

Şiiliğin aşın bir kolu­dur. Hz. Ali'nin soyundan gelen altın­cı İmam Cafer-i Sadık'ın 765 yılında ölümünden sonra onun büyük oğlu İsmail'e biat edenler tarafınden oluş­turulmuştur. Bunların başlangıçtaki tavrı, İmamlığın, Caferi Sadık'ın küçük oğlu Musa Kazım'a geçişine tepki göstermek olmuştur. Uzun süre gizli faaliyetler yürüttüler. Bu zaman içinde eski İran, Hind inanışları ve Yunan felsefesine ait unsurlar bun­ların inançları arasına karıştı ve gide­rek batini bir inanışa yöneldiler.

Bu arada ortaya çıktıkları Irak'tan başka İran, Yemen, Bahreyn ve Kuzey Afrika'da da taraftar buldular. Bahreyn'de Karmatiler adıyla bir dev­let kurdular. Ama asıl başarıyı Kuzey Afrika'da kurdukları, daha sonra da Mısır'ı ele geçirip Kahire'yi merkez yapan Fatımi Devletiyle sağladılar. Ismailiye taraftarlarının büyük bölü­mü imametin Fatımi hanedanına geçtiğine inanmaya başladılar. Fakat özellikle el-Mustansır'ın halifeliği döneminden (1036-1094) sonra oğul­ları Nizar ve Mustali'yi tutanlar İsmailiyenin ikiye ayrılmasına sebep oklular. Buna göre Mısır İsmailileri Mustali kolunu, Suriye ve İran İsma­ilileri ise Nizari kolunu oluşturdu. Se-lahaddin Eyyubi'nin Fatımi hilafetine son vermesiyle İsmaililer dağıldı. Mustaliler Yemen'de varlıklarını sür­dürdü. Özellikle Nizari kolunun tem­silcilerinden Hasan Sabbah, İslam dünyasında büyük yankılar uyandıran siyasi eylemler yapmıştır. Fedailerinin uyuşturucu kullanması yüzünden Haşhaşiler diye de adlandırılan bu fırkanın siyasi etkinliği Moğol komutanı Hülagu'nun 1256'daki istilasiyla sona ermiştir. Nizari İsmailileri 1840'ta İran'dan Hindistan'a göç eden I. Ağahan (Hasan Ali Şah) ile birlikte yeni bir devreye girmiştir. Bu gün bunların dünya üzerinde milyonlarca taraftan vardır. Ayrıca Dürzilerin de 197 11. yüzyılda İsmaililer-den ayrılan bir fırka olduğunu belirt­mek gerekir.

İsmaililer batini inançlara sahiptir­ler. Bunlara göre Kur'an-ı Kerim'in bir zahiri (dış), bir de batini (iç) anlamı vardır. Bu batini gerçeği ancak imam bilebilir. İmam Allah'ın nurunu özünde toplamıştır. Hatta Allah, imam'da zuhur etmektedir. Dolayı­sıyla imamın her sözü ilahi bir emir­dir. İmamlar, yanılmaz ve suç işlemezler. Fakat bu mezhebe göre imam gizlidir. Her zaman açıkça görülmez. İsmaililerde "yedi imam" (sebiye) inanışı değişmez bir akidedir. Buna göre Cafer-i Sadık'ın oğlu İsmail yedinci ve sonuncu imamdır. 198



İsmet:

Günahsız olmak, kötü iş ve günahlardan korunmuş bulunmak, masum olmak. Ehli sünnet inancına göre ismet, sadece peygamberlere ait bir sıfattır. Böylece onların, günah işleme irade ve gücüne sahip olma­larına rağmen Allah tarafından korun­muş oldukları belirtilir. Peygamberler, peygamberliklerinden önce de Allah'a şjrk koşmazlar, peygameberlik geldik­ten sonra ise diğer günahlardan da ko­runurlar. Onlarda sadece 'zelle' deni­len ufak tefek hatalar görülebilirse de, Allah tarafından yapılan uyanlarla derhal düzeltirler.



İsm-İ Azam:

Yüce Allah'ın en bü­yük, en kuşatıcı, bütün zati ve fiili sıfatlarını içine alan ismi. Has ismi, zat adı: "Allah". Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın bütün isimleri bu zat ismine bağlı olarak geçer. Yalnız bazı müfes-sirlere göre Haşr suresinin 2. ayetinde geçen Hû ismi de ism-i azam kabul edilir. 199



İsna Aşeriyye: 200

İsnad:

Bir şeyi birisine ait göster­me, sözü söyleyene nisbet etme. Ha­dis ilminde ise rivayet edilen hadisi nakledenleri isimlerini açıklayarak sırası ile belirtmek elemektir. Peygam­berden nakledilen sözü en son rivayet edenden başlayıp aradaki bütün nakle­denleri belirterek Peygamber'e kadar ulaştırmaktır.

Bu sistem müslümanlar tarafından özellikle Sıffin (h. 37) savaşından sonra uygulanmaya başlamıştır. Çün­kü bu tarihlerden itibaren müslüman­lar 'arasında siyasi ihtilaf ve grup­laşmalar başlamış, Hz. Peygamber'e ait olduğu söylenen sözlerin kontrol edilmesi gereği doğmuştur. Böylece bu uygulama hadis ilminde bir metod olarak yerleşmiştir. 201

İsrâ Ve Mirâc Mucizesi:

İlahi rahmet ve bereket aylan olarak bilinen üç aylardan, mübarek Recep ay'ının 27. gecesidir, Bu gece, İsra ve Miraç muci­zesinin meydana geldiği, beş vakit namazın farz kılındığı, Allah'a şirk koşmadan, Tevhid inancı içinde bulu­nan müslümanlara Allah'ın izniyle pek çok müjdenin verildiği müstesna bir gecedir.

Bu gece meydana gelen İsra ve Miraç mucizesi, baştan başa İlahî lütuf ve te­cellilerle doludur. Bu gece; Rasulullah (S.A.S.)a, insan idrakinin ötesinde bir­çok ilâhi sırlar açılmıştır.

Bu gece, Allah'a ve O'nun Rasulüne gerçek anlamda inanan, Kur'anın hü­kümlerine riayet eden mü'minlerle; inanmış görünüp de hakikatte inan­mamış olan yani, inançlarında samimi­yetsiz, amellerinde riyakar olan kimse­leri birbirinden ayıran ulvi bir gecedir.

Bu gece, mü'minlerin imanını artıran, İslam'a olun bağlılıklarını, Kur'ana olan teslimiyetlerini kuvvetlendiren, imanın zevkini yaşatan, İslam olmanın sevinci­ni kat kat artıran, Resulullah'ın sevgisi­ni inanan gönüllere nokta nokta nak­şettiren, O'nun yolunda yürümenin, O'nun sünnetine sarılmanın huzur, saa­det ve mutluluğunu kazandıran kııdsi bîr gecedir.

Yüce Rabbimiz bu gece ile ilgili ola­rak:

Kutunu (Muhammed aleyhisse-lam'ı) bir gece Mescid-i Haramdan (alıp) Mescid-i Aksaya kadar götüren (Allah), her türlü noksanlıklardan münezzehtir. (O Mescid-i Aksa ki) biz onun etrafına (feyiz ve) bereket verdik (ve bu gece yolculuğunu) ona (o peygambere) âyetlerimizden bazı­sını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki o, (her şeyi) hakkıyla işiten (herşeyi) kemaliyle görendir.202 buyuruyor.

Peygamberimiz, hicretten birbuçuk yıl önce, yine böyle bir Recep ay'ının 27. gecesi, Ka'be'de "Hatim" denilen yerde veya amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü Hânî'nin evinde, ibadet ile meşgul iken; Cebrail (A.S.), içi iman ve hikmet dolu altın bir kab ile gelmiş, Peygamberimizin mübarek göğsünü yarıp içini Zemzemle yıkadıktan sonra orayı hikmet ve imanla doldur­muştur .Bundan sonra Rasul-i Ekrem, Cebrail (A.S.)in refakatinde BURAK" adı verilen mahiyeti bizce meçhul bir vasıtayla Mekke'den kalkıp Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'ya gelmişlerdir. Recep ay'ının 27. gecesi meydana gelen bu mucizenin buraya kadar ki bölümü­ne, İSRA; bundan sonraki bölümüne ise MİRAÇ adı verilmektedir.Resulullah, Mescid-i Aksada peygamberlere imam olup iki rek'at namaz kıldırdıktan sonra, kendisi için hazırlanmış Miraç denen vasıtayla, Cebrail (A.S.)m refakatinde göklere doğru yükselmiş ve göğün ka­tlarına bir bir uğrayıp orada bulunan peygamberlerle selamlanmışlar, nihayet göğün yedinci katına yükselerek, Sirde-tü'l Müntehâ denilen yere geldiklerinde Cebrail (A.S.):

Ya Resıılullah, ben artık ileri gide­mem. Benim için müsaade buraya kadar olup, daha ilerisi, Allah'a ve O'nun Re­sulüne aittir, demiştir.

Resırİ-i Ekrem (S.A.S.), bundan sonra "REFREF" adı verilen biniti İle seyaha­tine devam etmiştir. Bu hususta Pey­gamberimiz (S.A.S):

Öyle bir düzlüğe çıkarıldık ki orada gaybi kalemlerin cızırtılarını duyuyor­dum, fet-tae. tere. 3/260) buyurmuştur. İşte bu esnada Peygamberimize nice ha­kikatler ve nice ilahi sırlar vahyedildi. Peygamberimiz, bu kudsi seyahatlerin­den üç hediye ile döndüler. Müslim'in, Abdullah bin Mesud (R.A)den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu üç hediyenin şunlar olduğu belirtilmiştir;

1- Beş vakit namaz,

2- Bakara suresinin son ayetleri,

3- Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan

vefat etlen bir kimsenin cennete gire­ceği müjdesi.203

Enes bin Malik (R.A.) anlatıyor:

"Resıılullah (S.A.S) Efendimiz'in gece yolculuğunda, Ka'be'de uyuduğu bir sırada kendisine bu hususta vahy in­meden önce üç melek geliyor. Onlardan biri, "hangisidir o?" diye soruyor. İkincisi, "o, onların en hayırlısıdır!" diye cevap veriyor.

Üçüncüsü ise, "hayırlı olanı yaka­layın," diyor. O gece peygamberimiz melekleri görmüyor.

Diğer bir gece yine melekler geliyor. Peygamberimizin kalbi (onları) görü­yor: Gözleri uyur ama kalpleri uyumaz.

Melekler, İkinci gece O'nunla hiç konuşmadan kendisini alıp Zemzem ku­yusunun yanına götürüyorlar. Onlardan Cibril, ilgilenerek Resulullah'm göğsünü yarıyor, içini boşaltıp kendi eliyle zemzem dökerek yıkayıp iyice te­mizliyor. Sonra altından bir tas getiri­yor ki, bu kablarda imân ve hikmet bu­lunuyordu. Onu Resuhıllah'ın boyun damarlarına ulaşıncaya kadar (kalbine) boşaltıyor. Göğsünü kapattıktan sonra O'nıı dünya semasına yükseltiyor. Göğün kapılarından birini çalıyor. Gök ehli, "kimdir o?" diye sesleniyorlar.

Ben Cebrail'im diyor.

Gök ehli:

Yanındaki kim? diye soruyorlar.

Cibrilde:

Muhammed'dir, diyor.

Gök ehli:

O, peygamber olarak gönderildi mi? diye soruyorlar.

Cibril de:

Evet..., eliyor.

Gök ehli: merhaba ve hoş geldi eliyoruz, diyerek birbirlerini müjdeliyorlar. Çün­kü göklerin, Allah'ın Muhammed (S.A.-S) İle yeryüzünde neyi irade ettiğini, kendilerine bildirmedikçe bilemezler.

Birinci gökte Adem (A.S) ile buluşu­yorlar.

Cibril:

Bu senin, baban Âdem'dir, diyor. Peygamberimiz, Âdem (A.S)e selam ve­riyor, O da O'nun selamını alıp ce­vaplıyor ve:



Evladıma merhaba, hoş geldin. Ne güzel evlatsın sen! diyor.

Bu arada Peygamberimiz (S.A.S) gökte akmakta olan iki ırmak görüyor ve:

Bunlar nedir ya Cibril? diye soruyor.

Oda:


Nil ile Fırat'ın (maddesi veya benze-ri)dir, diyor. Böylece gökte bir süre yol aldıktan sonra üzerinde ince ve zeber-cedden bir saray bulunan başka bir ırmağa rastlıyor. Eliyle ırmağa doku­nunca, onun çok güzel misk kokulu bir ırmak olduğunu görüyor.

Nedir bu ya Cebrail? diye soruyor.

Cibril de:

Rabbının sana hazırladığı Kevser'dir, diyor.

Sonra Melek Cebrail, Peygamberimiz­le birlikte İkinci göğe yükseliyorlar. Bi­rinci gökteki melekler gibi, onlar da:

Bu kim? diye soruyorlar.

Cibril (A.S):

Ben Cebrail'im diyor.

Onlar:

Beraberindeki kim?diye soruyorlar.



Cibril (A.S):

Muhammed'dir... diyor.

Onlar:

O, peygamber olarak gönderildi mi? diye soruyorlar.



Cibril (A.S):

Evet gönderildi, diyor.

Melekler:

Ona merhaba, hoş geldin, diyorlar.

Sonra üçüncü göğe yükseliyorlar. Orada da, birinci ve ikinci göklerdeki sorular soruluyor. Sonra dördüncü göğe yükseliyorlar. Aynı sorular orada da so­ruluyor. Sonra beşinci göğe yükseliyor­lar. Orada da aynı şeyler soruluyor. Sonra yedinci göğe yükseliyorlar. Orada da benzeri şeyler soruluyor.

Her gökte peygamberlerden birkaç ta­nesi bulunuyor ki, peygamberimiz onları bir bir isimleriyle zikretti. Onlar­dan İdris (A,S.)a ikinci gökte, Harun (A.S)a dördüncü gökte, bir diğerine -ki ismini hutırlayamadım- beşinci gökte rastlıyor. İbrahim (A.S)a altıncı gökte, Musa (A.S)a yedinci gökte rastlıyor. Bu da Musa (A.S)m İlâhi kelamla üstün tu­tulmasının belirtisidir. Nitekim vaktiyle Musa (A.S):

"Rabbim, bir başkasını benim üze­rime yükselteceğini sanmıyorum." demişti.

Sonra melek Cebrail, Resulullah (S.A.S)ile bareber yedinci göğün üstüne yükseliyorlar ki, oraları Allah'tan başka kimse bilmez. Tâ ki, Sidretü'1-Müh-teha'ya geliyorlar. Cebbar olan Rabbü'l-İzzet (rahmetiyle) yaklaşıyor. Ve (ku­dretini, azametini) sarkıtıyor. Öyle ki iki yay, ya da daha az bir mesafe kalıyor.

Allah, Resulullah'a bu makamda vah-yettiğini vahyediyor. Ve bu arada Pey­gamberimizin ümmetine bir gün bir ge­cede (kılınmak üzere) elli vakit namaz farz kılıyor, peygamberimiz oradan in­erken Musa (A.S) ile karşılaşıyorki ben Musa olduğunu sanıyorum;

Musa (A.S):

Ya Muhammedi Rabbın sana ne gibi ahidde bulundu? diye soruyor.

Resulullah (S.A.S)da:

Bir gün, bir gecede elli vakit namaz., diye cevap veriyor.

Bunun üzerine Musa (A.S):

Ümmetinin buna gücü yetmez. Dönde Rabbinden hafifletmesini iste! diyor.

Peygamberimiz, Cibril'e dönüp işare­tini bekliyor.

Oda:

Evet, dilersen Rabbine yüksel, diyor.



Resulullah (S.A.S), bulunduğu yerde:

Ya Rabbi, bunu hafiflet. Çünkü üm­metimin buna gücü yetmez, diyor.

Allah, on vakit kaldırıyor.

Sonra Peygamberimiz Musa (A.S)a dönüyor -ki, Musa olduğunu sanı­yorum- derken gide gele bu namazı beş vakte düşürüyor. Musa (A.S) yine:

Ya Muhammed, vallahi bundan daha az bir namazı İsrailoğullanna teklif ettim, .gevşeklik ve zaaf göstererek terkettiler. Halbuki senin ümmetin beden, kalp, göz ve kulak bakımından daha ku­dretli değildirler. Rabbine dön de bunun hafifletilmesini iste, diyor.

Peygamberimiz, yine Cibril'e dönüp işaretini bekliyor. Cibril bunu uygun karşılıyor ve Peygamberimiz durumu te­krar Rabbine arzediyor:

Ya Rabbi! Ümmetimin bedenleri, kalpleri, gözleri ve kulakları daha kuv­vetli değildirler. Beş namazı hafiflet, diye istekte bulunuyor.

Bunun üzerine Cenab-ı Hak: -Ya Muhammed! diye sesleniyor. Oda:

Buyur Rabbİm! Emrine hazır bekli­yorum, diyor.

Cenab-ı Hak:

Artık söz benîm yanımda değişmez. Bu, Ümmül-Kitap'ta farz kılındığı gibi­dir. Her iyilik on misliyle karşılık görür. Namaz, Ümmü'l-Kitap'ta elli (vakit) dir ve beş (vakit) namaz olarak saiı farz kılınmıştır, buyuruyor.

Peygamberimiz, Musa'ya döndüğünde Musa (A.S) soruyor:

Ne yaptın ya Muhammed?

Resulullah (S.A.S):

Rabbim hafifletti. "Her iyilik on misliyle karşılık görür" buyurdu, diye cevap veriyor.

Musa (A.S)ona:

Ben bu konuda daha azı ile İsrail-oğullarmı denedim, yapamadılar, terket-tiler. Sen rabbine dön de hafifletilmesini dile, diyerek öneride bulunuyor.

Peygamberimiz, ona şöyle diyor:

Ya Musa! Andolsun ki, Rabbimden utandım. Artık bu hususta istekte bulun­mam. Musa (A.S):

Öyle ise, Allah'ın ismiyle yeryüzüne in! diyor.

Peygamberimiz de o halden sıyrılıp kendine gelince, kendisini Mescidü'l-Haram'da buluyor. 204

Peygamberimiz (S.A.S) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

"Beytü'l-Makdis'e gecenin az bir bö­lümünde yolculuk yaptığımı duyan Kureyş kabilesi beni yalanladılar. Bu­nun üzerine Hicr'de ayağa kalktım. Alİah, Beytü'l-Makdis'i getirip önüme koydu. Ona bakarak oradaki alâmetleri bir bir onlara haber verdim."

Olayın cereyan ettiğine dair haber halk arasında duyulunca, Mekke 1 ilerden bazı önemli kişiler, .soluğu Ebu Bekir Sıddık (R.A.)ın yanında aldılar ve:

Ya Ebu Bekir! Arkadaşın Muham-med hakkımla ne dersin? O bir gece içinde Beytü'I-Makdis'e gidip geldiğini iddia ediyormuş.

Ebu Bekir (R.A) onlara:

Bunu Hz. Muhammed (A.S) mi söy­ledi? diye sordu.

Onlar da:

Evet, o dedi, diye cevap verdîkerinde Hz. Ebu Bekir:

Eğer o söylemese, mutlaka doğrudur ve ben de şehadet ederim, diyerek Pey-gamber'e olan inancının şüphe götürmez okluğunu ortaya koydu.

Nasıl olur? dîye şaşkınlık gösterenle­re:

O, bundan fazlasını da söylese yine de onu gök haberlerinden dolayı tasdik ederim, diye cevap verdi. 205

Bu mübarek gecenin ismini alan İsra süresindeki emir ve yasaklar, insanlara saadet ve mutluluk yollarını göstermek­te ve bunlüra tam anlamı ile riayet eden mü'minlere ebedi huzuru müjdelemekte­dir. Bu emir ve yasakları şöyle sıralaya­biliriz:

Allah'a hiçbir şeyi eş koşmamak... Allah'dan başkasına kulluk etmemek.., Anaya babaya itaat etmek... İsraf etmemek ve gelişi güzel harcamalarda bu­lunmamak... Fakir olma endişesiyle ço­cukları doğmadan veya doğduktan sonra çeşitli yollarla öldürmemek... Zi­naya yaklaşmamak... Haksız yere adam öldürmemek... Yetimlerin mallarına göz dikmemek, onlara şefkat ve merhamet duygularıyla iyi muamele etmek... Veri­len sözü yerine getirmek, ahde vefa etmek.. Yeryüzünde kibir ve azametle, çalımlı çalımlı yürümemek, gurur ve kibir denilen hastalığa yakalanmamak... Beş vakit namazı dosdoğru kılmak... Şifa kaynağı olan Kur'an-ı Kerimi ağır ağır ve tane tane okumak... Ve Allah'ın verdiği sayısız nimetlere karşı şükret­mek...

İşte İnsan hayatına ışık tutan, insanlığı huzura, saadet ve mutluluğa kavuşturan İlâhi hükümler... Bu hükümlere tam ola­rak riayet eden insanlar iki cihan saade­tine ererler.

Peygamberimiz (S.A.S) Efendimiz bu hususta:

"Ben kendimi HİCR denilen yerde bulduğumda Kııreyş benim yolcu­luğumdan sorular açarak Kııdüste bulunan Mescid-i Aksa'da tesbit ede­mediğim şeylerle beni öyle rahatsız ettiler ki Alİah, Mescid-i Aksa'yı bana gösterdi. Her ne sordularsa on­lara bir bir cevap verdim.206 buyurmuşlardır.

Müşrikler bu mucizeyi inkar ederken, başta Hz. Ebu Bekir (R.A.) olmak üzere sadık mü'minler onun gerçek olduğunu hiç tereddüt etmeden kabul ve tasdik etmişlerdir. Kıyamete katlar her yıl Recep ay'ının 27. gecesi geldiği zaman İnananlar, imanlarını daha da kuvve­tlendirecek, sadakat örneği verecek, Ra-sulullah'a inanmanın, onun yolundan gitmenin ve onun sünnetine sarılmanın sevinç ve mutluluğunu yaşayacak, bu gecenin feyiz ve bereketinden nasib ala­cak, Allah'ın rahmet deryasına dalarak O'na kul olabilmenin bahtiyarlığına, Hz. Muhammed (S.A.S)e ümmet olma­nın şerefine ereceklerdir.


İsra ve Miraç Mucizesinin Hediye­leri:

Birinci Hediye: NAMAZ

Peygamberimiz (S.A.S) Efendimizin "Gözümün Nuru" dediği namaz, İslâm'­ın beş şartından biridir. Namaz, Mekke-i Mükerremede, hicretten bir buçuk sene evvel mübarek miraç gecesinde farz kılınmıştır. Namaz, ibâdetlerin aslını, esasını ve özünü teşkil eder. Al­lah'a ve peygamberlere imândan sonra en büyük ibâdet namazdır. İmân cevhe­rini muhafaza eden, onu zararlı cereyan­lardan, nefis ve şeytanın fitnesinden ko­ruyan ibâdet namazdır.

Cenâb-ı Hak, Kıu'an-ı Kerimde meâ-len şöyle buyuruyor:

Ehline (ve ümmetine) namazı em­ret. Kendin de ona sebat ile devanı eyle. Kiz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz nzıklandırırız. (Güzel) aki-bet takva (erbebı)nındır." 207

İmân eden kullarıma de ki; "namazlar)ınızı dosdoğru kılın. Ne bir alışveriş, ne de bir dostluk olmayan bir gün (kıyamet günü) gelmezden evvel rızık olarak size verdiğimiz Şeylerden gizli ve aşikâr Olarak) İnfâk ediniz." 208

Sana vahyedilen kitabı oku. Na­mazı da dosdoğru kıl (ve kıldır). Çünkü namaz, kötülüklerden, akıl ve şeriata uymayan herşeyden alıkoyan Allah'ı zikretmek elbette en büyük (ibâdet)dir. Ne yaparsanız Allah bilir." 209

Yüce Peygamberimiz (S.A.S) Efendi­miz ise namaz ile ilgili olarak şöyle bu­yuruyor:

Herhangi bir kimse vakti gelen na­mazları kılar ve abdesti ve rükuunıı, huşııunıı güzelce eda ederse büyük günahları işlemediği takdirde geçmiş günahlara kefaret olur. Bu hüküm bütün Ömür için böyledir.210

"Iîeş vakit namaz her birinizin kapısı önünden geçen suyu berrak bir nehir gibidir. Günde beş defa onda yıkanan (iyice sabunla pırıl pırıl temizlenen) kimsede artık hiçbir kir kalmaz.211 bu­yurmaktadırlar.

Cenâb-ı Hak, şöyle buyuruyor: "(Öyle) kimseler (vardır ki) onları ne bir ticaret, ne bir alış veriş Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namaz kıl­maktan, zekatı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.212 Gerçek mü'min ve müttakiler,namazlarını muntazam olarak vaktinde edâ ederler. Hiç ihmal etmezler. Onları hiçbir şey namaz İbâ­detinden ahkoymaz.Çünkü onlar, kati­yetle bilirler ki "kul'ıın Allah'a en yakın okluğu ân secde ânıdır." İşte bu yakın­lık ile namaz, mü'minin miracı ol­muştur. Peygamberimiz (S.A.S) Efendi­mizin mübarek miraç seyahatlerinden dönüşlerinde biz mü'minlere getirdikleri en büyük ve en güzel hediyelerden bîri de "gözümün nuru" diye ifâde buyurdu­kları beş vakit NAMAZ'dır. Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) Efen­dimiz şöyle buyuruyor:

Itizimle kafirler arasında ayırıcı fark (İlâhi bir taahhüd olan) na­mazdır. Her kim onu (bile bile) kıl­mazsa küfretmiş olur.213

Namazı olmayanın dini yoktur. Dinde namaz vücutta baş gibidir.214

Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor :

Resul Rabbinden kendisine indirilene inandı, mü'minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına,ve peygamberlerine inandı. "O'nun elçi­lerinden hiçbirini diğerinden ayırma­yız," (dediler) Ve dediler ki: "İşittik, itaat ettik! Rabbımız, (bizi) bağışla­manı dileriz! Dönüş(ümüz) sanadır!"

Allah kimseye gücünün üstünde birşey teklif etmez. Herkesin ka­zandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. "Rabbİmiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbiıniz, bize, bizden önceli­klere yüklediğin gibi ağır yük yükle­me! Rabbimiz, bize gücümüzün yet­mediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim me-vlamız (sahibimiz, efendimiz) sin! Ka­firler toplumuna karşıbize yardım eyle!215

Bu iki ayet-i kerimenin sebeb-i nüzulü şöyledir:

Ashab-ı Kiram, Bakara sûresinin 284. âyeti nazil olunca büyük bir endişeye düşmüşlerdi:

Demek kalplerimizden geçen hatıralardan da hesaba çekileceğiz, de­diler ve hemen Rasulullah (S.A.S)e mü­racaat ettiler.

Âyetin hükmünün öyle olduğu kendi­lerine bildirildi. Bunun üzerine derhal büyük bîr teslimiyet gösterdiler de bu iki âyet nazil oklu. Bu iki âyet aynı za­manda büyük bir duadır.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) Efen­dimiz şöyle buyuruyorlar:

Allah, Kakara sûresini bana arşın altındaki bîr hazineden verdiği iki âyetle tamamladı. Bunları öğreniniz. Kadınlarınıza ve oğullarınıza da öğretiniz. Çünkü bunlar hem salıat-tır, hem Kıır'andır, hem de dua'dır," 216

Bakara sûresini okuyun öğrenin. Çünkü onu (hafızaya nakşedip) al­mak berekettir; terki ise hasrettir. Avare olan tembeller onu (hıfzadip almaya) güç getiremezler."

Cahiliyye devrinin meşhur şairlerin­den Lebid, İslamiyetle şereflendikten sonra kendisini tamemen Kur'ana verdi ve artık şiir söylemeyi terketti:

Hz. Ömer (R.A), Halife okluğu gün­lerde Lebid ile karşılaştı, halini sorduk­tan sonra bir şiir okumasını rica etti. Lebid hiçbir şey söylemedi, sadece Ba­kara sûresini okudu.

Hz. Ömer (R.A), ona:

Ben senden bir şiir okumanı istedim, dedi.

Lebid:


Ey mü'miulerin Emiri! Allahü Teâla bana Bakara ile Âl-i İmran sûrelerini Öğrenmemi nasip buyurduktan sonra bir defa olsun şiir okumadım ve okumak da istemiyoaım, cevabını verdi.

İşte miraç kandilinde nazil olduğu haber verilen yukarıdaki iki âyet-i keri­me ile tamamlanan Bakara sûresi, okun­duğu zaman okuyanı onunla birlikte ana ve babasını, kardeşlerini, eş ve çocu­klarını, yakınlarını, komşularını, ma­llarını cin ve şeytandan korur. Bu sûre, koruyucu bir kalkan hükmündedir. (Bkz: Kandiller)



İsra Sûresi:

Kur'an-ı Kerim'in 17. süresidir. Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. İbn-i Abbas'a göre 73. âyetten 76. âyete kadar olan kısmın dışındakiler Mekke'de; Mutakil'e göre ise 60, 73, 74, 80. ve 107. âyetlerin dışındakiler Mekke'de nazil olmuştur.

Bu sûrede, diğer sûrelerde bulunma­yan bir mucizeden haber verilmektedir. O mucize de İsrâ ve miraç ınucizesidîr.

İsraf:

İnsanın İhtiyacından fazla ma­lını, gereksiz yere harcayıp heder etme­si, savrukluk ve tutumsuzluk yapma­sı tinimizin yasakladığı düzensiz yaşa­ma alışkanlığıdır.

İsraf, hayatın çeşitli dallarında görü­len ve etkisi altına aldığı kişiyi ve toplu­mu uçuruma sürükleyen, onarımı ve te­davisi imkansız, maddi ve manevi zarara yol açan korkunç bir savurganlık hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan kişiler ve toplumlar kendilerini yokluk­tan, kıtlıklardan, iflas ve felaketlerden kurtaramazlar. Bu sebeple, bizleri israf­tan sakındırmak için Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de "Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, İsraf edenleri sevmez." 217buyuruyor.

Peygamberimiz de "İsraf etmeksizin, kibre kapı im aksı zın yiyiniz, giyininiz ve fakirlere yardım ediniz" buyurmaktadır.

İsraf, yalnızca malın ve servetin saçı­lıp savrulmasından ibaret değildir. Bu konkunç hastalığı, hayatın her alanında görmek mümkündür. Çöplüklere atılmış ekmek parçalan ve yemek artıklarından, gereksiz yakılan elektriklerden, iyi kapatilamadığı için musluklardan boşa akıtılan sulardan, "Modası geçti" diye elbiselerin veya eşyanın bir kenara atılıp modaya uygun yenilerinin alınmasından tutun da sağlığın, gençliğin ve zamanın israfına katlar, hepsi bu hastalığın da­lları ve kollarıdır.

Özellikle sağlık, gençlik ve zaman, in­sanoğluna sayılı ve sınırlı olarak veril­miştir. Bunların hepsinin hesabı da ve­reni tarafından sorulacaktır. Peygam­berimiz "Kıyamet gününde insanoğlu, Ömrünü nerede ve ne şekilde har­cadığından, yaptığı işleri ne gaye ile yaptığından, malını nereden ve ne şekilde kazandığından, malını nerele-

re sarfettiğinden, vücudunu, sağlığını nerede ve ne şekilde harcadığından sorguya çekilmedikçe yerinden ayrıl­maz." buyuruyor. Buna rağmen insan çoğu zaman gafildir. Zamanları gelir geçer de yine bugünkü işini yarına bırakmaktan vazgeçmez. Geçen boş za­manlarının ardından bir "ah-vah" çeker de yine de içinde bulunduğu zamanın kendisi için bir nimet olduğunu anlaya­maz. Peygamberimiz diğer bir hadisle­rinde "İki nimet vardır ki, insanların çoğu o nimetlerin değerini bilmiyorlar. Bunlar "sağlık ve boş vakittir" buyur­muşlardır.

Fakirliğin, geri kalmışlığın, hastalığın ve çabuk yaşlanmanın nedenlerini, insa­na sınırlı ve sayılı olarak verilen nime­tlerin israfında aramak yerinde olur. Çalışan kazanır, kazanan mal ve servet sahibi olur. Vaktini boşa geçiren, mis­kin miskin şurada burada dolaşıp pine­kleyen İse fakirlik zilletine düşer. Vak­tini boş ve gereksiz işler ardında koşmakla geçiren kişilerin oluşturduğu toplumlar ve milletler de geri kalmışlı­ğın pençesine düşerler.

Dinimiz İse, boş zamanlan değerlen­dirmeyi zaman israfı yapmamayı, sıhhatli olmayı maddeten ve manen her gün daha ileri gitmeyi ve faziletli olma­yı emretmektedir. Peygamberimiz bir hadislerinde "Akşama ulaştığında sabahı bekleme, sabaha ulaştığında da akşamı bekleme, hastalığın için sıhhatinden, ölümün için hayatından yararlan, vaktini boş geçirme" buyu­ruyor. 218 Vak­tin boş yere geçirilmesi ve israf edilme­mesinin ne kadar büyük bir kayıp oklu­ğunu mevlâna şöyle açıklıyor: "Asıl büyük israf, ömrün boş yere sarfıdır. Çünkü bir saatlik omur yüz bin di­narla geri çevrilmez." inimizde her şeyin bir ölçüsü ve kuolduğu gibi zamanı değerlendirme­de bir Ölçüsü ve kuralı vardır. Üstün varlık olarak yaratılan insan, hiç lıesiz zamanı iyi değerlendirip, erlendirmediğinden de Allah'ın hu-ında sorguya çekileceğini bilmeli ve göre hareket etmelidir. /akit nakittir" ata sözümüz ne kadar ildir. Zamanı değerlendirmek dini milli bir görevdir. Bazı milletlerin ııu parçaladığı, ayda hayat aradığı, leer silahlarla donatıldığı yüzyılı-:la, hâlâ boş şeylerle, dedi-kodu ile imizİ geçirmemiz için bizim çok İk bir ayıp,kayıp ve zarardır. afin toplum bünyesinde açtığı yara-ın birisi de, lüks özentisi, gösteriş ikidir. Bu durum fakir, zengin her-lüks bir yaşayışa sürüklemektedir. tli yayın organları aracıhlğı ile göz-ııüne serilen ayrı ayrı elbiseler, fen­ik kıyafetler, nefis yemekler, ziya-% son model arabalar, özel dekora-re döşetilen salon ve odalar, maddi nlan bakımından çok değişik dü-3 bulunan insanları özendirmekte ızursuzluklarını artırmaktadır.

k kazanan servet sahibinin hayat esinin gereği olan, normal harca yapması tabiidir. Fakat çok nyonım diye gereksiz harcamalar-lunması ve israfa dalması dinimiz-ısaklanmıştır. Harcamalar imkana değil, ihtiyaca göre olmalıdır. Çok ımak, gereksiz harcama yetkisi ;z. Kaynak israfına hiç kimsenin ii yoktur. Normal ihtiyaç ve tüke-azlasi olan servetin, iş alanlarına ması ve işsizlere iş imkânı iması toplumun huzuru ve ülke iması için gereklidir. Milletçe ı içinde bulunduğumuz dunun bizi harcamaya değil, azla yetinmeye,

özellikle ;üks ve israfı önlemeye zorlu­yor. Atarımız "Damlaya damlaya göl olur." "Suda samanı, gelir zamanı" di­yerek de lüks ve israftan sakındırmış-lardır. Ejüıi bunlar boş sözler değil, yasanını; denenmiş, süzülmüş, arınmış öğütlerdi:.

Lüks .3 gösterişin temelinde israf vardır. İsaf, gerçekten bulaşıcı hastalık gibidir. Onun varda benim niçin olmasın, benim de param, .servetim var, ben oncLn aşağı bir kimse miyim" düşüncesi israf ve gösteriş hastalarının sayısını aer geçen gün biraz daha arttırmaktır. 219



İsrafil;

Dört büyük melekten kıya­met günü sıır'a üfleyecek olanı. Zii-mer surecinde belirtildiğine göre sura iki defa üflenecek; ilk üflenişte yer ve gökteki bjtün canlılar ölecek, ikinci üfleyişte canlanıp kabirlerinden kalka­cak, mahşer ve ahİret hayatı başlaya­caktır. İşte bu sura üfleyecek olanın İsrafil isimli büyük melek olacağı sahih hadislerde belirtilmiştir.



israiloğulları:

Kur'an'da Be­ni İsrail diye geçen, İbranice Allah'ın kulu anlamına gelen İsrail Hz. Yakub peygamberin lakabıdır.220

Hz. Yakub'un on iki çocuğundan çoğalmış olan İbranilere bu yüzden İsrailoğullan denilmektedir. İslam inancında 'Allah'ın kulu' anlamına gelen İsrail kelimesinin Tevrat'ta 'Al­İah ile mücadele eden' anlamında geçmesi dikkat çekicidir. Bozulmuş Tevrat'a göre Yakub Peygamber, Tanrı ile yaptığı mücadele sonucu bu lakabı kazanmıştır. 221 Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayetin­de İsrailoğullarına çok peygamber gönderildiği, fakat onların sık sık sa­pıtıp Allah'a itaatsizlik ettikleri, hatta daha ileri giderek Allah'ın kendilerine gönderdiği elçileri öldürmeye bile kalkıştıkları anlatılmaktadır. 222

İsrailiyat:

Kelime olarak İsrail-oğullarına ait bilgi demek olduğu halde, İslam kültüründe bir terim ola­rak Yahudi ve Hristiyanların inanç, ahlak, tarih, efsane vb. kültürel unsur­larından İslama karıştığı bilinen şey­leri ifade eder.

Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim'de geçmiş devirlere ait bazı kıssalar özlü bir şekilde anlatılmıştır. Zaman içinde özellikle bu tür ayetlerin tefsiri konu­sunda, ehli kitaba ait bilgilerin de kul­lanılmaya başlanıldığı görülür. Hatta bazen bu tür bilgilerinin işe karışmış olması sonucu Kur'an ayetlerinden oldukça farklı sonuçlar çıkarılmıştır. Oysa gerek Resulullah, gerekse önde gelen islam büyükleri ve alimleri sa­dece Alİah tarafından indirilen Kur'-an'a ve Hz. Peygamber'in hadislerine itibar edilmesi gerektiğini bildir­mişlerdir. Bu yüzden pekçok tefsir bil­gini müslümanları uyarmak için İsrailiyyatla ilgili bağımsız eserler yazmışlar ve tefsirlerdeki bu tür hura­feleri ayıklamış- lardir. Sonuç olarak şunu belirtmek gerekir; geçmiş top­lumlar ve medeniyetler hakkında Kur'an-ı Kerim'de geçmeyen hiç bir bilgi islami bir kesinlik ifade etmez ve dayanak olamaz. 223

İstiaze:

Sığınma demektir. İslam kültüründe "Euzu billahi mine'ş-şeytanirracim", "Neuzu bülah", "Esta-izu billah" sözlerini söylemek anla­mında kullanılır. Yüce Alİah buyuru­yor ki: "Ey Peygamber! Kur'an-ı oku­mak istediğin zaman (Allah'ın rahme­tinden) kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a Slğin." 224



İstibra:

İdrardan sonra gelen sı­zıntıyı gidererek temizlenme. İdrar­dan sonra yürüyerek, bir takım hare­ketler yaparak, bekleyerek, öksürerek akın- tının tamamen kesildiğine kana­at getirmek. İslam alimlerince istibra yapmadan abdest almak doğru bulun­mamıştır. Çünkü abdest aldıktan son­ra gelecek bir sızıntı abdesti bozar. 225



İstidlal:

Bir delile dayanarak so­nuç çıkarma, delil sayılan bir belge ile sonuca varmak demektir. Kelam il­minde bir konuda karar vermek, bir şeyi ispatlamak için delile bakmak anlamında kullanılır. İslam inancında Kur'an'ın bütün delilleri doğruluk bakımından kesindir. Kur'an-ı Kerim'-deki şu ifade istidlale bir örnek olarak gösterilebilir: "Eğer yerle gök ara­sında Allah'tan başka tanrılar olsaydı, mutlaka göklerin de yerin de düzeni bozulur, harap olurdu.226



İstidrac:

Sözlük anlamı derece derece artırmak demektir. Alah'ın, is­yanda ileri giden, inançsız ve azgın kişilerin inadını artırmak için dünyada kendilerine üst üste nimetler vermesi.

Ayrıca terim olarak derece derece rahmetinden uzaklaşmış olan azgın ve günahkar kullara verilen bir takım olağanüstü durumlar göstenne gücü. Bilindiği gibi mü'min insanlarda gö­rülen olağanüstü hallere keramet deni­lir. İşte istidrac bunun tam karşılığı olarak inkarcı kişilerde görülen olağanüstü hallere denilir. Kafirlerde görülen bu duruma keramet denilemez ve onların göstereceği hiçbir olağan­üstü şeye değer verilmez. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Ayetlerimizi yalanlayanları bileme­yecekleri bir yönden yavaş yavaş (is-tidraca tabi tutarak) helake yaklaş­tıracağız. "Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara herşeyin kapısını açtık. Nihayet kendi­lerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onları azabımızla ansı­zın yakalayıverdik. Hemen ümitsiz­liğe kapılıp şaşkına döndüler." 227

İstiğase:

Başı darda olanın yar­dım istemesi, sıkıntılı anlarda sıkıntı­nın giderilmesini istemek. Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayetinde kendisinden yardım istenmeye layık ve buna karşılık verme gücüne sahip tek var­lığın yüce Alİah olduğu belirtilmiştir. Mesela Ra'd suresinin 14. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Gerçek dua ancak Allah'a yapılandır. Allah'ın dışında dua edilen varlıklar ise, dua edenlerin hiç bir şeyine cevap vere­mezler." (Hikmet N.)



İstiğfar:

Kulun, söz ve fiiller ile (hareketler ile) günahlarının bağışlan­masını dilemesidir. Kur'an-ı Kerim'de, "Rubbinize istiğfarda bulununuz" Duyurul­muştur. Sadece söz ile istiğfarda bulu­nup hareketleri İle sözleri uyum sağlamayan kimsenin durumu yalan­cıların işleri gibi olur.

Cenab-i Hakkın gufranı ve mağfireti ise O'nun, kulunu azabdan korumasıdır. Cenab-ı Hakkm 99 güzel isimlerinden biri de "Gaffar"dır. Kullarının günah­larını örtüp ayıplarım ve hatalarını bağışlayıcı demektir.

İstihare:

Cenab-ı Hakk'tan hayrın etkisini dilemek"tir.

Bir müslüman, teşebbüs ettiği bir işin akıbetinin hayır mı şer mi olduğunda te­reddüt ettiği zaman:

"Rabfoim, şu azmettiğim işin yerine getirilmesinden veya terkedilmesin-den hangisi hakkımda hayırlı ise onu bana müyesser kılmanı dilerim" anlamına gelmektedir istihare.

İstihare namazı ve duası, müminler için genel bir ruhî sığınak olduğu için Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) Efendi­miz İstihareye büyük Önem vermiştir.

Ashab-ı Kiram'dan Cûbir (R.A) anla­tıyor:

Resûlullah (S.A.S), Kur'andan bir sûre ta'Iim eder gibi büyük küçük her işimizde bize istihare duasını öğretirdi, diyerek bu duanın ehemmiyet derecesi­ni bildiriyor.

İstiharede fal ve kehanette olduğu gibi yalan söyleme, geçim vasıtası hali­ne getirme, İnsanları aldatma, kalplerine korku salma, günah işleme, harama meyletme, sapıklığa yönelme, batıl ve hurafe gibi İslâm Dini'ni kesin olarak yasakladığı, haram kıldığı işler yoktur.

Yukarıda geçen istihare hadisinin Hz. Cabir (R.A)den başka İbn-i Mesud, E bu Eyyub el-Ensârî, Ebû Bekir-i Sıddık, Ebû Said el-Hudri, Sa'd İbni Ebi Vak-kas, Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbni Ömer, Ebû Hureyre, Enes İbni Mâlik gibi Kibar-ı Sahabeden rivayet edilmiş olması ehemmiyeti işaret eder.

Enes İbni Mâlik (R.A)den gelen riva­yet teriminde: "İstihare eden kimse ziyan etmez, istişare ile hareket eden nadim olmaz, iktisada riayetkar ulan da ihtiyaç görmez" buyurulması da bu ehemmiyeti ayrıca açık bir şekilde be­lirtmektedir.

İstiharenin vicdanlarımız üzerindeki fazilatkâr etkisi de çok önemlidir. İnsan, bir işin hayır veya şerrini, menfaat ve zararını kestirernediği, yerine getirilme­si veya terk edilmesinde mütehayyır kaklığı ınüşkil demlerinde istihare mümin için önemli bir istinatgahtır.

Böyle bir zamanda mümin, İlâhi hu­zurda el bağlayarak iki rekat nafile namaz kılıp da Cenab-ı Hukk'tan hayır ve saadete sevketmesini dilemekle gön­lünde hiç şüphesiz bir hafiflik hisseder. Hayrın teveccüh edeceğine emin olarak iradesi kuvvetlenir.

İcabet şartlarına yakın olan dua­larımızın Alİah tarafından kabul buyu­ru! acağ ma her mümin vicdanen emin ve itikad eder bulunduğundan istihare ettiği iş hakkında hayırlı tarafın tecelli edeceğine de kalben emin ve müsterih bulunur. Duanın kabule karîn oldu­ğunun en açık şahitli istihare eden kim­senin istihare ettiği iş hakkımla gönlünde bîr inşirah, derin bir inzîcab duy-masıdır.

İstihare eden kimsenin ruhunda böyle bir inzîcab ve temayül uyanmazsa istiharenin yedi defaya kadar tekrar edil­mesi de Enes bin Mâlik (R.A)den riva­yet edilmiştir.

Resûlullah (S.A.S) Enes bin Mâlik'e:

Ey Enes! Bir işe teşebüs etmek iste­diğinde o iş hakkında yedi defa isti­hare eyle... Sonra kalbinden geçen ruhî temayüle bak; çünkü hayır, kalbe doğan o inzicab ve temayüldür, buyurmuşlardır.

İstihare eden mü'min:

Ya Rabbi! Şu işin akıbetinin hayır veya şer olacağını idrakten âcizim" di­yerek kentlisinden ilim sıfatını nefyedip İlâhî ilimden istiane etmiş bulunuyor ki tam ehli sünnet inancıdır. İnsanların ilim sıfatından nasip almaları Cenab-ı Hakkın bildirmesiyledir.

İslâm dini, istihare gibi doğrudan doğruya BârigÛh-i İlâhi'tlen hayır dile­mek esasını vaz'ederek bütün cahiliyye hurafeleriyle mücadele ettiği gibi fal­cılık ve kehanetle de mücadele etmiştir.

Her işte istihare edilir" denildiğine göre, işlenmesi veya terkedilmesi mubah olan işler hakkında istihare cari olduğu miistefad olunur. Nikah, yolcu­luk gibi büyük işlerde İstihare edildiği gibi küçük işlerde de istihare edilebilir.

Nice hakir görülen işler vardır ki, kü­çüktür tüye istihare edilmeyerek onun fiil veya terkine devam edilir de netice­de zarar görülür.

İşte bu nedenledir ki Resûl-i Ekrem (S.A.S) Efendimiz, ashabını büyük, küçük her iş hakkında istihareye teşvik ederek kentlilerine:

Her ihtiyacınız hakkında hayır di­leyiniz, nalınınızın tasması koptuğun­da hile..." buyurmuşlardır.

İstihare duasını Kur'andan bir sûre öğretir gibi talim buyurdu" sözü bu duaya ResÛl-i Ekrem (S.A.S)in şiddetle İtina ve ihtimam buyurduklarının en açık ve en yüksek bir delilidir.

İstihare, insanın istikbalde hayır ve saadete mazhar olabilmesi için Cenab-ı Hakkın ilim ve kudretinden istiane et­mesi ve insanlığın fal, remil gibi mübte-lâ olduğu hurafelerden tahsili gayesine matuf bir vaz'ı dînidir.

Teşebbüs edilecek bir iş hakkında Allahü Teâla'dan ilim ve kudret dile­mek, rıza-i ilâhinin İntişafmı İstemek ve kemâl-i ihlas ile Dergâh,ı Sübhaniye yö­nelmek tamamiyle kulluğa yakışır bir durumdur.

Kalbi Allah duygusuyla çarpan her olgun insanın bir tarafa taveccüh ede­meyip, hayran, serkerdan kaldığı za­manlarda Bârigâh-ı İlâhiye teveccüh et­mesi kadar doğru bir hareket olmaz.

Böyle sadakat ve İhlas ile yaratıcısına teveccüh eden bir kalbe çok sürmeden maksad hakkımla mülhem olacağından şüphe edilmemelidir.

İşte insanlığı hurafelerden men eden İslâm dini, İvaz (karşılık, ücret) olarak hayır ve saadetin, rıza ve inayetin Cenab-t" Haktan dilenmesini göstermiş ve bu suretle istihareyi meşru kılmıştır.

Cabir bin Abdullah (R.A)den rivayet edilmiştir:

"Resûlullah, Kur'andan bir sûre öğretir gibi (büyük, küçük) işlerimizin hepsinde bize istihare (duasını) talim ederek buyurdu ki:

Sizden biriniz, bir işe kalben az­mettiğinde o kimse farz değil (istihare niyetiyle nafile olarak) iki rekat nama/ kılsın (nama/dan) sonra şöyle desin:

Ya Rabbi! (Hakkımızda hayırlısı) için sen (in dergâh-ı inayetin)den bana hayırlısını (bildirmeni) dilerim.

Ve (hayırlı cihete) gücün yetiştiğin­den sen(in hazine-i lütfun)dan beni kudretlendirmeni dilerim.

Ya Rabbi! Hayırlı olan cihetin teb-yin ve takdirini senden o büyük fazl (ve kerem)inden isterim. Allahım! Sen (her şeyi) bilirsin halbuki ben bİ-lemem. Muhakkak sen şuurumuzdan uzak olan her şeyi de pek yakından bilirsin.

Ya Rabbi! IHlirsin(ki, bildiğinden hiç şüphe yoktur) şu azmettiğim iş, dinime, dünya ve ahiretime taalluku cihetiyle benim için hayırlıdır. Bunu bana mukadder kıl. Ve bunu bana müyesser kıl.

Sonra işlemeye kudret bahşettiğin ve bana müyesser kıldığın bu işi bana mübarek kıl. (hayır ve bereketini artır.) Yine bİlirsin(ki bildiğinde şüphe yoktur) şu azmettiğim iş, dini­me, dünya ve ahiretime taalluku iti­bariyle benim İçin serdir. Hu işi ben­den, beni (ve gönlümü) de bu işten çevir. Ve hayır (zaman ve mekandan) her nerede ise o hayrı bana makdur (ve müyesser) kıl. Sonra nefsimi bu hayrı ınakdure razı kıl."

Hz. Câbir (R.A) demiştir ki: "İstihare eden bir mü'min, (duanın "bu iş" diye kinaye yoluyla zikredilen her yerinde) ihtiyacını adiyle anar.

Nevevi, istihare namazının birinci rek'atmda fatihadan sonra "Kul yâ ey-yühe'l-kâfirün...", İkinci rekatında da "Kul hûvallahü ehad..." sûrelerinin okunması müstehaptır, diyor.

Teşebbüs edeceğimiz işler için istiha­re etmek en sağlam ve en güzel, en gü­venilir bir yoldur. Evlenme, yolculuk gibi büyük işlerde olduğu gibi küçük işlere teşebbüslerde de istihare yapıla­bilir.



İstihare Namazı:

Hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadığına dair mâ­nevi bir işarete nail olmak isteyen kimse yatacağı zaman kilmıası gereken iki re-katlık nafile bir namazdır. Bu namazın İlk rekâtında (Kâfİrün) sûresini, ikinci rekatında da (İhlâs) sûresini okur, so­nunda da istihare duasını okur. Sonra da abdestli olarak kıbleye yönelip yatar.

Rüyada beyaz veya yeşil görülmesi hayra, siyah veya kırmızı görülmesi de şerre delalet eder. Bu veçhile istihare namazının yedi gece yapılması ve kalbe ilk lâhik olana bakılması da bir hadi.s-i şerif ile beyan buyuru 1 muştur.228

İstihaze:

Gebelik sırasında, do­ğumdan sonra veya adet gören ka­dından üçgünden az ve on günden fazla gelen kan. Aynı şekilde buluğa ermemiş (9 yavsından küçük) veya hayızdan kesilmiş (55 yaşından büyük) kadınlardan gelen kana da isti-haze denilir. Bu kan vücudun her hangi bir organından gelen kan gibi­dir, ve yalnızca abdesti bozar. Namaz, oruç gibi ibadetlere ve karı - koca ilişkilerine engel değildir. 229



İstihlaf:

Birini yerine geçirme, vekil belirleme manasına gelir. Istılahta ise halifenin kendisinden son­raki halifeyi belirlemesi demektir. İstihlaf ile veliaht tayini arasında önemli faiklar vardır. İstihlafda, haya­tının son anlarını yaşamakta olan hali­fe, bir takım danışmalardan sonra, kendi evlat ve yakınlarının dışında bi­risini müslümanlara tavsiye eder. Tav­siye edilen kişinin halifelik şartlarını

taşıması gerekir. Bu tanımdan anla­şıldığı gibi istihlaf Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer'in yaptıkları uygulamanın adıdır. Muaviye'den başlayarak İslam tarihinde çokça uygulanagelen veliaht tayini ise bundan çok farklıdır ve bidat olarak kabul edilmiştir. 230

Öte yandan istihlaf kavramı fıkıhta, abdesti bozulan imamın cemaatten bi­rini kendisinin yerine imam tayin et­mesi anlamında kullanılmıştır. 231



İstihlal:

Helal saymak, helal kıl­mak. İslamin yasakladığı, haram ola­rak belirlediği herhangi bir şeyi helal saymak demektir. Bu durum insanın dinden çıkmasına sebep olur. Çünkü yüce Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram saymak ona karşı gelmek demektir. 232


İstihsan:

Güzel bulma, beğenme, bir şeyi iyi ve güzel görme. Fıkıhta ise istihsan, kolaylık sağlamak için zorluğu terketmektir. Özel bir delile dayanarak genel kuralı terketmek an­lamına gelen bir fıkıh usulü terimidir. Hanefi mezhebinin ikinci derecedeki delillerinden birisidir. Alimler tara­fından gizli kıyas olarak kabul edilen istihsanı kısaca şöyle tarif edebiliriz: Müçtehidin bir konuda, nas, icma, kıyas, örf gibi bir delile dayanarak daha önce o konunun benzerleri için verdiği hükümden vazgeçerek başka bir hüküm vermesidir. Burada aranan şey verilen hükmün kolaylık sağlayıcı nitelikte olmasıdır. Mesela genel hü­küm olarak bir şey yiyip içmek orucu bozduğu halde, Resulullah'ın hadisine dayanarak, dalgınlıkla veya unutkan­lıkla birşey yeyip içen kimsenin oru­cunun bozulmadığına hükmedilmiştir. 233



İstihza:

Alay, alay etmek. Bir ki­şiyle eğlenmek, onun maddi veya ma­nevi kusurlarını göz önüne sererek küçük düşürmek. İslam insanlarla alay edip, onları incitmeyi, onurlarını kır­mayı yasaklamıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki de alayedilen kavim alay eden­den daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki alay edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıpla­mayın. Birbirinize lakaplar takmayın. İman ettikten sonra bir mü'minin fasıklıkla anılması ne kötü şeydir. Kim bundan tevbe etmezse işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.234



İstikamet:

Doğru ve namuslu ha­reket, doğruluk, dürüstlük, iyi kalpli­lik, Allah'a yönelme, inanç, düşünce ve niyette, tavır ve davranışta Allah'ın rızasına uygun olmak demektir. Kur'an-ı Kerim, "Rabbim Allah'tır, deyip de istikamet üzere olanlara korku yoktur ve onlar mahzun olma­yacaklardır" 235 buyurmaktadır. Tasavvufta ise, dini emirlerine uyma, yasaklarından kaçın­ma halinde devamlılık, iyi ve güzel huyların sürekli çaba sayesinde ikinci bir tabiat durumuna getirilmesi, dine göre hareketten asla vazgeçmemek ve

Allah'ın iradesine hiç bir şeyi tercih etmemek anlamında kulanılmıştır.236

İstikbali Kıble: 237

İstilam:

Selamlamak, hac ve umre sırasında tavaf yaparken Hacerül-Es-ved'i öpmek veya el sürmek. İstilam hacem sünnetlerindendir ve hadisle sabittir. Buna göre Ka'beyi tavaf ede­cek kişi Hacerü'l-Esved'in önüne ge­lince mümkün olduğu kadar kimseye eziyet vermeden onu öper veya eliyle mesheder. Eğer kalabalıktan dolayı öpmesi ya da el sürmesi mümkün değilse uzaktan istilam eder, yani elle­rini Hacerü'KEsved'e doğru kaldıra­rak, Öper gibi işaret yapar, tekbir ve tehlil getirir. 238



İstimna:

Mastürbasyon, elle veya benzer şekillerde boşalma. Bu konuda kesin bir nas yoktur. İslam alimleri arasında da bir görüş birliği bulunma­makla beraber, haram olduğu yahut hiç değilse şüpheli bir durum olduğu görüşü yaygındır. Bu arada bazı Ha­nefi ve Hanbeli alimleri, bekar olan ve evlenmeye gücü yetmeyen kişinin, bir alışkanlık haline getinnemek şartıyla zinaya düşmemek için istimna yapabileceğini fakat en iyisinin bu şüpheli durumdan kaçınmak okluğunu Delinmişlerdir. Kaldı ki tıp otoriteleri de aşırı alışkanlık haline getirilen istimnanın psikolojik ve fizyolik bozuk­luklara sebep olabileceğini bildirmek­tedirler. 239



İstinbat:

Kur'an ve Sünnet'ten, içtihad yoluyla nass ve icma'nın beliıt-mediği hususlarda hüküm çıkarmak. Bir kavram olarak istinbat, kapsamı bakımından müçtehidin bütün gücünü harcayarak ortaya koyduğu görüş olan içtihattan daha dar, kıyastan daha geniştir. 240



İstinca:

Abdest bozduktan sonra su veya benzeri bir şeyle temizlen­mek. Küçük abdesti bozduktan sonra yapılan temizliğe İstİbra (bkz) denir. Bununla birlikte fıkıh alimlerine göre, ön ve arkadan normal olarak çıkan sidik, dışkı gibi şeylerin hepsi için yapılan temizlik istinca kavramıyla karşılanır ve vacib olarak hükmedilir. İstinca, su, taş, toprak, kağıt, kumaş, tahta vb. şeylerle yapılabilir. Ancak su ile temizlenmek hepsinden üstündür.241



İstinşak:

Gusül ve abdest sırasın­da buruna üç defa su çekmek. Bu, gusül yaparken farz, normal abdest

alirke» İse Sünnettir. 242

İstirca:

Sözlük anlamı geri dön­mek, geri vermek demektir. Bir de bir ölüm haberi duyulunca "innalillahi ve inna ileyhi raciun Biz Allah içiniz (O'na aitiz) ve mutlaka O'na döne­ceğiz." (Bakara, 156. ayet) ayetini oku-mak anlamına gelir. Bu ifade İslami dünya görüşünün temellerinden birisi­ni oluşturmaktadır. Kendisine veya bir yakınına bir musibet, bir bela uğrayan mü'min isyan etmez, bilir ki, her şey

Allah'tan gelmiştir ve O'na dönecek­tir. 243

İstishab:

Sözlük anlamı, yanına alma, beraberinde götürme demektir. Bir fıkıh terimi olarak ise, bazı du­rumlar için geçerli sayılan şer'i hü­kümlerin bu durumun değiştiği kesin olarak belirlenmediği sürece geçerlili­ğini koruması anlamına gelir. 244


İstiska: 245

İstişare:

Meşveret etmek, danış­mak, bir konuda müşaverede bulunmak,

bir kimseden bir konu İçin görüş alışverişinde buluıımak"tır. Meşveret, bir kimsenin diğer kimseye müracaat edip herhangi bir konuda görüş ve fikri­ni almasıdır.

Meşveret, İslâm dininde çok önemli olması sebebiyledir ki: bir âyette meâ-len: "Onlar ile müşaverede bulun" buyurulmuş ve mü'minlere yol gösteril­miştir. Bunun içindir ki, "meşveret, insanı düşmanlıktan koruyan bir kaledir" denilmiştir.

İstişare etmek, doğru yolu bulmanın tâ kendisi olur. İstişare eden düşmanlık görmez.

Bir kimsenin istişareye ehil olan kim­selerle meşveret etmesi gerekir. Özelli­kle şu beş vasfı kendisinde bulunduran kimseler, istişareye ehil sayılırlar.



1- Akl-ı selim ve tecrübe sahibi olmak. Zira herşey akla, akıl da tecrü­beye muhtaçtır.

2- İnançlı ve muttaki olmak. Çünkü mütedeyyin ve muttaki olmak iyilikle­rin temelidir.

3- İnsanları sevmek ve onlara nasihatta bulunmaktan kaçınmamak vasfında bulunmak,

4- Salim fikir sahibi olmak. Fikri görüşünü karıştıracak bir düşüncenin, zebunu bulunmamak.

5- İstişare olunan konuda istişare edi­len şahsın kendine ait bir maksadı bir garazı bulunmamasıdır. Zira kendisi için bir maksat olursa, o konu ile ilgili faydalı olacak düşünceyi bildirmesine engel olur.

Bu beş vasıf kendisinde bulunan kişiler, danışmaya her yönüyle ehil olup böylelerinin istişarelerinden daima isti­fade edilebilir.

Bir âyet-i kerimede yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

Onların (mü1 mirilerin) işleri, ara­larında meşveret iledir ve onlar, ken­dilerine verdiğimi/, rızıklardan başkalarına da ihsan ederler."



İstiva:

Birden çok şeyin birbirine eşit olması, düz olması, ortada ve tam bir derecede bulunmak, yönelmek gibi anlamlanî gelen istiva tasavvufta Hak ile halkı aynı anda bir olarak; halkı Hakk'ın sıfatlarının bir yansıması, Hakkı da halkın özü, içi olarak görebilmek anlamında bir mertebe olarak kullanılmıştır. Ayrıca kelam-cılar tarafından da tartışılan istiva ke­limesi Kur'an-ı Kerim'de şöyle geç­mektedir: "Yeryüzünde ne varsa hep­sini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip), onları yedi gök olarak düzenleyen de O'dur. O herşeyi çok iyi bilendir." 246



İsyan:

Ayaklanma, başkaldırı, itaatsizlik, herhangi bir sebeple meşru güçlere karşı gelme demektir. İslam inancına güre ise isyan, Allah'ın emir­lerine uymama, yasaklardan kaçın­mama, hatta ona karşı gelmedir. Bu anlamda isyan, inkarcıların bir sıfatı olarak görülmektedir. Eğer inkarcılar insanları Allah yolundan çevirmek konusundaki isyanlarından vazgeçip, Allah'a teslim olurlarsa geçmiş gü­nahları bağışlanır. İslam tarihindeki ilk isyanı kovulmuş, lanetlenmiş şeytan yapmıştır. Buna rağmen Al­lah'ın hükmü gerçekleşecektir. Yüce Allah müminlere şunu emretmektedir: "Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla sava­şın!.247



İşrak:

Güneşin doğuşundan ufkun üstünde iki mızrak boyu yükselişine kadar geçen süre. Güneş doğarken namaz kılmak harama yakın mekruh­tur. Bu yüzden güneşin iki mızrak boyu yükselmesini beklemek gerekir. Bu zamandan sonra kılınan nafile na­maza işrak namazı denilir. Tasavvufta ise işrak terimi, manevi bir aydın­lanma ve gerçeği kavrama anlamında kullanılır.248



İtab Ayetleri:

Kınama ayetleri. Yüce Allah'ın peygamberini kınadığı ayetlere itab ayetleri denilir. Bunlar­dan en çok dikkati çekeni şu ayettir:

Âmâ (kör) geldi diye yüzünü ekşitip çevirdi. (Ey Muhammed) Ne biliyor­sun belki de o kendisini arındıracaktı?

Yahut öğüt alacaktı da, bu öğüdün faydasını görecekti. Fakat sen öğüde ihtiyaç duymayan kimseye ilgi gösteriyorsun. O, öğüt dinlemeyenin temiz­lenmesinden sana ne? Allah'tan kor­kup koşarak sana gelene aldırmıyor­sun. Hayır! Böyle yapma, bu ayetler birer öğüttür.249 Müfessirlere göre bu ayetler Re-sulullah'ın Kureyş ileri gelenlerinden birisine İslam'ı tebliğ ettiği bir sırada daha önce İslam'a girmiş olan Ümm -ü Mektum isimli âmâ bir şahsın kendi­sine birşeyler sorması, Hz. Peygambe­rin ise onunla değil de Kureyşli müş­rikle ilgilenmesi üzerine nazil olmuş­tur.

Alimler, buna benzer birkaç ayette daha Resulullah'a kınama yöneltildi­ğini belirterek bunların yorumu konu­sunda iki farklı görüş ileri sürerler. İlk görüşe göre Peygamberler asla günah işlemez ve hata yapmazlar. Bu ayetler onların daha iyi olanı, daha güzel olanı yapmamalarından dolayı inmiş­tir. İkinci görüş ise Peygamberlerin büyük günah işlemedikleri, ancak zelle denilen küçük günahlar işledik­lerini, bundan da hemen tevbe ederek bir daha yapmadıkları şeklindedir ve buna göre bu itab ayetleri Hz. Pey­gamberi işte bu küçük günahlar dola­yısıyla uyarmak üzere inmiştir. 250

İtikâd: 251

İtikâf:

Sözlükte, "birşeye devam etmek" manasına gelir. Dini terimde ise, cami veya cami hükmündeki bir yerde bir müddet ikamet etmek, demektir.

îtikâf, vacip, sünnet ve müstehap olmak üzere üç kısma ayrılır. İtikafa gi­rene mu'tekif denir. İtikafa girmenin dört şartı vardır:

1- Müslüman olmak, akıllı olmak, ha-desten ve necasetten tâhir (temiz) ol­mak,

2- İtikafa niyet etmek,

3- İtikafın cami, mescit) veya bunların hükmünde bir yerde yapılması. Ancak hanımların evlerinde bir odayı mescid İttihaz edip orada itikafa girmeleri^ev-ladır.

4- Vacip itikafa girenin oruçlu olması. İtikafa giren ancak dini, tabii yahut

zaruri bir ihtiyaçtan dolayı camiden çıkabilir. Mu'tekif, itikat' esnasında hayırdan başka söz konuşmaz. Günah celbeden hiçbir söz söylemez. Ve böyle bir davranışta bulunmaz.

İtikafın efdal olanı Ramazan ayının son on günüdür. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.S) efendimiz hazretleri, Medine'ye hicretten sonra, vefatlarına kadar her ra­mazanın son on gününü itikatta geçir­mişlerdir.

İtikafı diğer dinlerdeki ruhbaniyetle karıştırmamak lazımdır. Çünkü ruhba-niyet, toplumdan ayrılarak ıssız bir köşede herşeyden el etek çekerek ömür sürmektir. Ruhbanlık dinimizde ya­saktır.

İtikat", belirli bir müddet ibadete ayrılmış olan cami veya mescid gibi bir yerde ruhu ve nefsi eğitmektir. Mu'te­kif, bu esnada kendini hep ibadete ve hayırlı bir düşünceye verir. Dili yalan­dan, gıybetten, iftiradan koruduğu gibi davranışlarıyla da kimseye zarar ver­mez. Zihni olarak da düşüncesi hep müsbete, iyiye, güzele yöneliktir. Cami içinde olması münasebetiyle namaz va­kitleri dışında dahi namazı bekler du­rumda olduğu için bu bekleyişi namaz hükmündedir. İtikaf müddetince dünya işlerinden uzak ve Allah'a müteveccih­tir. Bu durum kalbi aydınlatır, düşünceyi saflaştınr ve kişiyi manen yüceltir.

Ruh ve mânâ alemindeki bu olgunluk, mü'miııin maddi hayatına akseder. Artık onun elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez. Onun için itikaf çok sevaplı bir ibadettir.

ttikafa giren, üstünün başının temiz­liği ile birlikte Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerle iştigali, hep dini ve ahlâki mevzuları tetebbu etmesi ve örnek da­vranışlarıyla gerçek mü'minî temsil eder.

Ruhun ve nefsin terbiyesi, eğitim psi­kolojisinin sahası içerisinde bulunmak­tadır. Bizce ibadetler ve itikaf tesiri tartışılmayacak kadar açık bulunmak­tadır. 252



İvaz:

Fıkıhta bedel karşılıklı, bir alım-satım akünde birbirine karşılık olan şeyler anlamında kullanılan bir hukuk terimidir. Mesela satıcının ve­receği mal ve buna karşılık olarak alıcının Ödeyeceği para ivazdır. Bu terim daha çok hibe vb. akitlerde geçer.

Bilindiği gibi hibe, bir mal veya kıymeti hiçbir karşılık beklemeden bir kîşi ya da kuruluşa bağışlamaktır. Ancak bazı hibe akitlerinde, küçük veya büyük bir karşılık istenmektedir. Mesela kıymeti çok yüksek olan bir malı, alıcıya yardım etmek amacıyla sembolik bir rakamla satmak gibi. Bu bağış şekline fıkıhta ivazlı hibe deni­lir. Ancak Hanefiler bunun neticede

bir alım-satım akti olduğunu belirte­rek caiz görmektedirler.253



İzar:

Belden aşağıya bağlanan bir tür örtü. Peştemal. Hacca gidenleri:. ihramda belden aşağı bağladıklar, örtüye izar, omuza atılan havluya ise rida denilir. İzar ve rida eski gitürlerinden olduğu için fıkıh ve had'v kitaplarında zikredilir. 254



İzdivaç: 255

İzzet:

Değer, itibar, şeref, yücelik anlamlarına gelir. Kur'an'ı Kerim'de Allah'ın kudret ve üstünlüğünü, şeref sahibi oluşunu, kahreden ama kahre-dilemeyen, yenilemeyen tek güç, ce­zalandırılacağı veya intikam alacalı hiç bir kimsenin elinden kurtuu-madığı varlık olarak yüce Allah için doksana yakın yerde Aziz sıfatı kul­lanılmaktadır. Ayrıca Kur'an-ı Kerim. izzetin ancak Allah'a, Peygamber'e \£ müminlere mahsus olduğunu ifade et­mektedir.256



İzzet-İ Nefis:

Vakar ve haysiyet. Kişinin kendi değer ve şahsiyetine saygı duyması demektir. Mümin kibir ve gurura kapılmaksızın, kendine değer vermek ve yaratılışına uymav.ın tavır ve davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür.257



Yüklə 0,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin